• Sonuç bulunamadı

Doğumu, Kökeni, Yetiştiği Ortam ve Vefatı

el-Aòfeş’in doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte hicrî ikinci asrın ilk yarısında doğduğunu tahmin etmekteyiz. Bu tahminimizi haklı çıkaracak sebep şudur: el-Aòfeş yaşça Síbeveyh’ten daha büyüktür. Bu konuda bütün tabakât kitapları aynı bilgiyi verirler.96 Ancak onun Síbeveyh’ten kaç yaş büyük olduğu konusunda kaynak-

larda herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Buradan şöyle bir sonuca varmaktayız: Síbeveyh’in 180/796 yılında vefat ederken kırk küsür yaşlarında olduğu tahmin edilmektedir.97 Bu itibarla onun 140/757 yılında doğmuş olduğu tahmin edilebilir.98 Bu

durumda el-Aòfeş’in en az 140/757 yılından önce doğmuş olabileceği sonucu ağırlık kazanmaktadır. Buradan da el-Aòfeş’in 130/747 ile 140/757 yılları arasında doğmuş olabileceğini söylemek mümkün.99

a. Kökeni

el-Aòfeş el-Evsaù’ın kökeni hakkında kaynaklarda kesin bir bilgi bulunmamakla birlikte bazı kaynaklar onun Síbeveyh gibi Fars asıllı olduğunu kaydetmiştir.100 Fars

asıllı birisinin Arapçasında telaffuz bozukluğu olması doğal bir durumdur. Ancak el- Aòfeş’in Arapça telaffuzunda her hangi bir eksiklik olduğu konusunda bilgiye rastlamadık. Eğer onun telaffuzunda bozukluk olsaydı bu durum tabakât kitaplarına

95

el-Verd, a.g.e., s. 29-30. 96

ez-Zubeydí, a.g.e., s. 72; el-Úıfùí, a.g.e., II/36, 39, 40; es-Suyÿùí, Buğye, I/590. 97

Soner Gündüzöz, Sîbeveyh’te Kelime Yapısı, (Basılmamış Doktora Tezi), Ondokuz Mayıs Üniv., Samsun-2002, s. 39; Ali Bulut, Sibeveyh’in el-Kitab’ında Ele Aldığı Bazı Nahiv Konuları, İşleme Yöntemi Ve Koyduğu Kurallar, (Basılmamış Doktora Tezi), Ondokuz Mayıs Üniv., Samsun-2003, s. 27.

98

Nihad M. Çetin, “Sîbeveyhi”, İslâm Ansiklopedisi, MEB, İstanbul-1988, X/579. 99

Süleyman M. Kayagil, “Əxfəşin Həyatı və Yaradıcılığı”, Baku İslâm Üniversitesi Zaqatala Şubesi Dergisi, Sayı 3, Zaqatala-2008, s. 99.

yansırdı. Hiç olmazsa, talebesi Ebÿ ÓÀtim es-SicistÀní gibi her fırsatta onun eksiklerini ortaya çıkarmaya çalışan birinin gözünden kaçmazdı.101

Netice olarak el-Aòfeş’in Belhli olduğu hususunda tabakât kitaplarınca ittifak edilmiştir. Onun Fars asıllı olmasıyla ilgili olarak bir kısım kaynaklarda bilgi bulunmakta ve ilaveten bazı verilerle de tahmin edilebilmektedir. Örneğin, Belh vilâyetinde Farsların çoğunluk teşkil etmeleri, el-Aòfeş’in de Fars asıllı olabileceği ihtimalini artırmaktadır. Arapça telaffuzunun noksansız olması ise şu iki ihtimali güçlendirmektedir: Birinci ihtimal, el-Aòfeş küçük yaşlarda iken Basra’ya gelmiş olabilir. İkinci ihtimal, babası daha önce Basra’ya yerleşmiş ve el-Aòfeş orada doğmuştur. Kendisinin ve babasının adının Arapça kökenli kelimelerden olması (Saèíd b. Mesèade) bu son ihtimali güçlendirmektedir.

