• Sonuç bulunamadı

1.2. Halide Edib Adıvar’ın Eğitim Faaliyetleri

2.1.3. Erkeğin eşini yetiştirmesi

Türk edebiyatında Tanzimat’tan itibaren yoğun olarak görülmeye başlanan erkeğin kadını yetiştirmesi konusu, Halide Edib’in eserlerinde geniş yer tutar. Eşler arasında eğitim düzeyi düşük olan, dönemin sosyal hayatına uygun olarak genellikle kadındır ve eğitimli erkekler eşlerini yetiştirme çabasındadırlar. Bu değiştirme çabası, evlendikten sonra olabileceği gibi, evlenmeden, evleneceği kişiyi istediği düzeye getirmek şeklinde de görülebilir. Tanzimat’tan itibaren yazarlarımız, özledikleri sosyal değişmelerin bir parçası olarak kadının yetiştirilmesine ve sosyal meselelere duyarlı hale getirilmelerine büyük önem vermişlerdir.205

Halide Edib’in erkek kahramanları hayat arkadaşlarının yetişme tarzlarından kaynaklanan sertliklerini yumuşatmakla uğraşırlar. Tatarcık romanında, aldığı iyi eğitimle Doğu ve Batı’nın sentezini yapmış olan Recep, etrafını eğitmek için çabalayan Lale ile evlenerek, aşırılıklarını törpüleyecektir. Sinekli Bakkal’da Peregrini, Rabia’nın aşırılıklarını yumuşatır. Yazar, romanlarında erkeğe kadını dengelemek gibi bir rol vermiştir.

Seviye Talib206 romanında, Avrupaî fikirlerle yetişmiş olan Fahir, halasının kızı Macide ile evlenmiştir. Daha önce de vurgulandığı gibi Macide, annesinin etkisinde kalan biridir. Fahir ile Macide arasında eğitim farkı vardır ve buna bağlı olarak bu iki kişinin dünya görüşleri de farklıdır. Fahir, eşi Macide’yi tek düze biri olarak görür. Sık sık onun kişiliği ve dünyaya bakışı üzerinde düşünür. Fahir, Macide’nin şahsında, eşinin ruh dünyasına hitap etmeyen, sadece ev işleriyle uğraşan kadını görür. Bu kadınların bütün dünyaları ve uğraşıları, ev işleridir. Fahir, ev işi yapmayı bir kadında olması

205 İnci Enginün, özellikle erkek yazarların kadını eğitme çabasına dikkat çeker. Ancak o, sosyal meselelerin kısa vadede çözümü konusunda bu yazarlar kadar iyimser değildir: “Erkek yazarların kadını eğitmek suretiyle kolayca sosyal meseleleri halledeceklerini sanmaları aslında bir vehimdir, zira sosyal değişmeler sanıldığı kadar kolay olmamaktadır. Nitekim iyi bir eğitim, öğrenim gören Fatma Aliye Hanım, son derece anlayışsız bir adamla evlendirilir ve bedbaht olur. Muhazerat romanı bu bakımdan, kadın duygularını ele alıp işlemesi açısından önem taşır. Bu romanı, devrinin bütün iyimser erkek yazarlarının eserlerine bir cevap saymak yerindedir. Eserin kahramanı Fazıla, iyi yetişmiş bir genç kızdır, ama evlendirildiği adam, beraberce okuyup yazmanın, konuşmanın tadına varamayan, günlük eğlenceler peşinde koşan biridir. Fazıla, gelin gittiği konakta kendini yapayalnız bulur.” (bkz. Enginün,

“Türk Kadın Yazarları”, Yeni Türk Edebiyatı Araştırmaları, s. 268–281.)

