• Sonuç bulunamadı

4. EKONOMİK KALKINMA VE EKONOMİK BÜYÜME AYRIMI

4.4 Kalkınmada Ekonominin Yeri, Gelir Dağılımı ve Kırsal Kalkınma

4.4.2 Değişen Ekonomik Kalkınma Stratejileri Kapsamında Tarım ve Nüfus

4.4.2 Değişen Ekonomik Kalkınma Stratejileri Kapsamında Tarım ve Nüfus

Ekonomik kalkınma stratejilerinin, global ekonomi tabanlı bir tartışmaya oturmasıyla birlikte son yıllarda üç farklı gelişimin yaşandığı görülmektedir (Ward ve Hite, 1998: 251): İlk olarak, teknolojik ilerleme, alan ekonomilerini (economics of space) tümüyle etkilemiştir. İkincisi, “Yeni Büyüme Teorisi” ile örgütsel ve davranışsal uygulamaların “izolasyon” yerine, “öğrenerek” entegrasyona gitme önerisini benimsemiş olmasıdır. Üçüncü ve son gelişim ise “hız” olgusunun her alanda artışıyla birlikte şekillenen piyasa tepkisinin ortaya çıkışıyla gerçekleşmiştir.

Dünya çapındaki kalkınma ve büyüme sürecinde gözlenen sosyal adaletsizlik ile diğer yapısal sorunlar, uzun zamandır bağımsız olan ancak, her alanda gelişme

ölçütlerinde geride kalan çok sayıda ülkeyi derinden etkilemiştir. Büyümeye çoğu kez artan eksik istihdam, sosyal hizmetlerde kötüleşme ve mutlak göreli fakirlik eşlik etmiştir. İstihdamla ilgili bu tip ülkelerde göze çarpan hususlar için;

a. Özellikle kırsal alanlar göreli olarak göz ardı edildiği ve kaynaklar kentsel alanlarda yoğunlaşmışlığı,

b. Kamu harcamalarının tarım ve endüstri arasındaki dağılımında dengesizlik bulunduğu,

c. Tarım sektöründe ticaret hadleriyle ilgili sorunlar yaşandığı, gibi saptamalarda bulunulmaktadır (Parasız, 2006: 135). Fakat, bazı durumlarda tarım sektöründeki daha hızlı bir büyüme daha yüksek gıda fiyatlarını teşvik edebilir. Öte yandan bu malları, çoğunluğu oluşturan fakirler satın alamayacak, böylelikle toplumsal sorunların daha fazla derinleşmesi durumuyla karşılaşılması olasılığı artacaktır.

Tarımsal üretimin, en temel niteliklerinden biri olan doğal koşullara duyulan bağlılık sebebiyle; belirsizliklerin ve risklerin yüksek olması, tarımsal ürünler talebinin ve arzının inelastik bir yapıda olması, tarımsal piyasalar da sürdürülebilir gelir kazanımındaki eksiklikler ve ticaretin oluşum özelliği itibarı ile sermayenin dönüşüm hızının yavaş olması gibi, kendine has görülen özellikleri itibariyle, diğer sektörlere göre kârlılık yönünden bazı olumsuzluklara sahiptir. Tarım ürünlerinde talep esnekliklerinin düşük olması da üretimde dalgalanmalara ve bunun doğal bir sonucu olarak da kolaylıkla fiyatlarda dalgalanmalara yol açabilmektedir. Fiyatlarda yaşanan dalgalanmalar da üreticilerin gelirlerinde bazı belirsizlikler yaratır. Batılı ülkelerde planlı üretim ve piyasa mekanizmalarının varlığı ve yeşil devrimle değişen üretim alışkanlıkları dönem içerisinde yaşanan tarımsal ürünlerdeki ticaret zorluklarının bir derecede aşılmış olması, özellikle AB ülke deneyimlerinden anlaşılmaktadır. Ancak, gelişmekte olan ülkelerde tarımsal üretim ve istihdam gibi temel konulardaki yapısal sorunların varlığı ciddiyetini korumaktadır. Tarım piyasalarının giderek daha farklı bir görünüm kazanması ve dünyada hızla artan nüfus, ülkelerin kalkınma stratejilerini de etkileyen boyutlara ulaşmıştır.

Günümüzde dünya genelindeki kalkınma odaklı nüfus politikaları hakkındaki küresel boyuttaki tartışmalar gün geçtikçe daha da karmaşık bir hal almaktadır. Artan

açısından bu gelişmenin önemli bazı tehditler oluşturduğu yönündedir. Göz önündeki bazı etkenler, örneğin; toprak, su, enerji ve biyolojik farklı cinsler hiçbir zaman olmadıklarından daha fazla sıkıntı altındalar ve dünya genelindeki nüfus artış hızı da bu sıkıntının en önemli kaynaklarından biri olarak görülmektedir. Bu tartışmaların diğer bir boyutu ise genel olarak zengin ülkelerdeki ailelerin, hiç yada çok az sayıda çocuk sahibi olma eğilimleri ve mevcut çiftlerin yaşlı ebeveynleriyle yakından ilgilenmemeleri gibi sosyal bir boyutta yaşanmaktadır.

