• Sonuç bulunamadı

2.2. Çocuğun Eğitimi

2.2.1. Anne-babanın çocuğun eğitimi ile ilgilenmesi

Eserlerinin hemen hemen hepsinde çocuktan bahseden Halide Edib, bu eserlerde çocuğun eğitimi meselesine büyük önem verir. Yarının büyükleri olan çocukların yetişmesine önem verildiği takdirde, bugün var olan şikâyetler sona erecektir. Aksi takdirde, geçmişte toplumu rahatsız eden sorunlar çözüme kavuşmaz. Ülke zor durumda dahi olsa, çocukların eğitimi asla ihmal edilmemelidir.211

İyi eğitim almış anne ya da baba, çocuğunun iyi bir eğitim almasını da sağlar.

Halide Edib’in eserlerinde ailede genellikle anne ya da babadan biri çocuğun eğitimiyle ilgilenir. Anne ve babadan çocuğun eğitiminde yönlendirici olan ve son kararı veren ise

211 Enginün, “Halide Edib Adıvar’ın Eserlerinde Çocuklar”, Yeni Türk Edebiyatı Araştırmaları, s. 416–

425.

ailede sözü geçendir. Eşler arasında var olan eğitim düzeyi farkı, onların çocuklarının eğitimine bakışlarında ve isteklerinde çatışmaya yol açar. Anne ya da babadan biri, çocuğun kendi kültürü ile yetişmesini isterken, diğeri Batılı eğitimi savunabilmektedir.

Bazı eserlerde de Doğu-Batı sentezini yakalayabilmiş anne-babaların, çocuklarını bu senteze uygun olarak yetiştirme çabaları görülür.212

Raik’ın Annesi romanında, annenin çocuğunun eğitimi ile ilgilenmesi konusu işlenir. Raik, Refika ile Rauf’un çocuğudur. Rauf ne eşi, ne de oğlu ile ilgilenir. Başka kadınlarla ilişkisi vardır. Bu nedenle, Raik’ın eğitimi annesinin üzerine kalır. Refika, oğluna iyi bir terbiye vermiştir. Romanın anlatıcısı olan Siret, etrafında gördüğü Batılı mürebbiyenin verdiği terbiye ile yetişmiş ve yapmacık davranan çocuklarla Raik’ı mukayese eder. Siret, taklitten nefret eden biri olduğu için Raik’ın yetişme tarzını beğenir, ona bu terbiyeyi veren anneye hayran olur: “Bu yumuşak saçları pomadlamayan, “anne” yerine bu çocuğa “mama” dedirtmeyen anneye, kalbimde bir minnettarlık vardı.” (Raik’ın Annesi, s. 16)

Siret, her fırsatta, çocuğuna iyi bir terbiye veren Refika’ya hayranlığını dile getirir. Refika ile roman kahramanlarından Mansur arasında yasak bir aşktan şüphelendiğinde, iyi bir çocuk yetiştiren bir kadının ahlâkından şüphe etmeyi “cinayet”

olarak görür. İyi terbiye edilmiş bir çocuk, ancak terbiyeli bir annenin eseri olabilir.

Siret, çocuğu adeta annenin bir modeli sayar:

“Raik, bu dilsiz, bu âciz, fakat acınmaya şâyân olan çocuk, kederlerini anlayacak iktidarda değildir. Fakat siz pek anlarsınız. Çünkü o minimini ruhu kendi elinizle, kendi ruhunuzla bu kadar hassas, bu kadar nazik yaptınız. Kendi modeliniz olan bu kalbin hissettirmek kabiliyetini, nene eli ile darbeler vurmak için mi tezyid ediyorsunuz?” (Raik’ın Annesi, s. 71) İyi yetişmiş bir anne iyi yetişecek bir çocuğun da garantisidir. Çocuğun yetişme tarzına bakarak annenin eğitim düzeyini tahmin etmek de mümkündür.

