• Sonuç bulunamadı

Arş. Gör. Karabük Üniversitesi aysebetulalgul@hotmail.com

Özet

Zaruret; korunması gereken beş temel haktan en az birinin kısmen veya tamamen ortadan kalkmasının kuvvetle muhtemel olduğu durumlarda, mükellefe haramı işleme ve/veya vacibi terk etme ruhsatı veren mazerettir. İçinde bulunduğu hâlden ancak dinin birtakım emirlerini terk etmek suretiyle kurtulabileceği bu zaruret durumlarında, birey mazur sayılır. Âyet ve hadislere bakıldığında kolaylık üzerine vurgu yapıldığı görülür. Allah’ın kulları için zorluk değil kolaylık istediğini belirtmesi, Hz. Peygamber’in kolay olanı tercih ve teşvik etmesi bu bağlamda zikredilebilir. Dolayısıyla dini emirlerin amacının bireylerin sıkıntıya girmeleri veya meşakkat çekmeleri olmadığı söylenebilir. Bu nedenle kulların zorlanacakları durumlarda ruhsatlar tanınır.

Usûl âlimleri zaruret konusunu detaylı bir şekilde incelemişlerdir. Bu bağlamda âyet ve hadislerden hareketle zarûrat-ı hamse denilen, zarar görmemeleri için dini emirlerin ihlal edilebileceği beş temel hakkı (canın, dinin, malın, aklın, neslin korunması) belirlemişler, bu hakların muhafazası için hangi emirlerin ne dereceye kadar terk edilebileceği, terk etmenin hükmü gibi hususları tartışmışlar, ilgili nasslara dayanarak genel ilkeler tespit etmişlerdir. Bahsi geçen ilkeler Mecelle’nin külli kaideleri arasında da yer almakta, dolayısıyla Mecelle üzerine araştırma yapan âlimlerin incelemeleri kapsamına girmektedir. Bu âlimlerden biri de Rûhu’l-Mecelle isimli sekiz ciltlik bir şerh yazan Safranbolulu Hacı Şerif Ahmed Reşid Paşa’dır (1858-1918).

Çalışmamızda, bahsi geçen şerhin zaruret prensibine dayalı külli kaidelere dair açıklamaları ele alınacaktır. Bu bağlamda öncelikle usûl eserlerinde yer alan bilgiler doğrultusunda zarûret konusu incelenecek, ardından Rûhu’l- Mecelle isimli şerhte konuya ilişkin yapılan inceleme ve tahliller okuyucunun istifadesine sunulacaktır.

Anahtar Kelimeler: Zarûret, Ruhsat, Rûhu’l-Mecelle, Hacı Şerif Ahmed Reşid Paşa.

Interpretations of Hadji Sharif Ahmed Reshid Pasha From Safranbolu on The Principle of Zarûret in His Book Named Rouh al-Medjelle

Abstract

State of necessity; it is an excuse that gives the person the permit to commit the forbidden and / or to disobey wajibs where it is highly probable that at least one of the five basic rights that must be protected is partially or completely eliminated. The person is deemed to be excused in such situations where he can be saved only by abandoning certain orders of religion. When the verses and hadiths are examined, it is seen that emphasis is placed on convenience. It can be mentioned in this context that Allah states that He wants convenience rather than difficulty for His servants, and that the Prophet prefers and encourages the easy. Therefore, it can be said that the purpose of religious orders is not for humans to get into trouble or suffer. Therefore, in cases where the servants are forced, permissions are granted.

The scholars have elaborated about necessity. In this context, they set out five fundamental rights called zarurat-ı hamse (protection of life, religion, property, mind, generation) based on verses and hadiths, in which religious orders can be violated so as not to be harmed, they have discussed issues such as which orders can be abandoned for the protection of these rights, and the provision of the cancellation and have determined general principles based on

181

relevant verses and hadiths. The said principles are also among the general principles of al-Medjelle, and thus fall within the scope of the examinations of scholars who research on al-Medjelle. One of these scholars is Hadji Sharif Ahmed Reshid Pasha (1858-1918) from Safranbolu who wrote an eight-volume commentary named Rouh al-Medjelle.

