• Sonuç bulunamadı

Ekonomik krizler; herhangi bir mal, hizmet, üretim faktörü ve döviz piyasasındaki fiyat veya kabul edilebilir değişme sınırının ötesinde gerçekleşen şiddetli dalgalanmalar olarak tanımlanır. Makro ekonomik krizleri; reel sektör ve finansal sektör krizleri olarak ikiye ayırabiliriz. Reel krizler; mal ve hizmet, işgücü piyasalarındaki “miktar”lar da yani üretimde veya istihdamda ciddi daralmalar (durgunluk ve işsizlik krizi) şeklinde ortaya çıkar. Mal ve hizmetler piyasasındaki genel fiyat seviyesinin sürekli olarak artması genelde “enflasyon krizi” olarak nitelendirilir. Eğer bu artışlar belirli sınırın üzerindeyse bu durumda da “enflasyon krizi” diyoruz. Finansal krizler; döviz ve hisse senedi piyasaları gibi finans piyasalarında şiddetli fiyat dalgalanmaları veya bankacılık sistemine geri dönmeyen batık kredi miktarlarında artışlar sebebiyle yaşanan ekonomik zorluklardır diyebiliriz. Yukarıda açıklanmaya çalıştığımız gerek reel gerekse finans piyasalarındaki istikrarsızlık kavramı (kriz kavramı) iki şekilde karşımız çıkmaktadır. Bunlar; konjonktürel ve yapısal istikrarsızlık türleridir.

1.3.1. Konjonktürel İstikrarsızlık

Konjonktür genellikle gelişmiş ülkelerde ortaya çıkan dalgalanmalardır (SHIPS, 2002:7). Bu dalgalanmaları açıklamaya yönelik farklı konjonktür teorileri geliştirilmiştir (BARLİNG, LUZİUS, 1998:184). Bunlar eksojen (ekonomi dışı) veya endojen (ekonomi içi) nedenlere ağırlık vermelerine göre ayrılmaktadır. Endojen konjonktür teorileri genellikle aşırı üretim veya eksik tüketim teorileri, nakdi teori ve sektörel olarak yatırımların orantısızlığı teorileri olarak kendi içerisinde sınıflandırılır. Diğer bir konjonktür teorisi olan eksojen teorisini ise, piyasada yer alan kara birimleri belirlemektedir.

Bu çok sayıdaki karar birimlerinin geleceğe dönük beklentileri, bu beklentiye göre oluşturdukları ve verdikleri kararları, konjuktürel dalgalanmaları hızlandırdığını kabul edilmektedir. Ortaya çıkan bu tür devresel hareketlerdeki ekonomik dengesizliği (istikrarsızlığı) ortadan kaldıracak farklı çözüm yaklaşımları söz konusudur. Burada, devresel ekonomik istikrarsızlığı çözebilecek birbirleriyle zıt iki ekonomik düşünceden söz etmek gerekmektedir. Birincisi neo-klasik yaklaşımdır. Bu düşünceye göre ekonomik istikrarsızlığa ekonominin arz cephesindeki tıkanıklık

ve devletin genişleyici para politikası neden olmaktadır. Bu düşünceye göre devlet ekonomik istikrara hizmet etmek istiyorsa, ekonomiye olan devlet müdahalesinin ortadan kaldırılması veya en aza indirilmesi gerekmektedir. Aksi durum, devletin ekonomiye istikrarı sağlamaya yönelik müdahalesi etkin olmayacaktır. Bir başka görüşe göre ekonomik dengesizliği talep cephesindeki gelişmelerle çözmeye çalışan Keynesyen ekonomik görüşüdür (FELDERER, HOMBURG, 1991:97 ve 153). Bu görüşe göre ekonomide bireylerin geleceği ilişkin beklentileri daraltıcı veya genişletici maliye ve ekonomik politikalarla değiştirilmek suretiyle konjoktürden kaynaklandığı düşünülen geçici istikrarsızlık hali giderilebilir. Konjonktür daha ziyade bir ekonominin genel durumunu açıklamakla birlikte, ekonomide belli aralıklarla meydana gelen devresel hareketleri ifade etmektedir (ÇELEBİ, 1998:4). Bu periyodik devresel hareketler; refah, daralma, çöküntü ve canlanma şeklinde birbirini takip eden bir süreçtir.

