• Sonuç bulunamadı

Kimlik olgusu, bir önceki başlıkta da belirtildiği gibi insanlığın en eski dönemlerine kadar uzanan bir gerçeklik olsa da onun gerçek anlamda bir sorunsala dönüşmesi, Batı’da yaşanan Aydınlanma, Sanayi Devrimi, kentleşme gibi modernleşme süreçleriyle gerçekleşir. Bilimde son iki asırda yaşanan gelişmeler, kimlik olgusunun karmaşıklığını ortaya koyduğu gibi, siyasal gelişmeler de bu olgunun politik etki gücünü gösterir. Özellikle kolektif kimlik kategorisinde değerlendirilen dinî, millî ve siyasi/ideolojik kimlik olguları, bu anlamda dünya siyasetinde belirleyici olur. Dinî kimliğin bir sorunsal hâline gelmesinde Batı’da yaşanan rasyonelleşme/sekülerleşme süreçlerinin dine bakış açısının rolü olduğu gibi, son birkaç asırda İslam dünyasının Batı’nın sömürgesi hâline gelmesi de önemli bir etkendir. Millî kimlik ise, Batı’daki gelişmeler sonucunda modern bir olgu hâlini alan ve 1789 Fransız İhtilali ile hızla dünyaya yayılıp aynı zamanda siyasi bir ideoloji vasfı da kazanan milliyetçilik vasıtasıyla politik bir güç olur. Siyasi/ideolojik kimliklerin ön plana çıkmasında da, önce Aydınlanma ile “ideoloji” kavramının doğması, sonra da propaganda vasıtasıyla, insanlara benimsetilen modern ideolojilerin kitleleri peşlerinden sürükleyebilecek bir potansiyel kazanması belirleyici olan süreçlerdir. Bu konu üzerine çalışan sosyal bilimciler ideolojilerin, toplumsal kimliklere onları bir arada tutacak değerler sistemi sağladığını, bu nedenle de bu kimlik grupları ile bir anlamda özdeşleştiklerini belirtir (Kılıç, 2014: 34). Özellikle Marksizmin bir ideoloji olarak ortaya çıkması, kapitalizmin buhranlarına bir reçete, ezilen sınıflara da dünyada cenneti vaat eden ideal bir düzen sunması, sınıf kimliğine dayanan siyasi örgütlenmelere güç katar. Tüm bu gelişmeler, XX. yüzyılda ideolojilerin ve kimliklerin dünya tarihinde belirleyici bir güç hâline gelmesini sağlar.

Bu çalışmanın temel araştırma konusuna malzeme teşkil eden süreç, Ekim Devrimi gibi dünya tarihinde önemli yer edinen bir olayın gerçekleşmesiyle oluşan güçlü bir kırılma ile başlar. Bu nedenle Ekim Devrimi’nin meydana gelmesinde kimliklerin rolü ele alınmalıdır. Çalışmanın “Birinci Bölümü”nde Marksist ideolojiye bağlı olarak

96 Azerbaycan’da ortaya çıkan milliyetçi edebiyatın tarihî ve sosyal arka planı ele alınırken, Çarlık Rusya’sının XX. yüzyılın başında içerisinde bulunduğu kötü duruma değinilmiştir. Rusya coğrafyasında yaşayan tüm halkları olumsuz etkileyen bu şartlar, rejimden memnun olmayan insanların kendilerini ait hissettikleri kimlikler üzerinden bir muhalefet hareketi geliştirmesine yol açar. Kolektif kimliğe yönelik bir aidiyet duygusundan doğan bu gelişmeler, 1917 yılında Ekim Devrimi’nin gerçekleşmesini sağlar.

Devrime giden süreçte Rusya’da en etkili olan muhalif hareket, sınıfsal kimlik aidiyetine dayanan Marksist harekettir. Kendine özgü sanayileşme ve modernleşme süreçleri nedeniyle ciddi ekonomik sorunlar yaşayan Çarlık Rusya’sı, çok kötü şartlarda yaşayan işçi ve köylülerin problemlerini çözemez. Bu nedenle Lenin önderliğindeki Bolşevik hareket, etkili bir propaganda ile sınıf temelli bir siyaset izleyerek yoksullukla mücadele eden işçi ve köylü kesimin desteğini kazanır. Çar rejiminin bu iki kesimin isyanını önleyememesi, devrimin nedenlerindendir. Bu yüzden, Marksist/devrimci/sosyalist kimliği, mevcut rejimi sona götüren önemli bir güçtür. Bu gücün boyutlarını görmek için Troçki’nin Rus Devriminin Tarihi isimli eserinde işçi hareketiyle ilgili verdiği bilgiler aydınlatıcı niteliktedir. Troçki, bu eserinin birinci cildinde, 1904 yılında Rusya’da grev yapan işçi sayısının 25 bin civarındayken bir yıl sonra bu sayının 115 kat artarak 2 milyon 863 bine ulaştığını söyler (1998: 45). Devrime giden yolun hazırlayıcısı olan işçi hareketleri, sınıfsal siyasetin proletarya kimliği üzerinden kitleleri nasıl harekete geçirdiğini gösterir. Unutulmamalıdır ki, 1905 yılında gerçekleşen ve Çar rejiminin bazı tavizler vermek zorunda kaldığı burjuva devrimi de “Kanlı Pazar” adı verilen ve çok sayıda insanın ölümüne sebep olan bir işçi hareketinin sonucunda meydana gelmiştir.