212 Halit Ziya Uşaklıgil, çocuğun eğitiminin anne baba tarafından verilmesini doğru bulmaz. Çocuk, okul disiplinini ancak evin havasından uzakta alabilir. Bunun için okul eğitimi şarttır. (bkz. Sınar, Alev, Hikâye ve Romanımızda Çocuk (1872–1950), Alfa Yayınları, İstanbul, 1997, s.147.)

Halide Edib’in kendisi Batılı eğitim almıştır ama asla Batı taklitçisi olmamıştır.213 Bu nedenle, eserlerinde Batı taklitçisi insanlara hoş bakmaz. Bu romanda, yazarın sözcüsü durumunda olan Siret, yerli kültürü ve doğal yaşamı savuur. Sinekli Bakkal romanında ise anne ve babadan yanlış eğitim alan çocuğun kendi kültüründen uzaklaştırması anlatılır.

Anne ve babanın çocuğa verilecek eğitim konusunda hemfikir olmaları çok önemlidir. Seviye Talib romanında, yetişme tarzları ve aldıkları eğitim farklı olan ve bu nedenle pek çok konuda görüş ayrılığı yaşayan Fahir ile Macide’nin çocuk terbiyesi konusunda da görüşleri uyuşmaz. Oğulları Hikmet’in huysuzlaşıp annesinin saçlarını çekerek ağladığı bir gün Fahir çok kızar. Hikmet’e, annesinin elini öpüp, “iyi çocuk oluncaya kadar” odanın bir köşesinde kalmasını söyler. Macide, eşinin oğluna verdiği bu cezaya çok üzülür ve bu yüzden Fahir’e kızar. Fahir’in terbiye anlayışını eleştirir:

“Sanki bu Frenk usulü çocuk terbiyesi mi?” (Seviye Talib, s. 15) Romanın başında iyi bir eğitim almadığı belirtilen Macide, çocuğun eğitimi konusunda da yeterli birikime sahip değildir. Bir süre sonra Macide kendisini yetiştirdiğinde çocuğunun eğitimiyle ilgilenen ideal bir anne olur.

Yaşadığı bu olayda annesinin kendisinden yana olduğunu anlayan Hikmet, daha yüksek sesle bağırıp ağlar. Fakat Fahir’in ceza kararı değişmez. Burada yazar, Fahir aracılığıyla çocuk eğitiminde istikrarın önemini vurgulamaktadır. Halide Edib bu sahne ile eğitimi veren kişinin – anne ya da baba – kararlı olması, taviz vermemesi, tutarlı olması ve çocuğu şımartmaması gerektiğini belirtmektedir. Romanda babanın tutarlılığı, annenin yumuşaklığını dengelemektedir. Romanın bu bölümünde, eğitimcilerin ısrarla üstünde durdukları çocuğa terbiye verirken ebeveynin ortak bir tutum sergilemesi ve tutarlı olması prensibine işaret edilmiştir.

Fahir, verdiği cezadan dönerse, çocuğunun üzerindeki etkisini kaybedeceğinin farkındadır: “Anladım ki ya kat’i bir hareketle çocuğuma ve karıma mevcudiyetimi

213 Halide Edib, geleneklerini yitirmeden, geçmişe sırt çevirmeden batılılaşmadan tanadır. Bu konuda Japonlara hayrandır: “Toplumda büyük bir Japon hayranlığı oluşmuş, aralarında Halide Edip Hanım ile eşi matematikçi Salih Zeki Bey’in de bulunduğu tanınmış bazı aileler, çocuklarına Rus donanmasını hezimete uğratan Japon amirali Togo’nun adını vermişlerdi. Japonya’nın, geleneklerinden vazgeçmeden, batılı bir devleti batı metodlarıyla yenmesi ve kapitülasyonlarını kaldırabilmesi herkesi büyülemişti adeta. Yeniliklere karşı çıkanlar da, yenileşmeye taraftar olanlar da Japonya’yı örnek alıyordu.” ( Kutlu, Sacit, “Didâr-ı Hürriyet”, Kartpostallarla II. Meşrutiyet (1908–1913), İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, I. Baskı, İstanbul, 2004, s. 84.)

hissettireceğim veyahut ebediyyen zayıf bir koca, nüfuzsuz bir baba olacağım.” (Seviye Talib, s. 15)

Fahir, Hikmet’i başka bir odaya götürür ve çocuğa, verdiği ceza kararının değişmediğini söyler. Babasının kararlı tutumu sayesinde çocuk, ne yapması gerektiğini anlar ve annesinin elini öpmeye karar verir. Böylece Fahir isteğine ulaşmış olur.

