• Sonuç bulunamadı

EKONOMİK, SOSYAL VE KÜLTÜREL HAKLAR

C. DİL HAKLARI, EĞİTİM HAKLARI VE BU HAKLARA BAĞLI YARGISAL HAKLAR

5. EKONOMİK, SOSYAL VE KÜLTÜREL HAKLAR

Şart, ayrıca bir çok ekonomik ve kültürel alandaki bir çok sorunu kapsamaktadır.

Taraflar, bölgesel veya azınlık dillerini kullananlar için bu dillerin konuşulduğu yerlerde, her bir dilin durumuna göre kamu kurumlarının doğrudan ya da dolaylı olarak yeterliliğe sahip olması, gücü olması ya da bu alanda rol oynaması ölçüsüne göre ve medyanın bağımsızlığı ve özerkliği ilkesine saygı göstererek aşağıdakileri taahhüt ederler:

- Azınlıklar dilinde yayın yapan en az bir radyo veya televizyon kanalının kurulmasını sağlamak, buna destek olmak veya televizyon radyo yayın kuruluşlarının azınlık dillerinde program yapmasına izin vermek;

- Azınlıklar dilinde sesli – görsel ürünlerin üretilmesini sağlamak;

- En azından azınlıklar dilinde çıkan bir gazetenin yayınlanmasını veya bu dilde makalelerin yayınlanmasını teşvik etmek veya desteklemek;

- Eğer kanun tarafından basın yayın araçlarının desteklenmesi öngörülüyorsa, azınlıkların kullandığı bazın yayın araçlarının ek masraflarını karşılamak;

- Sesli ve görsel ürün üretim mali desteklerini azınlıklar dilinde olanlar için de genişletmek;

- Azınlıklar dilini kullanan yayın araçları için gazeteci ve diğer personelin eğitimi için yardım etmek.

Böylece, uluslararası belgelerin karşılaştırma ve hukuki analizi sonucunda, azınlıkların ve azınlıklardan olan kişilerin haklarını öngören hukuk normlar ortaya çıkmıştır: Kendini tanımlama hakkı; kendi özgünlüğünün korunması, yaşanması ve geliştirilmesi hakkı; zorunlu asimilasyondan korunma hakkı; özel dil hakları. Tüm bu normların bileşimi, sadece azınlıklarla ilgili olan toplumsal ilişkiler grubunu düzenlemekte ve azınlığın statüsünü daha net bir şekilde ortaya çıkarmaya yaramaktadır.

Belirtmek gerekir ki, “statü” kelimesinin kendisi tartışmalı bir kelimedir. Ama buna karşın bilim adamları, statü kelimesinin, hukuk tarafının hak ve sorumluluklarını taşıdığını inkar etmemektedirler.

Kanımızca Ulusal Azınlıkların özel statüsünden bahsetmek mümkündür. Onun temelinde özgünlük hakkı yatmaktadır. Ayrıca belirtmek gerekir ki, kişinin genel hak

statüsü temelinde durmaktadır ve onun bir eki olarak kabul görmektedir; başka bir deyişle, özel statü kapsam olarak, kişinin genel statüsünden veya diğer sosyal grupların hukuki statüsünden daha dar olamaz.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

AZINLIK HAKLARININ ULUSLARARASI ALANDA KORUNMASI

I. AZINLIKLARIN ORTAYA ÇIKIŞI A. GENEL OLARAK

Azınlık sorunları sadece devletin iç politikasını ilgilendiren ulusal bir sorun değil, aynı zamanda bölgesel ve uluslararası istikrarı etkilediği ölçüde uluslararası bir sorundur. Bu açıdan azınlık sorunları kısa sürede uluslararası boyut kazanabilmektedir.

