• Sonuç bulunamadı

XIX. yüzyıl sonu, XX. yüzyıl başında Azerbaycan coğrafyası, Müslüman/Türk coğrafyasının büyük bölümü gibi geleneksel Şark toplum yapısının özelliklerini taşır ve feodalitenin güçlü olduğu bir sosyolojik yapıyla varlığını sürdürür. Batı’da yaşanan modernleşme süreçleri bu coğrafyada henüz yaşanmadığı için, “Sanayi Devrimi” ve “kentleşme” sonucu ortaya çıkan modern/seküler toplum yapısı, Şark dünyasında inşa henüz edilemez. Bu nedenle de feodalitenin güçlü unsurları olan toprak sahibi beyler ve modern ulus-devlet tecrübesinin uzağında küçün siyasi teşekküllere sahip olan hanlar, uzun süre boyunca güçlü bir şekilde varlığını devam ettirir. XIX. yüzyılda Rus etkisiyle başlayan ve yüzyılın sonlarına doğru milliyetçilik akımının bu coğrafyada etkili olmasıyla modern anlamda millî kimlik inşa sürecini hızlandıran yenileşme çabaları, bir taraftan modernleşip çağa ayak uydurmaya çalışan, diğer taraftan da millî ve dinî değerleri korumayı öneren bilinçli aydın ve yazarların entelektüel

124 faaliyetleriyle devam eder. Bu dönemde Türk-İslam dünyasının problemlerine kafa yoran her bilinçli aydın gibi, Mirze Aliekber Sabir, Celil Memmedguluzâde, Mehemmed Ağa Şahtahtalı, Abdürrahim Bey Hakverdiyev gibi aydınlar da geleneksel toplum yapsının aksayan yönlerini sert şekilde eleştirir. Gerek makalelerde gerekse kurmaca metinlerde zalim bey ve hanların eleştirilmesi de buna dâhildir. Bu anlamda Azerbaycan edebiyatında feodal düzenin aksaklıklarının, bey ve hanların eleştirilmesinin Sovyet edebiyatına özgü olduğunu söylemek yanlış olur. Fakat devrim öncesi millî aydınların edebî eserlerde yaptığı eleştiri, Türk-İslam dünyasını içerisinde bulunduğu problemlerden çıkarmak amacını taşır. Bu aydınların büyük bir çoğunluğu, dine ve toplumsal kimliği oluşturan geleneksel kültürel değerlere değil, bunları kendi çıkarına göre yorumlayan kötü niyetli, çıkarcı yönetici ve din adamlarına karşıdır. Oysa Sovyet döneminde sosyalist realizm anlayışıyla yazılan eserlerde böyle bir ayrım söz konusu olmadığı gibi asıl amaç, Türk ve Müslüman kimliğini geri kalmış zalim düzenle özdeşleştirmek ve bu sayede geniş kitlelerin toplumsal kimliklerini tahrip etmektir. Zalim Çar rejimi ile iş birliği yaparak “köhne düzen”in varlığını sürdürmeye çalışan kötü niyetli beylerin ve hanların edebiyatta işlenmesi de bu amaca hizmet eden bir yöntem olarak görülmelidir.

Devrim öncesinin adaletsiz düzeniyle iş birliği yaparak işçi ve köylüleri sömüren beyler ve hanlar; şiir, poema, tiyatro, roman ve hikâye türündeki eserlerde adeta bu düzenin sembolü olarak sunulur. Şiirleriyle feodal zenginleri eleştiren şairlerin başında Cafer Cabbarlı gelir. Cabbarlı, “Ağa Şeypur” başlıklı şiirinde, köhne düzende ağaların aslında zenginlerin menfaatlerini koruyan ve adaleti gözetmeyen çıkarcı kimseler olduğunu anlatmaya çalışır. Şairin satirik metinlerinden olan bu şiirde oğlu askere çağırılan zengin bir kimse, Ağa Şeypur’a gizli bir mektup yazarak ondan oğlunun askere gitmemesi için kendisine yardım etmesini ister. Adaletsiz Çar düzeninde zengin olan ve rahat bir hayat yaşayan bu adam, oğlunu da rahata alıştırır. Oğlunun askere gitmesi hem bu rahatın bozulması hem de hayatının tehlikeye girmesi anlamına gelir. Tüfek ve top mermilerinin yağdığı bir ortamda zengin adamın gönlü, oğlunu askere göndermeye el vermez. Aynı durumda olup askere gitmek zorunda olan fakir insanların çocuklarını düşünmeyen zengin adam, adalet ve vicdan duygusundan yoksun bir şekilde kendi oğlunu kurtarmak ister. Köhne düzen, parası olanın güçlü olduğu ve istediği ayrıcalığı kazanabildiği bir toplumsal yapı sunar ve bu düzenin