Duyguları ile hareket eden Macide ise Fahir’e, oğluna böyle davrandığı için kızmıştır.

Oysa Fahir, şiddete başvurmadan çocuğa davranışının yanlış olduğunu göstermiştir.

Ayrıca çocuğa hatalı olduğu zaman özür dilemesi gerektiğini de öğretmiştir. Macide’nin cezaya kızması ise onun çocuk eğitimi konusunda henüz bilinçsiz olduğunu ortaya koymaktadır.

Romanda, Fahir ve Numan’ın çocukluğu da geriye dönüşle verilmiştir.

Feneryolu’nda birbirine komşu olan köşklerde oturan Fahir ve Numan’ın eğitimleri ile ilgilenen anneleri, çocuklarını Galatasaray’da okutmaya karar vermişlerdir.

Fahir’in çabaları sonucunda kendini yetiştiren Macide, oğlu Hikmet’in dersleriyle de ilgilenir. Çocuk terbiyesi ile ilgili İngilizce kitaplar alır. Oğluna ders çalıştırdıktan sonra ona sözlü telkinlerde bulunur:

“Yalnız topla, tüfekle değil, iradenle de cesur olacaksın; fena şeyleri yapmamak için cesur, inandığın, doğru bildiğin şeyi yapmak için, öldürseler bile, cesur olacaksın oğlum. Daima, daima doğru, anlıyor musun Hikmet, doğruluğun başkalarını öldürse, yüreklerini doğrasa, ezse, en çok seni seven adama ahiret azabı çektirse bile yine doğru! Anlıyor musun Hikmet?

Sonra hıçkıran bir fısıltı ile:

-Tıpkı, tıpkı baban gibi!...” (Seviye Talib, s. 141–142) Bu konuşmaya kulak misafiri olan Fahir çok duygulanır. Macide’nin burada tasvir ettiği iradeli, dürüst, kararlı, azimli insan, aynı zamanda yazarın toplumda görmek istediği insan tipidir.

Fahir, 31 Mart olaylarında asilerle mücadele ederken ölür. Roman, şehitlerin ruhuna okunan mevlit ve bu esnada Macide’nin oğluna tıpkı babası gibi olmasını öğütleyen yukarıdaki sözlerinin tekrarıyla biter. Fahir iradeli, dürüst, cesur, örnek insandır. O, aynı zamanda aldığı Batı tarzı eğitimi çocuğuna uygulayan olumlu bir baba örneğidir.

Çocuğun eğitiminde babanın etkili olduğu bir başka roman, Handan’dır.

Romanda, Handan’ın babası Cemal Bey’in üç kızı vardır. Cemal Bey’in eşi Sabire Hanım’ın yeğeni Neriman da küçük yaştan itibaren Cemal Bey’in evinde yaşamaya başlamıştır. Cemal Bey, bu dört kızın babası olarak bilinir ve kızlarının eğitimi ile yakından ilgilenir. Handan, Şehper, Saffet ve Neriman adlı bu kızlar, yetişme tarzları nedeniyle çevrelerinde “Cemal Bey’in alafranga kızları” diye tanınırlar. Cemal Bey, kızlarına İngiliz terbiyesi vermiştir. İngiliz bir mürebbiyeleri vardır. Bu sayede kızlar, yabancı dilleri ana dilleri gibi konuşurlar. Çeşitli vesilelerle yurt dışına gittiklerinde yabancılık çekmezler. Kızların eğitiminde İngiliz mürebbiye ve İngiliz terbiyesi ağır basmasına rağmen, Cemal Bey, çocuklarına din dersleri de aldırmayı ihmal etmez.

