• Sonuç bulunamadı

Türkiye ekonomisinde enflasyon ve ekonomik büyüme etkileşiminin incelenmesi amacıyla, Turan (2007) ve Ay (2007)’deki çalışmalarına da paralel olarak Türkiye ekonomisinin, cumhuriyetin ilanından çok partili hayatın başlangıcına kadar geçen dönem (1923-1945), çok partili sistemden planlı kalkınma dönemine kadar geçen dönem (1946-1960), ithal ikameci planlı kalkınma döneminden 24 Ocak 1980 kararlarına kadar geçen dönem (1961-1979), 24 Ocak kararlarından 2001 yılına kadar geçen ve dışa açık büyüme dönemi olarak nitelendirilen dönem (1980-2001) ve (2002-2007) dönemi olmak üzere beş dönem olarak ele alınması uygun görülmüştür.

2.3.1. 1923-1945 Yılları Arası Dönem

Gerek dünya ekonomisinin gösterdiği gelişmeler gerekse ulusal iktisadi politikalar açısından 1923’ten 1945’e kadar geçen süreyi üç alt dönem içerisinde incelenmesinin uygun olduğu düşünülmektedir. Bu alt dönemlerden ilki 1929’a kadar süren ve dışa açık ekonomi koşulları altında gerçekleşen güçlü bir iktisadi iyileşme dönemidir. İkinci alt dönem, Büyük İktisadi Bunalımın’ın başlamasından İkinci Dünya Savaşı’nın patlamasına kadar geçen on yıllık süreyi kapsamaktadır. Bu dönemde, iç pazarı koruma amacıyla daha önce alınan önlemleri, 1932’de benimsenen devletçilik, yani devlet önderliğinde sanayileşme atılımı izlemiştir. Her ne kadar Türkiye 1939 yılından sonra savaşa katılmadıysa da, büyük bir orduyu harekete hazır bir durumda tutmuş ve ithalatın aksaması ve üretim düzeylerinin önemli ölçüde düşmesi yüzünden ekonomi çok büyük sıkıntılarla karşı karşıya kalmıştır. Bu koşullar altında, üçüncü alt dönemde devletçilik uygulamasının yerini kıtlıklarla baş etmeye ve ordu ile kent merkezlerinin gereksinimlerini karşılamaya yönelik önlemler almıştır (Owen ve Pamuk, 2002: 24). Dönemin genel yapısıyla ilgili bu açıklamaların ardından ilgili dönemdeki enflasyon ve ekonomik büyüme ilişkisinin analizi ise Grafik 1 yardımıyla gerçekleştirilmiştir.

Grafik-1: Enflasyon ve Ekonomik Büyüme (1924-1945) -.2 -.1 .0 .1 .2 .3 .4 .5 .6 24 26 28 30 32 34 36 38 40 42 44 TUFE GSMH

Kaynak: Doğruel, Fatma ve Doğruel, A. Suut (2005). Türkiye’de Enflasyonun Tarihi (1. Baskı). Ankara: TCMB ve Türk Tarih Vakfı. s. 76; DİE (2005). İstatistik Göstergeler1923-2004. Ankara, s. 534, 613.

Grafik 1’de enflasyon oranları (TÜFE) ve ekonomik büyüme (GSMH) ilişkisi incelendiğinde, özellikle 1940’lı yıllara kadar Türkiye’de enflasyon problemi olmadığı ve dört yılın dışında pozitif ekonomik büyümenin gerçekleştiği ve 1944 ve 1945 yılları dışında enflasyonun yüksek olduğu dönemlerde ekonomik büyüme hızının 1942 yılının dışında negatif değerler aldığı gözlenmektedir. 1940’lı yıllarda böyle bir tablonun oluşması ise büyük ölçüde ilgili dönemin savaş yılları olmasından kaynaklanmaktadır. Her ne kadar Türkiye 2. Dünya Savaşı’na girmeyip sıcak savaşın olumsuz etkilerinden uzak durmayı başarabildiyse de savaşa girme ihtimaline karşı büyük bir ordunun silah altında tutulması özellikle istihdam ve üretim noktasında önemli sıkıntıların yaşanmasına neden olmuştur. Bununla birlikte, savaşa giren ülkelerin ticaret olanaklarının sınırlanması, Türkiye’nin ithalat hacmini düşürmüş ve mevcut mal kıtlıklarının daha da artmasına neden olmuştur. Böylelikle de dönemin genelinde, Türkiye ekonomisi, yüksek enflasyon ile birilikte düşük bir ekonomik büyüme hızı ile karşılaşmıştır (Boratav, 2004: 81; Şahin, 2002: 83, 84). 2. Dünya

Grafik 1’de net bir şekilde görülmeyen enflasyon oranı, 1936’da -0.003033 olarak gerçekleşmiştir.

