• Sonuç bulunamadı

4. EKONOMİK KALKINMA VE EKONOMİK BÜYÜME AYRIMI

4.2 Ekonomik Kalkınma ve Büyümeyle İlgili Temel Yaklaşımlar

Ekonomi biliminin araştırma alanları içerisinde ayrıca sosyal bir olguyu ifade eden kalkınma ve büyüme konusuyla ilgili yaklaşımların sayısı oldukça fazladır ve uzun sayılabilecek bir geçmişi bulunmaktadır. Konunun ekonomi-politik düzeyde ele alınışı sömürgeleşen gelişmemiş bölgelerden, gelişmiş ülkelere aktarılan kaynak transferleri yörüngesinde, bir tarafta giderek zenginleşen ve gelişen devletler ile diğer tarafta giderek zayıflayan, geride kalarak politik bağımsızlıkları da tehdide uğramış ülkelerin, merkantalist dönemdeki dünya siyasi haritasını oluşturduğu bilinmektedir.

İlerleyen dönemlerde, merkantalizmin kapitalizm olgusuna dönüşümüyle ve sanayileşmenin yarattığı sosyal sınıfların baskısı altında, gelişmeye başlayan ülkelerdeki monarşik yönetim yapısının, liberalleşmesiyle birlikte, ekonomi yazınındaki yaklaşımların değişimi de hız kazanmıştır. Emek, sermaye, rant ile ticaretin getirdiği

bölüşüm sorunları kapitalizm ile beşeri sermayenin yorumlanmasındaki tartışmayı körüklemiştir.

Ekonomi biliminin öncülerinden Adam Smith, kapitalizm olgusu içinde sınıfladığı beşeri sermayeyi, potansiyel olarak arttırılan bir prodüktif sistem olarak görmektedir. Smith özellikle, kapitalist ekonomik kalkınmaya katkı yapan birincil etmenler olarak iş bölümü ve birikim yasası üzerinde durmaktadır (Smith, 2006: 5-14). Bu iki olgu ulusların zenginliği biçiminde ifade edilmektedir. Endüstri devrimi öncesinde iş bölümü; tarım, sanayi ve herhangi bir özel ürünün arasında nispeten daha sınırlıydı. Bir ürün, örneğin elbise bir kişi tarafından baştan sona dikilmekteydi (Parasız, 2005: 6). Dünya genelinde giderek artan ticaret hacmi, ulaşım olanaklarının modernleşmesi ve çeşitli piyasaların genişleyen sınırları, üretim alışkanlıklarının da farklaşmasına neden olmaktaydı. Nihai mallara yönelik artan talep, özellikle üreticilerin üzerindeki baskı unsurlarından en etkin olanıydı. Bu durumda üreticiler, daha entegre ve modern üretim modelleri geliştirme tercihini benimsemişlerdir. Tarım ürünlerindeki ticari katma değerin yerine sanayi mallarının artan popülaritesinin yerleşmesi, kırsal kesimlerde yaşayan tarımsal işgücünün, kentlerde yoğunlaşan ve artan sanayi işgücüne doğru kayması yada göçmesine neden olmuştur. İngiltere’de başlayan endüstri devrimi bu gelişmelerin en tipik örneğini oluşturmaktadır.

“Bilindiği gibi Adam Smith, İngiltere’nin sanayileşmesini

kalkınma kavramıyla değil, maddi ilerleme kavramıyla açıklamıştır. Dolayısıyla Smith, iktisadi kalkınmadan değil de İngiltere'nin zenginleşme ve ilerlemeye yönelik iyileşmesinden bahsetmiştir. Ulusların Zenginliği adlı eserinde maddi ilerlemeyi sermaye birikimine, bu birikimi de zengin sınıflardaki para artırma eğilimine bağlamıştır. Maddi ilerleme, A. Smith’den İkinci Dünya Savaşına kadar tüm iktisatçılar tarafından Batı’ının iktisadi kalkınması olarak isimlendirilen şeyi açıklamada kullanılan bir ifade olmuştur” (Yavilioğlu, 2002: 60).

Makineleşmenin üretim hacimlerini arttırdığı fabrikalarda, uzmanlaşma ekseninde, işçilerin daha küçük veya daha ince bileşiklere doğru ayrılması gibi bir

durum ortaya çıkmıştır (Smith, 2006: 293-294). Kırsal alanlardan kentlere doğru yönlenen göçle birlikte, kentlerdeki yerleşim alanlarında farklı mahallelerin kurulması ayrımını da beraberinde getirmiştir. Bu sosyal olgunun yanı sıra, işçilerin rutin işbölümü, kabiliyet gelişimine katkıda bulunmuş ve fabrikaların üretim sayıları her geçen gün daha artar bir hal almıştır. Smith açısından büyümenin lokomotifi, sermayenin birikmesi ve yeni teknolojinin üretime dahil olması olarak görülmektedir. Kapitalizm, endüstriyel sermaye birikimi, uzmanlaşma aracılığıyla etkinliğin arttırılması ve serbest ticaret gibi kavramlar, Adam Smith’e göre, ekonomik kalkınmanın temel yapı taşlarını oluşturmaktadır (Parasız, 2005: 6).