206 Halide Edib Adıvar’ın Harap Mabetler kitabında yer alan “Feridun Hikmet’in Günlüğünden” hikâyesi bu romanın taslağıdır. Yazar bu hikâyede eğitimle ilgili görüşlerine yer vermemiştir. (bkz. Adıvar, Halide Edib, “Feridun Hikmet’in Günlüğü’nden”, Harap Mabetler, Atlas Kitabevi, İstanbul, 1967, s. 59–76.)

gereken bir özellik olarak görmekle beraber, kadının, eşinin ruhuna hitap etmesini ve onun en yakın arkadaşı olmasını öncelikli şart koşar. Bu düşüncesiyle Fahir, adeta yazarın sözcüsü gibidir:

“Onlar bir sınıf genç kızlardır ki, gazete okuyabilecek, mektup yazabilecek kadar okur, yazarlar; sonra bütün zamanlarını ev hayatına hasrederler. Onlar için en tabiî şey, dikiş dikmek, ortalık süpürmek, yaygıları temiz, düzgün bulundurmak, ortalıkta döküntü bırakmamaktır. Bunlar istihfâf edilecek şeyler değildir. Fakat onların bu kadınlıklarında bir erkeği sıcak kucağına koşturacak bir şey yoktur. Ne köşelerde tebessüm eden bir iki çiçek, ne de temiz, zarif, sizi anlamağa, sizi eve ısındırmağa müheyya bir kadın görebilirsiniz. O, daha arkasından iş entarisini çıkartmağa vakit bulmadan, siz eve gelirsiniz. Siz ona efkâr-ı hususiyyenizden bahsederken onun endîş-nâk gözleri konsolun üzerinde toz arar...” (Seviye Talib, s. 4–5) Bu sahne ile bu iki insanın yaşam anlayışları arasındaki farklılık vurgulanmaktadır. İdeal kadın, hem ev işleri konusunda titiz, hem de eşinin en yakın arkadaşı olmalıdır. Halide Edib, kadınların bu ikisini bir arada yapamamalarından şikâyetçidir. Kendini ev işlerine veren kadın, eşinin hayata bakış açısına uzak kalmakta, onun ruhuna hitap edememektedir.

Batılı fikirlerle yetişmiş erkeğin akraba evliliği yapması ve kadının eğitim düzeyinin düşüklüğü, bu dönem eserlerinde sık karşılaşılan bir durumdur. Fahir, eşinin hem iyi bir ev hanımı, hem de kendisine fikir arkadaşı olmasını ister. Fahir, aldığı Batılı eğitimin de tesiriyle “birey”e ve onun serbestliğine önem verir. Hem çocuk, hem de eşler özgür bırakılmalı, korunmaya ihtiyaç duymadan yaşamayı öğrenmelidirler.

Fahir, kadınların eşlerinin arkasına sığınmalarının onları güçsüz gösterdiğine inanır.207 Bu güçsüz kadınların duvarlar arkasında bütün dünyayla ilgileri, eşlerinden ibarettir. Onun dışında hiçbir şeyle ilgilenmezler. Fahir, bu kadınların eşlerinin ruh hallerine yabancı kaldıklarını düşünür. Fahir, meşrutiyetle birlikte ülkede bir kadın meselesinin tartışılmaya başlanmasına da karşıdır. Böyle bir sorun karşısında erkeklerin tutumunu ve görüşlerini incelemeye değer görür:

207 Halide Edib, “Kadınlar Arasında” başlıklı yazısında anlattığı Rukiye Hanım, kadın-erkek ilkişkileri konusunda görüşlerini belirtir: “İster koca, ister evlât, ister âşık, isterse dairesinin âmiri olsun, her zaman erkek kadının elindedir. Dünya kuruldu kurulalı böyle idi, kıyamete kadar da böyle devam edecektir.”

(Adıvar, Halide Edib, “Kadınlar Arasında”, Yeni İstanbul, nr. 2387, 9 Temmuz 1956.)

