• Sonuç bulunamadı

2.1. Kuramsal Bilgiler

2.1.6. Çevre ile ilgili okuryazarlık kavramları

2.1.6.3. Eko-okuryazarlık

‘Eko-okuryazarlık (Ecoliteracy)’ terimi ilk kez, sürdürülebilir yaşam için eğitime adanmış, kâr amacı gütmeyen örgüt olan Centre For Ecoliteracy (CFE, 2013)’yi kuran Fritjof Capra (1998) tarafından tanımlanmıştır. Capra, eko-okuryazarlığı “ekosistemlerin yapısı hakkında temel prensipleri anlamak ve bu prensipleri sürdürülebilir toplumlar yaratmak üzere kullanmak” olarak tanımlamıştır (Capra, 1998). Eko-okuryazarlık kavramının kuramsal gelişimine Capra (2007) ve Orr (1996, 2004) öncülük etmişlerdir.

Orr (1990)’a göre çevre okuryazarlığı, insanların ve toplumların çevreleriyle olan ilişkilerinin kapsamlı olarak anlaşılmasıdır. David Orr (1992), eko-okuryazarlığı, çevre okuryazarlığından farklı bir alan olarak ekolojik okuryazarlığın kuramsal olarak gelişmesine yönelik temel çalışmaları içermekte olduğunu belirtmiştir (akt. Duncan, 2015).

Eko-okuryazarlığın temelleri Dewey’in alternatif ve deneyimsel öğrenme şeklini ele alan endüstriyel ve modern eğitim modellerine dayanmaktadır. Eko-okuryazarlık, yükseköğretimde öğrenmenin nasıl sunulduğuna ilişkin deneyimi gölgede bırakan bilginin (epistemolojinin) ve bağlamın (ontolojinin) 200 yıllık geleneksel eğitimine meydan okumaktadır (Barnett, 2011; akt. Lees, 2017).

Eko-okuryazarlık, öğrencilerin ekosentrik bakış açısıyla kafalarını, kalplerini, ellerini ve ruhlarını kullanarak dünyadaki sistemleri okuyabilme kapasitelerini geliştirmektir (Capra, 2016; Capra ve Luisi, 2014; Goleman ve diğerleri, 2012; Lees,

2017; McBride ve diğerleri, 2013; Orr, 1992; Orr, 2004; Stone, 2010; akt. Lees, 2017). Eko-okuryazarlık, ekolojik ve sosyal sistemleri sentezlemek için ayrılmaz bir yaklaşım içinde çalışan çok yönlü dinamikleri anlamak için sistemlerden ve çevresel farkındalıklardan oluşur (Barnes, 2013; Capra, 1996, 2007; Capra ve Luisi, 2014; Goleman ve diğerleri, 2012; Kineman ve Poli, 2014; McBride ve diğerleri, 2013; Rainbow, 2012; Orr, 1992, 1994; akt. Lees, 2017).

Şekil 3. Lees (2017)’e Göre Öğrenci Eko-Okuryazarlığının Bileşenleri

Eko-okuryazarlık; kafayı (bilişsel), kalbi (sosyal, duygusal ve ekolojik zekâ), elleri (somut ve deneyimsel öğrenme) ve ruhu (dünyadaki amaç, duygu ve empatinin gelişimini amaçlama) kullanarak dünyadaki sistemleri okuyabilmek için öğrencilerin kapasitelerinin geliştirilmesini içeren disiplinlerarası sistem tabanlı bir süreç öğrenme yaklaşımıdır (Lees, 2017).

Zinser (2012) küresel bir bakış açısıyla disiplinleri ve geleneksel sınırları aşan bir çevre eğitimi yaklaşımına ihtiyaç olduğunu belirtmiştir. Farklı sistem yaklaşımlarını eko- okuryazarlık sistemi ile birleştirmenin, geleneksel yöntemlerden oldukça farklı olduğunu ifade etmiştir.