Ekonomik kalkınma ve büyümeyle ilgili Maltus’un nüfus teorisinde (1798’de yayımladığı An Essay on Principle of Population adlı ünlü yapıtı), her ne zaman ücretler asgari geçim düzeyinin üzerine yükselirse, nüfusun da buna paralel olarak artış göstereceği varsayılmaktadır. Özellikle toprağı işleyen fakir kesimlerin, yüksek üretim düzeyini yakalayarak arttırdıkları gelirleri doğrultusunda, daha fazla gıda malı satın alabilmeleriyle birlikte, diğer gereksinimlerini de daha rahat bir biçimde karşılamaları söz konusu olmuştur. Artan ücretlerle beraber nüfus artışında da bir ivme görülmektedir. Maltus’a göre ilerleyen süreç içerisinde temel gıda mallarının üretimi, bu hızlı nüfus artışına ayak uyduramayacaktır. Ayrıca artan ihtiyaçları karşılamak amacıyla, başka alanlarında ilave olarak tarımsal üretimine açılması, verimin düşmesini de tetikleyen bir unsur olacaktır. Uzun dönemde ise nüfus artışı sonuçta, temel gıda malları üretiminin ve diğer ücret mallarının üretimindeki artışın yavaşlaması gibi bir durumla karşı karşıya kalacaktır. Üretim ve gelirlerin dengesiz artışı ve nüfusun büyümeye devam etmesiyle, kişi başına düşen gelirlerde azalışın olması kaçınılmaz bir hal alacaktır. Bu durumda Maltus açısından dengeye ancak; nüfus artışıyla, gıda artışı arasında bir uyum söz konusu olduğu zaman ulaşılacaktır (Parasız 2005; 6-7).

Özellikle, Smith’den sonra iktisatçılar; sanayi devrimi, kapitalizmin yükselişi, ticaretin evrimi veya serbest ticaret ve girişimciliğin yükselişi hakkında araştırmalar yapmışlardır. Arndt’a göre, bu tarihi süreçte ekonomik kalkınma olarak tarif edilmiş olan bir ifade, birkaç ampirik çalışma dışında pek kullanılmamıştır. Bunun bir istisnası A. Marshall’dır. Marshall kalkınma sözcüğünü, “her türlü düşüncenin gelişmesinde veya sosyal kurumların gelişmesinde olduğu gibi sadece zamanla ortaya çıkışa işaret

eden” edebi bir anlamda kullanmıştır. İkinci bir istisnayı “İktisadi Kalkınma Teorisi” isimli çalışmasıyla Schumpeter oluşturmaktadır. Üçüncü istisnaya ise, 1920’lerde iktisat tarihçilerinin “iktisadi kalkınma” terimini kullanmalarıyla ulaşılmaktadır. Bu anlamda Lilian Knowks’un, 1924’te bir iktisat tarihçisi olarak yayımladığı: “İngiliz Deniz Aşırı İmparatorluğunun İktisadi Kalkınması” adlı kitabı dikkat çekicidir. Birkaç yıl sonra Vera Anstey “Hindistan’ın Ekonomik Kalkınması” isimli kitabını yayımlamıştır. R.H. Tawney, 1931’de Çin’i analiz ettiği eserinde “kalkınmanın uzun sürecinden” ve “Çin’in iktisadi kalkınmasına neden olan güçlerden” bahsetmektedir (Arndt, 1981: 458), (Aktaran; Yavilioğlu, 2002: 61).

İlerleyen süreçle birlikte ekonomi literatüründe, A.Lewis 1944 yılında, zengin ve fakir ülkeler arasında kişi başına gelir farklarındaki açığı kapatmaya yönelik, hızlı bir iktisadi kalkınma programına gereksinim duyulduğunu deklare etmiştir. Daha sonra ise kalkınmaya yönelik olarak (1955) İktisadi Büyüme Teorisi eserini yayınlamıştır. Bu modelde sanayi sektöründe yapılacak sermaye artırımıyla, tarımda oluşan fazla istihdamın, sanayi sektörüne aktarılması öngörülmektedir. W. W. Rostow’un, İktisadi

Büyümenin Aşamaları isimli ünlü çalışması da ekonomik kalkınmanın incelendiği

eserler sınıflamasına dahil olmuştur. Gunnar Myrdal ise, 1957’de iktisadi kalkınmayı

tüm nüfusun hayat düzeyinde bir artış olarak tarif ederek, kavramın genel kullanımını

yansıtmıştır (Yavillioğlu, 2002: 62). Kenneth Galbraith (1962) ise “standart bir modern

kalkınma planının, aslında bir yatırım planı anlamına geldiğini” belirtmiştir.

Özellikle 1960’lı yıllara kadar sürdürülen ekonomik kalkınma bağlantılı araştırmalara bakıldığında, gelir dağılımı ve ülkelerin kalkınma süreçlerinde yaşadığı dönüşümlerin sıkça ele alındığı görülmektedir. Dünya savaşlarının yarattığı yıkım etkisi, kıtlık, sektörler arası ticaretin yavaşlaması, iktisadi bunalım evreleri, ekonomi bilimindeki araştırma konularını da etkilemiştir. Ortaya atılan büyüme modelleri, daha planlı kalkınma programlarına duyulan ihtiyacı karşılamaya yönelik araştırmaların derinleşmesine bir zemin hazırlamıştır. Üretime dönük tarım ve sanayi sektörlerindeki, modern teknik bilgilerin kullanımı (know-how), sermaye, yetişmiş insan gücü gibi faktörlerin analizi ekonomik ilerlemeye yapılan veya yapılacak katkıları ortaya çıkarmadaki temel yöntemler olarak belirginleşmiştir (Galbraith: 1962: 15). Ekonomik

kalkınma çabaları, özellikle ülke ekonomik yapılarındaki dönüşümün ve farklılaşmanın temel itici gücü olmuştur. Gelişmenin arttırdığı sermayenin toplum içerisindeki adaletli dağılımı ile sosyal yatırımların bölgeler içersindeki bölüşüm sorunu, ülkelerdeki kalkınmışlık ölçütlerinin ve kavramların ele alınış biçimlerini değişime uğratan faktörlerdir.

4.3 Ekonomik Gelişime Bağlı Olarak Değişen Kavramlar ve Bölüşüm