“Bana öyle geliyor ki memleket bu hususta ikiye ayrılmış olacak: Bir kısım, mutaassıp bir şiddetle bu şeyleri kökünden ezip mahvetmek isteyecek eskiler... Diğer kısım, kadınlar daha hürriyeti hüsn-i istimal edebilecek bir talim ve terbiye almadan, bir tekâmül-i ahlâk geçirmeden, onlara mutlak olarak bir hürriyet vermek isteyecek züppeler! Bir kısmı kadını esir yapacak, diğer kısmı ona süslü bir oyuncak nazarı ile bakacak. Eğer kadına arkadaş ve müstakbel unsurun yegâne validesi ve mürebbiyesi diye bakanlar ve onları o surette yetiştirmek isteyenler varsa bunlar ekalliyette veyahut nazariyesi bol, teşebbüsü az olan tarafta... Ben hangi taraftayım? Pek bilmiyorum.

Kadın meselesi için vâzıh bir fikrim ve arzum yok. Bu, beni içinden çıkılmaz bir muamma gibi yorar, esnetir. Zannediyorum ki şerait-i ictimaiyyemiz kadınlar için derin düşünmeğe müsait değil, bu, ta’mika gelmez ince meselelerden biri.” (Seviye Talib, s.

17) Fahir, bu düşünceleriyle kadını yetiştirecek olan erkeğin de henüz olgun olmadığına inandığını ifade eder. Kısacası toplum da kadın eğitimine ve en önemlisi bu eğitim sonucunda kadını sosyal hayata dâhil etmeye hazır değildir. Bu, bir olgunlaşma meselesidir ve bu olgunlaşma zamanla sağlanacaktır.

Fahir, bütün ülke değişim içindeyken eğitimli her erkeğin üzerine düşen görevin, eşini eğiterek değiştirmek olduğuna inanır:

“Belki istikbâl gelecek neslin kadınlarına mektepler, geniş fikirler, salim düşünceler verecek; tâlim ve terbiyenin vesâitini hazırlayacak. Fakat bizim gibi tahsil görmüş gençlerin en büyük vazifesi, evinde nesl-i hâzıra kadınlarını uyandırmak, onları hayata karşı techîz ve milletin tekâmülü için hayırlı ef’ale sevk etmek...” (Seviye Talib, s. 13) Macide, eşi Fahir’le konuşmaları sonucunda ona hak verip değişmeyi kabul etse de, daha önce aldığı geleneğe bağlı eğitim onu hep rahatsız etmiştir. Macide, o güne kadar inandığı doğruların bir bir yok olduğunu şaşkınlıkla görür.

Fahir, Macide’ye karşı bir öğretmen tavrı takınır. Macide’yi gözlemler ve değiştirmeye çabalar. İlk olarak, Macide’de vatan fikrini uyandırmaya çalışır. Macide Müslümanları bir bütün olarak görmektedir. Fahir, Macide’ye dini kimlikle millî kimliğin farklı olduğunu ve gelecekte çocuklarına, din duygusu yanında vatan duygusunu da aşılamaları gerektiğini söyler. Erkek kahraman anneyi yetiştirirken, anne de çocuğunu yetiştirecek, yani geleceğe şekil verecektir.

Macide’nin üzerinde annesinin büyük etkisi vardır ve birden bire doğumundan itibaren aldığı eğitim ve kabullendiği yaşayış tarzının dışına çıkmasını beklemek mümkün değildir. Fahir ise onu hızlı bir şekilde Batılı bir kadın haline getirmek ister.

Dönemin pek çok eserinde işlenen kadını hızla değiştirme isteği, yazarların Batı ile Türk toplumu arasında somut olarak görülen farkı, halkı eğitmek suretiyle kapatabilecekleri düşüncesinden kaynaklanmaktadır.208

Macide zamanla değişir, bu değişim tamamen Fahir’in çabalarının sonucudur.

Macide’nin öncelikle kıyafetleri değişir. Macide değişmekle beraber yine de çocukluğundan ve yetişme tarzından kaynaklanan bir suçluluk duygusu içindedir.

