• Sonuç bulunamadı

Milliyetçilik XX. yüzyılın en önemli toplumsal gerçekliklerinden birisidir. Bolşevik hareket, imparatorlukların yıkılıp ulus-devletlerin kurulduğu bir dönemde milliyetçiliğin halklara getirdiği itici güç ve dinamizme rağman modern bir imparatorluk kurmaya çalışır. Peki böyle bir konjonktürde çok uluslu bir yapı nasıl dağılmadan ayakta kalacaktır? Lenin cevabı milliyetçiliği şeytanlaştırmakta bulur. Dönemin yazarları merkezden gelen direktifler doğrultusunda bu yaklaşımı hemen benimser ve milliyetçi aydınların zalim Çar rejimi ile iş birliği yaptığını savunan, adaletsiz düzenin devamından milliyetçileri sorumlu tutan eserler yazmaya başlar. Milliyetçilik konusu, ağa/han zulmü ve din adamlarına göre daha az işlenmiş bir konu

146 olsa da Azerbaycan edebiyat tarihi için önemli eserlerde yer alır ve etkili bir argüman olarak kullanılır. İşbirlikçi milliyetçiler vasıtasıyla okuyucunun gözünde milliyetçilik ve millî kimlik kavramlarını kötü göstermek amaçlanır. Sovyet edebiyatının ideolojik/felsefi arka planında yer alan Leninizm, milliyetçiliği “kapitalist düzenin bir tezahürü” olarak kabul eder. Milliyetçiliği mahkûm etmeye çalışan eserler okunurken bu arka plan göz önünde bulundurulmalıdır. Düzenle iş birliği yapan milliyetçiler konusu şiirden ziyade manzum hikâye, tiyatro, roman gibi türlerde görülür. Bunun sebebi, bu konunun entrikaya dayalı bir olay örgüsüne ihtiyaç duymasıdır ve şiir buna çok müsait değildir.

Samed Vurğun’un “Komsomol Poeması” adlı uzun manzum hikâyesinde yer alan Geray Bey, yozlaşmış bir milliyetçidir. Bolşevik hareketinin Azerbaycan’da devrim yapmasından korkan Geray Bey, insanları devrimcilere karşı kışkırtmak için vatan ve millet kavramlarını kullanır. İmran isimli yoksul adam, savaşa gitmesi durumunda karısına ve çocuklarına bakacak kimse olmadığını söyleyerek şeyhin yanına gider ve savaşa gitmemek için izin ister. Fakat şeyh ona şöyle der:

Şübhəsiz, haqlısan tələbində sən, Söylə, nə etmək ki, dağılır vətən... Bilirəm, gənclikdən sən qəhrəmansan, Bir az da millətin halına yansan Allaha xoş gedər, qaldı, uşaqlar... Onların mən kimi kəndxudası var,

Əlimdən gələni əsirgəmərəm... (2005c: 37)

Bu sözlere göre şeyh, İmran’ın endişesine “hak vermekle birlikte” vatanın dağıldığını, sadece kendi çocuklarını değil, bütün vatanın evlatlarını düşünmesi gerektiğini söyler. Böylece İmran’ın milliyetçilik duygusundan yararlanarak ondan fedakârlık yapmasını ister. Ayrıca o cepheye gidince ailesine sahip çıkacağına dair de söz verir. Devrimci karakter Çalpapak Kerem, bu konuşmayı dinlerken kaşlarını çatarak sinirlenir, çünkü o, milliyetçi sözlerin yoksul kesimleri kandırıp savaşa göndermek için kullanıldığını bilir. Geray Bey’in işbirlikçisi Elhan, “Demək ki, millətin var istiqbalı” diyerek kahkaha atar ve beyin milliyetçi duygularla kandırdığı zavallı insanlarla alay eder.

147 İmran savaşa gittikten sonra Geray Bey, onun karısı Gülperi’ye göz koyar ve onun ihtiyaçlarını karşılamak bahanesiyle kadına yaklaşır. Gülperi, kocasını asla aldatmayacağını söylediğinde Geray Bey onun savaştan sağ dönmeyeceğini söyler. Bu sözlerle zavallı adamı kendi menfaati için ölüme gönderdiğini de itiraf etmiş olur. Geray Bey, Gülperi’den olumsuz cevap alınca ona “Sus köpəyin qızı, doğraram səni!” (2005c: 40) diyecek kadar da vahşi bir insandır. Böyle bir insanın milliyetçilikle ilişkilendirilerek okuyucunun milliyetçi algısını tahrip etmesi, Sovyet edebiyatının ideolojik/felsefi arka planının esere yansımasıdır.

