• Sonuç bulunamadı

5. AVRUPA BİRLİĞİ HAREKETİ

5.1.1 Avrupa’da II Dünya Savaşı Sonrası Ekonomik Entegrasyona

Yakın tarih açısından dünya siyasi ve ekonomik ilişkilerinin özellikle 20. yüzyılda büyük bir dönüşüm içine girdiği bilinen bir gerçektir. İlk dünya savaşı, siyasi ve ekonomik gücün paylaşım anlaşmazlığından dolayı patlak vermiş, ikincisi ise daha çok ülke üzerinde imtiyaz sahibi olma uğraşında olan, ülkelerin (Almanya ve İtalya daha sonra Japonya) takip ettiği yayılmacı politikalardan kaynaklanmıştır. Dünya devletleri arasındaki bu yıkıcı mücadele, yüzyıllardır küçük çapta veya gizliden gizliye sürmekte olan bir paylaşım kavgasının en somut örneğini oluşturmuştur. Sonuçta bu kavga, büyük bir ekonomik ve sosyal çöküntünün tüm dünya devletlerine yayılmasındaki en büyük etken olarak nitelenebilir.

II. Dünya Savaşının küllerinden yeniden doğma uğraşında olan Avrupa devletleri de savaşın yaratmış olduğu bu yıkıcı etkilerden kurtulmada, dayanışma için gerekli yapılanma konusunda, 1940’lı yılların son dönemlerinden itibaren uygulamaya yönelik arayışlar içine girdiler. Özellikle Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB), Doğu Avrupa üzerindeki askeri ve siyasi gücünün varlığı, liberal Batı Avrupa ülkeleri ve Amerika Birleşik Devletleri’ni (ABD) oldukça endişelendiren bir faktördü. Karşılıklı kutuplaşmanın, Doğu ve Batı ülkeleri ekseninde şekilleneceği savaş sonrası dönemde iyice belirginleşmeye başlamıştı. Güvenlik konusundaki çekinceler, ülke liderlerinin açıklamalarından anlaşıldığı üzere, yaklaşık yarım yüzyıl sürecek olan yeni bir savaşın habercisiydi. Bu dünya literatüründe adından sıkça söz ettirecek olan Soğuk Savaş kavramından başka bir şey değildi.

Totaliter rejimlerle Demokratik liberal rejimlerin kapışması olarak anılan II. Dünya Savaşının bilançosu ise fazlasıyla ağır oldu. Kıtalar arası tüm dünyaya yayılan bu büyük savaşa toplam 61 ülke katılmıştı. Savaşın, “Askeri harekat alanı 22 milyon km² ye kadar yayılmıştı. Bu savaşta yaklaşık olarak 110 milyon kişi silahlandırılmıştı. Yaşanan çatışmalarda 62 milyon kişi hayatını kaybetti, ki bu rakam o zamanki dünya nüfusunun yüzde 2.5’ ini içermekteydi. Diğer önemli bir nokta ise, savaşta verilen insani kayıpların yüzde altmışının yalnızca sivillerden oluşmasıydı”(Armaoğlu, 1995). Savaşa katılmış olsun yada olmasın, tüm dünya ülkelerindeki sanayi ve tarımsal üretim ile uluslararası ticaret neredeyse durma noktasına gelmişti. Savaş sırasında çoğu ülkenin ekonomisi çökmüş, özellikle 19. yüzyılın büyük devletlerinden biri olan İngiltere, Alman hava saldırıları ve sömürgelerindeki çatışmalardan dolayı derin yaralar almıştı. Bu süreçte, Fransa da yine Alman güçlerinin işgalinde kalarak bir hayli güç ve prestij kaybetmişti. Sovyet Rusya’ya baktığımızda ise, Alman ordusunun Stalingrad kuşatmasında ve hava saldırılarından oldukça geniş çaplı maddi çöküntü içine girdiğini görmekteyiz. Sovyetler bu savaşta yaklaşık 12 milyonu sivil olmak üzere toplam 23 milyon vatandaşını kaybederek, insani açıdan da en büyük zararı gören ülke olmuştur.

Avrupa ülkelerinin kıtadaki barışı ve refahı sürekli kılmadaki arayışlarıyla ilgili olarak Çağrı Erhan (2002 in Oran. B. eds);

1. “Politik açılardan Fransa ile Almanya arasındaki ikili sorunların kalıcı biçimde çözüme kavuşturulması gereksinimi.

2. Avrupa kıtasının güvenliği konusunda Sovyet tehdidine karşı koyabilecek bir bütünleşme oluşturma gerekliliği (Truman doktrini-Brüksel antlaşması-NATO).

3. Ekonomik açıdan savaş sonrası yıkımı ortadan kaldırarak refahı tesis etme ve yaygınlaştırma; Marshall yardımının etkin biçimde dağıtımının ve kullanılmasının sağlanması gereksinimi.

4. Savaş sonrasında ABD’nin, Almanya’yı tekrar Avrupa ekonomisine entegre edebilmek için konfederatif bir yapı üzerindeki geliştirdiği tutumlarının”, dikkat çekici bazı unsurlar olarak nitelendirmektedir.

anlayışıyla, Kıta Avrupa’sı ve ABD arasındaki önce mali yardıma ve daha sonrasında uluslararası ticaretin geliştirilmesiyle birlikte, Birleşik Devletlerdeki savaş sonrası oluşan arz fazlası ticari malların eritilmesi kolaylaşacaktır.