125 işbirlikçisi/destekçisi olan feodal ağalar, bu şiirde olduğu gibi güçlülerin adaletsizliklerine yardım eden birer başvuru mercii hâline gelir. Zengin bir ağanın devletin askere alınma işlerine müdahil olacak kadar güçlü olduğunu bilen adam, Ağa Şeypur’dan şöyle ricacı olur:

Imdi daha yоx qırmızı şalvar, nə də şantan, Var bircə tüfəng, güllə yağır əsgərə hər an, Bir böylə оda öz xələfin sövq edər insan?

Оğlum оlub əvvəlki işindən də peşiman. (2005a: 147)

Azerbaycan edebiyatında sosyalist realizmin temsilcilerinden biri olan şair Eli Nezmi, “Minacat” başlıklı şiirinde zalim ağa ve sultanları köhne düzenle özdeşleştirir. Tanrı’ya inanmayan ve dini zalim düzenin yoksulları sömürmesi için uydurulmuş bir masal olarak gören şair, inanmadığı Tanrı’ya neden bütün işleri fakirlerin yaptığını, şahların ve ağaların niçin rahat bir ömür sürdüğünü sorar. Eli Nezmi’ye göre din kurumu ve Tanrı inancı, zalim düzenin bir ürünüdür ve bu kurumla iş birliği yapan ağalar ve sultanlar, aslında zalim düzenin birer destekçisidir. Bu düşünceyi şair şöyle ifade eder:

İş başına qoydun niyə her yoxsulu, Tanrı?

Şaxlar, ağalar boylə mi, söyle, qulu, Tanrı?! (2006: 284-285).

Memmed Rahim, “Kolxozcu Aşıq” isimli şiirinde, beylerin yoksul bir köylüye dünyayı nasıl zindan ettiğini şu şekilde anlatır:

Gözündə eylədi dünyanı zindan Ellərin düşməni Tovuz bəyləri” Sənə öz yurdundan öz bəyazından

Ancaq ayırdılar bir qəbir yeri. (2006a: 24-25).

Şiirde geçen “bəyaz” kelimesi, ürün vermeyen toprak anlamına gelir. Zalim beyler köylüye ancak mezar yeri olarak bu çorak yeri vermeyi layık görür.

126 Elağa Vahid’in “Sür Dərəyə” başlıklı şiiri de ağaları hedef alır. Ağaların isteklerinin sorgulanmadan emir telakki edildiği bir sömürü düzeni vardır. Şair bunu şiirin her bölümünde tekrarladığı, “Ağa ki əmr elədi: sür dərəyə, sür dərəyə!” dizesiyle ifade eder (2005: 395).