Enflasyon oranları doğal logaritması alınmış Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE)’nin birinci farkı alınarak hesaplanmıştır ve TÜFE ile ifade edilmiştir.

Ekonomik büyüme oranları doğal logaritması alınmış Reel Gayri Safi Milli Hasıla’nın birinci farkı alınarak hesaplanmıştır ve GSMH ile ifade edilmiştir.

Savaşı’nın ardından ise savaş yıllarında yaşanan kıtlıklar, sıkıntılar, bireysel özgürlüklerin sınırlandırılmış olması ve savaş döneminde oluşan zengin grupların birikimlerini daha liberal bir ortamda en iyi şekilde değerlendiribileceği düşüncelerinin etkileriyle girilen 1950’de seçimlerinde Demokrat Parti iktidara gelmiş ve Demokrat Parti idaresinde Türkiye ekonomisi 1960’a kadar yeni bir içerisine girmiştir (Tokgöz, 2004: 137).

2.3.2. 1946-1960 Yılları Arası Dönem

İkinci Dünya Savaşı sonrası yıllar, Türkiye’nin iktisadi ve siyasi anlamda bir değişim yaşadığı dönemdir. Çokpartili dönem geçiş, 1950’li yıllarda izlenen liberal ekonomi politikaları, Uluslararası Para Fonu ile gerçek anlamda ilk tanışma ve 1958 devalüasyonuna götüren genişleme süreci bu dönemin öne çıkan özellikleri olarak kabul edilmektedir (Doğruel ve Doğruel, 2005: 139; Hiç, 1991: 23). Bu temel özelliklerinin yanında dönemin büyük bir bölümünde (1950-1960) izlenen temel ekonomi politikaları ve bu politikaların etkileri ise şu şekilde özetlenmektedir (Uludağ ve Arıcan, 2003: 29);

— Özel sektöre ve serbestleşmeye ağırlık veren ekonomi politikalarının uygulanmasında etkinlik sağlanamaması,

— KİT’leri özelleştirme çabalarının başarısız kalması,

— Kamu kesiminin imalat sanayi katma değerindeki payı %58.31’den %45’e kadar düşmesi fakat 1955’den sonra yine ağırlık kazanması,

— Kamu yatırımlarının GSMH’ya oranı artarken verimliliklerinin azalması, — 1955’e kadar hızla genişleyen yatırım ve kredilerin 1953’ten sonra fiyatların yükselmesine neden olması,

— Tarım ve altyapı yatırımlarının önem kazanması,

— 1955’e kadar hızla genişleyen tarımsal üretimin daha sonra yavaşlama sürecine girmesi,

— Dönemin başlarında düşük düzeylerde tutulabilen enflasyonun sonradan kredilerdeki artış ve dış ticarette baş gösteren güçlükler nedeniyle yükselme sürecine girmesidir.

İlgili dönemin temel özellikleri belirtildikten sonra söz konusu dönemdeki enflasyon ve ekonomik büyüme ilişkisi Grafik 2 kullanılarak gerçekleştirilmiştir.

Grafik-2: Enflasyon ve Ekonomik Büyüme (1949-1960)

-.10 -.05 .00 .05 .10 .15 .20 .25 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 TUFE GSMH

Kaynak: DİE (2005). İstatistik Göstergeler 1923-2004. Ankara, s. 534, 613.

Grafik 2’deki sonuçlara göre, 1950’den 1953’e kadar geçen dönemde enflasyonun çok fazla oluşmadığı fakat 1953’de sonra ise 1960 yılına kadar enflasyonun sürekli yükseldiği gözlenmektedir. Aynı şekilde 1950’den 1953 yılına kadar her yıl pozitif ekonomik büyüme gerçekleştirilirken 1953’den sonra ekonomik büyüme hızının yavaşladığı ve 1954’de negatif olduğu görülmektedir. Enflasyon ile ekonomik büyüme arasındaki ilişkiye bakıldığında ise, özellikle 1953’den itibaren enflasyonun yükselmesiyle birlikte ekonomik büyümenin istikrarsız bir yapı sergilediği ve 1957’den 1960 yılına kadar ki dönemde de enflasyondaki artış karşısında ekonomik büyümenin bir önceki döneme göre azaldığı tespit edilmektedir. Bu durumun oluşmasında ise ilgili dönemdeki Demokrat Parti hükümetinin dönem başında benimsediği devletin ekonomideki ağırlığının azaltmasına dayalı politika anlayışından vazgeçilmesinin etkili olduğu düşünülmektedir. Zira, 1950’de iktidara gelen Demokrat Parti hükümetinin programında, devletin ekonomideki