Jeffrey D. Sachs’a göre; nüfusun gelişme hızı hakkındaki bu tür görüşler dışında, iyi sayılabilecek saptamalara sahip olanları da bulunmaktadır. Avrupa, Japonya ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ile orta düzeydeki gelişmiş ülkeleri karşılaştırmaya yönelik yapılan akademik yayınlar; yaşlı nüfusun etkin yönetilmesini ön plana çıkarmaktadır. Ulaşılan tespitler açısından bakıldığında, düşük nüfus artış hızından sağlanan faydalar, devletlerin düzenleme konusunda yaptığı maliyetlerden daha ağır bir şekilde sürdürülmektedir. Öte yandan ifade edilenin tersine global ölçekteki nüfus hızla artmaya devam ederse, dünyanın doğal kaynakların kullanımı konusundaki sıkıntılar da giderek artacaktır. Bu nedenle, doğum oranlarının düşük olduğu yerlerde, devlet doğum oranını arttırmak için ihtiyatlı politikalardan kaçınmak durumundadır. En hızlı nüfus artışı görece olarak daha yoksul bölgelerde meydana gelmektedir. Fakir insanlar özellikle de tarımsal faaliyetlerle geçimini sağlayan

kesimler (çiftçiler), kadın başına altı veya daha fazla çocuğa sahip olma eğilimindedir.

Bazı yoksul çiftçi aileleri, yaşlandıklarında güvenlik ve üretim faaliyetlerindeki günlük işlerin yapılması açısından çocuklarına bel bağlamaktadırlar. Böylelikle bu fakir aileler aile planlaması ve doğum kontrolüne başlamaktan yoksun olabilmektedirler. Gelişmişlik açısından, düşük seviyede bulunan Afrika kıtası genelinde, yüksek nüfus artışının bir sonucu olarak, Birleşmiş Milletler (BM) Nüfus Bölümünün yaptığı bir projeksiyona göre; kıta nüfusunun 2050 yılında, yakın geçmişteki 900 milyonluk düzeyinden ikiye katlanarak, 1 milyar 800 milyon kişiye yükseleceğini hesaplanmıştır. Böylelikle, hızla artan nüfusun yapısının genç bir yaş ortalamasına sahip olma olasılığı, her aileye daha çok sayıda çocuk düşmesi varsayımıyla örtüşmektedir. BM’ye göre Afrika kıtasındaki son yıllarda yapılan (2004) ölçümlerde yaş ortalaması 19 iken, 2050 yılında bu rakam 28 civarında olacaktır. Avrupa’da ise nüfus artışı eğiliminin tam tersi bir durum söz konusudur. Birleşmiş Milletlerin tahminine göre günümüzde yaklaşık 725

milyon kişi olan Avrupa nüfusu 2050 yılında 630 milyona kadar gerileyecek. Düşük nüfus artışı hızı ve ortalama yaşam süresinin uzaması, 2005 yılında ortalama 39 yaş civarında olan Avrupa nüfusunun 2050 yılı tahminlerine göre 48’e yükseleceği biçiminde sağlam beklentiler bulunmaktadır (Sachs, 2005).

21. Yüzyılda küreselleşme, teknik değişme ve iletişim devrimi içinde gelişen hızlı sanayileşme sürecinde, kalkınmanın nimetlerinden büyük halk kitlelerinin yeterince yararlanamama rahatsızlığı, gelir dağılımının adaletsiz olan yapısı; başka ülkelerde olduğu gibi, Türkiye gündemindeki yerini halen korumaktadır. Bu eşitsizliğe örnek olarak, Türkiye üzerindeki araştırmaların ortaya koyduğu manzara özellikle sosyo-ekonomik açıdan oldukça düşündürücüdür.

Toplam ülke gelirinin nerdeyse yüzde 50’sini, nüfusun en zengin yüzde beşlik kesimi almaktadır. Nüfusun en fakir yüzde 20’si de toplam gelirin yalnızca yüzde beşini paylaşmak durumundadır (Yenal, [2001], 215)

Birçok ülke arasındaki üretim farklılıkları, teknolojik üstünlüğün yarattığı ayrım, nüfus artış oranlarındaki farklılıklar, tarım ve sanayi sektörlerindeki çalışanlar arasında derinleşen gelir uçurumu, toplumların refahında görülen sorunların ilk aşamada göze çarpan etkenlerindendir. Kırsal alanlar açısından da gün geçtikçe içinden çıkılamaz hale gelebilecek problemlerin tespiti, gerek teorik gerekse uygulama ve politika açılarından sürdürülen kitlesel kalkınma arayışları, ülkeler açısından farklı dinamiklere sahip olsa da küresel bir sorun olarak nitelenebilir.

4.5 Dünya Genelinde; Kalkınabilme Sorunu ve Kırsal Kalkınmanın