Mikayıl Rzaguluzâde’nin “Ana Öyüdü” isimli şiiri de Çar rejiminin bey ve mülk sahipleriyle olan ilişkisini anlatır. II. Dünya Savaşı döneminde yazılan şiirde faşizme karşı savaşmak ve Sovyet rejimini korumanın önemini vurgulamak için, devrim öncesindeki zulüm hatırlatılır. Eğer halk Moskova yönetimi için çalışıp Sovyet rejimini korumazsa, faşizm gelecek ve devrim öncesindeki Çar rejiminin zulmüne benzer zulümler yapacaktır. Bu nedenle o dönemin adaletsizliğini hatırlayarak, beylerin ve zenginlerin Çar ile birlikte yoksul halka çektirdiklerini düşünerek hareket etmek gerekir. Şiirde beylerin ve mülk sahiplerinin Çar ile birlikte zikredilmesi, onlar arasındaki iş birliğini de gösterir niteliktedir:

Çar dərdi, bəy dərdi, mülkədar dərdi bizi Canımızdan bezar edərdi. (2006: 9)

Samed Vurğun’un “Komsomol Poeması” isimli uzun manzum hikâyesi de köhne düzenle iş birliği yapan beyleri anlatır. Eser, Bolşevik hareketinin Azerbaycan’da devrim yapmasını isteyen devrimci gençler ile eski düzenin nimetlerinden faydalanan ve bu nedenle Çar rejiminin devamını isteyen Geray Bey arasındaki çatışma üzerine kurulur. Geray Bey, devrim yapmak isteyen gençlere karşı öfkesini şu şekilde dile getirir:

Nədən mənim qabağımdan artanları yeyənlər, Köhnə-köşkül paltarımı öz əyninə geyənlər İndi mənə ağ olsunlar?.. (2005c: 12)

Bu sözler aynı zamanda Geray Bey’in niçin mevcut düzenin devamını istediğini de açıklar. Çünkü bu koşullarda yoksul insanlar, Geray Bey gibi zenginlerin tabağından artanları yiyerek hayatta kalır, onun beğenmeyip giymediği eski kıyafetleri memnuniyetle giyer. Ancak devrim gerçekleşirse, bu “zavallı insanlar”, Geray Bey

127 gibi eşraf takımının başına ağa olacaktır. Bu nedenle Geray Bey, Çar düzeninin işbirlikçisi olarak devrimci gençlerle savaşır. Poemanın ilerleyen bölümlerinde devrim gerçekleşir ve Geray Bey’in evi elinden alınır:

Bir aydı Gərayın evi alınmış, Orada başqa bir həyat salınmış. Leninin əksidir divarda duran, Tarixdə ən böyük, ən canlı insan. Könüldən-könülə gəzir əməli, Onun tribunadan yüksələn əli Çağırır üsyana əzilənləri,

Günlər baş götürüb axır irəli. (2005c: 32)

Artık Geray Bey’in evinde bambaşka bir hayat vardır. Eskiden despot bir Şark feodalinin yaşadığı yer olan bu ev, şimdi dünyadaki bütün ezilenleri isyana çağıran ve şaire göre “tarihin en büyük insanı” olan Lenin’in resmiyle duvarı süslenmiş bir mekân hâline gelir. Şair mekân aracılığıyla Geray Bey-Lenin değişimi üzerinden iyi-kötü karşıtlığını ortaya koyar.

Benzer bir konuyu “Məsumə” isimli poemasında Süleyman Rüstem de işler. Şairin hitap ettiği Mesume adlı kişi, eski düzenin sömürüsü altında yaşam mücadelesi vermiş, çareyi Tebriz’e gitmekte bulmuş ama burada da sömürüden kurtulamamış bir yoksuldur. Poemada ağaların zalim hükümetle birlikte Mesume ve ailesini nasıl sömürdüğü şu şekilde anlatılır:

Atan əkib biçdi, döydü, nə fayda, Bir pud da düşmədi payına ayda. Hökumət istədi, ağa istədi,

O verdi, onlarsa yenə ver dedi. (2005b: 142)

Mesume’nin babası bir emekçidir fakat çalışmasının karşılığını alamaz. Çünkü hem hükûmet hem de ağa parasını elinden alır ve bir türlü doymak bilmez. Mesume,

128 kucağında çocuğuyla Tebriz’e gelir fakat burada da kaderi değişmez. Çünkü faşist ağalar burada da vardır:

Xalqın gözünü açan kitablara od vuran, Murdar, faşist ürəkli, qeyrətdən boş ağalar.