Milliyetçilerin Çar ile iş birliği tiyatro eserlerinde de yer alır. Cafer Cabbarlı’nın 1905. İlde isimli piyesi bu konudaki en belirgin örneklerdendir. Piyeste 1905 yılına kadar Azerbaycan Türklerinin ve Ermenilerin dost olduğu anlatılır ve bu dostluk Sovyet ideolojisine uygun olarak abartılı bir şekilde yansıtılır. Bakü’deki bir köyde Türkler ve Ermeniler barış içerisinde yaşar. Türk bir ailenin oğlu olan Bahşı ile Ermeni ailenin kızı olan Sona birbirlerini sever. Fakat zengin bir Ermeni olan Ağamyan’ın oğlu Haykaz, Sona’ya göz koyar. Sona, Haykaz’ı sevmez fakat yoksul ailesini rahat ettirebileceği ümidiyle onunla evlenir. Bu evlilikten bir oğlu olan Sona, çocuğunun ismini Bahşı koyar. Haykaz ile mutlu olamayan Sona bir süre sonra Ermeni adamdan ayrılır ve köye gelerek oğluyla birlikte burada yaşamaya başlar.

Piyeste Türkler ve Ermeniler arasındaki kardeşlikten Çar rejiminin ve onun “milliyetçi-kapitalist işbirlikçilerinin” rahatsız olduğu vurgulanır. İki milletin işçi sınıfının iş birliği yaparak düzenin adaletsizliklerini dile getirmesi hem Çar rejimini hem de milliyetçi-kapitalistleri korkutur. Bu nedenle Rus yönetimi, Türkleri ve Ermenileri birbirine düşürmek için milliyetçileri kullanır. Çarlık rejiminin fitneci idarecisi Gubernator (vali), milliyetçi Türk kapitalist Salamov Emiraslan Bey, Türkçü Bahadır Bey, Ermeni kapitalist Ağamyan, Ermeni Keşiş ve Türk din adamı Ahund, piyeste kötü olarak gösterilen kişilerdir. Bunların karşısında ise Sovyet enternasyonalizmine uygun bir şekilde “halkların kardeşliği” ilkesini savunan Rus işçi lideri Volodin ve Eyvaz isimli devrimci Ermeni, “ilerici karakterler” olarak sunulur. Kafkasya coğrafyasında gittikçe güçlenen işçi hareketi, milliyetçi kapitalist Emiraslan Bey’in madenlerini tehdit etmeye başlar. Bunun üzerine Emiraslan Bey, Gubernator’a giderek yardım ister ve kendi menfaati için Çar rejiminin kirli oyununa alet olur.

148 Piyeste Eyvaz’ın yaptığı konuşmalar, milliyetçilerin sözde “kirli yüzünü” göstermeyi amaçlar. Ağamyan, milliyetçi duygularla Eyvaz’ı etkilemeye çalışır. Ona, bacısı olsa bir Türk’e verip vermeyeceğini sorar. Eyvaz ise eğer bacısı bir Türk’ü severse,onların evlenmelerine izin vereceğini söyler. Bunun üzerine Ağamyan daha da sertleşir ve Türkler’in onların milletine düşman olduğunu, bir Ermeni kızı Türk’e vermenin, onu düşma eline teslim etmek demek olduğunu söyler. Böyle bir şey Ağamyan’a göre millî namusa kara bir lekedir. Bunun üzerine Eyvaz şu cevabı verir:

Ağamyan! Sözlərinizə diqqət edin, cənab Ağamyan! Milli namus! Sizin milli namusunuz puldur, mənsəbdir. Onlar bizim nə düşmənimizdir. Onlar da bizim kimi yük daşıyır, çəkic vurur, torpaq qazıyır, qan tökür, bir parça quru çörək qazanırlar. Onlarla bizim nə düşmənçiliyimiz vardır? Lakin siz iki doğma qardaşı boğuşdurur, hər ikisinin qanını sorursunuz. Bizim düşmənimiz onlar deyil, bizim düşmənimiz sizsiniz: siz ağamyanlar, siz salamovlar və sizin qabağınızda gedən imperator jandarmları. Bizim vuruşumuz millət vuruşu deyil, sinif vuruşudur. (2005c: 174)

