• Sonuç bulunamadı

Elit Eğitimi

Belgede ONUR SÖZÜ (sayfa 109-114)

4. TOPLUMSAL TABAKALAŞMA EĞİTİM İLİŞKİSİ

4.2. Toplumsal Tabakanın Eğitim Üzerine Etkisi: Eğitimde Fırsat

4.2.1. Elit Eğitimi

Köken olarak elit kavramı, seçme anlamına gelen Latince “eligre” ve seçilmiş anlamına gelen “electa” kelimelerinden türemiş olup, batı toplumlarında üst düzey askerler ve soylular gibi toplumsal saygınlığı fazla olan sosyal grupları tanımlamak için kullanılmıştır (Arslan, 2007:2).

Kavramın sosyal bilimler alanında kullanılması on dokuzuncu yüzyılın sonlarına rastlar. Elit (seçkin) kavramının bilimsel alanda popülarite kazanması Pareto sayesinde olmuştur. Pareto seçkin’i iki şekilde tanımlamıştır. Çok genel olan ilk tanımda Pareto, insan faaliyetlerinin her dalında her bireye kapasitesinin göstergesi olarak bir not verildiğini varsaymaktadır. Meselâ, en iyi hukukçuya on verirken, müşteri bulamayan hukukçuya sıfır verilmektedir. Dürüst olmayan yollara başvurmuş olsa da, milyonlar kazanan birine on verirken, binlerce lira kazanana altı, yoksullar evine düşene sıfır vermektedir. Böylece, kendi faaliyet dallarında en yüksek endekslere sahip olanlardan oluşturulan bu sınıfa seçkinler (elit) adını

vermektedir (Bottomore, 1996:7). Pareto, bu tanımı sadece toplumsal hayatın her alanında bireysel yeteneklerin eşitsizliğini vurgulamak ve asıl üzerinde durduğu

“yönetici seçkin” tanımı için başlangıç oluşturmak için kullanır. Bu sınıf, hükümette dolaylı ya da dolaysız olarak önemli rol oynayan bireylerin oluşturduğu yönetici seçkinler ve geri kalanların oluşturduğu yönetici olmayan seçkinler diye ikiye ayrılmaktadır. Böylece Pareto, toplumda iki katman ayırt etmektedir: (1) Hükümet üzerinde etkisi olmayan alt katman, yani seçkin olmayanlar; (2) a. Yönetici seçkinler ve b. Yönetici olmayan seçkinler olarak ikiye ayrılan üst katman, yani seçkinler (Bottomore, 2007:8).

Bottomore (2007:8-9), Pareto’nun elit kavramına ulaşmak için önce, toplumda normal bir servet dağılımı eğrisi fikrini ortaya attığını belirtir. Pareto’ya göre bireyler zeka düzeyleri, matematiğe yatkınlıkları, müzik yetenekleri, aktörel karakterleri vb. gibi başka ölçütlere göre düzenlendiklerinde, servet dağılımındakine benzer dağılım eğrileri ortaya çıkacaktır. Dahası, bireyler siyasal ve toplumsal güç ve nüfuzlarına göre sıralandıklarında da servet hiyerarşisindeki aynı yeri tutacaklardır.

Böylece Pareto, seçkinler ile yığınlar arasında ilk sistemli ayrımı yapmış ve seçkinlerin bir aristokrasiyi temsil ettiğini savunmuştur.

Gökalp’e göre (Göle, 2008:83), iki tür seçkin bulunur: reformcular ve yaratıcılar. Reformcular, kolektif bilincin temsilcileri, kültürel bir topluluğun ortak duygularının tercümanlarıdır. Mekanik dayanışmanın görüldüğü toplumlardaki seçkinler, reformcudur. Fakat işbölümü arttıkça, yaratıcı seçkinler ortaya çıkar.

Rollerin farklılaşmasıyla birlikte, bir mesleki bilinç oluşur. Bireylerin toplumla bütünleşmelerini sağlayan bu yatay işbölümüdür. Bu çerçevede, reformcu seçkinler kültürel temelde “yaratıcı muhayyile”yi temsil ederken, yaratıcı seçkinler, medenî bir milletin “yaratıcı zekâları”dır. Reformcuların eylemi alelacele düşünülmüş ve heyecan doludur. Yaratıcılarınki ise, yöntemsel bir düşünceden doğar. Reformcuların işlediği kolektif bilinçten kültür doğar, yaratıcıların toplumsal bilincinden eğitim ve medeniyet doğar. Dolayısıyla, seçkinler kültürü keşfetmek ve medeniyeti ülkeye yerleştirmek için halka gitmelidir.