Değişmekle günah işlediği zannına kapılır. Macide’ye göre kendisine bu günahı işleten Fahir’dir. Fahir ise Macide’deki değişimden memnundur:

“Onun huşûnetlerini gidermek, onu doğru düşünmeğe alıştırmak için ne kadar uğraşıyordum. Bununla beraber bütün eski esaslarını, doğru addettiği tarz-ı tefekkürü bir paçavra gibi fırlatmasına, her yeni şeyi zayıf bir şımarıklılık ile kabul etmemesine memnundum. Macide ciddî, tasavvurlarında sabitti, yalnız muhakemesi doğru değildi.

Dürüst hissedip dürüst görmeğe alıştırılırsa, şüphesiz şu buhranlı devirde en lâzım kadınlardan olacaktı. Macide’nin terbiye-i fikriyyesiyle bu kadar meşgul olmam, millî ve ictimaî bir ihtiyaç ve tecrübe üzerine mebnî idi. Bu, bir şekl-i terakki ki, duvarlar arkasında istikâmet-i hayatını tayin edeceklerin terbiyesi ile başlıyor” (Seviye Talib, s.

33–34)

Fahir, Macide ile yaşadığı fikir çatışmalarından sıkıldığı için ve biraz olsun bu çevreden uzaklaşmak maksadıyla gittiği Londra’dan döndüğünde, içinde ümit vardır.

Kendisini, ülkeyi düzene sokacak bir neslin temsilcisi olarak görür. Fakat çok istediği bu düzenlemeleri yapmakta başarısız olduğunu düşünür. Macide’nin bilgi seviyesini yükseltip hayatını değiştirmek ister. Macide’nin hayatını değiştirmiştir ama Macide mutlu değildir:

208 Ahmet Mithat Efendi eserlerinde bu düşünceyi en sık vurgulayan yazardır. Mithat Efendi, Yeni Osmanlılar cemiyetine siyasî hamlelerden çok eğitim vasıtasıyla toplumu değiştirmek maksadıyla katıldığını ifade eder. Romanlarında da yaygın eğitimi hedefler. Onun nazarında da çocuğu yetiştiren ilk varlık olması nedeniyle bu yaygın eğitim içinde kadın özel bir konuma sahip olur. (bkz. İnci, Handan,

“Ahmet Mithat Efendi ve Çocuk Terbiyesi”, Türk Dili, sayı 521, Mayıs 1995, s. 577–589.)

“Her halde ben, kendimi küçük bir mikyas diye alıyorum. Avrupa’dan, muhitime teceddüt ve saadet vermek fikriyle gelmiştim: Macide’nin hayatını değiştirecek, seviye-i irfanını yükseltecektim. Heyhat! Hayatını değiştirdim, fakat yeni bir saadet vererek değil. Bilakis, eski sükûnetini, kanaatini aldıktan sonra, yerine de bir şey vermeyerek, onu elleri boş, nâ-hoşnud, avare, şaşkın bir yeis ile ma’lûl bıraktım. Nasıl olurdu da artık bana, yeni hayatı temsil eden adama itimad ederdi. Bütün memleketi, bizim hayatımızın büyük çapta bir örneği olarak görüyorum. Hâlbuki kabahat ne bende, ne de memleketin mücedditlerinde idi. Hepimizin hüsn-i niyyeti, gayreti, fedakârlığı beşerî zaafların, insanlığın galebe çalamadığı kusurların önünde muzmahill oluyordu...”

(Seviye Talib, s. 139–140) Seviye Talib romanı yazarın İngiltere seyahatinden dönüşünden hemen sonra 1909 yılında yazılmıştır. Kitabın başında yer alan, Fahir’in İngiltere ile ilgili olarak söyledikleri Halide Edib’in intibaları ile yakından ilgilidir.

