• Sonuç bulunamadı

Eski Türk Sanatında Simgesel Motifler ve Damgalar

Tezimizin uygulama konusunda ağırlık olarak eski Türk damgaları ve simgelerine yer vereceğimizden bu alana biraz ağırlık verilmektedir. Eski Türk sanatında simgesel motifler ve damgalar bölümünde damgaların ve simgesel motiflerin çıkış noktalarına, tarihimizdeki kullanım alanlarına, anlatım biçimlerine ve kullanım nedenlerine yer verilecektir. Asıl amacı kendilerine ait olan varlıkların karışmaması için kullanılan damgalar; eşyalarda, hayvanlarda, paralarda ve devletlerin armalarında yüzyıllar boyunca kullanılagelmiştir.

Karataev’e göre, damgaların tarihi coğrafyası; Türklerde damgalar ve benzeri

sembolik işaretler, onların tarih sahnesine çıktıkları ilk dönemlerden beri kullanılmaktadır. Bu olguya Türklerin ve Proto-Türklerin tarihte yaşamış oldukları arazilerde ortaya çıkan kaya resimleri ve mağara resimleri tanıklık etmektedir. Kaynaklarda, ilk kullanılan damgaların insanoğlunun hayatında Tunç Devri’nden itibaren yer almaya başladığı belirtilmektedir. Fakat ilk kullanılmaya başlayan damgaların ortaya çıkış zamanlarını ve mekânlarını tam olarak açıklamak zordur

coğrafyanın Altaylar’dan Anadolu’ya yayılmış olduğunu görebiliriz. Kafkasya’da Azerbaycan’ın Gobustan bölgesi ile Anadolu’da Kars’ın Kağızman bölgesi örnekler verebileceğimiz mekânlardır.

“En fazla damga işaretlerinin bulunduğu bölgeler olarak Çin yazılı kaynaklarında gösterilen Hakas-Minusinsk, Tuva-Moğolistan bölgeleri sayılmaktadır. Bunların dışında Altay Dağları, Doğu Türkistan, Türkmenistan, Kırgızistan, Kırım Yarımadası, Güney Rusya ve diğer bölgelerde bulunan kaya, taş yüzeylerine yazılan işaretleri, arkeolojik araştırmalarda bulunan kaynakları delil olarak gösterebiliriz”

(Enveroğlu, 2005: 15).

Enveroğlu (2005) Çağdaş Azerbaycan Resim Sanatında Eski Türk Damgalarının Etkisi adlı doktora tezinde; damgaların hangi Türk boy ve soyunda daha çok kullanıldığı ve bu toplulukların günlük hayatlarında ne kadar yer aldığının bilinmemesi ve Anadolu’daki çok eski yerleşim alanlarında tespit edilen damga izlerinin dikkate alınmaması, damgaların tarihi coğrafyası açısından yeni bir araştırma alanı olacağını ve bunun tarihimizde bir eksiklik olduğunu belirtmektedir.

Türklerde damga kavramı hakkında Görgünay (2002) Oğuz Damgaları ve Göktürk Harflerinin El Sanatlarımızdaki İzleri kitabında H.N.Orkun (1994)’den aktaran Akçoraklı’ya atıfta bulunarak “Damganın hayvan üzerine kızgın demir ile basıldığını nazarı itibara alırsak, bu âdetin demir devrinden evvel olmaması lâzım gelir. Demirden yapılmış ve kızdırılarak atların, büyükbaş hayvanların sol sağrılarına vurulan işaretlere “damga” (Şekil 23-24), koyun ve keçi gibi küçükbaş davarın kulaklarının çentilmesine “en” (Şekil 25), ev eşyası ile bazı başka takımların ve dokumaların üzerine dokunan veya dikilen yahut boyanan alâmetlerin adına Anadolu’da “im” (Şekil 26) denildiğini, bu imlerin yanış olarak da kullanıldığını belirtiyor”.

Şekil-23: Oğuz Boy Damgaları

Kaynak: Gülensoy, 1989: 62-63.