Günümüzde genel anlamda değerlendirildiğinde elit kavramı, toplumsal yapı içinde en üst tabakaya mensup bireyleri tanımlamada kullanılır (Arslan, 2007:3). Bu anlamda Bottomore, elit’i “statüsü yüksek olan işlevsel, esas olarak profesyonel kümeler” için kullanmaktadır15 ki, bu çalışmada da elit ile kast edilen anlam budur. Bu tür seçkinler üzerine yapılacak inceleme, Bottomore’un ifade ettiği gibi (1996:14), birkaç yönden yararlı olacaktır: değişik toplum tiplerini ayrıştırmada ve toplumsal yapıdaki değişmeleri açıklamada göz önüne alınması gereken en önemli olgular arasında seçkinlerin boyutu, farklı seçkinlerin sayısı, onların birbirleriyle ve siyasal erki kullanan kümelerle ilişkileri bulunmaktadır; seçkinlerin kapalı ya da açık karakterde olması, ya da başka bir deyişle üyeleri arasına katılmanın niteliği ve bunun ima ettiği toplumsal hareketlilik derecesi de aynı şekilde önemlidir.

Profesyonel kümeler anlamında elit, bireysel kapasitelerin önemini vurgular.

Çünkü yüksek kapasiteli bireylerin eğitimi, beşeri sermaye özelliği göstermelerinden ötürü, özel bir önem taşımaktadır. Özellikle az gelişmiş ülkelerin sahip oldukları beşeri sermayeden en üst düzeyde yararlanmaları onların ekonomik ve sosyal gelişmeleri için hayati önem taşımaktadır. Zira, çoğu toplumda çok üstün zekalıların dağılımı % 2-3 gibi orana denk gelmekte16 ve toplumun küçük, ama önemli bir bölümünü oluşturan bu kesimin eğitimi meselesi büyük önem taşımaktadır.

I. ve –özellikle- II. Dünya Savaşı sonrasına kadar olan dönemde elit eğitimi genellikle, üst tabakanın çocuklarının eğitimi şeklinde anlaşılmıştır. A. Kurtkan Bilgiseven (1992:58-64), elit eğitimine modern dönemde yaşanan gelişmeler açısından yaklaşmış ve -aşağıda kısaca değinildiği gibi- elit eğitiminden fırsat eşitliğine dönüşüm süreci hakkında ayrıntılı bilgi vermiştir. Buna göre, İngiltere

15 Bottomore, Pareto’nu kullandığı “yönetici elit” kavramı ile örtüşecek şekilde, Mosca’nın kullanımını tercih ederek, “siyasal sınıf” kavramını kullanmaktadır. Bottomore, bu kavramın kapsamına hükümet ve yüksek idare üyelerini, askeri önderleri, kimi durumlarda da, bir aristokrasinin ya da kraliyet hanesinin siyasal açıdan nüfuzlu ailelerini ve güçlü ekonomik kuruluşların önderlerini dahil etmektedir (1996:14).

16 Wechsler’in yetişkinlerin sözel betimleme düzeylerine dayanarak geliştirdiği ölçeğe göre çoğu toplumda zeka bölümünün (ZB) dağılımı şöyledir: Çok üstünler % 2,2; üstünler % 6,7; Parlak normaller % 16,1; Normaller % 50,0; Donuk normaller %16,1; Sınırda olanlar % 6,7; Geri zekalılar

%2,2 (Morgan, 2011:269).

1944 tarihli Eğitim Kanunu çıkıncaya kadar hemen hepsi de üst tabakalara mensup olan bir çocuk azınlığına tahsil yaptırabilmiştir. Halk çocukları için ayrı, yukarı tabakaların çocukları için ayrı eğitim durumları hasıl ettiği için sosyologlar bu eğitim tarzına “iki yollu eğitim” adını vermişlerdir.

Fransa da, eğitimi imtiyazlıların hakkı olarak görmüş, on dokuzuncu yüzyılın sonlarında, yirminci yüzyılın başlarında azınlık bir gruba yüksek tahsil imkânı sağladığı halde kalabalık kitleleri bundan mahrum bırakan iki yollu eğitimi terk etmiş, II.Dünya Savaşı’ndan sonra genel eğitime geçmiştir.

Almanya’da bireysel hürriyet eğitimi 1830 ve 1848 ihtilâllarıyla alevlenmiş, Nazi diktatörlüğünün baskısına uğramış ve bu nedenle büyük sanayiye dayalı fırsat eşitliği anlayışının gelişmesine kadar iki yollu eğitim uygulaması devam etmiştir.

Sovyet Rusya gibi bazı komünist rejimlerde da imtiyazlılar eğitimi söz konusu olmuş, ilkokul eğitimi genel olmakla beraber orta okul bakımından komünist parti imtiyazlıları Çar dönemindeki ileri gelenlerin yerini almıştır.

Ülkemizde elit eğitimi Osmanlı İmparatorluğu devrinde batı ülkelerinden farklı bir şekilde uygulanmıştır. Esas olarak Hıristiyan tebaadan alınan yetenekli çocukların yetiştirilerek devlet adamı ve asker yapılması amacıyla kurulan (Akyüz, 2010:94) Enderun Mektebinde, üstün zekâlılara ve yeteneklilere yönelik programlarla ortalama 15 yıl eğitim verilmekteydi. Bir çeşit kamu yönetimi okulu olarak nitelendirilebilecek olan Enderun Mektebi, devletin ihtiyaç duyduğu üst düzey idarî/bürokratik ve askerî personelin yetişmesini sağlamıştır (Doğan, 2010:162).