Öz-özlərindən razı kobud, sərxoş ağalar. (2005b: 142)

Düzenle iş birliği yapan ağa ve beyler tiyatro eserlerinde de sıkça kullanılır. Bu anlamda en dikkat çekici eserlerden birisi, Cafer Cabbarlı’nın Almaz isimli piyesidir. Sosyalist realizm anlayışıyla yazılan piyeste Cabbarlı, devrime inanmış bir köy öğretmeni olan Almaz’ın etrafında eski-yeni, ilerici-gerici çatışmasını ortaya koyar. Almaz’ın amacı, köylüleri “gericilikten” ve köhne düzenin zulmünden kurtarmaktır. Bunun için de halkın aydınlatılması ve devrimle gelen yeni değerlerle yeni bir hayat inşa edilmesi gerektiğine inanan genç öğretmen, zorlu bir mücadeleye girişir. Fakat devrim propagandası yapan pek çok eserde görüldüğü gibi, mevcut düzenin nimetlerinden faydalanan zengin feodaller, Almaz’ın bu faaliyetlerinden rahatsız olur ve ona savaş açar. Bu kişilerin başında köyün zengin ağalarından birisi olan Hacı Ehmed gelir. İsminden de anlaşılabileceği gibi aynı zamanda dinî değerleri de temsil eden bu despot feodal, Almaz’ın “ilerici” faaliyetlerine engel olmaya çalışarak mevcut yaşam düzeninin avantajlarından yararlanmaya devam etmek ister. Devrimci öğretmen Almaz ile Hacı Ehmed arasındaki en büyük çatışma, bağa el konulması meselesinde çıkar. Hacı Ehmed’in köyde güzel bir bağı vardır. Fakat Almaz, devrimle birlikte herşeyin kolektifleştirildiğini, bu bağın da kolektifleştirilmesi gerektiğini savunur. Almaz, köylü kadınların devrimci değerlerle yetiştirileceği bir kurs açmak ve kadınları kolektif üretime katmak için bu bağda meyvecilik yapmak ister. Köylünün ortasında Hacı Ehmed’e “Biz kənddə olan hər bir şeyi cəmiyyətin bilirik. Qoy kəndlilər qərar çıxartsınlar, o bağı kollektiv üçün alsınlar.” (2005c: 78) der. Fakat bağına el konulacağını anlayan Hacı Ehmed sertleşir. Almaz, köylüyü ikna etmek için, feodal düzenin onları nasıl sömürdüğünü, kendisinin ise bu durumu düzeltmeye çalıştığını anlatır.

Almaz ile Hacı Ehmed arasındaki ikinci büyük çatışma ise mescidin kolektifleştirilmesi konusunda yaşanır. Almaz, köyde büyük bir binaya ihtiyaç

129 olduğunu, bu nedenle mescid binasının kadınlar yurduna, bahçesinin de çocuklar için oyun alanına dönüştürülmesini teklif eder. Hacı Ehmed bu duruma şöyle karşı çıkar: “Ay camaat, nə o yan-bu yan salmışsınız? Bu, belə deyir ki, arvadları salın Hacı Əhməd bağına, olsun hamı hopçılığa, məscidi də bağlayın, olsun oyunbazxana, vəssalam, şüdtamam.” (2005c: 81)

Hacı Ehmed’in mescidin kolektifleştirilmesine bu kadar karşı çıkması, dine olan sevgisinden değil, kolektifleştirmenin genel anlamda yanlış bir uygulama olduğu konusunda köylüleri ikna etmek ve böylece kendi bağını kurtarmak arzusundandır. Bu nedenle kendi yandaşı olan İbad’a, “İbad, İbad, bağnan işin olmasın. Sən məscidi qışqır, məscidi. Qoy bəhanə məscid olsun.” (2005c: 82) diyerek öğüt verir. Hacı Ehmed’in destekçilerinden olan Ocakkulu da bu tartışmaya katılır ve konuyu Tanrı’nın varlığı veya yokluğu meselesine getirerek halkın Almaz’a destek vermesini engeller.