Bu sözlerden de anlaşılabileceği gibi Eyvaz’ın hayat görüşünde millet ayrılığı yoktur. O insanları sömürücü zenginler ve sömürülen emekçiler olarak ayırır, hayata Marksist- Leninist ideoloji ve sınıf mücadelesi açısından bakar. Onun gözünde Ermeni Ağamyan ile Türk Emiraslan Bey’in bir farkı yoktur. İkisi de emekçileri sömüren birer zalimdir. Eyvaz, Ağamyan ile tartışırken onun hayat görüşünde Türk ve Ermeni sözlerine değil, işçi ve fabrikatör sözlerine yer olduğunu söyler. O, bunlardan ilkine dost, ikincisine düşmandır. Eyvaz, işçilere devrimci propaganda yaparken de davasının millet davası değil, sınıf mücadelesi davası olduğunu ısrarla vurgular.

Piyeste Gubernator’un hazırladığı plan doğrultusunda bir Ermeni ve bir Türk öldürülür. Bu cinayetler barış içerisinde yaşayan iki halkı birbirine düşürür ve aralarında savaş başlamasına neden olur. Gubernator, bu savaşı körüklemek için elinden gelen her türlü entrikayı yapar. Öldürülen Türk gencin cenazesinde Türk Ahund’un Çar’a dua etmesi, Müslüman milliyetçilerin Çar rejimi ile yaptığı iş birliğini gösterir niteliktedir. Gubernator, Emiraslan Bey ve Osmanlı taraftarı bir milliyetçi olan

149 Bahadır Bey’e Çar rejiminin Türklerden yana olduğunu, Ermeni halkının kötülüklerine fırsat verilmeyeceğini söyler ve Ermenilerden nefret eden Bahadır Bey’i kolayca kışkırtır. Gubernator diğer taraftan da öldürülen Ermeni gencin cenazesine bir polis şefi göndererek cinayeti Türklerin işlediğini söyletir. Ermeni milliyetçisi Ağamyan da kendi halkını Türklere karşı kışkırtan milliyetçi bir konuşma yapar. Her iki tarafın milliyetçileri de kendi çıkarları doğrultusunda Çar rejiminin maşası olur ve işçi hareketinin savunduğu “hakların kardeşliği” ilkesine zarar verir. Piyeste Gubernator’un kötü niyetini bilen işçi harketi bir suikast düzenleyerek onu öldürür. Bu cinayetten sorumlu tutulan Eyvaz, idama götürülürken Bahşı’ya ise hapis cezası verilir. Hapis cezası bittikten sonra Sona’nın yanına gelen Bahşı, onu ölüm döşeğinde bulur. Sona, oğlunu sevdiği adam olan Bahşı’ya emanet ederek can verir. Sona’nın vefat anında tebessüm etmesi ve Bahşı’nın bu gülümsemeye yüklediği anlam, eserin esas tezini ortaya koyar. Bahşı’ya göre Sona, “İncilin və Quranın həqiqətinə, o, burjuaziya milli namusunun məntiqinə” (2005c: 213) güler. Böylece yazar hem semâvî dinleri hem de burjuva ideolojisi olarak gördüğü milliyetçiliği mahkûm etmiş olur.

Süleyman Sani Ahundov’un Şeytan isimli piyesinde de benzer bir milliyetçilik eleştirisi yapılır. Piyesin başkişisi Şeytan’dır. Emrindeki cinlere dünyadaki bütün halkları birbirine düşürme ve savaş çıkarma talimatı verir. Zira milliyetçi duygularla farklı milletleri savaştırmak ve yeryüzünde kan dökmek Şeytan için insanlık tarihinin başından beri kolay bir iştir. Fakat şimdi Kafkasya coğrafyasında işler Şeytan’ın istediği gibi gitmez. Bolşevik hareketi burada güçlenir, “halkların kardeşliği” ilkesi farklı milletlerin işçi sınıfı tarafından kabul görür. Bu nedenle milliyetçi duygularla eskisi gibi insanları savaştırmak hiç de kolay değildir.