In this study, the explanations of the said commentary on the general principles based on the necessity principle will be discussed. In this context, firstly the subject of necessity (darura) will be examined and then analysis will be presented in the exegesis named Rouh al-Medjelle on necessity.

Keywords: The necessities, darura, permission, Rouh al-Medjelle, Hadji Sharif Ahmed Reshid Pasha.

Giriş

Hukuk düzenleri bireysel ve toplumsal hayatı intizam altına almak, kargaşayı önlemek için kurallar, hükümler koyarlar. Müslüman bireyin hem dünya hem ahiret hayatını tanzim etmek isteyen İslam dininin hukuku da doğal olarak birtakım emir ve yasaklar içerir, mükelleflere emirlere uyma, yasaklardan kaçınma sorumluluğu yükler. Mükellef kelimesinin kök anlamından da anlaşılacağı üzere bu yükümlülükler birtakım külfetleri de beraberinde getirir. Ancak kişiye kaldıramayacağı ağır meşakkatler yüklenmez. Şari’in emir ve yasakları normal şartlarda çok fazla zorlanmadan yerine getirilebilir. Ancak bazen bunlara uymanın şahsı normalin dışında sıkıntıya maruz bıraktığı olağanüstü durumların ortaya çıkması mümkündür. Bu istisnai hâller literatürde zaruret terimiyle ifade edilir. Dini emirlerin amacı bireyi sıkıntıya sokmak olmadığından zaruret durumları zorluk ve sıkıntının kaldırılmasına yönelik özel ve istisnai hükümlere kaynaklık eder.

Zaruret olarak nitelenebilecek bir hâle düçar olan kişiye muztar denir. Muztar, maruz kaldığı meşakkatten kurtulmak için, bu meşakkat ölçüsünce dinin birtakım emirlerini ihlal edebilir ve bundan dolayı sorumlu tutulmaz. Kendine özgü hükümleri olması nedeniyle ilmî eserler yanında kanun metinlerinde de zaruret hâline yer verilir. Örneğin Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye’nin hem mukaddime kısmındaki külli kaidelerinde3 hem de tikel hükümlerinde4 zaruret hâlinin dikkate alındığı görülür.

Bu çalışmada zaruret ilkesinin İslam hukukundaki yeri, önemi ve şartları özetlenmeye çalışılacak, ardından mecelle şârihlerinden olan Hacı Şerif Ahmed Reşid Paşa’nın konuya ilişkin yorumları, Mecelle’nin külli kaideleri bağlamında ele alınarak betimleyici bir üslupla aktarılacaktır.

İslam Hukukunda Zaruret

Zaruret kelimesi menfaatin zıddı, zorluk gibi anlamlar içeren ررض kökünden türemiş olup, bir şeye mecbur kalmak demektir5 Istılahî tanımlardan bazıları sadece açlıktan ve susuzluktan ölme tehlikesini bu kapsamında değerlendirirken “zarûrat-ı hamse”nin tamamını zarurete dâhil eden yaklaşımlar da mevcuttur.6 Geniş kapsamlı tanımlar esas alınırsa zaruret; kişinin, hayatı, vücut bütünlüğü, iffeti, aklı veya malına zarar gelmesinden korkacağı derecede bir tehlike veya şiddetli meşakkatle karşı karşıya gelmesi hâlidir. Bu durumda o zararı defetmek için haramı işlemek, vacibi terk ya da tehir etmek duruma göre farz veya mübah

3 Bkz; 21-24, 32-33. kaideler. 4 Bkz; 1005-1007,1663. maddeler.

5Ebu’l-Fazl İbn Manzûr, “drr”, Lisânü’l-arab (Beyrut: Dâru Sâdir, 1414), 4: 482-483.

6 Muammer Vural, “İslam Hukukunda Ruhsat Sebepleri ve Bazı Ruhsat Örnekleri-I (Sefer, Hastalık ve Zaruret

Örneği)”, Bingöl Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 12 (2018): 344; Temel Kacır, “Bir Kaidenin Serencamı: Hâcet Umumi Olsun Hususi Olsun Zaruret Menzilesine Tenzil Olunur”, Cumhuriyet Ilahiyat Dergisi, 20 (2016): 145.