DİE tarafından Reel GSMH hesaplaması, 1923-1947 döneminde 1948 fiyatları ve 1948-1967 döneminde 1968 fiyatları kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Fakat çalışmada ilgili dönemin 1946 yılından itibaren başlatılması ve bu yılın Reel GSMH’sının 1947 yılı fiyatlarına göre hesaplanması ve enflasyon ile ekonomik büyüme oranları hesaplanırken Grafik 1’de de olduğu gibi başlangıç yılında gözlem kaybı olması nedeni ile Grafik 2 1949 yılından itibaren başlatımıştır. Bkz. (DİE, 2005: 613).

etkinliğini daraltma ve özel girişimi mümkün olduğu kadar genişletme amacı belirtilmişti ve bu amacı gerçekleştirmek için devlet fabrikaları satışa çıkarılmıştı. Fakat hükümet bu tutumunu 1954 yılından itibaren değiştirmiş ve mevcut KİT’lerin sermayelerinin artırılmasının yanısıra yeni KİT’ler de kurmuştur. Kurulan bu KİT’ler rasyonel işletilmemiş ve zarar etmişlerdir. Edilen bu zararların ise bütçeden ve Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası kaynaklarından karşılanması bir yandan para arzının artmasına bir yandan da enflasyonist baskıların oluşmasına neden olmuştur. Fakat sadece KİT’lerin zararları değil, dış ticaret hadleri aleyhe dönerken iç ticaret hadlerini tarım lehine döndüren destekleme politikasının para arzının genişlemesiyle finanse edilmesi de, enflasyonun diğer bir kaynağını oluşturmuştur (Kazgan: 2005: 103, 107; Şahin, 2002: 104; Kepenek ve Yentürk, 2000: 95).

Bununla birlikte, enflasyonun yükselmesine rağmen 7 Eylül 1946-4 Ağustos 1958 döneminde dolar kurunun sabit tutulması TL’nin dolar karışısında aşırı değerlenmeye başlaması, sanayide yapısal dönüşümün sağlanamaması ile birleşince ihracatta sıkıntıların yaşanmasına ve ithalatın finansmanında ödeme güçlüklerinin oluşmasına neden olmuştur. İthalat hacminin daralması ile ara malları ve yatırım mallarının temininde güçlükler yaşanması ise sanayi üretimini ve bunun sonucu olarak da ekonomik büyümeyi olumsuz etkilemiştir (Karaçor, 2001: 38; Parasız, 2003: 156; Şahin, 2002: 112). Bu olumsuz gelişmeler ile birlikte 1960’da Demokrat Parti yönetimi son bulmuş ve Türkiye ekonomisi planlı ekonomi modelinin benimsendiği yeni bir döneme girmiştir.

2.3.3. 1961-1979 Yılları Arası Dönem

Türkiye ekonomisi 1950-1960 döneminde plansız, dengesiz bir büyüme dönemi geçirmiştir. Dönemin ilk yarısında elverişli iç ve dış şartların biraraya gelmesi sayesinde ekonomide küçümsenemeyecek nicel gelişmeler elde edilmiş, yapısal değişmeler sağlanmıştır. Fakat 1954’den ititbaren ekonomi üretim artışındaki yavaşlama, büyüyen dış ödeme açıkları ve enflasyon ile belirgenleşen bir bunalıma sürüklenmiştir (Şahin, 2002: 131).

1950-1960 döneminde izlenen iktisat politikalarının yarattığı bu dengesizlikler karşısında da daha 1950’li yılların ortalarından itibaren planlama sözcüğü dile getirilmeye başlanmış ve özellikle 1962 yılından itibaren de Türkiye’de

iktisat politikaları planlama tabanına oturtulmuştur (Boratav, 2004: 117; Alpay, 2008: 121).