Şekil-24: Anadolu’da Bazı Atların Sağrılarına Basılan Damgalar

Şekil-25: Anadolu’da Bazı En’lerin Kullanımına İlişkin Çizimler

Kaynak: Gülensoy, 1989: 155,162.

Şekil-26: Anadolu’da Bazı İm’lerin Kullanımı

“Eldeki mevcut bulgulardan yola çıkarak, damgaların en erken kullanıldığı yerler olarak mağara duvarları ve kaya üstü çizimleri gösterebiliriz. Daha sonraları Türkler veya Ön-Türkler yaşadıkları ve uğradıkları bölgelerdeki dikili taşlar üzerine kendi damga ve işaretlerini kazımışlardır. Erken devirlerde Türk boylarının ağaç, tahta, deri, keçe (Şekil 27) ve dokumalarda bu damgaları kullandıkları bilinse de, maalesef günümüzde bu tarz (Şekil 28) malzemeler üzerinde yapılan çok az eser intikal edebilmiştir” (Enveroğlu, 2005: 25).

Eski Türklerde kullanılan damga ve semboller hakkında mevcut tarihi veriler ile yazılı kaya ve dikili taşlardan öğrendiğimize göre, Türk boyları, Orhun ve Yenisey harfli yazılı taşlarında kullandıkları alfabeden çok daha önce damgayı bilip uygulamaktaydılar. “İlk keşfedildiği zamanlarda gizli bir yazı sanıldığı için “Run” adı

verilen milli Türk yazısının, Orhun abidelerindeki mükemmel şeklini alıncaya kadar, uzun bir süre içerisinde, çeşitli safhalardan geçtiği görüşü yaygındır. Orhun ve Yenisey abidelerinde görülen bazı harflerin birkaç şeklinin bulunması da, Türk’lerin en mükemmele ulaşmak için gösterdikleri gayretin belirtisidir” (Gülensoy, 1989: 13).

Her ne sebeple ya da anlamı bilinsin veya bilinmesin, Türkler damgaları “İm, damga, en” gibi isimlerle Anadolu’da şu alanlarında kullanmaktadır;

1. “At ve sığırlarda,

2. Koç ve koyun kulak veya burnunun üstünde,

3. Koç veya koyunun sırtında, kuyruğunda veya başında (aşı boyası ile), 4. Kovanlarda, buğday veya un anbarlarında,

5. Mezar taşlarında,

6. Hece tahtası adı verilen, tahtadan yapılmış mezar işaretlerinde, 7. Kilim ve halılarda,

8. Keçelerde, kepeneklerde,

9. Heybe, torba ve un çuvallarında, 10. Nakış ve yanışlarda,

11. Ziynet eşyalarında, 12. Nazarlıklarda,

13. Ev kapı ve duvarlarda, 14. Kap kacakta,

15. El, yüz, alın, pazu ve göğüse yapılan döğmelerde, 16. At koşum takımlarında” (Gülensoy, 1989: 18, 19).

Şekil-27: Her İki Omuz Boşanına “Güneş”

Motifi İşlenmiş Bir Çoban Kepeneği Şekil-28: Karasuk Devrinden Koyun veya Koç Şeklinde Dikili Taş

Kaynak: Gülensoy, 1989: 48. Kaynak: Gülensoy, 1989: 79.

Damgaların estetik değerleri hakkında Memmedov’a göre, “konstrüktvizm ve

benzeri akımların” sadeliği yaratmak, sentez etmek arzusu” çok derin anlamlı ve bilinçaltı olarak büyük eserlerin yaranma ilkelerinin esasına koyulan bir istektir. Sadelik yaratıldıkta estetik etkilidir” (Aktaran: Enveroğlu, 2005: 29).