182 hâle gelir.7 Bu iki tür tanımın arasını telif eden Şatıbi (v. 790), hayatı ve vücut bütünlüğünü tehlikeye atan hâllerin zaruret olduğunu belirtir. Bunların dışında kalan diğer durumlar ise, azimet hükmünün teklif-i mâ lâ yutâk hâlini aldığı meşakkat durumlarıdır. Bu meşakkatler dini ve dünyevi yükümlülüklerin yerine getirilmesine engel teşkil edeceğinden ruhsat hükümleriyle amel etmek meşru hâle gelir.8

Kur’an-ı Kerim’de bazı haramlar sıralandıktan sonra zorda kalanın sınırı aşmamak şartıyla bunları işleyebileceğinin ifade edilmesi9 zaruret hâlinin şer’an muteber sayıldığına dair en önemli delili teşkil etmektedir. Âyetlerde sadece yeme içme ile sınırlandırılan zaruret hâli, hadislerde daha geniş bir kapsama sahiptir. Nitekim ipek ve altın erkeğe haram olduğu hâlde Hz. Peygamber’in cilt hastalığı bulunan bazı sahabilere ipek giymek için,10 hasta olan bir sahabiye altından burun yaptırmak için11 izin vermesi örnek olarak zikredilebilir. Hem âyet hem de hadislerde defaatle zikredilmesi İslam hukukunda zarurete verilen önemin bir göstergesi niteliğindedir.12

Zaruretin, İslam hukukunda meşru bir mazeret olarak ele alınması bir yandan bu dinin amacının insanları sıkıntıya sokmak olmadığını ihsas ederken, diğer yandan hükümlerin uygulamadaki sürekliliğini sağlamaktadır. Zira İslam’ın emir ve yasakları kendi içlerinde bir takım zorluk ve meşakkatleri barındırmakla birlikte, asıl gaye meşakkat değil, bunlarla ulaşılmak istenen maslahatlardır. Mükellefler için kolaylığı öne çıkaran âyet13 ve hadisler14 bunu desteklemektedir. Dolayısıyla normalden fazla meşakkat ve zorluk ortaya çıktığında bunlar ruhsatlarla bertaraf edilmektedir. Ayrıca dinin emirlerine itaatte devamlılığa özel önem atfedilmektedir.15 Zaruret ve meşakkat hâlleri dikkate alınmadığında ya mükellefler zorluk ve sıkıntıya rağmen itaate devam etmeye çalışacak veya meşakkat içeren hükmü tamamen terk edecektir.16 İlki İslam’ın kolaylığı önemsemesi, ikincisi de amellerin devamlılığının istenmesi ile çelişeceğinden zaruret hâlleri İslam hukukunda meşru mazeret olarak kabul edilmektedir.

İslam âlimleri âyet ve hadislerde ön plana çıkarılmasından hareketle kolaylık sağlamanın dinin ilkelerinden (makasıd) biri olduğu sonucuna ulaşmışlar ve ictihad ederken bunu dikkate almışlardır. Mecelle’nin külli kaideleri arasına giren “Meşakkat teysiri celbeder.” ilkesi mezkûr anlayışın kaideleşmesinin bir örneği sayılabilir. Fıkhi hüküm istinbat ederken söz konusu edilen istihsan, ıstıslah, umum-ı belva, örf, meşru müdafaa, azimet, ruhsat gibi kavramların ortaya çıkmasında fukahanın, güçlüğün

7 Hocaeminefendizâde Ali Haydar Efendi, Düretü’l-hükkam şerh-u Mecelleti’l-Ahkâm, ed. Mehmet Emin Özafşar

(İstanbul: DİB Yayınları, 2016), 1: 80; Vehbe Zuhaylî, Nazariyyetü’z-zarûreti’ş-şer’iyye, 4. Bs (Beyrut: Müessesetü’r- risâle, 1985), 67-68.

8 Ebû İshak İbrahim b. Musa Şâtıbî, el-Muvâfakât (Dâru İbn Affân, 1997), 1: 332.

9 Bkz; el-Bakara 2/173 “Allah size ancak ölüyü (leşi), kanı, domuz etini ve Allah'tan başkası adına kesileni haram kıldı.