Ekim Devrimi’ne giden süreçte belirleyici olan diğer kolektif kimlikler ise Türk ve Müslüman kimlikleridir. XX. yüzyılın başında Çarlık Rusya’sı, dünyada en fazla Müslüman nüfusa sahip olan imparatorluk konumundadır. Müslümanlara karşı yapılan ayrımcılıklar ve Hıristiyanlaştırmaya dönük misyonerlik faaliyetleri, bu Müslüman nüfus içerisinde bir savunma refleksi olarak dinî kimlik bilincini ortaya çıkartır. Ayrıca Batı’da ortaya çıkan modern milliyetçiliğin Müslüman-Şark dünyasına gecikmeli de

97 olsa ulaşması, büyük çoğunluğu Türk olan bu Müslüman kesimin millî kimlik hassasiyetini arttırır.

Dinî kimliğin Çar rejimine karşı bir direniş unsuru hâline gelmesinde İslamcılık ideolojisinin payı büyüktür. İslam, evrensel bir dinin adıdır. İslamcılık ise, XIX. yüzyılda ortaya çıkan ve siyasi unsurlar içeren bir ideolojidir. Bu ideoloji Müslüman dünyasını hurafelerden kurtararak Kur’an’a uygun yeni bir düzen oluşturmayı hedefleyen, İslam birliğini sağlayacak şekilde devletlerarası ilişkileri düzenlemeye çalışan entelektüel bir harekete dayanır (Aydın, 2018: 8). Bu hareketin fikrî temellerini atan Cemalettin Efgânî, Muhammed Abduh ve Reşit Rıza gibi reformistlerin görüşleri, Rusya Müslümanlarını da etkiler. Özellikle Cemalettin Efgânî’nin İslamcılık düşüncesiyle birlikte milliyetçiliğe de önem vermesi, Türk dünyasındaki milliyetçi aydınlarda tesir uyandırır. “Millî Vahdet Felsefesi ve Dil Birliğinin Hakiki Mahiyeti” isimli çalışmasında Cemalettin Efgânî, İslam dünyasının kurtuluşunun Şark halklarının millî bağımsızlık mücadelelerinden geçtiğini söyler. Sadece Azerbaycan coğrafyası esas alındığında, Ahmed Ağaoğlu, Ali Bey Hüseyinzâde, Celil Memmedguluzâde, Memmed Emin Rusulzâde gibi pek çok aydının bu fikirlerden etkilendiği görülür (Exmedov, 2015: 21-23) Özellikle Ahmed Ağaoğlu, Efgânî’nin düşüncelerinden etkilenerek, İslamcılık ile milliyetçiliği uzlaştıran ciddi kuramsal yazılar yazan bir aydındır (Eğilmez-Bozkurt, 2016: 497-498). Diğer yandan İdil-Ural bölgesindeki Ceditçi Tatar Türkleri, içtihat mekanizmasının devreye sokulmasını isteyerek İslam’ın geleneksel yorumlarının tabulaştırılmasına karşı çıkar. Abdurreşid İbrahim, Musa Carullah Bigiyef gibi âlimler, bu görüşlere öncülük ederek başta İdil- Ural bölgesi olmak üzere Türk Dünyası Müslümanlarına yönelik entelektüel faaliyetlerde bulunur (Aydın, 2018: 50-51). Bütün bu çalışmalar Müslüman-Şark dünyasında bir uyanış sağlar. Müslüman aydınlar, karşılarında bulunan sömürgeci güçlere karşı daha organize bir direniş göstermek gerektiğinin farkına varır ve bu organizasyonu yapacak nitelikte bir kolektif kimlik/Müslüman kimliği oluşturmaya çalışır. Bu “yeni Müslüman” kimliğinin geleneksel Şark/İslam toplumundaki ümmet kimliğinden farkı, dünya için çalışmayı da ibadet etmek gibi ön plana çıkartan, içtihat müessesini yeniden aktif hâle getirerek Müslüman toplumların güncel sorunlarına çözüm arayan, milliyetçiliği modern dünyanın bir gerekliliği olarak görüp işgal

98 altındaki Müslümanlara millî mücadele çağrısı yapan, siyasi açıdan örgütlü olmayı benimseyen, entelektüel bir Müslüman portresi sunmasında yatar.

Ekim Devrimini hazırlayan süreçte en önemli kolektif kimliklerden birisi de Türk millî kimliğidir. Zira pek çok milliyetçi Türk aydınının çalışması sonucunda Rusya Müslümanları arasında Türklük şuuru oluşur ve bu şuurun gücünden faydalanmak isteyen Bolşevikler, Türk topluluklarına özgürlükçü vaatlerde bulunur. Azerbaycan Maarifçi aydınları, ulusal Azerbaycan burjuvazisinin zenginleri, Ekinçi gazetesini çıkartan Hasan Bey Zerdâbî’den itibaren yaygınlaşan matbuat faaliyetleri, Ali Bey Hüseyinzâde, Ahmed Ağaoğlu gibi aydınların millet ve ümmet farkını anlatan entelektüel çalışmaları, Azerbaycan özelinde Türk millî kimliğinin bir güç hâline gelmesini sağlar.

Yaşanan tüm bu tarihî süreçler, Ekim Devrimi’nin gerçekleşmesinde kolektif kimliklerin büyük rolü olduğunu gösterir. Bu kimlikleri birer toplumsal/siyasi güç hâline getiren temel unsurlar tarihî gelişmeler, aydınların çalışmaları ve ideolojilerin etki gücünün artması olarak sıralanabilir. Bolşevik hareketini başarıya ulaştıran güç, kaynağını tarihsel şartlarla birlikte çeşitli toplumsal aidiyetlere göre oluşan kolektif kimlik gruplarının desteğini kazanabilmiş olmasından alır.

C. Sosyalist İdeolojik Propaganda Edebiyatının Doğuşu ve Bu Edebiyatın Felsefi-