Çarlık rejimi ile iş birliği yapan zalim beylerden hareketle devrim propagandası yapan tiyatro eserlerinden birisi de Abdulla Şaik’in İldırım isimli piyesidir.Piyesin başkişisi olan İldırım, haksızlığa tahammülü olmayan, cesur bir gençtir. Onun köyde mücadele ettiği kişi ise, Çarlık Rusya’sının Azerbaycan’daki işbirlikçisi olan Sefi Bey’dir. Sefi Bey, halka borç para verip sonra faiziyle geri alan, alamayınca malına ve çocuklarına el koyan, hiçbir insanî değeri olmayan bir zalimdir. Onun oğlu Ferruh da babası gibi bir insandır ve babasının zulümlerine destek olur. İldırım bu haksız düzene tahammül edemez. Arkadaşı ve aynı zamanda köyün öğretmeni olan Mirze Möhsün ile devrimci mücadeleye katılır.

Piyesin ilerleyen bölümlerinde devrimci hareket gittikçe güçlenir ve Çarlık Rusya’sını tehdit etmeye başlar. Bu durum zalim Sefi Beyi ve işbirlikçisi hâkim Şükür Beyi korkutur. Sefi Bey, muktedir günlerinin tehlikeye girdiği bu durumda dahi köylüleri küçümsemeye devam eder. Bu tavır, İldırım’ın Sefi Bey’i Çar rejiminin mahkemesine şikâyet etmesinde iyice açığa çıkar. Bolşevik hareketin gücünden dolayı köylü ve emekçilerin isteklerini tamamen görmezden gelemeyen düzen mahkemesi, Sefi Bey’in istediği şekilde bir karar vermez fakat “Bey olduğu için” onu sıradan bir insan gibi muhakeme de etmez. Mahkeme, İldırım’ın şikâyetini sonuçsuz bırakır. Çar rejiminin mahkemesine çok fazla para yediren Sefi Bey bu işe öfkelenir ve küçümsediği insanlar

130 karşısında zafer kazanamadığı için itibarının sarsıldığını düşünür. Onun “camaat dəyər ki, Səfi bəy bir lütün əlində aciz kaldı. Buna mən dözə bilmərəm.” (2005b: 366) şeklindeki sözleri hem rejimle yaptığı iş birliğinin hem de rejimin temsilcisi olarak köylülere bakış açısının bir göstergesidir.

Piyeste Sefi Bey ile rejimin iş birliğini gösteren bir başka olay da Naçalnik Nikolay Petroviç’ten gelen bir mektubun okunması esnasında gerçekleşir. Mektup Şükür Bey’e gelmiştir ve içerisinde köyün savaş nedeniyle boşaltılması emri vardır. Bunun üzerine mal varlığı köyde olan Sefi Bey, “Bes menim torpaqlarım, bağlarım ne olacaq?” diye sorar. Şükür Bey ise “Sen de qorxursan? Sene, mene zeval yoxdur” (2005b: 366) diyerek onların mallarının ve çıkarlarının Çar rejiminin teminatı altında olduğunu söyler.

