• Sonuç bulunamadı

Eğitimin Toplumsal Tabakalaşma Üzerine Etkisi: Dikey Hareketlilik

Belgede ONUR SÖZÜ (sayfa 96-103)

4. TOPLUMSAL TABAKALAŞMA EĞİTİM İLİŞKİSİ

4.1. Eğitimin Toplumsal Tabakalaşma Üzerine Etkisi: Dikey Hareketlilik

Geleneksel kapalı toplum yapıları, sosyal farklılaşma yolu ile tabakalaşmayı önleyen bir nitelik göstermekte, sosyal yapı ancak doğuştan elde edilen statülere imkân tanımaktadır. Bu toplumlarda sosyal yapı statik bir özellik taşımakta, çoğulcu bir sınıf yapısı ve işbölümü gelişememektedir. Günümüzün açık toplum yapılarında ise, kazanılan statü geçerlidir. Statü kazanmanın en önemli ve çağdaş aracının eğitim olduğu düşünülmektedir. Bireyler eğitim fırsatlarından yararlanarak yeni statüler elde etmektedirler. Babadan veya aileden statü elde etmek yerine, bireylerin kendi gayretleriyle üst statülere çıkabilmeleri dikey hareketlilik kavramıyla ifade edilmektedir. Dikey hareketlilikte, bireylerin statülerine bağlı olarak sadece gelirlerinde artış olmamakta, buna ilâveten hayat tarzlarında, dünya görüşlerinde de bir yükselme veya düşüş söz konusu olmaktadır (Erkal, 2009: 239-240).

İlk modern toplumsal hareketlilik araştırmasının Rusya doğumlu Amerikalı Sorokin tarafından 1927 yılında yapıldığı kabul edilmektedir. Yeni-Weberci bir yaklaşımı benimseyen Sorokin ekonomik, meslekî ve politik katmanlaşma arasında ayrım yaparak bu üç katmanlaşma arasındaki karşılıklı ilişkinin “mükemmel olmaktan uzak” olduğunu iddia etmiştir. Mineapolis’teki değişik gruplar üzerinde yaptığı araştırmasında Sorokin’in ulaştığı çok sayıdaki özel sonuçları arasında (Edgell, 1998:95-96), ilk olarak, aile geçmişi toplumsal konumun belirlenmesinde hâlâ bir faktör olsa da, okulun toplumsal işlevinin bir eğitim kurumu olmaktan

“deneyen, seçen ve dağıtan bir otoriteye” dönüşmesiyle birlikte eğitim daha önemli bir hale geldiği iddiası vardır.

Sorokin, ikinci olarak, araştırmanın yapıldığı 1927 yılı itibarıyla meslekî statünün gelecek kuşağa aktarımının tüm meslekî gruplarda %100’den çok daha az;

azami aktarım miktarının %70, asgari aktarım miktarının %3-10 arasında olduğunu hesaplamıştır. Böylece, baba ile oğul arasındaki meslekî aktarımın meslekten mesleğe önemli ölçüde değiştiğini ortaya koymuştur.

Üçüncüsü Sorokin, meslekî statünün gelecek kuşağa aktarılmasında kesin bir azalma eğilimi olduğunu ileri sürmüştür.

Dördüncüsü, Batı toplumlarındaki mevcut dikey meslek içi ve meslekler arası erkek hareketliliğinin hacmini göz önüne alan Sorokin, bu ülkelerin sunduğu tablonun ayrıntıda bir dereceye kadar değiştiği, ancak esasen Amerika’daki tabloya benzediği sonucuna varmıştır. Edgell, bu temel noktada Sorokin’in, Amerika’nın ayırıcı bir özellik olarak yüksek bir toplumsal hareketliliğe sahip olduğu görüşüne sahip olan Sombart’la çeliştiğini ifade etmektedir.

Beşincisi, hareketlilik politikalarıyla ilgili olarak Sorokin, hareketliliğin toplumsal istikrarı teşvik edebileceği, ancak, hareketli bir toplumdaki bireylerin ve grupların yukarı doğru hareketliliği sağlamak için mücadele etmesinden ötürü de, hareketliliğin toplumsal düzeni sarsabileceği hükmüne varmıştır.