Her kim bunlardan yemeye mecbur kalırsa, başkasının hakkına saldırmadan ve haddi aşmadan bir miktar yemesinde günah yoktur. Şüphe yok ki Allah çokça bağışlayan çokça esirgeyendir.”; el-Mâide 5/3 “…Kim, gönülden günaha yönelmiş olmamak üzere açlık hâlinde dara düşerse (haram etlerden yiyebilir). Çünkü Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.”; el-En’âm 6/119,145; en-Nahl 16/115.

10 Buhâri “Libâs” 29 (H. No: 5839); Müslim “Libâs” 2076.

11 Ebû Dâvûd “Hâtem” 7 (H. No: 4232); Tirmizî “Libâs” 31 (H. No: 1770).

12 Mustafa Baktır, İslam Hukukunda Zaruret Hâli (Yüksek Lisans Tezi, Atatürk Üniversitesi, 1981), 18.

13 el-Bakara 2/185 “… Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez…”; el-Kamer, 54/17 “And olsun Biz Kur’ân’ı öğüt

alınsın diye kolaylaştırdık…”; el-İnşirâh 94/5-6 “Elbette zorluğun yanında bir kolaylık vardır. Gerçekten, zorlukla beraber bir kolaylık daha vardır.”

14 “Din kolaylıktır…” Buhari “İmân” 28 (H. No: 39) “Kolaylaştırın güçleştirmeyin…” Müslim “Cihâd” 1733; 15 “…Allah’a en sevimli gelen amel, az da olsa devam edilendir.” Müslim “Salâtu’l-Musâfirîn” 782.

183 giderilmesi yönündeki çabalarının önemli etkisi olduğu söylenebilir.17 Meşakkat hâlinde kolaylık sağlanması külli bir kaide olarak benimsendiğinde, meşakkatin daha ileri düzeyi denilebilecek zaruret hâlinin dikkate alınması gâyet tabiidir.

Tanımda belirtildiği üzere zaruret hâli ortaya çıktığında haramların işlenmesi veya vacibin terk edilmesi mübah ya da vacip olabilmektedir. Ancak bu ruhsat, insanların karşılaştıkları her zorlukta kullanabilecekleri şekilde belirsiz değildir. Diğer bir tabirle, içinde bulunulan durumun “zaruret hâli” olarak nitelenebilmesi için taşıması gereken birtakım kriterler söz konusudur.18 Ayrıca zaruret hâli kayıtsız şartsız bir serbestlik sağlamaz. O durumda da uyulması gereken birtakım ilkeler söz konusudur. Zaruretin tahakkuk şartları olarak da bilinen bu kriter ve ilkeler şöylece sıralanabilir;

a. Tehlikenin o anda mevcut olması gerekir. Daha sonraki bir vakitte ortaya çıkacak olması ruhsata sebep teşkil etmez. Mesela ikrahın muteber olabilmesi için tehdidin o anda gerçekleşecek olması gerekir. “Şu işi yapmazsan seni yarın öldüreceğim.” şeklinde bir tehdit ikrah sayılmaz ve emredilen işin yapılmasını mübah kılmaz.19

b. Muztar kişinin içinde bulunduğu hâlden kurtulabilmesi için hiçbir mübah yol bulunmamalı, dinin bir emrini ihlal etmekten başka seçeneği kalmamalıdır20 Aksi takdirde zaruret durumu ortaya çıkmayacağından haramı işleme ya da vacibi terk etme ruhsatından da söz edilemez. Mesela teyemmümün geçerli olabilesi için suyun hakikaten veya hükmen bulunmaması gerekir. Abdest alacak suyu olmayan bir şahıs etrafında su olup olmadığını araştırır, arkadaşlarında varsa onlardan ister. Araştırmadan teyemmümle yetinmesi sahih değildir.21

c. Muztar kişi haramı işleme veya vacibi terk etme hususunda zaruret miktarıyla kifâyet etmelidir.22 Mecelle’de yer alan “Zaruretler kendi miktarınca takdir olunur.” kaidesi de aynı mânâyı ifade eder. Mesela açlıktan dolayı domuz eti/meyte yemek zorunda olan bir insan, sağlığına zarar gelmesini engelleyecek kadar yiyebilir. Cumhura göre doyana kadar yemesi ruhsat kapsamına girmez. Zira domuzu yiyebilme ruhsatı açlıktan dolayı sağlığına zarar gelmesi tehlikesinden ötürü verilmişti. Bu tehlike ortadan kalktığında ruhsatla amel etmek caiz olmaz.23