Piyesin başında Şeytan, ateşperest bir seyyah kılığınına girerek Azerbaycan’a gider ve demircilik yapan Teymur ve onun arkadaşı Aslan ile karşılaşır. Şeytan onlara ateşperest olduğunu söyleyince aldığı cevap manidardır. “Yoldaş, bizim torpaq azadə bir yerdir. Hər kəs nəyə sitayiş edirsə etsin. Burada din, məzhəb üstə qovğa yoxdur, müsəlman, xristiyan, büdpərəst, atəşpərəst, hamısı insandır, bizəqardaşdır.” (2005: 167) diyen Aslan, onun ateşperestliği ile ilgilenmediğini, insanların kardeşliğini istediğini beliritr. Fakat Şeytan bu özgür ve mutlu ortamı bozmak ister. Bu nedenle onları Ermenilere ve Gürcülere karşı kışkırtamaya çalışır: “Ey sadədil azərbaycanlılar!

150 Siz qəflətdəsiniz, ermənilər, gürcülər gecə-gündüz yatmayıb yeni hərb üçün silah hazırlayırlar. İntiqam, intiqam deyərək, müharibəüçün plan çəkirlər. İndi burada siz nəqayırırsınız?” (2005: 167) Şeytan bu sözleri söylerken Rizvan isimli komünist gelir ve Şeytan’ın planını bozar:

Doğrudur, yoldaşlar, insanı bir-birilə vuruşduranlar belə həriflərdir. Bunlara provakator deyərlər. Bunların əsil adları Şeytandır. Yoldaşlar, bunlara aldanmayınız, gürcü, erməni zəhmətkeşləri bizə düşmən deyillər. (Şeytan yox olur.) Onları bizlərlə toqquşduranlar belə şeytanlar idi. Harada belə araqarışdıran adam gördünüz, tutub bizə veriniz. (Dönüb baxır.) Bax, hərif giriz vermiş. Hərgah düz adam idi, nəüçün qaçdı? (2005: 168)

Bu sözlerden sonra Şeytan kaçmak zorunda kalır. Rizvan, Ermeni emekçilerin Türk emekçilere düşman olmadığını, bütün halkların işçi sınıfının birbirlerinin kardeşleri olduğunu ve milletleri birbirine düşürenlerin provakator/Şeytan olduğunu söyleyerek hem devrim propagandası yapar hem de milliyetçiliği şeytanlaştırmış olur. Devrimci bilinci olan insanları kandıramayan Şeytan, planını uygularken başarısızlığa uğrar. Piyeste komünizm farklı milletlerin barış içerisinde yaşadığı bir cennet hayatı gibi anlatılır. Ütopik mahiyeti olan bu eserde milliyetçiliğin “Şeytan işi” olduğu mesajı verilmek istenir.

Roman türünde bu konuyu en etkili şekilde işleyen Memmed Said Ordubadi’dir. Yazar, birbirinin devamı niteliğinde olan Gizli Bakı ve Döyüşen Şeher romanlarında milliyetçilik konusunu ele alır. Gizli Bakı romanının konusu, devrimden önce Azerbaycan’daki işçi hareketi örgütlenmesi ve bu örgütlenmenin mevcut düzenle mücadelesidir. XX. yüzyılın başında Bakü’de petrol ve madenciliğe bağlı olarak bir işçi sınıfı oluşur. İşçiler içerisinde Türk, Rus, Ermeni, Gürcü gibi farklı milletlerden insanlar yer alır. Kapitalist sistem işçileri acımasızca çalıştırarak sömürür. Rusya’da başlayan Bolşevik hareketinin etkisi Bakü’ye kadar gelir. Devrimci fikirler buradaki fabrikalarda da dile getirilmeye başlanır ve işçi dernekleri kurulur. Romanın devrimci kişilerinden Pavluşa, fabrika işçilerine yaptığı konuşmalarda onlardan kendi aralarında dayanışma içerisinde olmalarını ve sömürüye karşı patronlarından haklarını talep etmelerini söyler. Bolşevik fikirlerini savunan gazete ve dergiler yasak olduğundan