Türklerde kaya ve mağara resimlerinde, abide ve diğer eşyalarında kullandıkları simgesel motifler ve damgalar üzerine Gülensoy (1989) Orhun’dan Anadolu’ya Türk Damgaları kitabında şöyle bahsetmektedir; “Türk damgalarında en çok kullanılan

ongunlar (boğa, geyik, dağ keçisi, at, kurt, çeşitli kuşlar, koç-koyun, yılan gibi), kutsal bilinen hayvanlardır. Bunların dışında kılıç, ay-güneş ve yıldızlar ile hayat ağacı

motifleri de birer damga olarak bu damgalar Anadolu’da stilize edilmiş şekilleriyle karşımıza çıkmaktadır”. Damgaların Orta Asya’daki göçebe Türk boylarından bugüne

kullanılagelmekte olması tarihî, etnolojik ve folklorik açıdan büyük önem taşımaktadır.

Genellikle eski Türk toplumlarının yerleştiği Orta Asya’da simge ve semboller üzerine yapılan araştırmalarda dağ keçisi, av sahneleri, boy damgaları vb. birçok damganın kaya üzerlerindeki petroglifler yaygın olduğundan bu damgaların II.devrede yani Piktograph (tek işaret) aşamasında yapılmış olduğu anlaşılmaktadır. Birçok araştırmacının dikkatini çeken bu damga ve sembollerin, güneşin doğduğu doğu bölgesi Türk toplumlarından batıda Pamir-Alay bölgesine kadar yayılan geniş bir coğrafyada yer edindiği görmekteyiz. Söz konusu bu damga ve sembollerin keşfinden sonra kavram alanları hakkında araştırmalar başlatılmıştır.

Kaya üstüne işlenen simgesel motifler arasında Orta Asya’da yaygın olarak kullanılan “dağ keçileri genellikle dururken veya koşarken, ama her zaman yandan,

tasvir edilmişlerdir (Şekil 29-30). Bazı sahnelerde de dağ keçileri, atlı veya yaya, bir veya birçok okçunun, köpeğin veya kurdun izlemesi veya saldırması sırasında tasvir edilmiştir. Eski kaya üstü tasvirlerde dağ keçilerinin boynuzları genellikle abartılı bir şekilde uzun, geriye kıvrılmış veya yukarı yönelmiş olarak çizilmiştir. Bu tasvirlerdeki bazı keçiler ise helezoni veya spiral şekilde kıvrılan, sanki birbirine geçmiş boynuzlara sahiptir” (Mannay-oll, 2003: 177). Anadolu’da yapılan çalışmalar da dağ keçisi

sembollerine sık sık rastlanılmaktadır.

Şekil-29: En Çok Görülen Dağ Keçisi Motifleri

Şekil-30: Tuva’da Eski Dağ Keçisi Tasvirleri Konulu Makalede Yer Alan Simgesel Motifler

Kaynak: Mannay-ool, 2003: 172.

Anadolu’da eski Türklerde olduğu gibi damgalar yaygın olarak kullanılagelmiştir. Yapmış olduğumuz tez araştırmalarında Anadolu’ya yerleşen çeşitli boyların ata mirası damgaları, imleri, enleri vb. simgesel motifleri eskiden olduğu gibi kullandıkları ya da eski simgesel motiflerine yeni motifler ekleyip onları estetik bakımdan geliştirerek kullanmışlardır. Kullanım alanlarında ise pek bir farklılığa gidilmediği anlaşılmıştır.

Gülensoy (1989) kitabında, M.Kutlu’ya atıfta bulunarak, Orta Asya’daki göçebe hayatını, damgasıyla, imiyle, eniyle, dokumacılığıyla Anadolu’da yaşatmaya çalışan boylarda artık bunların yeterince kullanılmadığı ve unutulmaya yüz tuttuğu konusunda

şu bilgileri aktarmaktadır: “…hayvancılığın eskisi kadar yaygın olmadığını, bu yüzden

de, sayısı üçe-beşe düşen hayvanlar için damga veya ene gerek duyulmadığını tesbit ettik. Eskiden yörede kullanılan aile damgalarının artık birer hatıra olarak kaldığı ve bunları hatırlayabilen gençlerin bulunmadığı, -bu sebeple de eğer üzerinde gerekli

çalışmalar yapılmadığı takdirde tamamen kaybolacağı- acı bir gerçektir”. Kaya üstünde (Şekil 31) ya da farklı alanlarda yer alan damgalar bulundukları alanlarda halen yaşamaya devam etmektedir.