Azınlık probleminin dünya gündemine geniş ölçüde girmesi, milliyetçilik ve ulus-devlet yapısıyla yaşıttır. Bu nedenle de 19. yüzyılda ve 20. yüzyılın başlarında, özellikle Birinci Dünya Savaşı’nı izleyen yıllarda, neredeyse her ulus-devlet için bir azınlık sorunu doğmuştur.241

Azınlıkların tanınması ve korunması konusunda ilk çalışmalar, Milletler Cemiyeti’nde yapılmıştır. Birinci Dünya Savası sonrası yapılan her andlaşmada azınlık sorunu ele alınmıştır. İkinci Dünya Savaşını izleyen yıllarda sorun önce Birleşmiş Milletler’in, daha sonra Avrupa Konseyi ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın gündemine girmiştir. Bütün bu çalışmalara rağmen bu güne kadar, Birleşmiş Milletler’e üye bütün devletlerin tamamı tarafından kabul edilen bir azınlık tanımı yapmak mümkün olmamıştır.

Azınlık hakları, insan hakları anlayışının spesifik bir görünümü olduğundan Azınlık haklarının uluslararasılaşması sorunu insan haklarının uluslararasılaşması sorunundan yadsınamaz. Burada kısaca insan haklarının uluslararası alana çıkması ile evrenselleşmesi konusunu biraz irdelemek gerekmektedir.

II. Dünya Savaşı’nı takip eden yıllarda Dünya’nın ve Avrupa’nın siyasî düzeni kurulurken, ulusal düzeyde korumanın yetersizliği gerçeği karşısında, insan haklarını

241 19. ve 20. yüzyılda azınlıkların himayesine ilişkin olarak yapılan barış andlaşmaları hakkında bkz.

PAZARCI, 2. Kitap, s. 178-181.

uluslararası alanda korumaya önemli bir yer verilmiştir. Bu gelişmelerin bir sonucu olarak insan haklarının korunarak güvence altına alınması için çeşitli uluslararası kuruluşlar oluşturulmuş ve bu kuruluşlar tarafından çok önemli insan hakları belgeleri kabul edilmiştir.

Son tahlilde, özellikle Doğu Bloku’nun da çökmesiyle insan haklarına iç hukukla sağlanan güvenceler yanında, bireyin uluslararası hukukun sujesi242 olarak, sözleşmelerle korunan temel hak ve hürriyetlerinin uluslararası kurumlar önünde doğrudan aktif bir şekilde sağlanması fikrinin, en azından Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne Ek 11 No’lu Protokol’ün 1 Kasım 1998 tarihinde yürürlüğe girmesiyle, düşünceden pratiğe dönüşmesi daha da somutlaşmış bulunmaktadır.

İnsan hakları konusu, II. Dünya Savaşı’na kadar, münferit devletlerin içişlerinden sayılmıştır. Klâsik uluslararası hukuk ise, devletlerarası ilişkileri düzenleyen, devletlerin egemenlik hak ve bölgelerini belirleyen bir disiplin olarak değerlendirilmiştir.243

II. Dünya Savaşı’ndan sonra ise, insan hakları konusu artık sadece münferit devletleri ilgilendiren bir konumdan çıkmıştır. İnsanın insan olarak değerini, insanlar arasındaki eşitliği reddeden görüşün yeniden ortaya çıkmaması için, insan haklarına saygılı bir düzenin kurulması zorunludur.244 İnsan hakları uluslararası sözleşmelerle güvence altına alındıklarından, bu hakların ihlâli uluslararası hukukun da ihlâli sayılmıştır. İnsan hakları, 20. yüzyılda, sadece ahlâkî bir yükümlülük olmaktan çıkmış, siyasî bir muhtevaya bürünerek ulusal sınırları aşmış ve evrenselleşmiştir.245

Günümüzde insan hakları, dış politikanın da meşru bir hedefi haline gelmiş bulunmaktadır. İnsan hakları, artık devletlerin içişlerinden sayılmamaktadır. İnsan haklarının dış politikadaki yeri, 18. yüzyıl aydınlanma çağı ve Fransız ihtilâline kadar bir geçmişe sahip bulunmaktadır. Bu bakımdan, günümüzde, devletlerin klâsik egemenlikleri de zayıflayarak anlamını yitirmiş bulunmaktadır.