Konjonktürel istikrarsızlık ise açıklanan bu periyodik süreç içerisinde ortaya çıkan ekonomik dengesizliktir. Bu dengesizlikler bu devresel hareketler boyunca mal, para ve faktör piyasalarında oluşan genel fiyat seviyesindeki ya da istihdam seviyesindeki dengesizlikleri kapsamaktadır. Bu dengesizlik işsizlik ve enflasyon olarak ortaya çıkmaktadır. Yalnız burada ortaya çıkan dengesizlik hali kalıcı değildir; konjonktürün o anda geçirmekte olduğu süreçten kaynaklanmaktadır. Bu hal uzun süre devam etmeyecektir. Konjonktürün daha sonraki bir devresinde kendiliğinden ortadan kalkacaktır. Normal olarak konjonktür olarak adlandırılan sürecin, örneğin Almanya’da yapılan ampirik bir inceleme sonucu Almanya için ortalama 4 veya 5 yıl sürdüğünü göstermektedir (BARLİNG, 1988:184).

Sonuç olarak iç konjonktürel istikrarsızlık, kaynağının iç yada dış olduğuna bakılmaksızın ekonomi içerisindeki geçici sorunlar olarak anlaşılmaktadır. Bu süreç bazen uzun bazen bazı durumlarda ise uzun olabilmektedir ancak ekonomi içerisindeki tüm aktörler mevcut durumun geçici olduğunun bilincindedir.

1.3.2. Yapısal İstikrarsızlık

Genelde “yapı”, verilerin bütünü olarak tanımlanmaktadır (ÇELEBİ, 1998:6). Bu veriler; ekonomik faaliyetin fiziksel şartlarından, teknik şartlardan, ekonomik hukuk düzeni ve ahlaki değerlerden meydana gelmektedir. Bu sayılanların, yapıyı

açıklamaktan uzak olduğunu belirtmekte yarar vardır. Yapı, verilerin bütünü içerisindeki oranları ve ilişkileri de kapsamaktadır. Oranlar, verilerin birbirleri arasındaki ilişkileri açıklamakta ve önemini ortaya koymaktadır (MUTER, 2003:3 ve 6). Buradan yapıyı, aralarında belli oranlarda ilişki olan verilerin belli bir yer ve zamanda oluşturdukları bütün olarak tanımlayabiliriz. Ekonomik mali yapı, kendi içerisinde üretim teknolojisi yapısı, dış ekonomik yapı, kamu kesimi mali yapısı ve değerler yapısı gibi kısımlara ayrılmaktadır. Ekonomik-mali yapı, toplumsal yapının alt yapılarından birisi olarak, sosyal ve siyasal alt yapılarla yakın ilişki ve etkileşim içerisindedir.

Yapısal istikrarsızlık, öncelikle ekonomik-mali yapı olmak üzere sosyal ve siyasal yapılara bağlı olarak uzun süreli ve ısrarlı ekonomik dengesizlik durumudur. Gelişmekte olan ülkelerdeki istikrarsızlığın yapısal karakterli olduğu yönündeki görüşler ilk kez Latin Amerikalı iktisatçılarca dile getirilmiştir. Gelişmekte olan ülkelerdeki ekonomik yapı ile gelişmiş ülke ekonomileri arasındaki önemli farklar olduğunu dile getiren bu iktisatçılar, daha önce açıklanan ve önerilen istikrarsızlıktan çıkış, ekonomik çözümlerin daha ziyade gelişmiş ülkelere uyarlanabileceği ve bu ülkeler için geçerli olduğunu ifade etmektedirler.

Bu toptancı yaklaşımların gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki bu yapısal farktan ötürü, gerek neo-klasik gerekse Keynesyen yaklaşımın bu tür yapısal açıdan farklılık arz eden gelişmemiş ülkelere uyarlanamayacağıdır. Bu görüşlerin yerine bu tür gelişmekte olan ülkelerde meydana gelen istikrarsızlığı önlemek için, daha ziyade ekonomik yapıda değişim sağlayarak giderilebileceğidir. Gerek konjuktürel gerekse yapısal istikrarsızlık arasına bazı farklılıklar ortaya çıkmaktadır. Bunlar; konjuktürel istikrarsızlık geçici ve yön değiştirici özellik arz ederken, yapısal istikrarsızlık ise daha kalıcılık arz etmesidir. Konjuktürel istikrarsızlık süreç içerisinde ekonomik parametrelerin değerlerindeki değişmelere, yapısal istikrarsızlık ise ekonomik sosyal ve siyasal verilere bağlı olarak meydan gelmektedir. Bir başka fark ise, konjuktürel istikrarsızlık önceden öngörülebilir olmasıdır. Diğer bir fark ise konjuktürel istikrarsızlık halinde, ekonominin uyum kapasitesinin yapısal istikrarsızlığına nazaran yüksek olmasıdır (ÇELEBİ, 1998:7). Konjuktürel istikrarsızlık gelişmiş ülkelerin başını ağrıtırken, yapısal istikrarsızlık daha ziyade gelişmekte olan ülkelerde ortaya çıkmakta ve bu tür ülkelerde etkili olmaktadır.