Cemal Bey, hem Batılı, hem yerli eğitimin sentezinden yanadır.214 Halide Edib’den önceki yazarlarda Fransız eğitimi ağır basarken, Halide Edib ile birlikte bu tarz eğitim yerini Anglo-Sakson terbiyesine bırakır. Bu, yazarın aldığı eğitimle alâkalıdır. Yazar, sık sık Amerikan Koleji’ndeki eğitimi över. Halide Edib, bu okul sayesinde çocukluğunun ve gençliğinin zor dönemlerini en az sıkıntıyla atlatmıştır. Okulun huzur dolu havası onu sorunlarından uzaklaştırmıştır.

Sabire Hanım, Handan’ın üvey annesidir. Cemal Bey ile Sabire Hanım, Handan’ın eğitimi ile ilgili konuşurlar. Babası Handan’ın yaz boyunca Nazım’dan ders alması gerektiğini söylediğinde annesi öfkelenir. O, Handan’ın bilgilerinin yeterli olduğunu, daha fazla bilgiye ihtiyacı olmadığını düşünmektedir. Sabire Hanım üvey kızı

214 Halide Edib’in Handan romanı otobiyografik bir romandır ve Yakup Kadri de bu konuya dikkat çeker: “Fakat, ben bu hazin can çekişme sahnesini okurken bile Handan’a acımıyordum. Çünkü onda her şeye rağmen, kırılan kadınlık onuruna, çektiği kalp buhranlarına ve genç kızlığının bu hissi dalâletlerine rağmen son demine kadar sönmek bilmeyen bir aşk ateşinin alevlerinden başka bir şey görmüyordum.

Gözlerim bununla kamaşmış ve bunun harareti ta iliklerime kadar işlemişti ve işte böyle bir tesir altındadır ki, Handan romanı hakkında yazdığım bir yazıyı yirmi bir, yirmi iki yaşımın en coşkun heyecanlarıyla doldurup taşırmaktan kendimi alamamıştım.

Hatırladığıma göre, bu bir eleştirme değil, bir “ilân-ı aşk”tı. Kime? Handan’a mı, Halide Hanım’a mı? Bilmiyordum. Herhalde, o yazının sonuna doğru “Bu bir romandan ziyade bir otobiyografyaya benziyor” demekle her ikisini de birbirine karıştırmış oluyordum. Yazımı okuyanların çoğu da buna öyle bir mânâ vermişti. Hattâ Halide Hanım’ı yakından tanıyan aziz dostum Celâl Sahir, otobiyografya sözünü büsbütün kötüye yorumlayarak benimle selâmı sabahı kesmişti ve çok geçmeden kulağıma değen dedikodulardan anlayacaktım ki, bu sözü kullanmakla, farkına varmaksızın, bir pot kırmışımdır: Meğer Halide Hanım ilk evlilik hayatında Handan gibi bedbaht olmuş, aynı ruh krizlerini geçirmiş ve çok bağlı olduğu kocasından ayrılmak zorunda kalmış ve hâlâ da bu durumun acılıkları için-deymiş.” (Karaosmanoğlu, Yakup Kadri, Gençlik ve Edebiyat Hatıraları, İletişim Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, 1990, s. 242.)

Handan’ı sevmemektedir. Bu nedenle, her vesileyle onunla ilgili olumsuz görüş bildirmektedir. Handan’ın ders almasına da bu yüzden karşıdır.

Nazım, Cemal Bey’e Handan’ın Türk edebiyatı bilmediğini ve bu konuda özel ders alması gerektiğini söylemiştir. Sabire Hanım, Nazım’ın bu isteğinin para kazanmakla ilgili olduğunu düşünür ancak Nazım bu dersler karşılığında para istememektedir. Sabire Hanım bunu öğrendiğinde, bu sefer de onun Handan’la evlenip içgüveysi olacağını tasarlar ve bu düşüncesini Cemal Bey ile paylaşır. Cemal Bey’e göre bu doğru değildir. Çünkü babasına göre Handan, erkek gibi biridir ve kimse onun cinsiyetiyle ilgilenmez. Sonunda Cemal Bey’in istediği olur ve Handan, tıpkı Halide Edib gibi çeşitli öğretmenlerden özel dersler alır. Nazım da bu öğretmenlerden biridir.

