• Sonuç bulunamadı

Eğitimin Siyasal Fonksiyonu

Belgede ONUR SÖZÜ (sayfa 82-85)

2. EĞİTİMİN TOPLUMSAL FONKSİYONLARI

2.5. Eğitimin Siyasal Fonksiyonu

Eğitimin siyasal fonksiyonları bazı temel görevleri yerine getirmektedir.

Kardaş’a göre (1985:24), bu görevler iki türlüdür. Birincisi, devlet düzenine sadakati öngören ve bu sistemi işletecek elemanları yetiştirmektir. Sadakat, Durkheim’ın gözlemlediği gibi, eğitim dil, din, ahlâk ve âdetler aracılığıyla ortak toplumsal gelenekleri yeni kuşaklara aktarmak suretiyle sağlanmaktadır. Her devlet kendini ayakta tutacak nesiller yetiştirmek ister; hiçbir devletin kendini yıkacak bir nesil yetiştirmesi düşünülemez (Çelikkaya, 1998:55). Ulusal değerlerin aşılanması özellikle modern toplumlarda belirginleşmiş, bu durum öğretmenlerin toplum içinde prestij kazanmalarında etkili olmuştur. Örneğin, Fransız ilkokul öğretmeni özellikle Üçüncü Cumhuriyet yönetiminde büyük bir önem ve itibar kazanmıştır. Yine, ABD’de ilkokul öğretmenleri göçmen çocuklarının yüzde yüz Amerikalı yapılmasında benzeri bir rol oynamışlardır. İngiltere’de 1944 Eğitim Yasası her okulda günlük öğretime başlarken birlikte tapınmayı, ve dinî derslerin verilmesini zorunlu kılmış; resmi sirkülerde ve kitaplarda İngiliz hayat tarzının kendisine Hıristiyan geleneğini temel aldığı savunulmuştur. Sosyalist toplumlarda da, okullarda öğrencilere Marxist doktrinin ekonomik ve toplumsal özellikleri öğretilip benimsetilmekte idi. Hindistan’da ise, temel eğitim anlayışı, bütünüyle, kendisi Hinduizm’den esinlenmiş bulunan Gandi’nin toplumsal felsefesine dayanmakta, eğitim üzerine yapılan bütün kamusal değerlendirmelerde yaşanan günle geleneksel Hindu eğitim sistemi arasında bağlantı kurulmasına ağırlık verilmektedir (Bottomore, 1977:283-284).

Bu çerçevede Türk Millî Eğitiminin genel amacı da, 14.06.1973 tarih ve 1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanununun ikinci maddesinde şöyle açıklanmıştır (Resmi Gazete: 24.6.1973/14574):

“Türk Millî Eğitiminin genel amacı, Türk Milletinin bütün fertlerini,

1. Atatürk inkılâp ve ilkelerine ve Anayasada ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı; Türk Milletinin millî, ahlâkî, insanî, manevî ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren; ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye çalışan, insan haklarına ve Anayasanın başlangıcındaki temel ilkelere dayanan demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş yurttaşlar yetiştirmek;

2. Beden, zihin, ahlâk, ruh ve duygu bakımlarından dengeli ve sağlıklı şekilde gelişmiş bir kişiliğe ve karaktere, hür ve bilimsel düşünme gücüne, geniş bir dünya görüşüne sahip, insan haklarına saygılı, kişilik ve teşebbüse değer veren, topluma karşı sorumluluk duyan; yapıcı, yaratıcı ve verimli kişiler olarak yetiştirmek;

3. İlgi, istidat ve kabiliyetlerini geliştirerek gerekli bilgi, beceri, davranışlar ve birlikte iş görme alışkanlığı kazandırmak suretiyle hayata hazırlamak ve onların, kendilerini mutlu kılacak ve toplumun mutluluğuna katkıda bulunacak bir meslek sahibi olmalarını sağlamak;

Böylece, bir yandan Türk vatandaşlarının ve Türk toplumunun refah ve mutluluğunu artırmak; öte yandan millî birlik ve bütünlük içinde iktisadi, sosyal ve kültürel kalkınmayı desteklemek ve hızlandırmak ve nihayet Türk Milletini çağdaş uygarlığın yapıcı, yaratıcı, seçkin bir ortağı yapmaktır.”

Kardaş’ın üzerinde durduğu, eğitimin ikinci siyasal fonksiyonu siyasi liderlerin seçimi ve eğitilmesiyle ilgilidir. Demokratik bir toplumda devlet her seviyedeki siyasal liderlerini temin etmek ihtiyacındadır. Bununla birlikte, Tezcan’a göre (1994:60), geleneksel toplumlarda günümüz toplumlarına göre liderlerin eğitilmesi konusu üzerinde daha hassasiyetle durulmaktaydı. Bu hassasiyetin varlığını Tezcan, o dönemlerde yazılmış olan eserlerin ve elit yetiştiren eğitim kurumlarının varlığına bağlamaktadır. Nitekim, Machiavelli’nin Hükümdar’ı, Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Bilig’i, Nizâmülmülk’ün Siyasetname’si, İbn Teymiyye’nin Siyaset-i Şer’iye’si, Maverdî’nin Ahkâm-ı Sultaniye’si ilk akla gelen örneklerdendir.