Anadolu’nun özellikle doğu ve güneydoğu bölgelerinde halen ayakta durmakta olan eski Türk işaretleri, yetersiz koruma ve kaynak sıkıntıları yüzünden göz ardı edilmiştir. Tez konusu üzerine Kars’ın Camuşlukaya bölgesinde yapmış olduğumuz ziyarette bunu daha da açık bir şekilde görmüş bulunduk. Bölgenin korunması için herhangi bir önlem alınmadığı görülmüştür. Anadolu insanının tarihiyle olan bağlarının birer işareti olan bu izler, silinip kaybolmadan Türk kültürüne ve sanatına dâhil edilmesi için gerekli çalışmaların yapılması gerekmektedir.

Şekil-31: Taş Ve Kaya Üzerindeki Damgalar

Geleneksel Türk sanatlarında; seramik, halı-kilim ve mezar taşlarındaki simgesel motiflerin birer sanat eseri olmasının yanında, kültürel hayatımızın ve sosyal tarihimizin somut kanıtları olarak varlığını sürdürmektedir. Bir bütünün çeşitli parçalarını ifade eden simgesel motifler, tarihi bir bilinçaltında fakat farklı alan ve zamanlarda oluşmuş bir düşüncenin ürünüdür.

Türkiye Türkçesi’nde; “bir şeyin üzerine bir nişan, bir im basmaya yarayan araç, bu araçla basılan nişan, im” anlamlarında kullanılan “damga” adı, en eski Türkçe kelimelerden birisidir. Damga, Kutadgu Bilig, Orta Türkçe, Çağatayca, Kazan Türkçesi, Çeremişçe ve Rusça’da “tamga”, Kumuk Türkçe’sinde “tamna”, Oyrat ve Soyon Türkçe’sinde “tanma” ve yine Moğolca’da “tamaga” şeklinde kullanılmaktadır (Gülensoy, 1989: 11-12). Damga kelimesi Azeri Türkçe’sinde “damğa” olarak kullanıldığını yine Gülensoy’un bu eserinden anlamaktayız.

Eski Türk sanatlarında im, damga ve en adlarında bilinen kültürel ögeler günümüze kadar varlığını sürdürmüştür. Damgalar birçok sanat alanında çok geniş izler bırakmıştır. Geniş kapsamlı bir mesaj iletme aracı olan damgalar Türk boy ve soylarında hayvanların çeşitli yerlerinde belirli işaretler şeklinde görüldüğü gibi, Avrasya, Orta Asya bozkırında ve diğer Türk toplumlarında kültürel-ekonomik, mitolojik, dinsel kapsamda bir iletişim aracı olarak ortaya çıktığı görülmektedir (Görgünay, 2002).

Orta Asya Şaman dininde, şamanların totemlerde tanrılarını, iyi ve kötü ruhları gördüklerine inanılıyordu. Çadırlarda ya da barınaklarda kullanılan dokumalarda, bilinmeyen dış tehlikelerden korunmada, kendi topluluklarını belirlemede ve Tanrılardan bereket dileme amacıyla semboller kullanmıştır (Şen, 2004). Orta Asya’da yaygın olan Şaman kültürü, İslamiyet’in kabulü ile baskınlığını yitirmeye başlamıştır. Kullanılan simgesel motifler değişmeye başlayarak genellikle geometrize edilmiş motiflere dönmeye başlamıştır.

Sosyo-kültürel alanda damgalar eski kültürlerin öğrenilmesinde, etnik grupların, etnik tarihin, sosyo-kültürel münasebetlerin belirlenmesinde, en az yazı kadar önemlidir. Damgalar yer-su, kabile soyadları ve halk adlandırmalarıyla beraber önemli kaynaklardan biri sayılmaktadır. Damgalar, hayvanların çeşitli yerlerinde belirleyici

simgesel motif olarak görülmekle birlikte, Kafkasya, Avrasya ve Orta Asya bozkırlarında mitolojik, dinsel, kültürel anlamlarda da kullanılarak bir iletişim aracı olarak karşımıza çıkmaktadır (Gülensoy, 1989).