İnsan haklarının ihlali ve bu ihlalin uluslararası barış ve güvenliği tehlikeye düşürmesi yahut Birleşmiş Milletler şartının amaç ve prensiplerinin büyük ölçüde inkarını teşkil edecek ihlaller, bir devletin ulusal yetkisine dahil iç işlerinden sayılmamakta ve

242 LÜTEM, İlhan, Ferdin Milletlerarası Himayesi, AÜHFD, C.IX, 1952, sayı 1-2, s. 84; GÖZÜBÜYÜK, Şeref, Yönetim Hukuku, 7. Bası, Turhan Kitapevi, Ankara 1994, s. 397.

243 GÖZLÜGÖL, age, s.70.

244 GÖZÜBÜYÜK, age, s. 397.

245 UYGUN, Oktay, İnsan Hakları Kuramı, İnsan Hakları, YKY, İstanbul 2000, s. 13.

devletin Ulusal yetkisine dahil bir mesele olarak kabul edilemez.246 1991 Körfez Savaşı sonrası, ABD, İngiltere, Fransa ve diğer Batılı devletlerin 36. paralelin Irak’ın Kuzeyindeki bölgesinde gerçekleştirdikleri karışmanın Birleşmiş Milletler Andlaşması’na uygunluğu ise doktrinde tartışılmaktadır.

Evrensellik, olması gereken, her yerde geçerli olma özelliği olmakla, insan doğası;

dil, din, köken, cinsiyet gibi ayrımlara göre farklılaşmadığından dolayı insan haklarının, onun doğasından kaynaklanmasının bir sonucu olarak tüm insanlar için aynı olmalıdır.

Kişinin insan olmaktan kaynaklanan özelliklerini ortaya koyabilmesi ve geliştirebilmesi bu hakları kullanmakla mümkün olduğundan, insan hakları her zaman ve her yerde gerçekleştirilmesi gereken ilkelerdir. Evrensellik özelliği, her insanın bu hakları kullanıyor olması bakımından değil, haklara sahip olmak yönündedir.247 Bazı yazarlar buna hak sahipliği bakımından evrensellik demektedir248

Öte yandan, insan haklarının, insan onurunu koruma aracı olarak modern ulus–

devletin ve modern ekonominin belirlediği toplumsal koşulların etkisiyle Batı kültüründen kaynaklandığı, bu tarihsel özgüllüğüne rağmen nasıl evrensel olarak değerlendirileceği sorusudur. Modern devlet artık Batıya özgü bir kurum olmaktan çıkmış günümüzde tüm ülkeleri etkileyen bir süreç olmuştur. Toplumsal yapıların değişmesiyle insan onurunu koruyan geleneksel mekanizmalarda yetersiz kaldığından kapitalizm ve sanayileşmenin dönüştürücü gücü neredeyse bütün toplumlarda insan haklarının korunması bakımından insan haklarını tek geçerli çözüm olarak sunmaktadır. Nitekim İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin kabulünde hiç karşı oy kullanılmaması artık onları sistematik olarak ihlal edenler de dahil olmak üzere bütün devletler bakımından ideal standartlar olarak nitelendirilmektedir.249

İnsan hakları, insan haklarıyla ilgili uluslararası belgelerde evrensel olarak nitelendirilmektedir. İnsan haklarının evrenselliği, insan haklarının bireyler arasındaki birtakım özel ilişki veya işlemlerden doğmamaları, söz konusu ilişki ve işlemlerden bağımsız olarak varlığını ifade eder. Ayrıca, evrensellik, insan haklarının öznelerinin belli birey veya birey grupları değil, bütün insanlar olduğunu da ifade eder. Dolayısıyla insan

246 DOĞAN, age, s. 264.

247 AKILLIOĞLU, Tekin, İnsan Hakları l, Kavram, Kaynaklar ve Koruma Sistemleri, A.Ü.S.B.F. İnsan Hakları Merkezi Yayınları, Ankara 1995, s. 3.