Bu nedenle, 1960-1979 dönemi genellikle planlı yıllar olarak adlandırılmaktadır. Söz konusu bu yılların temel özellikleri ise şu şekilde özetlenmektedir (TEK, 2003: 26; Owen ve Pamuk, 2002: 151; Doğruel ve Doğruel, 2006: 127; Karaçor, 2007: 114);

— İlk üç kalkınma planı döneminde (1963-1977) ekonomik büyüme hedefleri 1. ve 2. Planda yüzde 7 ve 3. Planda ise yüzde 7.9 olarak belirlenmiştir. Fakat belirlenen bu ekonomik büyüme hedefleri tutturulamamış ve ekonomik oranları planların sırasına göre, yüzde 6.6, yüzde 6.3 ve yüzde 5.2 olarak gerçekleşmiştir.

— İthal ikameci sanayileşmenin benimsendiği bir dönem olmuştur. Ancak büyük ve korunmuş bir iç pazarın sağladığı bütün olanaklardan sonuna kadar yararlanılırken, ithal ikamesi yoluyla sanayileşmenin teknolojik açıdan daha zor olan yatırım malları üretim aşamasına geçilememiş ve imalat sanayisinin ihracata yönelimi zayıf kalmıştır. Üretimin artırılması için gerek duyulan döviz ise, geleneksel tarım ürünü ihracatından ve işçi dövizlerinden sağlanmıştır.

— İthal ikamesi stratejisine dayalı ekonomik büyüme modeli, 1970’lerin ortalarından itibaren artan petrol fiyatlarının da baskısı sonucu ciddi bir ödemeler dengesi sorunuyla karşılaşmıştır. Ödemeler dengesi sorununun, üretim için gerekli yatırım malları ve ara mallarının ithalatını engellemeye başlaması ve bu sürece bir de siyasal istikrarsızlığın eklenmesi ile birlikte Türkiye, 1970’lerin sonunda ekonomik krize girmiştir. Bu ekonomik krizde bu faktörlerin dışında dışa kapalı ve geleneksel ekonomi politikalarına bağlılık gösteren hükümetlerin de etkisi olmuştur.

— Planlamacılığın iktisat politikaları üzerinde etkili olması sonucu istikrara giden enflasyon 1970’li yıllarla birlikte artmaya başlamıştır. Dış konjonktürde yaşanan 1974 krizi, iç konjonktürde yaşanan istikrarsızlık “korumacılık” ve “müdahaleceği” ön plana çıkararak enflasyonu giderek artırmıştır.

Dönemin temel özellikleri hakkında bilgi verildikten sonra ise ilgili dönemdeki enflasyon ve ekonomik büyüme ilişkisi ise Grafik 3 ve Grafik 4 şu şekilde gerçekleşmiştir.

Grafik-3: Enflasyon ve Ekonomik Büyüme (1961-1967)

.00 .02 .04 .06 .08 .10 .12 1961 1962 1963 1964 1965 1966 1967 TUFE GSMH

Kaynak: DİE (2005). İstatistik Göstergeler 1923-2004. Ankara, s. 534, 614.

Grafik 3’e göre, 1961’den 1963’e kadar enflasyonun sürekli yükseldiği ve 1964’deki önemli düşüşün ardından 1965’den 1967’e kadar ki dönemde enflasyonun 1963’deki seviyesini büyük ölçüde koruduğu gözlenmektedir. Ekonomik büyümenin gelişimine bakıldığında ise 1961’den 1963’e kadar ki dönemde istikrarlı bir büyüme performansının yakalandığı ve bu dönemden sonra 1966’daki önemli yükselişin dışında ekonomik büyümenin bir önceki döneme göre yavaşladığı tespit edilmektedir. Enflasyon ile ekonomik büyüme arasındaki ilişkide ise, 1961, 1962, 1963, 1964 ve 1966 yıllarında enflasyonun ekonomik büyüme üzerinde olumsuz etki doğurmadığı ve bu dönemlerde ekonomik büyümenin enflasyonun üstünde gerçekleştiği görülmektedir. Bununla birlikte, 1965’de ve 1967’de enflasyonun artış göstermesinin ekonomik büyümeyi azalttığı belirlenmektedir.

DİE tarafından Reel GSMH hesaplaması, 1948-1967 döneminde 1968 fiyatları ve 1968 dönemi sonrası ise 1987 fiyatları kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Bu nedenle 1961-1979 dönemi 1961-1967 ve 1969-1979 dönemleri olmak üzere iki alt dönemde incelenmiştir. Bkz. (DİE, 2005: 613).