Çar rejiminin ve işbirlikçisi Sefi Bey’in zulmüne dayanamayan İldırım, sonunda Naçalnik Nikolay Petroviç’i öldürür ve kaçar. Artık bir kaçak olarak yaşayan İldırım, etrafına çok sayıda devrimci genç toplar ve bir halk hareketinin lideri olur. Sefi Bey’i mal ve mülkünü kaybetmenin korkusu iyice sarar ve bir kurtuluş yolu aramaya başlar. Öldürülen Petroviç’in yerine gelen yeni Naçalnik de çok zalim bir adamdır. Sefi Bey ve Şükür Bey, yeni Naçalnik ile de iş birliği yapmaya devam eder. Bu esnada Şükür Bey, yeni Naçalnikten öğretmen Mirze Möhsün’ün öldürülmesi için icazet alır. Şimdi Sefi Bey’in para vererek bir kiralık katil bulması gereklidir. Zira parası olanın güçlü olduğu bu düzende Sefi Bey bugüne kadar bütün sorunlarını para ile çözmüştür. Parayı çok seven Sefi Bey, onu harcamaya kıyamasa da zenginliğinin devamı için bu parayı harcamak zorundadır. Bu durum piyeste Sefi Bey’in ağzından “Her şeyin açarı puldur. Vermezsen iş aşmaz. Ancaq kisenin ağzını açanda ele bil üreyimin tikesini qoparıp atıram.” (2005b: 382) sözleriyle dile getirilir. Huduş isimli bir köylüye para vererek ondan öğretmeni öldürmesini ister. Fakat öğretmen bu haberi önceden öğrenir ve öğretmen yerine onun kıyafetini giymiş bir köylü olan Kerim öldürülür. Piyesin sonunda Şükür Bey, Sefi Bey’in oğlu Ferruh’u düşman zannederek öldürür. Sonrasında İldırım, Sefi Bey’in evine gelir. Sevgilisi Ülker ile hasret giderdiği sırada Şükür Beyin adamları İldırım’ı yakalayarak idama götürür. İldırım ölüme giderken gururundan taviz vermez, çünkü davası için ölmekten mutludur. Bu bölümde yazar, İldırım’ı tam bir devrimci-romantik olarak sunar.

131 Piyesleriyle ağa ve beyleri sert sekilde eleştiren Sovyet dönemi yazarlarından birisi de Abdürrahim Bey Hakverdiyev’dir. Azerbaycan tiyatrosunun en önemli isimlerinden birisi olan Hakverdiyev’in zengin sınıfını ve zalim feodalleri eleştirmesi, sosyalist dönemle başlamış değildir. Hakverdiyev üzerine çalışan edebiyat bilimciler genellikle onun sanatçılığını üç döneme ayırır. 1892-1905 arasındaki birinci döneminde sadece tiyatro eserleri yazan ve daha ilk piyeslerinden itibaren beyleri ve ağaları da içerisine alan sosyal içerikli metinler ortaya koyan Hakverdiyev, 1905-1920 yılları arasındaki ikinci döneminde Molla Nasreddin dergisine ve bu dergi etrafında oluşan “Molla Nasreddin ekolüne” dâhil olur ve satirik eserler yazarak toplumsal eleştirilerini sertleştirir. Yazar, devrimden sonra yazdığı piyeslerde artık mizahın dozunu düşürür ve devrimden önceki köhne düzeni anlatır (Ahmadov, 2016: 32-39). Bu metinlerin öncekilerden farkı, yaptığı toplumsal eleştirilere çare olarak sosyalizmi savunmasından ve devrimin öncesinde yaşanan zulümleri anlatarak, devrimin propagandasını yapmaya çalışmasından kaynaklanır.

Hakverdiyev’in devrimden sonra yazdığı eserlerinden birisi olan ve konusu köyde geçen Ağaç Kölgesinde isimli piyesi, ağa baskısı ve feodalite sorununu ele alır. Sosyalist realizm ilkeleri doğrultusunda yazılan eserde Mustafa Bey isimli zalim bir ağa ile devrimci fikirleri savunan Mirze Kerim isimli bir köy öğretmeninin mücadelesi anlatılır. Mustafa Bey, köyün emekçilerini sömürerek servetine servet katan bir feodaldir. Bütün gün tarlada çalışan fakir insanların mahsüllerine haksız yere el koyar. Bu da yetmezmiş gibi köylüler ona mallarını verirken gönülsüz davrandıkları için sinirlenir ve onları azarlarken dini kullanır:

Guya Allah buyuran yоlla su aparıb, pambıq məhsulunun dörddən birini bəyə vеrsəniz, canınız çıxar. Оdur ki, Allahın qəzəbi sizə kеçib, əkinlərinizi gah çəyirtkə yеyir, gah dоlu vurur, gah quraq aparır. Özünüz də yaz əkinçi, qış dilənçi. (2005a: 251)