1.3.3. Gelişmişlik Düzeyine Göre Ekonomik İstikrarsızlık

İktisadi istikrarsızlık bir ekonomide iç ve dış dengedeki olumsuzluğu ifade eder. İktisadi dengesizlikler de ortaya çıktığı ülkelere göre farklılık arz eder. Ülkelerin gelişmişlik düzeyine göre ortaya çıkan ekonomik istikrarsızlığın süresi, şiddeti, ekonomide ve toplumsal yaşamın tüm alanlarında yaptıkları tahribat ve buna karşın tavsiye edilen çözüme ilişkin çabalar ülkeden ülkeye değişik türden olmaktadır (ÇELEBİ, 1998:8). Kısaca bu ayırıma göre ekonomik istikrarsızlığa değinmek yerinde olacaktır.

1.3.3.1. Gelişmiş Ülkelerde Ekonomik İstikrarsızlık

Bu tür ülkelerde ekonomik istikrarsızlık konjonktürel olmaktadır. Bu ülkelerin sosyo-ekonomik yapıları diğer gelişmekte olan ülkelere göre oldukça sağlam ve gelişmiş bir durumdadır. Bu tür ülkelerde meydana gelen ekonomik istikrarsızlık yada dengesizlik nedeni daha ziyade gerek ülke içerisinde gerekse ülke dışında uluslararası piyasalarda ortaya çıkan kontrol edilemeyen ekonomik göstergelerdir. Gelişmiş ülkelerde ortaya çıkan konjonktürel istikrarsızlığın ana nedenlerinden birisi, yurtiçi tüketim ve ihracattan oluşan toplam tüketim hacmindeki dalgalanmaların, yatırım hacmi ve kapasite kullanım oranlarında meydana getirdiği etkilerdir. Diğer en önemli istikrarsızlık nedeni olarak ta bu tür ülkelerin yurt dışından ithal ettikleri hammaddelerin fiyatlarındaki dalgalanmalardır. Bunun bir sonucu olarak fiyatlar genel seviyesinde ve istihdam hacminde görülen değişmelerdir.

Gelişmiş ülkelerde verimlilik oranlarındaki azalmalar da önemli bir ekonomik istikrarsızlık göstergesi olarak belirmektedir. Bu ülkelerde ortaya çıkan ekonomik istikrarsızlığı ortadan kaldırmaya yönelik makro ekonomik politikalar, bu ülkelerin yapılarının sağlamlığı nedeniyle gelişmekte olan ülkelere nazaran daha etkili olabilmektedir.

1.3.3.2.Gelişmekte Olan Ülkelerde Ekonomik İstikrarsızlık

Bu tür ülkelerde dış ve iç ekonomik dengesizlikler enflasyon ve işsizlik sorunlarına yol açmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerdeki ekonomik zorluklar gelişmiş ülkelerin aksine konjonktürel olmaktan ziyade yapısal olarak belirmektedir. Genellikle gelişmekte olan ülkelerdeki ekonomik dengesizlikler; dış ekonomik yapı,

piyasa yapıları, üretim teknolojisi yapısı kamu ekonomisi yapısı, siyasi yapı, değer ve davranış yapısında karşımıza çıkmaktadır (ÇELEBİ, 1998:9).

Gelişmekte olan ülkelerde ekonomik istikrarsızlık arızi olmadığı için, bu ülke ekonomilerinde ortaya çıkan iç ve dış dengesizlik sorunu sürekli ekonomik krizi tetiklemektedir. Bu ülkeler özellikle büyüme ve kalkınmaya ihtiyaç duyan ülkeler konumunda olduklarından, kalkınma çabalarına destek olacak olan yatırım malları ithalatı yapmak durumunda kalmaktadır. Dışarıya bu şekilde bağımlı durumda olan gelişmekte olan ülkeler ithalatını kendi ihracat büyüklükleri ile karşılayamamaktadır. Bu durumda oluşan açık ekonominin kendi normal kanallarından kapatılamadığı için genellikle borçlanma yoluna gidilmektedir.

Borçlanma ise gelişmiş ülkelere kıyasla oldukça ağır maliyeti içermekte, bunun sonucunda ekonomik büyümeyi yavaşlatacak ve sonuçları itibariyle ağır bir krize yol açacak bir süreci başlatacak olmasıdır. Belki burada gelişmiş ülkelerle gelişmemiş ülkeler arasında bir benzerlik kurmak gerekirse, nasıl gelişmiş ülkeler belli aralıklarla konjonktüre yakalanıyorsa, gelişmekte olan ülkelerde düzenli olarak belli aralıklarla krizlere yakalanmaktadır. Bu krizler, aynen konjonktürel sürecin gelişmekte olan ülkeleri yalnız bırakmadıkları gibi, gelişmekte olan ülkeleri ekonomik faaliyetlerinde yalnız bırakmamaktadırlar.