Ekosentrik çevre etiğinin önemli temsilcilerinden biri olan Capra, yeni bir dünya görüşüne geçilmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Ona göre yeni dünya görüşüne geçilmesi; rasyonel ve sezgisel, indirgemeci ve holistik, analitik ve sentetik görüşler arasındaki dengeyi kuracak olan bir değer dönüşümüyle yaşanacaktır. Capra’ya göre bu noktada Batı düşüncesi önem kazanmaktadır. Capra batı düşüncesinin dönüm noktalarını ise ataerkil kültürün hakimiyetini yitirmeye başlaması, fosil yakıtlar çağının sona ermesi, buna alternatif olarak güneş çağının yaşanması ve mekanik evren tasarımı yerine yeni bir anlayış olan Sistem Düşüncesi’nin geçmesi olarak göstermiştir (Bıçkı, 2003; Lees, 2017). Sistem Düşüncesi’nin anahtar kavramı ise ‘Sistem Yaklaşımı’dır. Yaşama sistem yaklaşımı açısından bakılması neticesinde ‘sürdürülebilir topluluklar’ oluşturulabilecektir. Bu anlayış ekolojik sistemlerin kendi devamlılıklarını sağlamak için kendilerini nasıl organize ettiklerini anlamamızı sağlayacaktır. Capra’ya göre ekolojinin temel prensiplerini anlamak ancak doğayı inceleyip doğadan dersler çıkararak ve doğanın dilini öğrenerek sağlanabilir. Bu yeni anlayış bize, ekolojinin prensiplerinin aynı zamanda tüm yaşam sistemleriyle aynı organizasyon içinde gerçekleştiğini göstermektedir (Bıçkı, 2003).

Capra’nın sistem düşüncesinin önemli özelliklerinden biri ‘bütünlük’tür. Capra yaşam sistemlerinin birleşik bütünler olduğunu ve parçalara indirgenemeyeceğini belirtmiştir. Ona göre yaşam sistemleri, tıpkı ekosistemlerde ya da sosyal sistemlerde olduğu gibi bireysel organizmaları, bu organizmaların parçalarını ve organizma topluluklarını içermektedir (Bıçkı, 2003).

Bu yeni düşüncenin diğer bir özelliği ‘ilişki’dir. Ona göre sistem düşüncesi ilişkisel bir düşünme biçimidir. Bu özellik sistemlerin parçalarından çok bütününe, nesnelerinden çok ilişkilerine bakmayı gerektirir. Ancak ilişkiler matematiksel olarak ölçülemezler. İlişkilerin haritalandırmaya (mapped) ihtiyacı olduğu, ilişkilerin ancak haritalandırıldığı zaman belli davranış kalıplarını tekrar ettiği gözlemlenmiştir. Buna ekolojide kalıp (pattern) adı verilmektedir. Capra yaşamın, ona özelliğini kazandıran kalıbın (pattern) bir ağ özelliği taşıdığını ifade etmiştir (Bıçkı, 2003).

Capra (1994) bu özelliği;"Her nerede yaşam fenomeni gözler iseniz orada ağ örgüleri (networks) vardır... Her organizma organlar, hücreler ve çeşitli parçaların oluşturduğu bir ağdır. Dolayısıyla ağ örgüleri içerisinde başka ağ örgüleri vardır... Söz konusu bu ağ örgüleri doğrusal olarak işlemezler. Dolayısıyla bir ağ örgüsü kalıbındaki ilişkiler doğrusal değildir. Doğrusal olmama özelliğinden dolayı, bir etki veya mesaj bir

spirali (loop) izleyerek bize geri döner. Bu, bir tür kendi kendini düzenleme ve denetim biçimidir... Benzer biçimde bir topluluk da yaptığı hatayı izleyerek kendi kendisini düzenleyebilir... Ekolojik sistemlerdeki geri besleme spirallerini gözlemenin bir yolu da geri-dönüşümdür (recycling)... Enerji ve madde, döngüsel akışlar izler. Buna bakarak eko-sistemi hiçbir artığın yaratılmadığı topluluklar olarak tanımlayabiliriz'' şeklinde açıklamıştır (akt. Bıçkı, 2003).