Simgesel motiflerin ortaya çıkışları, gelişim evreleri hakkında geniş bilgileri Orhun’dan Anadolu’ya Türk Damgaları adlı eserden öğrenebiliriz. “Türkler damga

adını verdiğimiz işâretleri kullanmadan önce, anlatmak istedikleri şeyi mutlaka resim ile ifâde ediyorlardı. Nitekim, ilk çağlarda da insanların pek çoğunun resim kullanarak meramlarını anlattıkları, bulunan mağara duvar resimlerinden anlaşılmaktadır. İnsanlık resimden piktographa, daha sonra da piktogram’a geçmiş olmalıdır. Türk damgaları, işte bu safhada, yâni piktograph ile piktogram arasında doğmuş olabilir. Bu görüşe göre, Türk yazı ve damga tarihini şöyle şematize edilebilir:

I.devre : Resim,

II.devre : Piktograph (eski Mısırlılar’ınki gibi harf yerine resim kullanan yazıda tek işaret).

III.devre : Pigtogram (basitleştirilmiş resim).

IV.devre : İdeogram (yazıda kelimenin harfleri gösterilmeden doğrudan Doğruya fikri ifâde eden işâret).

V.devre : Phonogram (bir harf veya hece veya sesi gösteren işaret).

VI.devre : Harf (dildeki bir sesi gösteren ve alfabeyi meydana getiren işaretlerden her biri)” (Gülensoy, 1989: 14).

“Petrogliflere dair çalışmalarda, dağ keçisi damgalarıyla petrogliflerin özdeşleştirilmesi, kayalardaki tasvirlerin Orhun yazıtlarındaki damgalar ile paralellik arz ettiğini ilk defa 1925 yılında P. K. Kozlov’un Ulan-Hada bölgesinde Moğolistan- Tibet seferinde çalışmalara katılan G. İ. Borovka ortaya koymuştur. Fakat G. İ. Borovka bu sorunun geniş bir materyalle ayrıntılı bir şekilde çalışılmasını, semantiğinin deşifre edilmesini gerçekleştirememiştir. Sonuç olarak bu tip tasvirler / damgalar, uzun yıllar gerekli ilgiyi görememiştir” (Graç, 2008: 210-211).

Anlaşılacağı üzere resimle damga arasındaki ilişki hiçbir zaman tarif edilen devreli geçitleri yansıtmamaktadır. Bunun başlıca nedeni bahsi geçen damgaların çoğu zaman birden bire ortaya çıkışı, kimi zaman resimlerle aynı düzlemlerde kullanılışı ve damga ile resmin farklı niteliklerde, farklı amaçlarda oluşunda saklıdır. Günümüzde logo vb. simgesel değerlerin resmin paralelinde kullanıldığı gibidir.

Damga ve yazının oluşumunda, insanlık tarihinin ilk inanış ve dinlerinin etkisinin yanı sıra ay ve güneş kültlerinin, işaret ve simgelerin de etkisi olmuştur. Damgalar daha sonraları Orhun yazıtlarında görüldüğü üzere yazı şeklini almıştır (Gülensoy, 1989).

“Orhun’dan Anadolu’ya veya Altay’dan Anadolu’ya adlandırılan geniş bir coğrafyaya yayılan Türk boylarının her gittiği yere kendi damgasını, yanış ve nakşını götürdüğü bilinmektedir. Bu yürüyüş ve göçler sırasında yeni coğrafi ve kültürel çevrenin, yeni sosyal ve ekonomik şartların da etkisi ile Türk boylarının kullandığı kutsal damga ve işaretler zamanla ilkin anlam ve şekillerini kısmen ya da tamamen kaybederek farklı görünümler ve anlamlar kazanmaktadır. Kimi zaman damgalar ilkin şekillerini muhafıza etse de, anlam değişikliğine uğrayarak birer süsleme motifine dönüşmektedir. Bu değişikliklere, özellikle günümüz Orta Asya, Kafkaslar ve Anadolu’da yaşayan geleneksel el sanatları tanıklık etmektedir” (Enveroğlu, 2005:

25).