Handan romanında çocukların eğitiminde söz sahibi olan kişi babadır. Annenin Handan’ın alacağı eğitim konusunda olumsuz görüş bildirmesi Cemal Bey’in kararını değiştirmez.

Yeni Turan romanında, babasını küçük yaşta kaybeden Oğuz’un eğitimi ile annesi ilgilenmiştir. Annesi, altı yaşına gelir gelmez oğlunu mahalle mektebine göndermiştir. Dikiş dikerek evin geçimini sağlar. Her akşam oğluna ders çalıştırır.

Oğuz’un annesi okumuş bir kadındır. Oğuz, ilk bilgilerini, -Kur’an, ilmihal ve kıraat- annesinden almıştır. Oğuz’un annesinin en büyük isteği, oğlunun rüştiyeye, sonra da askerî okula giderek subay olmasıdır. Oğuz rüştiyeyi bitirir fakat daha sonra öğrenimine devam edemez. Annesi romatizmalıdır ve evin geçimini sağlamak Oğuz’a düşer. Oğuz, at arabasıyla yük taşıyarak para kazanır. Annesine ekmek parası kazanmak onu çok mutlu eder.

Annesi, on bir yaşından itibaren oğlunu, hayatı ile ilgili kararlar vermeye alıştırmıştır. Burada yazar, Oğuz’un güçlü şahsiyetinin oluşmasında küçük yaştan itibaren hayatı ile ilgili kararlar verebilecek şekilde yetiştirilmesinin önemi üzerinde durur. Çocuğa sorumluluk ve karar verme duygusunu tattırmak, onun kişiliğini geliştirir, pasiflikten ve çekingenlikten kurtarır. Oğuz, roman boyunca kuvvetli kişiliği ile dikkati çeker.215

215 Yazarın “Tanıdığım Çocuklardan”, “Himmet Çocuk” gibi hikâyelerindeki çocuk kahramanları da sorumluluk duygusunu çok erken yaşlarda kazanmış çocuk tipleridir. Ancak bu çocukların özel bir durumları vardır. Onlar savaş çocuklarıdır ve savaşın ortaya çıkardığı olağanüstü şartlar çocukları da vaktinden önce olgunlaştırır.

Son Eseri isimli romanın kahramanı Kamuran’ın ağzından, çocukluğu ve aldığı eğitim ile ilgili bilgiler öğreniyoruz. Kamuran’ın annesi ölmüştür. Babası elçidir.

Babası, görevi dolayısıyla İstanbul’a fazla gelmez. Bu yüzden Kamuran, halasının yanında yetişir. Babası Kamuran’a Fransız bir mürebbiye gönderir. Romanda babanın çocuğunun eğitimi ile ilgisi burada biter. Bu mürebbiyenin nasıl biri olduğu ve çocuğu nasıl eğittiği romanda belirtilmemiştir.

Halide Edib’in önemli romanlarından Sinekli Bakkal, II. Abdülhamid döneminde Aksaray’ın arka sokaklarından birinin tasviri ile başlar. Daha sonra imam Hacı İlhami Efendi anlatılır. İmam karısını genç yaşta kaybettikten sonra evlenmemiştir. Tek çocuğu Emine’yi de kendi katı inançları doğrultusunda yetiştirmiştir. Emine, asla gülmez ve mahalledeki çocuklarla oynamaz. Emine, on yedi yaşında iken, yetişme tarzına hiç uymayan, mahallede haylazlığıyla ün yapmış, orta oyununda zenne rolüne çıkan ve Kız Tevfik diye anılan bir delikanlıya kaçar.