Yine, Osmanlı Devleti’nde şehzadelerin yetiştirilmeleri özel eğitim ağırlıklıydı. Padişah çocukları ile çok nüfuzlu bazı devlet adamlarının çocuklarının alındığı Şehzadegân Mektebi, bu amaçla kurulmuş olup devrin en önemli âlimleri burada ders verirdi. Keza, öğrenci kaynağını Acemi Oğlanlar Ocağı’nın oluşturduğu Enderun Mektebi, devşirmelerin alındığı ve devletin adlî ve idarî kademelerindeki memur ihtiyacını karşılayan okullardı (Akyüz, 2010:96). Oysa, demokratik rejimlerde, ülkemizde de Cumhuriyetten sonra, lider yetiştirme işi genellikle ihmal edilmiştir (Tezcan, 1994:61). Ülkemizde eğitimin siyasal fonksiyonu, daha çok

devlete sadık bireyler yetiştirmek şeklinde anlaşılmış, siyasi liderlerimiz çoğunlukla rastlantılar yoluyla ortaya çıkmıştır. Bununla birlikte bazı üniversitelerin çeşitli meslekî ve teknik eğitim dalları -Siyasal Bilgiler Fakültesi, Hukuk Fakülteleri, İktisat Fakülteleri, Harp Okulu ve Akademisi, Tıp Fakülteleri gibi- siyasi hayatımıza lider yetiştiren okullar olmuş, Erden’in de belirttiği gibi (2008:65), ülkemizde her yeni seçim döneminde parlamentoda üniversite mezunlarının sayısında artış gözlenmiştir.

A. Kurtkan Bilgiseven (1992:49-50) eğitimin siyasal görevini, iki farklı siyasal rejim açısından değerlendirerek her rejimde aydının içinde bulunduğu olumsuz duruma dikkat çekmektedir. Buna göre, okul idaresinin bütün topluma, öğrencilere ve öğretmenlere karşı olan sorumluluğu komünist rejimlerde özellikle öğretmenlere yönelik olarak ayrı bir önem taşımaktadır. Çünkü, bu toplumların politik bünyesi her türlü eleştiriden uzak tek bir siyasal ideolojiyi eğitim sektörüne hâkim kılar. Bu toplumlarda eğitim küçük yaştan itibaren birer ideolojist olarak yetişmesine gayret edilen aydınları belirli şekilde kalıplandırdığı için, hastalıklıdır.

Dolayısıyla, komünist toplumlarda aydın fert, ideolojist olduğundan ötürü toplumu uyarma fonksiyonunu liyakatle yerine getirememektedir.

Öte yandan, demokratik rejimlerde ise aydının söz konusu görevini yerine getirmesinde engelleyici bazı tesirler vardır; aydın kişinin siyasete atılması bunlardan biridir. Her şeyden önce, siyasete atılan aydın artık millî menfaatleri değil, öncelikli olarak kendi seçim bölgesinin menfaatlerini savunmak, dahası, bir eğitimci olarak da bu zorunluluğu halka anlatıp onları ikna etmek zorunda kalacaktır. Ayrıca, siyasetin yoğun temposu içinde aydının okuma faaliyetlerine zaman ayırarak kendini geliştirme imkânı bulması zor olacaktır. O nedenle, demokratik rejimlerde aydının siyasete atılma hakkını kullanması onun gerçek görevlerini yapmasında engelleyici rol oynayabilecektir.

Ülken (2001:244-245), demokrasinin yorumundan kaynaklanan çıkmazın günümüzde eğitimi de buhran içinde bıraktığını savunmaktadır. O’na göre, Fransız İhtilâlinden sonra hürriyet, eşitlik ve adalet ilkelerine dayanan demokrasi ideali, otuz kırk yıl sonra kendi içinden parçalanarak hürriyetçiler (liberalistler) ve eşitçiler (sosyalistler) olmak üzere iki zıt kutba ayrıldı. Hürriyeti inkâr eden eşitçilerle

(totaliterler) eşitliği inkâr eden hürriyetçiler (Amerikan demokrasisi) ayrı idealler ileri sürmekte ve onlara göre eğitim vermektedirler. Birinci durumda şefkatsiz bir mücadeleye imkân veren başıboş hürriyet, ikinci durumda ise her türlü hürriyeti kaldıran ve eşitliği sağlamak isteyen mutlak bir disiplin anlayışının hakim olduğu eğitim sistemlerinin yetiştirdiği insan tipi huzurlu olamayacaktır. Halbuki, eğitim sistemi insanın ruhsal ritmine uygun bir şekilde hem yarışma (yani, hürriyet), hem dayanışma (yani, eşitlik ve kardeşlik) hedeflerini içermelidir. Ancak o zaman bu iki hedefin birlikte bulunduğu yerde sosyal adalet gerçekleşir.

Yukarıda genel amaçları belirtilen, Millî Eğitim Temel Kanununu Ülken’in üzerinde durduğu demokratik hedefler açısından değerlendirdiğimizde kanunun hürriyetçi, eşitlikçi ve sosyal adalet ilkelerine dayandığını söylememiz mümkündür.

Ancak, sosyal gelişmenin temini bakımından tek başına hukukî metinlerin yeterli olmadığı, onları uygulayacak nitelikli insan gücünün ve diğer ekonomik ve sosyal kaynakların gerektiği bilinen bir gerçektir.

Belgede ONUR SÖZÜ (sayfa 82-85)