248 UYGUN, agm, s. 26.

249 DONNELLY, age, 126 v.d. ; UYGUN, age, s. 28.

hakları, belli bir toplumun üyesi olmaya bağlı ve onunla sınırlı değildir. İnsan hakları, her topluma uygulanması mümkün genel ilkelerdir. Diğer bir ifadeyle, evrensellik, insan haklarının coğrafî, siyasî, ideolojik, sosyal, ekonomik, kültürel ve diğer farklılıklar dikkate alınmaksızın bütün insanlara aynı şekilde uygulanması anlamına gelmektedir. İnsan hakları ile ilgili bütün uluslararası belgeler, farklı yapılardaki devletlerin, vatandaşlarıyla ilişkilerinde asgarî bazı standartlara saygı göstermelerini öngörmektedir. Ne var ki, uluslararası insan hakları belgelerinde yer alan asgarî standartların gerçekleştirilmesi, özellikle sosyal ve ekonomik hak ve hürriyetler konusunda devletlerin imkânlarıyla sınırlı kalmaktadır.

İnsan hakları bilinci, bunlardan yararlanma ve bu konudaki beklentiler, bütün Dünya devletlerinde yeknesak bir şekilde yerleşmemiştir. Bunlar, siyasî, tarihî, ekonomik, sosyal ve kültürel açılardan çeşitli faktörlerin etkisi altında bulunmaktadır.

Sonuçta, her birey ve toplum kendi kültür ve ihtiyaçlarının sonucu olarak, insan hakları katalogundan farklı şekillerde yararlanmaktadır.

Kitle iletişim araçlarının gelişmesi gibi teknolojik gelişmelerin ulaştığı boyut da, hiç şüphesiz, insan haklarının gündeme gelmesinde büyük bir etkiye sahiptir. Her devlet, maddi gücü ile orantılı olarak uluslararası ilişkilerini düzenlemektedir. Diğer bir ifadeyle, ekonomik olarak güçlü olan devletler, uluslararası ilişkide bulundukları daha zayıf devletlere karşı birtakım şartlar ileri sürebilmektedirler. Bu yolla, Batı devletlerinin bölgesel değerleri, tek geçerli olan iddiasıyla diğer devletlere dayatılmakta ve mutlak olarak uygulanması istenmektedir.

Teknoloji ve bu arada kitle iletişim araçlarının ekonomik olarak güçlü olanların elinde bulunduğu değerlendirildiğinde, çoğu kere yapacakları yayınlar objektif olmaktan uzak kalmaktadır. Dünya kamuoyunun, Bosna-Hersek’teki olayla Kuveyt’teki olaya aynı oranda ilgi duyduğu söylenemez.

Görüldüğü üzere, azınlıkların uluslararası korumasının tarihi, insan haklarının uluslararası gündeme gelmesinin tarihinden daha eskidir. Bunun nedenleri, azınlıklar konusunun ülke bütünlüğü, devletlerin güvenlik kaygıları, büyük devletlerin diğer devletlerin içişlerine karışması, azınlıkların mensup olduğu grupların akraba devletlerinin olması v.b. gibi sebeplerdir. Bu konulara diğer bölümlerde yer verilmiştir.

Azınlık Haklarının uluslararası alanda korunması konusunun anlatılması doğal olarak azınlık anlayışının tarihçesinden bahsetmeyi de gerektirir. Biz Birinci Bölümde konunun tarihi gelişimini ele aldığımızdan bu Bölümde bu hususları tekrarlamamaya özen gösterdik.