• Sonuç bulunamadı

Duygular insanı anlamada, düşünce ve davranışlarını anlamlandırmada çok önemli bir role sahiptirler. Duygular, bireyin iç dünyasından karşılıklı ilişkilere kadar bir çok alanda belirleyicidir, başka bir ifade ile insan davranışında temel bir role

sahiptir (Champoux, 2006: 108). Duygu; farkına varılan bir hissin kuvvetlenerek, bilinçte ve bedende genel bir uyarılmışlık hali oluşturmasıdır (Nyland, 1999: 99). Bizi bireysel olarak diğer insanlardan farklı yapan duygularımızdır.

Antik dönemlerdeki filozofların duygulara ilişkin görüşleri incelendiğinde çoğunluğunun duyguları bilişsel zekaya bağımlı, rasyonel görüş ağırlıklı bir yaklaşım içinde ele aldıkları görülmektedir. Örneğin Aristotales’e göre duygular neşeli ya da neşesiz zamanlarımızda algılarımız veya varsayımlarımızla birlikte ortaya çıkan refakatçilerdir. İstek uyandırırlar ama bağımsız ölçüler olmadıklarından bilinç ile birlikte hareket ederler. Aristo duyguların bilinç fonksiyonları ile beraber ortaya çıktıklarını ve bu fonksiyonların refakatçileri olduklarını savunmuştur. Descartes döneminde ise, akılcılık yaklaşımı sistematik olarak ifade edilmiştir. “Cogito ergo sum” (Düşünüyorum, öyleyse varım) temel varsayımıyla hareket eden Descartes, duygularında, kişilerin düşüncelerine bağlı olarak ortaya çıktığını savunmuştur (Yaşarsoy, 2006). Plato ise tüm öğrenme sürecini tamamen duygusal temellere dayandırarak duygusal zekanın önemine işaret etmiştir. Duygu bebeklerde ayrışmamış bir enerji olarak olarak başlar (Passons, 1975: 185). Önceleri bu enerji organizmanın yaşamını sürdürebilmesi için harcanır. Organizma çevredeki bazı unsurların yaşamın sürdürülmesi ve gelişme açılarından gerekli olduğunu, bazı unsurların ise gereksiz hatta zararlı olduğunu farkeder.

Goleman ise duyguları, bireyin öğrenme potansiyelini uyararak öğrenmesini sağlayan; soru sormaya yönlendirerek meraklandıran, bilinmeyeni aramaya iten, kapasitesini geliştirerek öğrenileni pratiğe geçirmesini ve böylece bir davranış sergilemesini ifade eden özellikler bütünü olarak nitelemektedir. (Yelkikalan, 2006). Temel duygular en ilkel kabilelerde bilinmesine karşın somut bir tanım yapılamamaktadır. İnsanlığa iki temel duygu hakimdir. Korku ve sevgi. Bu duygular evrenseldir. Bu duygulardan türeyen duygular vardır (Kocayörük, 2004:6).

Tüm araştırmacılar aynı kanıda olmasa da bazı kuramcılar temel duygu kümeleri olduğunu öne sürüyor. Bu kümelerin başlıca adayları ve bazı üyeleri şöyle: Öfke, üzüntü, korku, zevk, sevgi, şaşkınlık, iğrenme, utanç.

Bununla birlikte duygular genel olarak, olumlu ve olumsuz olmak üzere iki boyut altında ele alınmaktadır (McShane ve Von Glinow, 2005: 111). Olumlu veya olumsuz olsun bütün duygular insan yaşamında farklı etkilere sahiptir. Olumlu duyguların bireylerin yaratıcılıklarını yükselttiğine dair bulgular mevcuttur (Salovey ve Mayer, 1999: 199). Yerinde olmak koşuluyla olumsuz duygular da yararlıdır. Olumsuz duyguların yaşanması olumlu duygulara katkı sağlayabilir. Duygularımızdan utanmanın onları inkar etmenin bir anlamı yoktur. Duygularımızın olumlu ya da olumsuz olmaları, bizim onların ürettikleri enerji ve bilgiye dayanarak yaptıklarımızdan, yani davranışlarımızdan kaynaklanır (Kocayörük, 2004: 6).

Ekman, Yeni Gine’nin ücra yaylalarında tecrit edilmiş halde yaşayan Taş Devri’nden kalma Fore kavmine varıncaya en uzak kültürlerin insanlarına göstermiş ve nerede olurlarsa olsunlar, insanların aynı temel duyguları tanıdığını görmüş. Aradaki farklar ise bu duyguların davranış boyutunda sergilenişi farklı oluyor. Bu fark ise bizim daha önceki deneyim ve öğretilerimizle alakalı olduğu kadar kültürle de ilgilidir (Roediger, 1996: 518).

1974 yılında Rochster Üniversitesi’nde psikolog Robert Ader, bağışıklık sisteminin de aynen beyin gibi öğrenilebildiğini keşfetti. Ader’in öncülüğünü yaptığı yeni birçok araştırmanın sonucunda, merkezi sinir sistemiyle bağışıklık sisteminin sayısız şekilde zihni, duyguları ve bedeni ayrı ayrı değil, grift bir halde iç içe tutan biyolojik kanallarla iletişim halinde olduğu görüldü (Goleman, 1998; Mayer, 1996). Aşağıdaki şekilde beyin yapıları ve birbirleriyle bağlantıları verilmiştir.