Fahir, zaman zaman Macide’nin mutsuz olduğunu sezmektedir ve bunun nedeninin kendisi olduğuna inanmaktadır. Macide, Fahir’e uygun bir eş olmadığını düşünür. Fahir Avrupa’da aldığı eğitimden sonra değişmiştir ve aralarında bariz görüş ayrılıkları vardır.

Halide Edib için erkeğin evleneceği ya da evlendiği kadını eğitmesi önemlidir.

Buna bağlı olarak yazar, erkek kahramanlarına bir nevi öğretmenlik görevi yükler.

Handan romanında Nazım da iyi eğitim almış olan Handan’ı maksadı doğrultusunda eğitmek ister. Bu romanında da erkeğin kadını yetiştirmesi önemli bir konudur. Nazım, Handan’ın “dimağını, ruhunu okutmağa” karar vermiştir. Fahir de eşi Macide’yi eğitmek ister. Ancak Macide, Handan gibi Batılı bir eğitim almamıştır. Annesi ona sıkı ve kuralcı bir eğitim vermiştir. Yazarın romanlardaki erkek kahramanların, eşlerini yetiştirme amaçları da farklıdır. Fahir, çocuğunun annesini olan Macide’nin şahsında gelecek nesillere şekil verecek olan ideal anneyi yetiştirmek ister. Nazım ise zaten çocukluğundan itibaren iyi bir eğitim almış olan Handan’ı idealleri doğrultusunda ihtilalci bir kadın olarak görmek ister. Handan, istediği düzeye geldiğinde Nazım onunla evlenecektir.

Nazım’ın amcası Selim Bey, Nazım ve Handan birlikte gezintiye çıkarlar. Selim Bey, Nazım’a artık bir iş edinme zamanının geldiğini belirtir. Nazım kararını vermiştir.

Handan’ı okutup yetiştirecektir. Amcasının Nazım’a cevabı iğneleyicidir: “Çıkmaz bir

yola yeni bir yolcu daha mı salıvereceksin?” (Handan, s. 52) Amcasına göre Nazım’ın gayretleri boşunadır ve Nazım çıkmaz bir yolda ilerlemektedir. İstediklerinin gerçekleşmesi asla mümkün değildir. Nazım, amcasının söylediklerine itiraz eder.

Handan’ı okutacak ve hayata hazırlayacaktır.

Nazım bir yandan Handan’a ders verirken, bir yandan da Handan’ı tanımak ister.

Amacı, Handan ile evlenerek onu da ideallerine ortak etmektir. Nazım, Handan’da yaşının üzerinde bir olgunluk görür. Bu olgunluk, Handan’ın gözlerinin ifadesine de yansımıştır ve Nazım bu gözleri derin ve esrarlı bulur. Toplum henüz böyle bir kadın görmeye hazır değildir. II. Meşrutiyet sonrası yazarları, kadına iyi bir eş ve anne olmanın ötesinde sorumluluk yüklemişlerdir. Kadının sosyal hayatta da yeri olmalıdır.

Bu dönem yazarlarının ideal kadın tipleri, iyi eğitim almış, toplumda hamleler yapabilen, hatta erkeği yönlendirebilen kadınlardır.209 Ziya Gökalp’ın Ay Hanım’ı, Ahmet Hikmet Müftüoğlu’nun Gönül Hanım’ı, Müfide Ferit Tek’in Hayat Hanım’ı böyle kadın tipleridir. Nazım da Handan’ı Ay Hanım veya Gönül Hanım gibi bir ideal uğruna mücadele eden bir kadın olarak görmek ister. Ancak Nazım’ın amacını anlamayan Handan onunla evlenmeyi kabul etmeyecektir. Halide Edib, “Handan Nazım’ın evlenme teklifini kabul etseydi ne olurdu?” sorusunun cevabını, Yeni Turan romanında verir. Bu romandaki Kaya, tıpkı Ay Hanım ve Gönül Hanım gibi sosyal hayata aktif olarak katılan bir kadındır.210