Edgell (1998:108), Sorokin’in dikey hareketlilik araştırmasını erkek odaklı olup kadınları ihmal ettiği noktasında eleştirmekte ve Sorokin’in pragmatik bir tavır sergilediği için -babalar ile kızların meslekî statülerine ilişkin anlamlı karşılaştırmalar yapmanın baba-oğul karşılaştırması yapmaktan çok daha zor olduğu gerekçesiyle- böyle davrandığını ileri sürmektedir.

Dikey hareketliliğin esasını oluşturan sınıf ayrımları üzerinde ayrıntılı bir şekilde duran Laroque (1963:11), sınıf ayrımlarının itibar farklılıklarından kaynaklandığını savunarak, itibar farklılığını oluşturan belli başlı faktörler üzerinde durmuştur. Toplumda oynanan rol, hayat tarzı, psikolojik davranış ve ortak şuur gibi faktörleri ele alan Laroque (1963:11-19), bu ayrımların öneminin bir sınıftan diğerine geçme imkânıyla alâkalı oluşundan kaynaklandığını belirtmiştir (1963:32).

Dikey hareketlilik, zamana ve mekâna göre farklılaşmaktadır. Bunun başlıca nedenleri şöyle sıralanabilmektedir (Fichter, 1994:161-162):

Her şeyden önce, bir topluma veya topluluğa göç etme siyaseti ve uygulamaları dikey hareketlilik imkânlarını büyük ölçüde etkileyecektir. Çünkü yabancı bir ülkeden veya kırsal alanlardan gelen göçmenler geldikleri yerin

“tabanına” yerleştikleri için, bu durum, gelinen yöredeki yerli halkın bir üste çıkmasına yol açarak statüsünü yükseltir.

Genellikle üst tabakalardaki doğum oranlarının alt tabakalardakine nazaran düşük oluşu, “zirvede her zaman bir yer vardır” sözünde ifadesini bulduğu üzere alt tabakalardan yukarı doğru bir hareketliliği hızlandırmaktadır.

Rekabetçi kültürler yukarı hareketliliği özendirir; zira, rakiplerin uğruna mücadele edilecek hedefler bulunacaktır. Ancak bu, başarısız kişilerin de aşağı inmesi demektir.

Diğer yandan bireyin rekabet sürecine kendini hazırlayabilmesini sağlayan fırsatların elde edilebilirliği, hareketliliği etkileyen ikincil düzeyde faktördür. Eğitim, yukarı doğru hareketlilik için kestirme bir yol olabilir. Birey, eğitim sayesinde kendine yüksek prestij sağlayacak işlere ve profesyonel rollere girme imkânı elde edebilecektir. Bunun için eğitimin toplumda “erişilebilir” olması gerekmektedir.

Ülkelerdeki okullaşma oranları bu konuda bir fikir vermektedir.

Tablo 3’te, 1997-2009 yılları arasında Türkiye’de farklı eğitim seviyelerindeki okullaşma oranları verilmiştir. Tabloda, zorunlu eğitimden sonraki eğitim düzeylerinde okullaşma oranlarının azaldığı dikkat çekmektedir. Diğer bir deyişle, meselâ 2009 yılında ortaöğrenim çağındaki her 100 kişinin ancak 58-59’u, yüksek öğrenim çağındaki her 100 kişinin ise ancak 27-28’i okula gidebilmektedir.

Eğitim düzeyi arttıkça eğitime erişim imkânı azalmaktadır.