Grafik-4: Enflasyon ve Ekonomik Büyüme (1969-1979) -.1 .0 .1 .2 .3 .4 .5 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 TUFE GSMH

Kaynak: DİE (2005). İstatistik Göstergeler 1923-2004. Ankara, s. 535, 614.

Grafik 4’e göre, enflasyonun bir önceki dönem ile karşılaştırıldığında yüksek düzeylerde, ekonomik büyümenin ise düşük düzeylerde seyrettiği ve ekonomik büyümenin dönemin tamamında enflasyonun altında kaldığı gözlenmektedir. Enflasyon ile ekonomik büyüme arasındaki ilişki incelendiğinde ise özellikle 1977’den sonra enflasyonun artış eğilimine girdiği dönemden sonra enflasyon ile ekonomik büyüme arasındaki negatif ilişki açık bir şekilde belirlenmektedir.

1977’den sonra gözlenebilen enflasyon ile ekonomik büyüme arasındaki söz konusu negatif ilişkinin ana nedenlerinden birisi olarak, ilk bakışta ekonominin dışa bağımlılığını zaman içinde azaltacakmış gibi görünen sanayileşme biçiminin, beklenilenin tersi bir sonuç vererek, ekonominin ithalata bağımlılığını artırmış olması gösterilmektedir. Gerçekten de Birinci Beş Yıllık Plan döneminde, makroekonomik düzeyde pozitif ithal ikamesi gerçekleştirilmiş ancak daha sonraki yıllarda toplam arz içinde ithalatın payı genel olarak artma eğilimi göstermiştir. Bu olgunun arkasındaki tek etken, çoğu zaman ileri sürüldüğü gibi doğrudan ve dolaylı ithalat gereksinmesi çok yüksek olan dayanıklı tüketim malları sektörünün hızlı genişleme temposu değildir. Aynı derecede önemli bir diğer etken, yatırım malları kesiminde sağlanan genişlemenin ara malları sektörünün gerisinde kalması nedeniyle

Grafik 4’de net bir şekilde görülmeyen ekonomik büyüme, 1979’da -0.000913 olarak gerçekleşmiştir.

yüksek bir yatırım temposunun daima aşırı bir ithalat maliyeti gerektirmesidir (Boratav, 2004: 120).

İthal ikameci sanayileşme stratejisinin bu şekilde tıkanmaya başlaması ile birlikte 1970’li yıllarda KİT açıkları büyük boyutlara ulaşmış, bütçe açıkları genişlemiş ve buna bağlı olarak emisyon hacmi artmış ve enflasyon yükselmiştir. Enflasyonun yükselmesinin de etkisiyle 1977’den başlayarak döviz kurunun aşırı değerlemesi ve bunun ihracatçı sektörler açısından yarattığı dengesizlikler, sanayinin kullandığı dövizi kendi iç dinamikleri ile kazanamaması sonucunu doğurmuş ve ulusal ekonomiyi negatif büyüme hızlarına sürüklemiştir (Şamiloğlu, 2002: 47; Yeldan, 2001: 43).

Özetle, yaşanan bu gelişmelerin etkisiyle 1970’li yılların sonlarına doğru Türkiye, petrol şokunun ardından gerekli makroekonomik ve yapısal uyum politikalarını devreye sokmakta geciken ülkelerin arasında yer alan bir ülke durumuna gelmiştir. Dış ticaret hadlerindeki olumsuz gelişmeye rağmen dış ticaret rejiminde ciddi bir reform gerçekleştirilememiş, cari işlemler dengesi açıkları yurt dışından sağlanan borçlar ile finanse edilmişti. Ancak, IMF ile yaşanan anlaşmazlığın hemen ardından, 1978’de dış kredilerin kesilmesi ile birlikte Türkiye, dış borç krizini, benzer durumdaki birçok ülkeden daha önce yaşamak durumunda kaldı. Bu arada, iç ve dış dengesizliklerdeki hızlı bozulmanın sonucunda enflasyon 1979 yılında yüzde 64 seviyesine ulaştı. Yükselen enflasyon sürecine ise 24 Ocak 1980’de ilan edilen istikrar paketi ile müdahale edildi ve temelde dışa açık bir ekonomik büyüme politikasının benimsediği bir döneme geçildi (Akçay vd., 2002: 21)