209 Mehmet Kaplan, Halide Edib’in roman kahramanlarına da yansıttığı sosyal hayatta aktif kadın tipinin yazarlara örnek olduğunun altını çizer. Ona göre, “Avrupalı aydın kadın tipinin müşahhas bir örneği” olan Halide Edib, Hüseyin Rahmi’yi de etkilemiştir. Mehmet Kaplan, Halide Edib’ten etkilenmesine rağmen, Hüseyin Rahmi’nin eserlerindeki kadınların Halide Edib’in romanlarındakilere kıyasla zayıf kaldıklarına dikkat çekmiştir. Bunun nedeni, Hüseyin Rahmi’nin tiplerini peşin bir fikre göre yaratmasına karşılık, Halide Edib’in Türkiye’de doğmakta olan “yeni kadın”ın ideallerini ve sorunlarını bizzat yaşamasıdır.

(bkz. Kaplan, Mehmet, “Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın Romanlarında Aslî Tipler”, Türk Edebiyatı Üzerinde Araştırmalar 1, Dergâh Yayınları, İstanbul, 1984, s. 459–475.)

210 Ziya Gökalp, 1913 yılında yazdığı Kızılelma adlı eserinde, Paris’te eğitim almış olan Ay Hanım’ın eğitimle ilgili faaliyetlerini anlatır. Ay Hanım, bir okul açarak, eğitim sahasında Türklüğün gelişmesinde önemli bir rol oynar: “Bu tarihte İstanbul’da 1869’da kurulmuş olan Darülmuallimat mezunu genç kızlar öğretmenlik yapmaktaydılar. Ay Hanım’ın canlı örnekleri olan Halide Edib ile Nakiye Hanım Vakıf mek-teplerini ıslahla meşguldüler. 1911’de yazdığı Yeni Turan’da da Halide Edib millî kültürle mücehhez, ideal bir kadın öğretmenin Türk mefkûresini Anadolu’nun her tarafına nasıl yaydığını anlatmıştı. Vakıf mektepleri müfettişliği tecrübesi, hatta Suriye’de, Lübnan’da yeni okullar kurma fikri Gökalp’in Kızılelma’sının Halide Edib üzerindeki tesirine bir işaret olabilir. Aynı şekilde Gökalp’in hayalinin müşahhas örneği de âdeta, bütün sosyal faaliyetleriyle Halide Edib’tir. Ay Hanım Paris’te okumuştur ama batıyı yeterli görmediği için “şarkı tanımak lâzım” der. İslâm’ın ruhunu öğrenir. Ata biner, okullar kurar. Bütün bu özellikler Halide Edib’de de mevcuttur. Bu yıllarda Halide Edib ile Gökalp arasındaki fikrî yakınlık Yeni Turan ile Kızılelma’nın karşılaştırılmasından da anlaşılır, ikisi arasında karşılıklı bir

Nazım, bir perşembe akşamı dersten sonra Handan’a onunla evlenmek istediğini söyler. Bu evlilik teklifinin olacağı çok önceden ev halkı tarafından sezilmiştir. Nazım, bu düşüncesini önce Handan’ın babası Cemal Bey’e söylemesi gerektiğini düşünür.

Nazım, Batılı eğitim almış birisi olmasına rağmen, evlilik düşüncesini ilk olarak evleneceği kişinin babasıyla konuşmak gerektiğinin farkındadır. Ancak bu, Nazım’a göre farklı bir evlilik olacaktır. Bu yüzden babasından önce Handan’la duygularını paylaşır:

“Bende bu arzu uzun bir zamandan beri vardır. Evvela mesleksiz ve parasız bir adam olduğumdan hayatıma bir arkadaş istemeğe kendimde bir hak görmüyorum.

Fakat sizi tetkik ettim, gördüm ki, siz mesleğe, paraya değil hayata, efkâra, büyük maksatlara arkadaş olacak kızlardansınız. Onun için size bu akşam söylemeğe cesaret ediyorum. Hayır derseniz yine ben eski sâkit öğretmeniniz olacağım.