Tablo 3: Türkiye'de Net Okullaşma Oranları (%) Yıl İlköğretim Ortaöğretim Yükseköğretim

2009 96,50 58,50 27,70

2008 97,37 58,56 21,10

2007 90,13 56,56 20,14

2006 89,77 56,63 18,85

2005 89,66 54,87 16,60

2004 90,21 53,37 15,31

2003 90,98 50,37 14,65

2002 92,40 48,11 12,98

2001 95,28 43,95 12,27

2000 93,54 40,38 11,62

1999 89,26 38,87 10,76

1998 84,74 37,87 10,25

1999 89,40 38,54 9,21

Kaynak: MEB Millî Eğitim İstatistikleri, 2010

Öte yandan, bahsedilen tablodan çıkarılabilecek olan bir diğer önemli sonuç, yükseköğretimdeki okullaşma hızının ortaöğretimdeki okullaşma hızından çok daha yüksek oluşudur. Meselâ son beş yılda ortaöğretimde okullaşma oranı ancak 3-4 puanlık bir artış gösterirken, yüksek öğretimde bu oran 11 puanı bulmaktadır. Bu durumun son yıllarda ülkemizde gerek üniversite sayısının, gerekse de bölüm kontenjanlarının arttırılmış olmasıyla ilişkili olduğu düşünülebilir.

Nitekim, Tablo 4’te ülkemizde eğitim düzeyine göre işsizlik oranları görülmektedir. Tablodan anlaşılacağı üzere, eğitim düzeyi ile işsizlik oranları arasında doğrusal bir ilişki bulunmaktadır. Eğitim düzeyinin artması, işsizlik problemine çözüm olması gerekirken, Türkiye’de bu durum, tersine bir tablo oluşturmaktadır. Bu durumun nedenleri arasında, bir taraftan üniversiteden yeni mezun olmuş bireylerin aldıkları eğitime paralel bir işte çalışma isteği ve ücret beklentilerinin yüksek olması; diğer taraftan ise, ülkemizde ihtiyaçlar ve istihdam

imkânları dikkate alınmadan günlük siyasi çıkarlar gereği pek çok yere yeni üniversite ve yeni bölümlerin açılması gerçeğinin bulunduğu söylenebilir.

Tablo 4: Eğitim Durumuna Göre İşsizlik Oranı (%, 15-24 Yaş) üniversite, üniversitelerde bölüm açmak, öğrenci kontenjanlarını istihdam imkânlarını dikkate almadan arttırmak hem kaynakların israf edilmesine yol açmakta, hem de söz konusu üniversite mezunları arasında haksız rekabet ortamı yaratmaktadır. Buradan hareketle, özellikle az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde yaygın işsizlik nedeniyle bireylerin eğitim seviyelerine uygun işlerde istihdam edilmemeleri ve eğitimlerine uygun gelir düzeyine ulaşamamaları (Erkal, 2009:138) neticesinde dikey hareketlilik imkânlarının kısıtlı kaldığını söylemek mümkündür.

Nitekim, aşağıda Aslankurt’un (2013:2) OECD Eğitime Bakış 2012 Raporundan yararlanarak oluşturduğu ve OECD ülkelerinde eğitim düzeyindeki sosyal hareketliliği gösteren grafik görülmektedir (Grafik 1). Grafik 1’de ankete katılan genç yetişkinler, anne-babalarından en az bir tanesinden daha yüksek düzeyde

bir eğitim kurumunda eğitimlerini tamamlamaları durumunda yukarıya doğru hareket, aynı düzeyde eğitim almaları durumunda aynı düzey, daha düşük düzeyde bir eğitim kurumunda eğitim almaları durumunda aşağıya doğru hareket olarak sınıflandırılmıştır. Türkiye’de eğitim düzeyi bir kuşak öncesiyle aynı olan gençlerin toplam içindeki payı, % 66 ile ankete katılan ülkeler arasında en yüksek ikinci sıradadır. Bir başka deyişle Türkiye, Slovakya’dan sonra OECD ülkeleri arasında kuşaklararası sosyal hareketliliğin en az olduğu ülkedir.