d. Muztar kişi denklik durumunu göz önünde bulundurmalıdır. İşlenmeye mecbur kalınan yasak, zaruretten daha aşağı seviyede bulunmalıdır.24 Yani zaruretten dolayı haramı işlemediğinde ortaya çıkacak mefsedet işlediğinde oluşacak zarardan daha fazla olmalıdır.25 Dinin emrini ihlal etmesi, etmemesine denk veya daha büyük bir zarara yol açacaksa, bu durumda ruhsat söz konusu değildir. Mesela, susuz kalan bir kişi başkasının suyunu, gerekirse zorla alabilir. Ancak aldığında diğer şahıs susuz kalacaksa, bu durumda

17 Detaylı bilgi için bkz. Baktır, İslam Hukukunda Zaruret Hâli, 90–129. İkincisinde de uzun veriyor? 18 Zuhaylî, Nazariyyetü’z-zarûreti’ş-şer’iyye, 68.

19 “Zarûret”, el-Mevsûatu’l-fıkhiyyetu’l-Kuveytiyye (Kuveyt: Vizâratu’l-Evkâf ve’ş-Şuûni’l-İslamiyye, 1993), 28: 194. 20 Zuhaylî, Nazariyyetü’z-zarûreti’ş-şer’iyye, 69.

21 Ebû Bekir Muhammed Serahsî, el-Mebsût (Beyrut: Dâru’l-marife, 1993), 1: 108. 22 Vehbe Zuhaylî, el-Fıkhu’l-İslâmî ve edilletuh (Dımaşk: Dâru’l-fikr, t.y.), 4: 2604.

23 Ebû Bekir Ahmed b. Ali Cessâs, Ahkâmu’l-Kur’ân, thk. Mumammed Sâdık Kamhevî, (Beyrut: Dâru ihyâi’t-türâsi’l-

Arabî, 1405), 1: 160.

24 Mustafa Yıldırım, Mecelle’nin Külli Kâideleri, 4. Bs (İzmir: İzmir İlahiyat Fakültesi Vakfı Yaınları, 2015), 79. 25 “Zarûret”, 28: 195.

184 suyun tamamını alması caiz olmaz.26 Benzer şekilde kişi öldürülmekle tehdit edildiğinde başkasının malını itlaf edebilir. Zira canın korunması malın korunmasından önceliklidir. Ancak aynı tehdit sebebiyle başkasını öldüremez.27 Zira iki fiil birbirine denktir. Hatta mükreh açısından bakıldığında öldürülmek katil olmaktan daha hafif bir mefsedettir.28

e. Muztar kişinin içinde bulunduğu hâlden kurtulabilmek için gerekli ruhsatı kullanması bazen mübah bazen vacib olabilmektedir. Ancak bazı fiiller için zaruret hâli bile ruhsat sebebi kabul edilmemektedir. Bir müslümanı öldürmek veya bir organını kullanılamayacak hâle getirmek, zina etmek bu fiillere örnek olarak zikredilebilir. Dolayısıyla kişi ölümle tehdit edilerek zina etmeye veya başkasının bir organını telef etmeye zorlansa bu fiilleri işlemeye ruhsatı yoktur. Emredileni yaptığı takdirde sorumlu olur.29

Zaruret hâli, Hz. Peygamber döneminden günümüze kadar tüm fıkıh tarihi boyunca ictihad faaliyetleri esnasında göz önünde bulundurulan, dikkate alınan bir olgudur. Gerek fer’î meselelerde gerek usûl kuralları ve külli kaidelerde bunu görmek mümkündür. Nitekim İslam hukuku esas alınarak hazırlanan ilk kanun addedilen30 Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye’de de zaruret hâli yerini almıştır.