Mustafa Bey’in bu sözlerinden de anlaşılacağı gibi o, mallarını kendisine verirken gönülsüz davrandığı için köylünün Tanrı tarafından cezalandırıldığını savunur. Ama kendisi bu mallara el koymak için hiçbir emek harcamaz. Köylüyü sömürerek beş

132 kuruş paraya muhtaç bırakan sanki kendisi değilmiş gibi onları dilencilik yapmakla suçlar. Mustafa Bey’in zulmü sadece emekçi köylülere yaptığı hakaretlerle sınırlı kalmaz. Köyün suyunu köylülere vermeyerek onların tarım yapmasına da engel olur. Köylüleri önce ondan borç almaya muhtaç hâle getirir, sonra da verdiği borcu faiziyle geri isteyerek onları daha kötü duruma düşürür. İnsanları kendi malı gibi gören bu despot feodal, göz koyduğu köylü kızını zorla ailesinin elinden alarak kendisine cariye yapar. Mustafa Bey, köylüye eziyet ederken can almaktan da çekinmez. Suyunu izinsiz kullandığı gerekçesiyle Cefer isminde bir köylünün boğazını ip geçirterek onu yerlerde sürükler ve döverek ölmesine neden olur.

Piyeste zalim ağanın karşısına çıkan Mirze Kerim isimli köy öğretmeni, önce onu uyararak yola getirmeyi dener. Fakat bu uyarılara kulak asmayan Mustafa Bey, sömürü ve zulümlerine devam eder. Bu esnada Rusya’da ve Gürcistan’da devrim gerçekleşmiş, Azerbaycan’a da ulaşmak üzeredir. Mirze Kerim, sosyalist edebiyatta sıkça görülen “ideal devrimci” tipi olarak köylüyü sömürü ve devrim konularında aydınlatmaya çalışır. Onun bu çabası Mustafa Bey’de rahatsızlık uyandırır. Piyesin sonunda Bakü’de Şûra Hükûmeti’nin kurulduğu haberi köye ulaşır. Bu haber Mustafa Bey için korkutucudur çünkü onun gücü, mevcut rejim ile olan iş birliğinden kaynaklanır. Düzenin sonunun gelmesi, Mustafa Bey gibi feodallerin de sonu anlamına gelir. Mustafa Bey, canını kurtarmaya çalışsa da bunda başarılı olamaz. Köylüler, Cefer’in yerlerde sürüklendiği ipi bu kez ağanın boynuna asar ve onu idam ederler. Zalim feodalin bütün malları da devlete devredilir. Böylece Mirze Kerim’in devrim propagandası yaparken, o malların aslında Mustafa Bey’e değil, herkese ait olduğu yönündeki fikri gerçeklik kazanmış olur. Yazar, köhne düzenle birlikte onun işbirlikçisi ağaların da sonunun geldiğini Mirze Kerim’in ağzından “Bundan sоnra hökumət zəhmətkеşlərin əlində оlacaq. Ağ əllərin dünyası məhv оldu. İndi yaşasın qabarlı əllər!..” (2005a: 260) cümleleriyle anlatır.

Hakverdiyev’in Köhne Dudman isimli piyesinde, Azerbaycan’daki hanlıklar dönemi anlatılarak feodalite ve zalim yöneticiler eleştirilir. Bu eserde zaman dilimi Ağaç Kölgesinde piyesinden farklı olarak Sovyet düzeninin kurulduğu 1920’li yıllar değil, Çarlık Rusya’sının bölgeyi işgal etmeden önce varlığını sürdüren hanlıklar dönemidir. Yazarın amacı, devrim öncesindeki sosyal ve idari yapının bozukluğunu anlatıp, zalim

133 beyleri eleştirerek devrimin ne kadar büyük bir kazanım olduğunu okuyucuya anlatmaktır.

Piyeste bu kez feodal zalim olarak Pervizhan anlatılır. O, halkını sömüren ve fakirliğe mahkûm eden insafsız bir yöneticidir. Piyesin başında, Pervizhan’ın vekilliğini yapan