• Sonuç bulunamadı

Edward Said'in önemi tarihi ve tarih yazımını eleştirel bir biçimde yeniden ele alan bir düşünür olmasından kaynaklanır. Hem de bunu Emperyalist Batılı güçlerin dünya politikası ve kültürünü etkilemeye devam ettiği bir dönemde karşı güçlü ve farklı tepkilerin ortaya çıkmaya başladığı bir dönemde yaparak kültür üretimi alanında çoğu figürün çıkış noktasında temel oluşturmuştur. Bununla beraber monolojik tarih yazımı adına geliştirdiği yöntem ve öneriler bizi tarih ekseninde yeni bir perspektif ve uzam algısının içerisine yerleştirmiştir.

Said başvurduğu monolik yazımın temelini siyaset ile tarihin günümüzdeki çarpık ilişkisine bağlamaktadır.

“Tarih disiplinine, siyaset ile kuramın karışması, tarihçinin gittikçe savunmacı bir hal almasına neden olmuştur. Said'in dile ve daima peşinden gittiği anlatı yapılarına olan yaklaşımının büyük oranda kuramsız bir konuma sahip olduğu görürüz. Burada, tek sesli ve monolojik tarih metinlerinin, başka tarihlerin yazılmasına ve mevcut tarihin katı bir araştırmadan geçirilmesine ve son derece ihtiyaç duyulan sömürgesizleşme mücadelelerine imkan tanıyacak bir faktör olup olmadığı tartışması gündeme gelir.51

Burada söz konusu olan yazım pratiği dışarıdan belirlenmiş kuralcı bir eksen içerisinde üretmekten çok, yazım alanını hikâyelere, parçalara bölerek, anlatılar şeklinde toplumsallaştırmak ve kamusallaşmaktır. Bu haliyle söz konusu edilen yeni tarih daha yaşama dair, daha içselleşmiş bir tarih olacaktır.

“Said'in çalışmaları özel olanla kamusal olan arasındaki uçurumu birleştirme çabasıdır.”52Said'in yazılarında mevcut olan gerilim ve çelişkiler ki

51 Shelley Walia, Edward Said ve Tarih Yazımı, Çev: Gürol Koca, Everest Yay., Đstanbul, 2004, s. 3 52 y.a.g.e., s. 14

30 yazılarının bu özellikleri Ernest Gellner ve Aijaz Alemsul gibi eleştirmenleri derinden etkilemiştir. Hem profesyonel zorunlulukların gereklerini yerine getiren, hem de kamusal alanda katılımlarda bulunan, uluslarüstü bir kuram çerçevesinde yer alan ve marjinalleştirilmiş Filistinli sürgününü temsil eden, konumu belirsiz bir eleştirmenin temel unsurlarıdır. Burada “büyük anlatılar” yerel tarihlere, akademik

eleştiride gücünü halktan alan siyasal katılımcılıkla çarpışır.”53

Buradan hareketle güncel sanat alanında yapılan lokal bir arşivin gerekliliğini gündemimize taşırsak; büyük anlatının yerine, yerel tarihin, lokalin, çok kültürlülük (genel tarihe karşı) üzerine yerleştirmesi söz konusu edilebilir.

“Said sanatların ve tarihlerin yapılışında kültürün katkısını ön plana çıkarır. Edebiyat eleştirisinin kendi emperyalist iktidar ve yetke kurumlarının gerçekliklerinin beraberinde insanın deneyimlerinin gerçekliklerine sıkı sıkıya bağlı olduğunu görmesinin gerekliliğini vurgular.”54

Bu tür bir bakış, Batının merkeziyetçi düşünce pratikleri karşısında alternatif duruşu gündeme getirir.“Said kendini küreselleşme bağlamına yerleştirmeye

çalışmış, ancak Batı'nın hegemonyacı konumlarıyla ve bilgi üretimiyle uzlaşma düşüncesine muhalif bir duruş alarak kültürlerarası hegemonya dan kendini uzak tutmuştur.”55

Said'in bu duruşu özellikle günümüz sanatının kayıt dışı kalmış bölgelerine ilişkin yürütülen arşiv çalışmaları söz konusu olduğunda, bu bağımsız ve sıra dışı olan tasnifsiz alanların işaretlenmesine ve lokal olarak genişlemesine dair önemli bir referans olabilir. Tüm bunlar çok katmanlı lokalden internasyonel ağa uzanan bir arşiv projesinin, tarih yazımı üzerindeki etkisinin temeliyle de çakışır.