151 Pavluşa bunları temin eder ve işçilere gizlice dağıtarak onları bilinçlendirmeye çalışır. Fakat onun bu faaliyetleri kısa sürede dikkat çeker. Fabrikadaki Çelman isimli mühendis, Pavluşa’yı uyarır. O gelmeden önce Müslüman/Türk işçilerin “koyun gibi” her denileni yaptığını, hak arama nedir bilmediğini ama onun bu durumu bozduğunu söyler. Çelman, Pavluşa’nın niçin Müslüman Türkleri bilinçlendirmeye çalıştığını anlayamaz. Çünkü Pavluşa bir Rus’tur ve Ortodoks inancına sahiptir. Pavluşa’ya göre ise insan gibi yaşamak herkesin hakkıdır. Onun hayat görüşünde din ve milliyet temelli bir ayrımcılığa yer yoktur. O, bir sosyalistin yapması gerektiği gibi hayata sınıf mücadelesi üzerinden bakar ve ezilenlerin tarafında yer alır. Romanın genelinde de “halkların kardeşliği” ilkesi mevcuttur. Zaten sosyalist edebiyatın milliyetçilik eleştirisinde en çok kullandığı argüman bu ilkedir.

Halkların kardeşliği ilkesi, romanda en çok örgütlenme aşamasında farklı ulusların iş birliği noktasında görülür. Gürcü devrimcilerin Bakü’ye gelerek matbaa kurması ve devrimci yayınları basarak işçileri örgütlemeye yardım etmesi, bu dayanışmanın bir göstergesidir. Yazar bir taraftan işçi örgütlenmesini farklı milletlerin dayanışmasına dayandırarark milliyet duygusunun önemsizliği mesajını verirken diğer taraftan da kapitalist düzenle iş birliği yapan çıkarcı zenginlerin aynı zamanda milliyetçi kimseler ve işçi düşmanı olduğunu iddia eder. Böylece milliyet ve milliyetçilik kavramları iki şekilde tahrip edilmeye çalışılır. Romanda bu durum, Azerbaycan’ın hayırsever zenginlerinden Hacı Zeynelabidin Tagıyev’in şahsında somutlaşır. Ordubadi, Azerbaycan tarihinin önemli bir ismi olan Tagıyev’i romanına dâhil ederek milliyetçi kimliğini tahrip etmeye çalışır. Tarihî kaynaklarda Azerbaycan’ın ekonomik, millî ve kültürel kalkınması için çok sayıda faaliyette bulunduğu bilinen Tagıyev, Ordubadi’nin kurmaca metninde işbirlikçi bir işçi düşmanı olarak sunulur. Hacı Zeynelabidin Tagıyev, bir taraftan ihtişamlı evinde rahat bir hayat yaşarken diğer taraftan Bolşevik hareketin bu durumu bozmasından korkar. Bu nedenle işçi hareketine düşmandır. Polis müdürü, işçileri fabrika lojmanından kovunca durumdan memnunuiyetini belirtmek için ona bir teşekkür mektubu yazar. Tagıyev, karısyla birlikte lüks ve israf içinde bir hayat yaşarken işçiler çok zor şartlarda hayatta kalma mücadelesi verir. Yazar 1905 yılında ortaya çıkan Türk-Ermeni çatışmasının sorumlusu olarak da Tagıyev’i gösterir. Cafer Cabbarlı’nın 1905. İlde piyesinde olduğu gibi, burada da “kardeş iki halkı” birbirine düşüren işbirlikçi bir milliyetçi -

152 Tagıyev- vardır. Romanda Tagıyev, Bolşeviklere karşı Çar rejimine destek vereceğini açıkça belirtir. O, Bakü valisi Nakaşidze ile yakın dosttur. Çar subayları ile aynı sofradan yemek yemesi de Tagıyev’in rejim yandaşlığını ve işçi düşmanlığını gösterir.