Grafik 1: OECD Ülkelerinde Kuşaklararası Eğitim Düzeyindeki Hareketlilik (2009)

Kaynak: OECD Eğitime Bakış 2012, Avrupa İşgücü Anketi 2009, Yetişkin Okuryazarlık Anketi 2009’dan düzenleyen Aslankurt, 2013:2 (www.tepav.org.tr)

Dikkat çekici bir başka nokta, Türkiye’de eğitim düzeyinin bir kuşaktan diğerine değişmeyen ailelerin % 91 gibi ezici bir çoğunluğunda, bu düzeyin ilköğretim ve altı olmasıdır (Grafik 2). Bu durum, Türkiye’de düşük eğitim düzeyli anne-babaların çocuklarının, yüksek eğitimli ailelerin çocuklarından daha kısa süre eğitim aldıklarının göstergesi olarak kabul edilebilir.

Grafik 2: Eğitim Düzeyinin Bir Kuşaktan Diğerine Değişmediği Ailelerdeki Eğitim Durumu (2009)

Kaynak: Avrupa İşgücü Anketi 2009’dan düzenleyen Aslankurt, 2013:3(www.tepav.org.tr)

A.Kurtkan Bilgiseven (1992:149-150), az gelişmiş ülkelerde eğitim yoluyla dikey hareketlilik gerçekleştirilmesinin bireylerin başarı arzusuna bağlı olduğunu belirtmektedir. Başarı arzusu bir şeyi iktidar, sevgi ve kâr sağlamış olmak için değil, sırf iyi yapmış olmak için yapmaktır. Başarı arzusu ve farklı yönlere dönük olma (başka bireylerin değerlerini hedef olarak benimseme) değerlerinin tatminine yönelik ihtiyacın yüksek seviyede hissedildiği toplumlarda ekonomik büyüme de temin edilebilmiştir.

Bununla birlikte bazı toplumlarda, bireylerin ve grupların daha iyi bir konum elde etmek ve daha iyi bir hayat yaşamak için yükselme istekleri çok güçlü olmasına rağmen her zaman dikey hareketliliğe uğramaları mümkün olmayabilmektedir. Laroque (1963:33-35) bunun nedenlerini şöyle sıralamaktadır :

-Modern toplumlar eşitlik prensibini kabul etmiş olsalar da, buralarda görülen kast fikrinin kalıntıları yukarı doğru dikey hareketliliği engeller.

-Sosyal münasebet sisteminin uzun bir mazi tarafından tespit edildiği sosyal gruplarda sosyal hareketlilik imkânsız değilse bile, çok sınırlıdır.

-Geniş aile tipinin hâkim olduğu toplumlarda sosyal hareketlilik sınırlı iken, anne, baba ve evlenmemiş çocuklardan oluşan çekirdek aileli toplumlarda daha kolaydır. Çünkü kalabalık bir grupta sosyal hareketliliğin getireceği maddî ve sosyal değişikliklerin gerçekleşmesi kolay değildir. Ayrıca, geniş ailelerde yaşlı erkek üyenin otoritesini kırarak dikey hareketlilik gerçekleştirmek çoğu zaman zordur.

-Yaygın olarak kabul edilmiş olan sosyal düşünceler halkı ayıran veya birleştiren iki eğilimi barındırır; şartlara göre bu eğilimden biri veya diğeri üstün gelir. Bunlar, kast düşüncesi ve eşitçi düşüncedir. Kast düşüncesinde eşitsizlik sadece tabiî değil, aynı zamanda iyi bir şey olarak ele alınır. O nedenle herkesin kendi kast’ında (sosyal grubunda) kalması ahlâk ve din prensiplerinin gereğidir. Sınıflar arası hareketlilik hem ahlâk, hem de kanun tarafından imkânsız hale getirilmektedir.

Eşitçi düşüncenin hakim olduğu toplumlarda ise, liyakat ve kabiliyet farklarından doğmayan hiçbir eşitsizlik kabul edilmemektedir. Modern toplumlar, eşitlik prensibini kabul ettiklerini ilân etseler de, buralarda sosyal hareketlilik çok sınırlı olup kast fikrinin birtakım kalıntıları görülebilmektedir.

4.2. Toplumsal Tabakanın Eğitim Üzerine Etkisi: Eğitimde Fırsat

Belgede ONUR SÖZÜ (sayfa 96-103)