Capra yaptığı bu açıklama ile doğadan çıkarılabilecek dersleri bize göstermiştir. Capra, doğadaki sistemler arasında gelişen bu düzene bakarak yaşamımızı şekillendirmemiz gerektiğini açık bir şekilde vurgulamıştır (Capra, 1994; akt. Bıçkı, 2003).

Capra sistem düşüncesinin diğer bir özelliği olan ‘süreç’ kavramından bahsetmiştir. Yaşamın yeniden algılanması, bize aklın ve bilişin yeniden kavramlaştırılması gerektiğini gösterecektir. Capra bu düşüncesini ‘Santiago Biliş Teorisi’ üzerinde kavramsallaştırmıştır. Ona göre biliş, tüm yaşam sürecini (algıyı, duyguyu, davranışı) içermekte ve bir beyne ya da sinir sistemine sahip olmamızı gerektirmemektedir. Bu düşünce şekline göre Capra; maddeyi, aklı ve yaşamı birleştirmiştir (Capra, 1997; akt. Bıçkı, 2003).

Capra maddenin, aklın ve yaşamın ayrı ayrı düşünülmesinin günümüzde yaşanan ekolojik sorunların temelini oluşturduğunu belirtmiştir. Ona göre sistem yaklaşımı düşüncesinde ekonomi biliminin önemli bir yeri bulunmaktadır. Ekonominin ‘sistem düşüncesi’ne uymayan yapısı, yaşanmakta olan sürdürülebilirlik sorununun kökenini oluşturmaktadır. Günümüz ekonomisinin temel amacının ‘büyüme’ olduğunu söyleyerek, ekonomicilerin ve politikacıların büyümenin sınırlı bir çevrede ancak felakete yol açacağını bilmelerine rağmen bu eğilimden vazgeçmemelerini eleştirmiştir. Bunun temel nedenini de bu güçlerin egosentrik ya da homosentrik düşünme biçimleri olduğunu belirtmiştir. Bu bakış açıları, bütünün parçaların toplamına eşit olduğunu açıklayan indirgemeci bir mantığa dayanmakta ve bu yanılsama günümüzde yaşanan ekonomik güç çarpışmalarını, toplumsal dokunun bozulmasını ve doğal çevrenin tahribatını getirmiştir. Capra’ya göre günümüzde yaşanan ekonomik büyümenin en önemli sorununu yeryüzündeki kaynakların tükenmesi olduğunu açıklamıştır. Ekonomik kaynakların tükenmesini önlemek için hem ekonomik büyüme fikrini terk etmek hem de nüfus artışını azaltmak gerektiğini vurgulamıştır (Bıçkı, 2003).

Capra’nın sistem düşüncesi içerisinde ele aldığı ekoloji düşüncesini oluşturan en önemli şey, evrenin tüm canlı ve cansız varlıklarla birlikte bir sistem olarak düşünülmesi gerektiğidir. Evrenin birbiriyle ilişkili bir sistem olarak düşünülmesi, sürdürülebilir toplumların oluşabilmesi için hayati öneme sahiptir. Capra bu düşüncesiyle yenilenebilir kaynaklara dayalı, büyüme hırsı olmayan ve doğayla uyumlu şekilde gerçekleşen bir düzeni açıklamıştır (Bıçkı, 2003). Orr (1992) eko-okuryazarlığın, insanların ve toplumların birbirleriyle nasıl bağlantılı olduklarını ve nasıl sürdürülebilir yaşayacakları hakkında geniş bir anlayışa işaret ettiğini ifade etmiştir (akt. Lees, 2017). Lees (2017), Capra ve Orr tarafından başlatılan eko-okuryazarlık yaklaşımının artık müfredatlara dahil edildiğini belirtmiştir.

Capra, sistem düşüncesini ele alırken mekanik dünya görüşünden bütünselci bir yaklaşıma doğru geçilen bir dönemde yaşadığımızı, yaşadığımız zamandaki bu paradigma değişiminin bilimsel gerekçelerini belirtirken bunun toplumsal alanla ilişkisine de değinmiştir.