2.3.4. 1980-2001 Yılları Arası Dönem

İthal ikamesine dayalı sanayileşme politikasının 1970’lerin sonlarına doğru başarısızlıkla sonuçlanması, döviz darboğazı, giderek hızlanan enflasyon, negatif büyüme oranları ve rekabet gücü olmayan sanayiler, ekonomi politikasının acilen değiştirilmesini zorunlu kılmış ve bu nedenle 24 Ocak 1980 tarihinde İstikrar Programı uygulanmaya konulmuştur. 24 Ocak Kararları ile; ihracatın ve görünmeyen işlem gelirlerinin artırılarak döviz darboğazı sorununun çözümlenmesi, enflasyonun kontrol altına alınması ve ekonominin dışa açılarak uluslararası rekabet ortamına

uygun dinamik bir yapıya kavuşturulması amaçlanmıştır (Karaçor, 2001: 44; TÜGİAD; 1997: 42).

Alınan bu kararların ardından geçen yirmibir yıllık süre zarfında ise ekonomide olumlu ve olumsuz birçok gelişme yaşanmıştır. Yaşanan sözkonusu olumlu ve olumsuz gelişmeleri ise şu şekilde özetlenmektedir (Özkale ve Kayalıca, 2008: 381; Yeldan, 2001: 40; Ay, 2007: 24, 25);

— 24 Ocak Kararları, ihracata yönelik sanayileşme stratejisinin benimsenmesi anlamında önemli bir noktayı oluşturmakla beraber ihracat ve ithalatın kompozisyonunda değişiklik yapacak bir yapısal etki yaratamamıştır. Bu dönüşüm daha belirgin olarak gümrük birliğine girişilmesi sonucu gerçekleşmiştir. Gerçekleşen dönüşümün açılımına bakıldığında ise asıl dönüşümün daha yüksek katma değerlerin satılabilmesi anlamında ihracatta yaşandığı ithalatta ise gümrük birliği öncesi durumun değişmediği görülmektedir.

— 1989 finansal serbestleşme kararlarından sonra oluşan yapay ekonomik büyüme süreci, ulusal ekonomideki yatırım ve birikim önceliklerinin üretim dışı sermaye birikimine yönelmesi ve mali piyasalarda bir kredibilite bunalımının etkisiyle 1994’de ekonomik kriz yaşanmıştır.

— 1994 ekonomik krizi sonrası spekülatif sermaye hareketleri ve mali disiplinsizlik, reel yatırımlardan uzaklaşarak dışa dönük ekonomik büyüme yerine içe dönük ekonomik büyümeyi ve ticarete konu olmayan sektörlere yatırımları teşvik ederken, ekonominin kırılganlığını daha da artırmıştır. Bunda özellikle 1990’lı yıllarda politik istikrarsızlık, popülist ve kısa görüşlü politikalar, 1994 ekonomik krizi, Marmara Depremi ve seçim ekonomisi uygulamaları gibi içi faktörler; Körfez Krizi, Asya ve Rusya Krizleri gibi dış faktörler önemli rol oynamıştır. 1990’lı yılların sonunda oluşan bu faktörlerin sonucu Türkiye ekonomisi yeniden krize sürüklenmiş ve 2000 Kasım ve 2001 Şubat krizleriyle karşı karşıya kalmıştır.

Dönemde yaşanan olumlu ve olumsuz gelişmeler özetlendikten sonra ilgili dönemdeki enflasyon ve ekonomik büyüme arasındaki ilişkisi ise Grafik 5 yardımıyla analiz edilmiştir.

Grafik-5: Enflasyon ve Ekonomik Büyüme (1980-2001) -.2 .0 .2 .4 .6 .8 80 82 84 86 88 90 92 94 96 98 00 TUFE GSMH Kaynak: DİE (2005). İstatistik Göstergeler 1923-2004. Ankara, s. 535, 614.

Grafik 5’e göre, ilgili dönemin tamamında ekonomik büyüme hızının enflasyondaki artış hızının altında kaldığı gözlenmektedir. Diğer bir deyişle, bu dönemde fiyat istikrarından tamamen uzaklaşıldığı 1982-1984, 1985-1987, 1991-1994 dönemlerinin dışında aralıksız üç dönem ekonomik büyümenin sürdürülemediği görülmektedir. Enflasyon ve ekonomik büyüme ilişkisine bakıldığında ise 1988, 1991 ve 1994’de enflasyonun bir önceki döneme göre artması karşısında ekonomik büyümenin azaldığı tespit edilmektedir.