Küresel bir barışı sağlamak amacıyla, ABD’nin San Francisco kentinde savaşa dahil olan devletler, 26 Haziran 1945 tarihinde Birleşmiş Milletler Örgütünü kurarak kendilerini güvence altına sokmayı amaç edinmişlerdir. Ancak, Avrupa Devletleri ABD’nin korumacı şemsiyesine alternatif olarak kendi aralarında da bazı güvenlik ve/veya ekonomik amaçlı ittifaklar kurmaya doğru yöneleceklerdir. Özellikle savaşın neredeyse bir moloz yığınına çevirdiği Avrupa’da İngiltere Başbakanı Winston Churchill’in 19 Eylül 1946 yılında Zürich’ de yaptığı konuşmada ortaya attığı; “Avrupa Ailesi’ni yeniden yaratarak, Avrupa Birleşik Devletlerini kurma” fikri tartışılmaya başlamıştır (Moussis, 2004).

II. Dünya Savaşından sonra, Batı Avrupa devletlerini bütünleşme sürecine girmeye zorlayan en önemli faktörlerden biride Doğu Avrupa’da belirginleşen komünizm tehlikesidir. 1947-48 devresinde Prag'ın komünist idarenin hakimiyeti altına girmesi, Sovyetlerin Batı Alman para reformuna misilleme olarak Berlin'i ablukaya alması, Fransa ve İtalya'daki komünist partilerin Kominform'a dahil olmaları, İngiltere'nin Türkiye ve Yunanistan'ı Sovyet tehlikesine karşı savunabilecek güce sahip olmadığını ilan etmesi, ABD'nin Truman Doktrini'ni kabulüne neden olan güçlü etkenler arasında gösterilmektedir (Pollard, 1974 ss.157,158) (Aktaran, İşyar; 1998).

Savaş sonrası yıkımla boğuşan, genellikle liberal rejime bağlı diğer Avrupa devletlerine, Sovyetler Birliğine karşı bir savunma sistemi kurulmasından başka bir seçenek bırakılmamıştır. İlk girişim beş Batı Avrupa devleti, İngiltere, Fransa, Hollanda, Belçika ve Lüksembourg’dan gelmiş ve bu devletler 17 Mart 1948’de Brüksel’de bir Batı Avrupa Birliği’ni (Western European Union, Union Européene Occidentale) kurmuştur. Günümüzde de yürürlükte olan bu anlaşma ile taraflar hem ortak savunma, hem de ekonomik, sosyal ve kültürel işbirliği yükümlülüğü üstlenmişlerdir. Batı Almanya ve İtalya da 1954 yılında daha sonra bu Birliğe katılacaklardır

Moskova, Marshall’ın yardım önerisine, Avrupa Kalkınma Programı’na katıldıkları taktirde kontrolleri altına aldıkları Doğu Avrupa’nın, giderek ellerinden çıkacağı endişesiyle, “hayır” yanıtı verdiğinde, bir anlamda Soğuk Savaş (Cold War) açıkça başlamıştır.

Özellikle bağımsızlıklarını kazanmak uğraşındaki yada yeni kazanmış olan ülkeler, iki süper gücün rekabet alanları olarak belirmiştir. Dağılan imparatorluklardan oluşan yeni devletlere yapılan yardım da, ABD hegemonyasının ve Sovyet rekabetinin araçları arasında yer almıştır (Bostanoğlu, 1999). Soğuk savaş tehlikesi altında ABD’nin ittifaklar kurabilmesi kolaylaşmıştır. Avrupa’da yaygınlaşan çok uluslu, gerek siyasi, gerekse ekonomik ve ticari entegrasyonların temel hareket noktasında,

dünya siyasetinin bu dönem içindeki yapısı durmaktadır.

Yakın tarih boyunca dünya siyasi ve ekonomik ilişkilerini her bakımdan etkileyen Soğuk Savaş olgusu ekseninde Vietnam’da ABD, Afganistan’da da Rus ordusunun yaşadığı olumsuzluklar, 1970’li yıllarda güçlenen ekonomik kriz, 1980’li yıllarda ikili ilişkilerin esneklik göstermeye başlamasına neden olan başlıca gelişmeler olarak belirtilebilir. Karşılıklı imzalanan silahsızlanma anlaşmaları, Sovyetlerin özellikle Gorbaçev döneminde Glastnost ve Prestroyka politikalarını benimsemeleri, kutuplar arası ilişkileri olumlu yönde etkilemiştir.

Sonuç olarak Avrupa’da soğuk savaşın 1991’de sona ermesine kadarki süreçte,

ekonomik kalkınma sorununa Doğu ve Batı blokları kendi aralarında çok boyutlu

entegrasyon çemberleri oluşturarak çözüm getirmeye çalışmışlardır. Avrupa’nın kalbindeki Yugoslavya’da yaşanan iç savaşa kadarki süreçte, diplomatik çekişmelerden başka, kutuplar arasında, herhangi doğrudan bir sıcak çatışma yaşanmamıştır. Böylelikle 1950’li yıllardan itibaren Avrupa Ekonomik Topluluğu üye ülkelerin kalkındırılmasına daha aktif bir şekilde odaklanabilmişlerdir. Diğer yanda, Doğu Bloğuna dahil olan Merkezi ve Doğu Avrupa ülkeleri, ekonomik ve siyasi yönden Sovyetler Birliği’ne paralel bir duruş sergilemişlerdir.

ve genişleme çabaları hız kazanmış ve özelliklede Doğu Bloğundan kopan ülkelerin Birlik bünyesine katılması yönündeki, ekonomik kalkındırma programları devreye sokulmuştur.