Rûhu’l-Mecelle’de Zaruret

Kelime olarak hikmet, yazılı sahife gibi anlamlara gelen Mecelle,31 Tanzimat döneminde Osmanlı Devleti için hazırlanan ilk medeni kanunun adıdır. Bir mukaddime ve on altı kitap içinde 1851 maddeden meydana gelmekte olup32 yaklaşık dokuz yılda tamamlanmıştır.33

Tam adıyla Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye, İslam hukuku esas alınarak hazırlanan ilk kanun olması hasebiyle34 hem İslam hem de Türk hukuk tarihinde özel önemi haizdir. Bu açıdan, kendisinden sonra hazırlanan kanunlarda etkilerini görmek mümkündür.35 Mecelle hazırlanırken sadece Hanefî mezhebi görüşleri esas alınmış, mezhep içindeki farklı ictihadlar arasında tercih yapılmışsa da36 diğer mezheplerin görüşlerine müracaat edilmemiştir.37

Mısır ve Arap Yarımadası hariç bütün Osmanlı mahkemelerinde yürürlüğe konan Mecelle, 1926’da yürürlükten kalkmıştır. Çok sayıda tercüme ve şerhi bulunmakta olup38 bunlardan biri de Rûhu’l-Mecelle isimli hacimli eserdir.

Rûhu’l-Mecelle son dönem Osmanlı valilerinden Hacı Şerif Ahmed Reşid Paşa tarafından kaleme alınmıştır. Reşid Paşa 1858 yılında İstanbul’da doğmuştur. Vilâyet defterdarlarından Numan Fikri Efendi’nin

26 Ebû Bekir Muhammed Serahsî, el-Mebsût (Beyrut: Dâru’l-marife, 1993), 24: 29. 27 Serahsî, el-Mebsût, 1993, 24: 48.

28 “Zarûret”, 28: 195.

29 Muhammed Emîn b. Ömer İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr ale’d-Dürri’l-Muhtâr, 2. Bs (Beyrut: Dâru’l-fikr, 1992), 6:

133.

30 Ebu’l-Ulâ Mardin, “Mecelle”, İslam Ansiklopedisi (İstanbul: Milli Eğitim Basımevi, t.y.), 7: 433. 31 Yıldırım, Mecelle’nin Külli Kâideleri, 15.

32 Mehmet Âkif Aydın, “Mecelle”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2003), 28: 233;

Mehmet Âkif Aydın, Türk Hukuk Tarihi, 15. Bs (İstanbul: Beta Yaynları, 2018), 427; Necmettin Kızılkaya, Hanefî

Mezhebi Bağlamında İslam Hukukunda Külli Kâideler, 3. Bs (İstanbul: Litera Yayıncılık, 2018), 293. 33 Hacı Şerif Ahmed Reşid Paşa, Rûhu’l-Mecelle (Dâru’l-hilâfeti’l-aliyye: Matbaa-i hayriyye, 1326), 1: 27. 34 Mardin, “Mecelle”, 7: 433.

35 Mehmet Âkif Aydın, “Mecelle’nin Hazırlanışı”, Osmanlı Araştırmaları IX, 1989, 33.

36 Ebu’l-Ulâ Mardin, Medenî Hukuk Cephesinden Ahmet Cevdet Paşa (Ankara: TDV Yayınları, 1996), 78. 37 Kızılkaya, Hanefî Mezhebi Bağlamında İslam Hukukunda Külli Kâideler, 296; Aydın, “Mecelle”, 28: 233. 38 Aydın, “Mecelle”, 28: 233-234.

185 oğludur. Birinci olarak bitirdiği hukuk mektebinin ardından çeşitli devlet kademelerinde görevler almıştır. 1918 yılında grip sebebiyle vefat etmiştir.39

Reşid Paşa’nın bahsi geçen şerhi sekiz cilttir. Bir yıl gibi kısa bir sürede tamamlanan bu eser, Ali Haydar Efendi’nin (v. 1935) Dürerü’l-Hükkam’ından sonra en geniş mecelle şerhi olma özelliğini haizdir. Dürerü’l-Hükkam’da olduğu gibi fıkhi tahlil ve görüşlere fazla değinmeyip, kavram ve hükümlerin açıklanmasıyla yetinmiştir. Bu yönüyle eser, daha çok Mecelle maddelerini anlama ihtiyacında olanların başlangıç düzeyinde bilgi almalarını sağlayacak bir ilk başvuru kaynağı olarak nitelendirilebilir.40

Yazarın külli kaideleri kısmını özellikle önemsediği söylenebilir. Zira Rûhu’l-Mecelle, mukaddimenin daha iyi anlaşılması amacıyla yazılan, fıkıh ve fıkıh usûlüne dair geniş bir giriş bölümüyle başlar. Bu giriş, eseri diğer mecelle şerhlerinden ayıran bir özelliktir.41 Sonrasında külli kaideleri teker teker izah eder. Bunlardan zaruret bahsiyle alakalı olan maddeler hakkındaki yorumları çalışmamızın konusunu teşkil etmektedir.

a. Meşakkat teysiri celbeder.