İlgili dönemde, Grafik 5’deki bir tablonun oluşmasının temellerinin aslında 1980’li yıllarda atıldığı düşünülmektedir. Zira, bu dönemde para arzının kontrol edilememesi, iç talebin sınırlandırılamaması, buna karşılık kredi faizlerinin ve ithal girdi fiyatlarının sürekli yükselmesi ve kamu gelir gider dengesinin bozulması gibi nedenlerin etkisiyle enflasyon yükselmişir. Enflasyonun yükselmesi ise ekonomide belirsizliğin artmasına ve özel kesimin sanayideki yatırımlarının reel olarak azalmasına neden olmuştur. Dolayısıyla ekonomide, üretken sektörlere yönelik sabit sermaye yatırımları azalmıştır. İmalat sanayisindeki büyüme ise ancak 1980 öncesi dönemde atıl kalan kapasitelerin kullanılmasıyla sağlanabilmiştir (Şahin, 2002: 208).

İmalat sanayisinde sabit sermaye yatırımları azalırken, özel kesim sabit sermaye yatırımları hizmet sektörlerine doğru kaymıştır ve bu süreç 1990’lı yıllarda da devam etmiştir. 1990’lı yıllarda bu sürecin hızlanmasında TL’nin değerlenmesinin de etkili olduğu belirtilmektedir. Buna göre, TL’nin değerlenmeye başlaması, uluslararası ticarete konu olmayan konut, ulaştırma gibi uluslararası ticareti olmayan ve daha çok içe dönük olan hizmet sektörlerinde fiyatları dışa açık ve uluslararası ticareti yapılabilen tarım, imalat ve madencilik gibi sektörlere göre yükseltmektedir. Bu olgu, ticarete konu olmayan sektörlerde kârlılık ve yatırım artışını beraberinde getirmektedir. Bunun önemli bir sonucu olarak uluslararası rekabet gücü azalmakta ve genellikle dışa açık bir sektör olan imalat sanayisi ve ülkenin fiziki üretim kapasitesi olumsuz etkilenmektedir (Kepenek ve Yentürk, 2000: 217).

Sonuç olarak, 1980’lerde başlayan yüksek enflasyon ve yüksek enflasyonun oluşturduğu belirsizlikler sanayide riskliliği artırarak yatırım eğilimlerinin azalmasına ve uzun vadeli girişimlerin ertelenmesine neden olmuş ve istikrarlı bir ekonomik büyüme zeminin oluşmasını engellemiştir (Parasız, 2003: 356). Zira, yaşanan 2001 Şubat krizinin ardından yürülüğe konulan Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı’nda da ekonomide güven bunalımının ve istikrarsızlığının ortadan kaldırılmasının amaçlanmış olması ve yüksek enflasyon ile mücadeleye öncelik vermesi, ilgili dönemde istikrarlı bir ekonomik altyapının oluşmadığını ifade eden söz konusu tespiti büyük ölçüde doğrulamaktadır (Alkan, 2004: 110).

2.3.5. 2002-2007 Yılları Arası Dönem

2001 Şubat krizinin ardından, 14 Nisan 2001’de Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı yürürlüğe konulmuştur. Yürürlüğe konan yeni programın amacı, kur rejiminin terkedilmesi nedeniyle ortaya çıkan güven bunalımı ve istikrarsızlığı süratle ortadan kaldırmak ve eşanlı olarak bu duruma bir daha geri dönülemeyecek şekilde kamu yönetiminin ve ekonominin yeniden yapılandırılmasına yönelik altyapıyı oluşturmak olarak tanımlanmaktadır (TCMB, 2001:12).

Programının yürülüğe girişinin ardından para politikası uygulamalarında da önemli değişikliklere gidilmiş ve 2002 yılından itibaren, faiz oranları aracılığı ile enflasyon oranının kontrol altına alınmasını ve döviz kurlarının serbestçe dalgalanmasını gerektiren örtük enflasyon hedeflemesi rejimi uygulanmaya

başlanmıştır. Bu doğrultuda da hükümet ile birlikte enflasyon hedefleri saptanmıştır. Kısa vadeli faiz oranları enflasyonla mücadelede etkin olarak kullanılırken, para