Capra “Eğer herşey, dışındaki herşeyle bağlantılıysa, herhangi bir şeyi anlayabileceğimizi nasıl umabiliriz? Bütün doğal olaylar son kertede birbirleriyle bağlantılı olduğuna göre, bunlardan birini açıklamak için, tüm diğerlerini açıklamak zorundayız, ki bu da açıkça olanaksızdır… böylece dünya, olayların karmaşık bir dokusu olarak belirmektedir, bu dokuda farklı türdeki bağlantılar yer değiştirir, çakışır veya birleşir ve öylelikle bütünün dokusunu belirler…” (akt. Er, 2009).

Lees (2017), Capra’nın ağ olarak işlev gören ve iç içe geçmiş örgütlenme, yapı, dağılma ve döngüsel süreçteki diğer yaşam sistemleriyle karşılıklı olarak etkileşime giren ve canlı sistemlerden oluşan sistem tabanlı yaklaşımı olarak bilinen Yaşam Ağı ya da Yaşamın Örgüsü (The Web of Life) (Capra, 1996) kavramının eko-okuryazarlıktaki temel kavramlarla ilişkisini Şekil 4’te gösterildiği gibi şematize etmiştir:

Eko-okuryazar bir kişi, çevre ve katılımcı eylem ile dünyanın organik anlayışını zekânın, kalbin, ellerin ve ruhun çok yönlü becerileri ile oluşturan sürdürülebilir toplumun etkin bir üyesi olmak için hazırdır (McBride, 2011).

Centre For Ecoliteracy (CFE, 2013), California’nın Berkeley kentinde yer alan örgün eğitim için sürdürülebilir bir eğitim modeli uygulamakta olan eğitim merkezidir. Bu merkez, ekolojik sistemleri sürdürülebilir kılan ilkelere odaklanmaktadır. Merkez, uyguladıkları eğitimde; ekolojik görüş, karşılıklı bağımlılık, sistem bütünlüğü, biyoçeşitlilik, iş birliği ve ilişkilendirme, uygun büyüklük, ortak mallar, yaşam döngüleri, sosyal ağlar (network) ve akışlar gibi kavramları vurgulamaktadır (Martínez-Rodríguez, de los Ángeles Vilches Norat ve Fernández-Herrería, 2018).

Bu merkezin ‘Smart by Nature’ olarak bilinen pedagojik modeli, okullardaki dönüşüm sürecine rehberlik eden dört temel ilkeye dayanmaktadır. Bunlar;

1. Doğa bizim okulumuzdur: Bu öncül, her organizmanın zeki olduğunu ve bize dersler sunabileceğini ifade eder. Doğa, ekosistemde var olan bu doğal örüntüleri tanımak için gözlemlediğimiz bir bilgi kaynağı olarak algılanır. Kısacası CFE, doğayı kilit bir referans olarak alır.

2. Sürdürülebilirlik bir toplum pratiğidir: Yaşam, birbirimize bağlı olan biz ve ekolojik topluluk tarafından birbiriyle bağlantılıdır. Bu açıdan okul, öğrenci gelişimini teşvik etmek ve işbirlikçi ağlar kurmak amaçlayarak toplumu açık hale getirmeyi üstlenmelidir.

3. Gerçek dünya, öğrenme için en uygun ortamdır: Öğrenme sürecinin anlamlı olması için, etkinliklerin öğrencilerin ait olduğu fiziksel, sosyal, kültürel ve duygusal ortamla ilgili ve ilişkili olması gerekmektedir. Başarılı bir öğretim süreci için, gerçek yaşamdaki aktiviteler çok önemlidir.