Ordubadi, Gizli Bakı’nın devamı niteliğnde olan Döyüşen Şeher romanında da Tagıyev’e yönelik benzer eleştirilerini sürdürür. Romanın olay örgüsü, 1918 yılında Bakü’de geçer. Eserin merkezinde Leyla ve Raya isimli iki kızın kendi aralarındaki mücadelesi yer alır. Leyla, Bakü’ye Osmanlı casusu olarak gelir ve İngiliz kralının yaveri Bahadır Han ile nişanlıdır. Rusyalı devrimci Raya ise Bolşeviklere yardım amacıyla Bakü’dedir. İki kızın arasındaki mücadele ve entrikalar, olay örgüsünün önemli bir bölümünü oluşturur. Romanda Tagıyev, dönemin millî burjuvazisinin temsilcisidir. Sosyalist dünya görüşünde hem “millî” hem de “burjuvazi” sözcükleri olumsuz anlamlar taşır. Ordubadi bu romanında Tagıyev’i, Osmanlı ajanı Leyla ile olan dostluğu üzerinden eleştirir. Sosyalist görüşe göre Çar rejimi ile Osmanlı arasında bir fark olmadığından ikisiyle de iş birliği yapmak halk düşmanlığı anlamına gelir. Tagıyev, Bolşeviklerin Azerbaycan’da devrim yapmasından korktuğu için Osmanlı- Türk ordusuna yardım eder. O, Azerbaycan Halk Cumhuriyeti’ni kuran Müsavat hareketine inancını kaybetmiştir. Onların Bolşeviklere karşı başarılı olamayacağını, eğer başarılı olabileceklerini bilse bütün malını Müsavatçılar için harcayabileceğini söyler.

Yazar, Azerbaycan’daki Türk milliyetçisi Müsavat Partisi ile Ermeni milliyetçisi Taşnak Partisi’ni bölgedeki Türk-Ermeni çatışmasının müsebbibi olarak gösterir. Yani akan kandan her iki tarafın milliyetçileri sorumludur. İki halkın barış içerisinde yaşaması işçi hareketini güçlendireceğinden devrim karşıtı halk düşmanları, milliyetçi gerekçelerle çatışmaları destekler. Bu tabloya bakıldığında devrim metodu konusunda Bolşeviklerden ayrılan Marksist bir grup olan Menşeviklerin, Osmanlı ordusunun, Ermeni milliyetçisi Taşnakların, Azerbaycan millî burjuvazisini oluşturan Tagıyev gibi kişilerin aynı cephede yansıtıldığı görülür. Dünya görüşleri çok farklı olan ve yan yana gelmeleri imkân dâhilinde olmayan bu kesimlerin ortak noktası, halk ve işçi düşmanlığı yani Bolşevik karşıtlığıdır. Sosyalist edebiyatta iyi ve kötü net bir şekilde bellidir ve ara tonlara yer yoktur. Bolşevik hareket iyiliğin ve adaletin tek adresi olduğuna göre ona karşı çıkan her kesim gericiliğin, sömürünün, kapitalizmin,

153 adaletsizliğin, işbirlikçiliğin adresi olarak yansıtılır. Osmanlı ordusuyla dayanışma içerisinde olan Tagıyev gibi milliyetçi zenginler de bu bakış açısıyla yazar tarafından mahkûm edilir.

Dönemin edebiyatının kendi ideolojisini milliyetçilik karşıtlığı üzerinden meşrulaştırdığı görülür. Bir siyaset adamı olmanın ötesinde ideolog ve teorisyen yönüyle destekçileri tarafından hâlâ takdir edilen Lenin’in ulusların kaderlerini tayin hakkından söz etmesi ya da Leninizmi ezilen milletler için tek özgürlük kapısı olarak göstermesi, toplumsal hayat bir yana edebî metinlerde dahi karşılığını bulamaz. Bu durumun en somut örneği, ele alınan metinlerdeki milliyetçi tipleridir. Sovyet sansürü, kendi milletinin özgürlüğü için çalışan tek bir müspet milliyetçi tipine dahi katlanamadığı gibi, Çar rejimiyle iş birliği yaparak halka zulmeden yozlaşmış milliyetçiler yoluyla okuyucunun milliyetçi(lik) algısını tahrip etmeye çalışır. İncelenen eserlerde, iki ideolojinin düşünsel arka planlarını tartışan aydınlara rastlanmaz. Eleştirinin temellendirildiği derin bir fikrî zemin yoktur. Milliyetçilerin yeri geldiğinde savaşmayı meşru görmesine neden olan tarihsel koşullar bilinçli olarak görmezden gelinir veya çarpıtılır. Milliyetçi olmak ontolojik olarak kötü olmayı gerektiriyormuş gibi bu milliyetçi tipleri sürekli entrika ve bozgunculuk peşinde koşar. Sosyo-psikolojik derinliği olmayan bu yaklaşım ideolojik edebiyatın yüzeyselliğini de ortaya koyar.