Said insanların kendi tarihlerini, kendilerinin yaptığına ve bu dünyanın insani

53 Shelley Walia, Edward Said ve Tarih Yazımı, Çev: Gürol Koca, Everest Yay., Đstanbul, 2004,s. 5 54 y.a.g.e., s. 9

31 şeylerine inanır. Bu ezelde kalmış bir geçmişin siyasal anlamda iyileştirilmesidir. Tam anlamlıyla düzeltilmesi değildir. Bunun bilinciyle hareket edilmiş bir tarih yazımı söz konusudur. Đyileştirme vurgusu burada önemlidir. Belki de tam düzelemeyeceğinin bilinciyle o sebeple tarafsız ve kapsayıcı olmak zorunda dır.

“Tüm yeniden inşalar geçici ve çoklu yorumlara bağımlı olduğu için geçmişi tüm hakikatiyle yeniden inşa etmek mümkün değildir.”56

Walia'ya göre, Edward Said dışında, tarih yazımına yeni bir bakış açısını ilk getiren, hakikat ile onu biçimlendirip belirleyen iktidar sistemleri arasındaki ilişkiyi sorgulayan diğer kişiler Michel Focuault Roland Barthes ve Jacques Derrida'dır.

“Onlara göre gerçekliği dilin bizahiti kendisi şekillendirir ve belirler. Bu nedenle her şey dilsel/metinsel bir yapıdır.”57

Hayden White ise tarih hakkındaki fikirlerini şöyle açıklar: “Tarih, bir

görüşün, dilin kullanımı sayesinde oluşturulmuş ikna edici bir kompozisyondur.” 58Bu türde bir düşünce Walia' ya göre: Tarihsel hakikatlerin olayların, durumların salt

kanıtlarında-içkin var olmadığıdır. O bunun haricinde, tarihin başlı başına inşa edilmiş bir anlatı (sözel ve yazınsal) olduğunu iddia etmemizi sonrada kabul edebilmemizi vurgular. O'na göre hakikatin inşası o kadar gerçektir ki, ona “temel” unvanı verilmiştir. “Temel tarih, geleneksel tarihçilerin tem kaynak olarak gördükleri

nesnellik, gerçekçilik ve hakikatin dışsal doğasına dayanan bir yöntemselliğe değer atfeder.”59

Buradan yola çıkılarak ortaya sürülen bir düşünce de tarihin aslında (nesnellikten öte) tarih yazımından başka bir şey olmadığıdır. Bilgi, inanç, adet, davranış veya kodların, özellikle kültürel, coğrafi etkiler ışığında inşa edilmelerinden oluşan bir metinler kümesi olarak görür. Buna bu sözü edilen metinlerde diyalektik

56 Shelley Walia, Edward Said ve Tarih Yazımı, Çev: Gürol Koca, Everest Yay., Đstanbul, 2004, s. 12

57 y.a.g.e., s. 14 58 y.a.g.e., s. 15 59 y.a.g.e., s. 15

32 bir ilişki içinde olan bir okuma pratiği matrisinden ibaret oldukları yorumunu ekler. Bu matris de tarihe eklemlenen her yazı (anlatı) başkasının söylemiyle renklenir.

Tarih ve Edebiyat “O pek muteber tarihin basiretsizliği aslen üzerine

temellendiği naif gerçekçilik” metadolojisinden kaynaklanır”.60Anlatılar, edebi ve retoriktir. Bu onlar her ne kadar tanıklıklara (sözlü veya yazılı) da böyle olur. Shelley Walia'ya göre de bu noktada tarihsel anlatıların kurgusal anlatılarla, tarihçilerin normalde kabul ettiğinden çok daha fazla ortak yönü olduğu açıktır.