4. Sürdürülebilir yaşam, derin bir çevre bilgisine dayanır: Kişi bir yer hakkında derin bir bilgi edinirse, bu alanla, bu alanda yaşayan bitkilerle, hayvanlarla ve bu habitatta yaşayan insanlarla ilgilenmeye başlar. Birey, o çevrenin ekolojik bilgisine sahipse, döngülerin ve karşılıklı ilişkilerin farkındaysa ancak o zaman derin bir şükür ve aidiyet duygusu geliştirir. Bilinen ve sevilen yerlerin koruma ve korunma şansları daha yüksektir. Bu noktada CFE modeli, Daniel Goleman’ın öne sürdüğü duygusal, sosyal ve ekolojik zekâların gelişiminin önemi üzerinde durmaktadır. Bu merkez duyugusal, sosyal ve

ekolojik zekâyı, toplulukların sürdürülebilir bir şekilde yaşamalarına yardımcı olacak empati, farkındalık ve yeni iş birliği biçimlerini geliştiren perspektifler olarak değerlendirmektedir. Böylece CFE, Goleman tarafından önerilen bu üç zekânın

‘evrenselliğimizin temel boyutları’ olduğunu varsayar: kendinden başkalarına, ordan da

tüm canlı sistemlere… (Martínez-Rodríguez ve diğerleri, 2018).

Muliana ve diğerleri (2018) eko-okuryazarlığın her birey için önemli olduğunu söyleyerek, eko-okuryazarlığın bireyin yalnızca bilgisini ölçmek olmadığını, aynı zamanda bireyin yaşamını sürdürebilmek için bu bilgisini gündelik hayata uygulama yeteneği ve istekliliğini ölçmek olduğunu ifade etmiştir. Ayrıca eko-okuryazarlığın, yalnızca ekoloji kavramına yönelik bireysel bir algı olmadığını, ekosistemdeki yeri anlamaya yönelik bir anlayış olduğunu vurgulamıştır. Yeni bir paradigma olan eko- okuryazarlığın çevre koruma çabalarını başlattığını ve kamuda ekolojik bilinci arttırmayı amaçladığını belirtmiştir. Eko-okuryazarlığın, kamusal ihtiyaçlar ve yeryüzü kapasitesi arasında denge oluşturmak için küresel ekolojik farkındalığın önemi hakkında halkı bilinçlendirmek ve onların bu konudaki anlayışlarını yenilemeyi amaçladığını söylemiştir. Basit bir ifadeyle açıklanacak olursa eko-okuryazarlık, yeryüzündeki yaşam ilişkilerini bilmek ve bu yaşam koşullarına dair okuryazar olmak, diğer bir değişle insan ve doğa arasındaki ilişkileri temel olarak anlama yeteneği şeklinde tanımlanmıştır. Eko- okuryazarlık, yeryüzü sistemi ile insan sistemi arasındaki karşılıklı bağlantılar hakkındaki anlayışımızı geliştirmeye odaklanmıştır. Eko-okuryazarlık kavramı çeşitli araştırmacılar tarafından farklı şekillerde tanımlanmasına rağmen, tüm tanımlarda eko-okuryazarlığın ortak amacının, sürdürülebilir kalkınma için gerekli olan örgüt zekâsını geliştirmek olduğu vurgulanmıştır.

Lira, Steinicke ve Garcia (2015) eko-okuryazarlık kavramını, insanların bağlantılarını güçlendiren gezegenin çevresel ve fiziksel süreçlerini yalnızca sınıflarda özel olarak anlatılmasının yeterli olmadığı, gündelik yaşanan gerçeklerle insanın hayatta kalma faaliyetlerini geliştiren aktiviteler olarak açıklamıştır. Ayrıca Yaşam Ağı (Web of Life)’nda eko-okuryazar olmanın anlamı, ekolojik topluluklara örgütlenme ilkelerini anlatmak ve bu ilkeleri sürdürülebilir insan toplulukları oluşturmak amacıyla kullanabilmek olarak ifade edilmiştir.

Çevre eğitimi alanında geliştirilen eko-okuryazarlık çerçeveleri ile ilgili çeşitli araştırmalar alan yazında yer almaktadır (Orr, 1992; Capra-Centre For Ecoliteracy,

1997/2002/2013; Cutter-Mackenzie ve Smith, 2003; Wooltorton, 2006; akt. McBride ve diğerleri, 2013).