Genel bir anlayışla, damgalar zaman içerisinde birbirinden bağımsız farklı bölgelerde farklı ad ve anlamla karşımıza çıkabiliyor. Oğuz boylarından birine ait bir damga Kıpçaklarda ya da başka boylarda farklı bir adla görülebilir veya tam tersi durumlarda olabilir. Kendini Türk olarak kabul etmeyen bazı toplulukların eski eserlerinde -her ne kadar kabul etmeseler de- Türk damgalarını görmek mümkündür.

Türk damgalarının en eski Türk yazısı olan Orhun harflerinden de eski olduğunu Gülensoy (1989) Orhun’dan Anadolu’ya Türk Damgaları adlı eserinde şöyle belirtir;

“Türk Damgaları, eski Türk milli yazısı olan Orhun-Yenisey harflerinden çok daha eskilere dayanmaktadır. Fakat elimizde bulunan Orhun harfleri ile yazılı belgeleri en eski Türk yazılı vesikaları saydığımız için, şimdilik, daha değişik bir yorumda bulunamıyoruz. Yapılacak olan arkeolojik kazılar neticesinde Orhun yazısından daha eski belgelerin bulunabileceğini tahmin etmek zor değildir. Orhun yazılarının bulunduğu taş, kaya ve sütunlar (Şekil 32) üzerinde çeşitli damgaların da yer alması, bu tahmini kolaylaştırmaktadır”.

Tarihimizde önemli bir yer bulan Türk damgaları (Şekil 33-37) felsefe tarihimizin de mihenk taşını oluşturmaktadır. Damgalar bazen somut objelerle bazen

soyut kavramlarla bazense karmaşık sosyal ve dini içeriklerle bağlantılıdır. Günümüzden bir örnek verecek olursak, Picasso’nun “Öküz Metamorfozları” eseri insanlık tarihinin otuz bin yıllık düşüncesinin maddeye yani simgeye, sembole ve damgaya ulaşma serüvenini bizlere özetlemektedir.

Her ne kadar günümüzde bu damga, im ve enler kullanılmasa da son zamanlarda bu alanda araştırmalar yapmış ve yapan bilim insanlarının çalışmaları takdire şayandır. Fakat bu çalışmaların güzel sanatlar alanlarında da estetik değerler bakımından araştırılarak, uygulama derslerinde kullanılması gelecek nesillere farkındalık yaratacağı düşüncesindeyiz.

Şekil-32: Bilge Tonyukuk Yazıtı İle Ongi Yazıtı

Şekil-33: Bömbögör Yazıtı

Kaynak: Alyılmaz, 2007: İç kapak.

Şekil-34: Kazakistan’daki Mühür, Yüzük Üzeri Motifler

Şekil-35: Yaba Motifleri

Kaynak: Görgünay, 2002: 7.

Şekil-36: Bediz Alanı, “Son Göl”ün Güney bölgesi, Kırgızistan

Şekil-37: Moğolistan’daki Kaya Üstü Tasvirler

Kaynak: Alyılmaz, 2007: Kapak.

Günümüzde modern versiyonları ile kullanılan simge ve semboller, boyların soyların olmasa da devletlerin, kurumların sivil toplum kuruluşlarının ve şirketlerin birer göstergesi olarak yaşamaya devam etmektedir. Güzel sanatların her dalında faaliyet gösteren sanatçıların eserlerinde kendine has renk, doku, işaret ya da imzanın aslında yukarıda anlatılan amaçlarla yer aldığını da söylemek gerekir.

Sonuç olarak tezimizde eski Türk sanatında simgesel motifler konusunu seçmemizin amacı; Türklerde başlı başına bir sanat haline dönüşen, bazen halıya bazen de kayaya işlenen, yaşam şartlarından doğan ve bu şartların içsel yansımaları olarak vurgulanan simgesel motiflerin bize bir şeyler anlatmak istemesidir.