Günümüz Türkçesiyle “Zorluk kolaylığı gerektirir.” şeklinde ifade edilebilecek bu maddenin Hac Suresi 78. âyete42 dayandırıldığı ifade edilmiştir.43 Müellif âyet ve hadislerle dinin zorluk değil kolaylık üzere mebni olduğunu temellendirerek kaideyi sağlam bir zemine oturttuktan sonra, şer’i hükümlerde gösterilen ruhsat ve tahfifatın bu kaideye dayandığını ifade eder. Ardından ruhsat/hafifletme sebebi sayılan yedi madde zikreder. Bunlar sırasıyla; yolculuk, hastalık, ikrah, unutma, cehl, zorluk ve umum-ı belva ile noksanlıktır. Müellif mezkûr tahfif sebeplerinin geçerli sayılması noktasında ibâdât-muamelât ayrımı yapar. Bir kısmı sadece ibâdâtta hükmün hafifletilmesi ya da günahın kaldırılmasına sebep olurken diğer bir kısmı muamelât için de geçerli bir mazeret sayılır.44

Müellif bu maddenin şerhini bitirirken bir hususa özellikle vurgu yapar: Meşakkat teysiri celbeder kaidesi mutlak değildir. Hakkında nass bulunmayan hususlarda geçerlidir. Eğer bir konuda nass varsa, onun hükmünün yerine getirilmesi gerekir.45

b. Bir şey dîk oldukda müttesi’ olur.

Günümüz Türkçesiyle, “Bir işte güçlük görülürse genişlik gösterilir.”46 şeklinde ifade edilebilen bu madde de hakkında nass olmayan durumlarda geçerlidir.47 Borcunu ödeyemeyen borçluya mühlet vermek, borcu taksitlendirmek kolaylaştırmaya örnek verilebilir. Müellif mezkûr kaidenin aksi olan “Bir şey müttesi’

39 İbnülemin Mahmud Kemal İnal, Son Asır Türk Şairleri, (İstanbul: Milli Eğitim Basımevi, t.y.), 7:1416.

40 Sami Erdem, “Rûhu’l-Mecelle”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2008), 35: 214. 41 Ahmed Reşid Paşa, Rûhu’l-Mecelle, 1: 1-4; Erdem, “Rûhu’l-Mecelle”, 35: 214.

42 “…Allah uğrunda, hakkını vererek cihad edin. O, sizi seçti; din hususunda üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi; babanız

İbrahim'in dininde (de böyleydi) ” el-Hac 22/78.

43 Şehabeddin Mahmud Alûsî, Rûhu’l-meâni fî tefsîri’l-Kur’âni’l-azîm ve’s-seb’i’l-mesânî (Beyrut: Dâru’l-kütübi’l-

ilmiyye, 1415), 9: 199.

44 Ahmed Reşid Paşa, Rûhu’l-Mecelle, 1: 93-97. 45 Ahmed Reşid Paşa, Rûhu’l-Mecelle, 1: 97.

46 Abdullah Demir, Külli Kaideler Ekolü ve Mecelle (İstanbul: Katre Yayınları, 2008), 45.. 47 Ahmed Reşid Paşa, Rûhu’l-Mecelle, 1: 97.

186 oldukda dîk olur.” cümlesinin de bir kaide olduğunu ifade eder. Zira “Haddini tecavüz eden zıddı ile mün’akis olur.”48

c. Zaruretler memnu’ olan şeyleri mübah kılar.

Meşakkat teysiri celbeder kaidesiyle de irtibatlı olarak, bir kişi dinen yasak olan bir işi yapmaya mecbur kalsa, zaruret hâlinden dolayı yasak o kişiye mübah hâle gelir ve ibaha hükümleri cârî olur. Mesela mükreh, ikrah ile birinin malını telef etse haram işlemiş sayılmaz. Ayrıca bu durumda telef edilen malın