Amerikalı eğitimci Kazamias’ın “Platon’un idealindeki okul” olarak nitelediği (Erdoğan, 2011:12) okulun, Osmanlı toplumunda halk ile aydın kesim arasında kültürel zıtlaşmaya neden olduğu düşünülmektedir (Türkdoğan, 2004:121-125).

Ayrıca merkezi yönetimi ele geçiren bu devşirme unsurların, kendi yakın akrabalarını önemli mevkilere getirerek güç odakları oluşturmaları neticesinde Osmanlı toplumunda üst sınıfın çoğunluğu Türk olmayan unsurlardan oluşmuş oldu.

Karpat (2008:46), bu sürecin on beşinci yüzyılda başladığını savunarak, bu yüzyıldan sonra devşirme bürokratların, Türk-Müslüman Osmanlı soylularının karar alma pozisyonlarına katılımını engellediğini belirtmektedir.

Elit eğitiminin, bu şekilde, üst tabakanın çocuklarının eğitimi olarak kabul edildiği anlayış ile demokrasi fikri arasındaki karşıtlığı iki biçimde dile getirmek mümkündür (Bottomore, 1996:15). İlki, elit teorilerinde bireysel yeteneklerin eşitsizliği üzerinde ısrarla durulması, bireylerin temelde eşitliğini vurgulayan demokratik siyasal düşüncenin özsel çizgisine karşı çıkmaktadır. İkincisi, yönetici azınlık fikri demokratik çoğunluk yönetimi teorisiyle çelişmektedir. Ancak, Bottomore’a göre (1996:16), bu karşıtlığın bu kadar kesin ve aşırı olması gerekmez.

Çünkü, siyasal demokrasinin esas olarak toplumdaki güç konumlarının prensipte herkese açık olması anlamına geldiği ve gücü elinde tutanların her zaman seçmenlere karşı sorumlu olduğu öne sürülebilir. Kaldı ki, demokrasinin savunduğu eşitlik fikri, fırsat eşitliği olarak yeniden yorumlanabilir. Demokrasi o zaman -siyasal olduğu kadar ekonomik ve kültürel- seçkinlerin ilke olarak “açık” olduğu ve üyelerini gerçekte bireysel meziyetlere göre farklı toplumsal katmanlardan topladığı bir toplum tipi olarak ele alınacaktır.

Aytaç da (1985:38), demokrasi fikri ile seçkin eğitimini bağdaştıran görüş üzerinde durarak, bu görüşü, eğitim sistemlerinin demokratlaşması sürecinde açıklamaktadır. II.Dünya Savaşına kadar olan dönemde, üst tabaka ile halk çocuklarına ayrı ayrı eğitim veren İngiltere, Fransa, Almanya gibi Avrupa ülkeleri bu dönemden bütün tabakalara mensup çocuklar için ortak bir ilkokulu kabul etmiş, orta öğretime yerleştirme için ise eleme sınavları sistemi getirerek kabiliyetli öğrencileri desteklemeye çalışmışlardır. Ancak “eleyici” ve “dikey” kuruluş özellikleriyle karakterize edilen bu okullar iki noktada kabiliyetleri desteklemediği, tam tersine engellediği gerekçesiyle eleştirilmiştir. Buna göre:

a. Sınav sistemine göre ortaokula öğrenci alınması, yeni gelişimlerle ortaya çıkan yönetici kadrolara duyulan ihtiyaç oranında kabiliyetleri destekleyip geliştirememektedir.

b. Kabiliyetlerin desteklenmeyişi alt tabakalara mensup çocukların

“elenmesi” işinde kendini göstermektedir. Okullar, demokratlaşma ilkelerinin aksine olarak sosyal statülere göre bir eleme yapmaktadır.

Okulların antidemokratik özellik göstermesinin nedenlerini Aytaç (1985:38-44), eleme işinin 10-11 yaş gibi çok erken bir devrede yapılmasında, seçme sisteminde kullanılan sınav sistemlerinin objektif kriterlere uygun olmamasında ve sistemin alt tabaka çocuklarını eleyici bir işlev görmesinde aramaktadır.

Böylece, üst tabakaların çocuklarına yönelik elit eğitimi Avrupa’da II.Dünya Savaşı yıllarından sonra terk edilmiş olmakla birlikte, onun yerini alan eğitim sistemi statü esasına dayalı bir elit eğitimi olarak işlemiştir. Zira, eğitim yasal olarak tüm toplumsal tabakalara mensup bireylerin hakkı olsa da, anne ve/veya babası yüksek statü sahibi olan çocuklar eleme sınavlarında diğerlerine göre daha avantajlı olmuşlardır. Sonuç olarak, 1960’lı yıllara gelindiğinde elit eğitimi tartışmaları yerini fırsat eşitliğine dayalı eğitim modeli tartışmalarına bırakmıştır.

Belgede ONUR SÖZÜ (sayfa 109-114)