İmam, istemediği bu evlilikten dolayı, kızı Emine’yi evlâtlıktan reddeder.

Emine, eşiyle anlaşamaz ve bir süre sonra babasının evine döner. Bu sırada Emine hamiledir ve bir kızı olur. Adı Rabia olan bu bebek doğduğunda, babası Tevfik sürgündedir. Rabia’nın eğitimiyle annesi ve dedesi Hacı İlhami Efendi ilgilenmiştir.

Rabia, çok güzel Kur’an okumaktadır ve bir süre sonra, Kur’an okumak için Selim Paşa’nın konağına gitmeye başlar. Rabia, bu konakta tanıştığı Vehbi Dede ve müzik öğretmeni Peregrini’nin tavsiyeleriyle, başka konaklarda özel ders vermeye başlar. Rabia’nın ders vermek için gittiği evlerden biri de ikinci mabeyinci Saffet Bey’in evidir. Saffet Bey’in yeğenlerinden olan Behire, hem mürebbiye tarafından büyütülmüş, hem de ona kendi kültürü öğretilmiştir. Behire’e, öğrenimini Avrupa’da yapmış ve Avrupa’dan gelen her fikre gözü kapalı bağlanan bir mühendisle evlidir. Bu adam, kızlarının Türkçe öğrenmesini gerekli görmez ve onlara Fransız mürebbiyelerden eğitim aldırır. Rabia, bu konakta Behire’nin kızlarına ders verecektir. Yazar, bu çocukların aldıkları eğitimi şu cümlelerle eleştirir: “İyi kızlardı. Fakat onlar da babaları gibi yerli olan her şeye dudak büküyorlar, anneleri alaturka bir şarkı söylese kulaklarını tıkayıp gülerek kaçıyorlardı.” (Sinekli Bakkal, s. 221) Eşler arasındaki eğitim farkı, çocuğa verilen eğitimi de etkilemektedir. Çocuklar, ailede etkili olan, sözü geçen kişinin isteği doğrultusunda eğitim alırlar. Romanda Behire, çocuklarının

eğitiminde pasif kalır ve çocuklar babanın isteği doğrultusunda eğitim alırlar. Behire ise çocuklarına verilen eğitimi tasvip etmemekle beraber, bu konuda eşine müdahale etmez, sessiz ve seyirci kalır.

Anne ve babanın çocuğun eğitiminde farklı görüşlere sahip olması, Halide Edib’in eserlerinde sık karşılaşılan bir durumdur. Kahramanların çocuğun eğitimine bakışlarını belirleyen ise aldıkları eğitim tarzıdır. Alınan eğitim kişilerin yaşam tarzını ve dünyaya bakışını etkiler. Çocuğun eğitimi ile ilgili son kararı verecek olan ise, ailede sözü geçen kişidir.

Roman kahramanlarından Peregrini, babasını çok küçük yaşta kaybetmiş bir İtalyandır. Annesi koyu bir dindardır. Peregrini’nin annesi, dinin haricinde hiçbir ihtirasa boyun eğmez. Oğluna da din konusunda ağır bir baskı uygulamıştır. Peregrini de bu etkiyle koyu bir Katolik olmuştur.

Peregrini, annesinin ölümü üzerine memleketine gider. Dönüşte Rabia’ya evlenme teklif eder. Rabia, Müslüman olması şartıyla Peregrini’nin evlenme teklifini kabul eder. Müslüman olan Peregrini, Osman adını alır. Evlendikten sonra Sinekli Bakkal’da yaşamaya devam ederler. Rabia, bir oğlu olursa Robert Kolej’de okutmak ister. Osman ise çocuğun Sinekli Bakkal’ın dışında yetişmesinin onu çatışmaya, ikileme iteceğini düşünür. Peregrini’ye göre çocuk, aldığı kültüre uygun bir çevrenin okuluna gitmelidir. Rabia, Doğu kültürü ile yetişmiş ama Batı kültürüne de açık biridir. Peregrini ise bu konuda daha tutucudur:

“Oğlunu Sinekli Bakkal olmayan her şeyden esirge, uzak tut Rabia. Esasen damarlarında karışık kan olanların içlerindeki daimî didişme, çarpışma kendilerine yetişir!”