Şekil 1 Duygulara bağlı olarak ortaya çıkan tepkilerde rol alan beyin yapıları ve birbirleriyle bağlantıları (Özgen, 2006: 5)

Son yıllardaki beyin görüntüleme konusundaki teknolojik gelişmeler ve nörolojik çalışmalar duygusal zihnin nasıl çalıştığı konusunda bazı önemli bilgiler elde etmemize olanak sağlamıştır. Örneğin LeDoux (1992, 1993, aktaran Goleman 1996) tarafından yapılan bazı araştırmalarda, amigdalanın duygusal zihin açısından çok önemli bir role sahip olduğu gösterilmiştir. İlk olarak memelilerde ortaya çıktığı düşünülen bu sistem, evrimsel açıdan beyin korteksinden çok daha eski. Yaşamın sürdürülmesi için gerekli birçok içsel güdünün yanı sıra, duyguların da bu yapılar içinde ve arasında oluşturulduğu düşünülüyor. Duyguların işlenmesiyle ilgili temel limbik yapıları: Amigdala - Başta korku olmak üzere, duyguların denetiminden sorumlu. Hipokampus - Uzun dönemli belleğin oluşturulup gereğinde yeniden ortaya çıkarılmasını sağlıyor. “Kayda değer” duyusal bilgiyi belirliyor. Yani duygusal yaşamın merkezinde amigdalanın işleyişi ile amigdalanın neokorteksle ilişkisi yatmaktadır (Goleman, 1998).

Beyin, kararlar verilmesini mümkün kılan iç sistemlerle yapılandırılmıştır. İyi ya da kötü tüm düşünceleri, eylemleri, duyguları hayatın her anında yönlendirir. İşin ilginç yanı hiç kimse bu sistemi bilinçli olarak kurmuş değildir. Sistem yıllar içerisinde, türlü kaynaklar tarafından kendiliğinden kurulur. Bu kaynaklar; anne, baba, öğretmen, arkadaş, televizyon, genel olarak kültürdür. Bu sistemin beş bölümü vardır. 1) Kilit inançlarınız ve bilinç dışı kurallarınız 2) Hayat değerleriniz 3)

Referans noktalarınız 4) Kendinize sürekli sorduğunuz sorular 5) Her an hissettiğiniz duygusal durumlardır. Bu beş unsur bize eylemi yaptıran ya da yaptırmayan gücü harekete geçirir. Geleceğe kaygılanmamızı ya da gelecekten korkmamızı, kendinizi seviliyor ya da sevilmiyor hissetmemizi, başarı ve mutluluk düzeyinizin ne olacağını dikte eder. Yaptığınız şeyi neden yaptığınızı ya da yapmanız gerektiğini bildiğiniz bir şeyi neden yapmadığınızı o saptar (Robins, 2003 :44).

Passons’a (1975) göre de duygular iki amaca hizmet ederler. Bunlardan birincisi, kişinin harekete geçmesi için enerji temin etmeleridir. İkincisi ise, kişinin kendi gereksinimlerini karşılayabilmesi için çevreyi manipüle edebilmesi ya da bu gereksinimleri karşılayacak uygun davranışları yapabilmesi için, yönlendirici ya da değerlendirici bir fonksiyon göstermeleridir Yani, önceleri duyarsız olduğunuz bir uyarana, deneyimlerinizin sonucu olarak zaman içinde duygusal bir nitelik atfetmiş oluyorsunuz. Bunu, karşı karşıya geldiğiniz durumlar, olaylar ve nesnelerle birincil duygularınız arasında bağlantılar kurarak yapıyorsunuz. Sonuçta, belirli bir anda karşınıza çıkan bir uyaran ya da uyaranlar grubu, sizin için belli oranda duygusal bir yük taşır oluyor (Özgen, 2006).

Tüm bunlar incelendiğinde, aklın duygudan arınmış sezgisiz ve isteksiz olarak, tek başına hiçbir şey ifade etmeyeceği düşüncesi ortaya atılmıştır (Salovey, 2000). Her duygu bizi bir şekilde hareket etmeye hazırlar; her biri insan hayatında tekrarlanan güçlüklerle baş edebilecek şekilde bizi yönlendirir (Goleman, 1998: 30).

Duygular yaşamın akışı içinde alınabilecek sonsuz sayıda kişisel karar arasından seçim yapılmasında çok önemli bir rol oynarlar. Hangi mesleğin seçileceği, nerede yaşanacağı, kiminle evlenileceği vb. pek çok karar salt mantığa dayanarak alınamaz. Duyguların farkında olmamak ise, verilecek kararların seçiminde yanılgılara yol açabilir (Passons, 1975: 183-185). Diğer bir deyişle duygusal zeka; duyguları yönetebilme ve onların bilgisi ile gücünden yararlanma becerisidir (Casper, 2003).

Benzer Belgeler