Biliyorsunuz ya, ben bir sosyalist, bir ihtilalci, ben hayatı muayyen olmayan bir şeyim. Hatta yarın bir bomba atmam, öbür gün tevkif edilmem ihtimali daima mevcut.

Ben size bunu söylerken yalnız benim bu hayatıma seyirci kalacaksınız diye söylemiyorum. Memlekette belki bir gün büyük şeyler olacak, belki bu büyük şeyleri biz yapacağız. Belki ateş, kan, duman ve ölüm, pek çok ölüm. Siz, siz de bu ateş, kan, duman ve ölüm yapanlardan olur musunuz?” (Handan, s. 78) Nazım, Handan’ı amaçlarına ortak etmek için evlenmek istemekte, gerektiğinde ideal uğruna onu ölüme çağırmaktadır.

Handan, bu evlenme teklifinden rahatsızlık duyar. Nazım’ın evlenme teklifinde duygu eksiktir. Handan’a göre Nazım, kendisiyle değil, amacına hizmet edecek kadınla evlenmek ister:

“Ne bir kelime-i rikkat, ne bir nazar-ı şefkat! Hatta bazı zamanlar bana bakarken gözlerinde peyda olan isimsiz güzel şey bile yoktu. Beni görmüyor gibi. Eli masaya dayanmış, yüzü sararmış, gözlerinde insanî diyemeyeceğim bir güzellik, uzaklardan bir ses, belki bir işaret, bir davet bekliyor gibiydi.” (Handan, s. 78)

Handan bu teklifi reddeder: “Ben size daima söyledim, Nazım Bey. Ben maksadınızı büyük buluyorum. Fakat maksada gideceğiniz yolu beğenmiyorum. Ateş,

tesir var gibidir. Halide Edib, Gökalp'in hayal ettiği, özlediği örnektir.”

(bkz. Enginün, “Ziya Gökalp ve Halide Edib”, Yeni Türk Edebiyatı Araştırmaları, s. 77–86.)

kan, kurşun, hayır, hayır. Beni ateş, kan ve ölüm yapanlardan olmağa razı edemezsiniz.” (Handan, s. 78)

Handan, maksat arkadaşlığı ile evlilik arasında bağlantı kuramamıştır. Ona göre, ikisi farklı şeylerdir. Handan, Nazım’ın amacı yolunda çalışmak için onunla evlenmenin gerekliliğine inanmaz. Bir arkadaş ya da kardeş olarak da bunu yapabileceğini düşünür ve bu nedenle Nazım’ın evlilik teklifini hiç düşünmeden reddeder. Handan, evlenmek için gereken sevginin Nazım’da bulunmadığını söylediğinde, Nazım itiraz eder: “Ben mi sizi sevmiyorum, ben ha, Handan? Handan, maksattan sonra dünyada en büyük bulduğum, en çok bağlandığım sizsiniz.” (Handan, s. 79)

Handan bu cevaba daha çok kızar. Nazım bir kez daha aşkı amaçtan sonraya bırakmıştır: “Lakin Nazım Bey, görüyorsunuz ya, daima maksat, maksat!” (Handan, s.

79) Nazım, Handan’ın bu sözleri karşısında şaşırır ve Handan’ı gerçekten tanıyıp tanımadığı konusunda tereddüde düşer. Onun tanıdığı Handan diğer kadınlardan farklıdır. Zaten bu nedenle onunla evlenmek istemiştir. Nazım, Handan’ın şahsiyeti kuvvetli, idealleri olan, bu idealler için ölümü göze alabilecek biri olduğunu zannetmiştir. Fakat Handan’ın sözleri onun bu düşüncelerinin doğru olmadığını ortaya koymaktadır. Bu iki insanın hayata bakışları ve gelecekten beklentileri farklıdır. Handan iyi bir eğitim almıştır ancak idealist değildir.