“Fakat sen bizim tarihimizi okumadın mı Osman? Hepimizin damarlarında o kadar başka başka kanlar var ki… Hâlbuki hiç bibimizin içinde öyle bir didişme yok…”

“Yalnız kan değil, iki gözümün nuru… Bir de hars, medeniyet başkalığı vardır.

Belki o kandan çok insanları birbirinden ayırır… İnsanların kafasında, kalbinde bir cehennem kargaşalığı yapar.” (Sinekli Bakkal, s. 311–312) Rabia’nın çocuğunun eğitimi konusundaki yaklaşımı yazarın savunduğu eğitim anlayışı ile örtüşmektedir.

Peregrini ise kendi içinde bulunduğu durumdan yola çıkarak medeniyet karmaşasından çekinmektedir.

Dedesi İmam Hacı İlhami Efendi öldüğünde hamile olan Rabia, eşi Osman ile ölümünden sonra imamın evini görmeye giderler. Rabia, çocuğunu kendi doğduğu bu evde dünyaya getirmek ister. Osman ve Rabia Hacı İlhami Efendi’nin evini tamir ettirerek buraya taşınırlar. Rabia, Recep adını verdiği oğlunu bu evde doğurur.

Tatarcık romanında, babası Tatar olduğu için Tatarcık ismi verilen Lale’nin eğitimi ile babası ilgilenir. Yazarın ifadesiyle kız çocuklarının annelerine benzediğini anlatan “anasına bak kızını al” atasözü, Lale için geçerli değildir. Hatta Poyraz Köyü halkı bu atasözünü değiştirerek “babasına bak kızını al” şeklinde kullanır. Lale’nin silik bir şahsiyete sahip olan annesi Lalezâr, kızının eğitimi konusunda söz hakkına sahip değildir. Lale’nin eğitimiyle, babası Tatar Osman ilgilenir. Babasının verdiği eğitimden etkilenen Lale, sonunda babasının bir kopyası olur. Öğrenimini Heybeli’de yapan Tatar Osman, çevresindekilerden daha iyi bir eğitim almıştır ve İngilizce’yi de iyi bilir.

Lale’nin İngilizce’yi iyi bilmesinde babasının etkisi vardır. Evde hep kitap okuyan Tatar Osman, okuduklarını kızına anlatır. Aynı zamanda iyi bir balıkçı olan Tatar Osman, hayatın güçlüklerine karşı hazırlamak ve tek başına ayakta durmayı öğretmek için, balık tutmaya gittiğinde kızını, yanında götürür.

Roman kahramanlarından Feridun Paşa, eski bir askerdir ve mesleğinden gelen disiplini çocuklarının eğitimine yansıtmıştır. Çocukları küçükken ondan çok korkarlar.

Birbirleriyle kavga ettiklerinde babalarının korkusu sebebiyle kavgaya son verirler:

“O, kapı eşiğinde belirir belirmez, kafeslerinde vahşî hayvan terbiyecisi görmüş aslan yavruları gibi hepsi kuyruğunu ve sesini kısar, başını öne eğerdi. Ve o zaman gözlerinde yedi çift dikbaş gözün ışıltısını söndürecek şimşekler çakan, kollarında yedi delikanlı kolunu kavrayacak güç olan asker baba, birdenbire üstlerine yürür, bazen de birer birer, bazen ikişer, üçer hepsinin hakkından gelirdi.” (Tatarcık, s. 160)

Feridun Paşa’nın çocuklarını terbiye usulü, “ordudaki hücum taktikleriyle”

benzerlik gösterir. Beklenmeyen zamanlarda çocuklara çelme, tekme, tokat yağdırmak

benzerlik gösterir. Beklenmeyen zamanlarda çocuklara çelme, tekme, tokat yağdırmak