b. Yetiştiği Ortam

Kaynaklar el-Aòfeş’in Basra’da yetişip büyüdüğünü kaydetmiştir.102 Basra, Bağdat’ın 420 kilometre kadar güneydoğusunda, Dicleyle Fırat nehirlerinin birleştiği yerin güney batısında yer alan bir şehirdir. Hz. Ömer, Irak’ın fethi tamamlanınca, bölgedeki düzenin tesisini ve fetihlerin kalıcılığını sağlamak amacıyla, ilk iş olarak Basra ve Kûfe şehirlerini kurmuş ve bölgeyi idarî bakımdan bu iki merkeze bağlamıştır. İlk kurulduğu haliyle Basra şehri, bugünkü yerleşim merkezinden yaklaşık 25 kilometre uzakta bulunmaktaydı. Önceleri askerî üs olarak kullanılan Basra, daha sonra yerleşim yerine çevrilmiş, ancak halk zamanla eski Basra’yı terk ederek saldırılara karşı daha emniyetli olan ve su ihtiyacını daha rahat karşılayabileceği bugünkü Basra’ya yerleşmeye başlamıştır.103

101

Nitekim, el-Aòfeş’in Ebÿ èUbeyde’nin Kur’an’la ilgili eserinde değişikler yaparak onu kendisine izafe ettiğini Ebÿ ÓÀtim iddia ediyor. “el-Cemel” isimli birisinden bahsederek el-Aòfeş’in ondan kopya almış olabileceğini iddia eden de odur. Yine el-Aòfeş’in Kaderiyye mezhebinden olmasını önemli bir noksan sayarak “kötü bir adam” tabirini kullanan Ebÿ ÓÀtim es-SicistÀní’dir. bk. el-Úifùí, a.g.e., II/37, 38.

102

İbnu’n-Nedím, a.g.e., s. 58; İbn Keåír, a.g.e., XIV/274.

103 Abdülhâlik Bâkır, “Basra”, DİA, İstanbul-1992, V/110; İmâmüddin Halîl et-Tâlib, “Irak”, DİA, İstanbul-1999, XIX/87; Casim Avcı, “ Kûfe”, DİA, Ankara-2002, XXVI/339.

Basra kurulduğu ilk yıllarda ve Emevîler dönemi boyunca askerî bakımdan stratejik bir yer olması hasebiyle büyük bir öneme sahip olmuştur. Zaman zaman İran ve Irak buradan idare edilmiştir. Önemli bir merkez haline geldikten sonra sürekli karışıklıklar yaşayan şehir, buna rağmen ilmi ve kültürel yönden büyük bir gelişme göstermiştir. Özellikle Bağdat’ın kuruluşundan sonra Basra siyasî ve idarî bakımdan eski önemini yitirse de, bir kültür ve medeniyet merkezi olarak en parlak günlerini, meydana gelen karışıklık ve istikrarsızlıklara rağmen o dönemde yaşamıştır. Abbâsîlerin ilk devri diyebileceğimiz söz konusu zaman dilimi, el-Aòfeş’in çocukluk ve daha sonraki dönemine rastlamaktadır.104 Böylece el-Aòfeş’in dönemin en büyük kültür

ve medeniyet merkezinde yetiştiğini söyleyebiliriz.

İslâm düşünce tarihinde, lügat ve dilbilgisiyle ilgili çalışmaların hicri ikinci yüzyılın başlarında ilk olarak Basra bölgesinde yeşermeye başladığı söylenebilir. Kur’an’ın daha iyi anlaşılması için seferberlik başlamış, klasik dil ve edebiyat malzemeleri tedvin edilmiş, ihtiyaç duyulan gramer ve lügat çalışmaları ilk defa burada kendini göstermiş ve Basra Dil Ekolü teşekkül etmiştir.105

el-Aòfeş’in yetiştiği dönem ve ortamda gerçekleştirilen ilmî faaliyetler, hoca- talebe ilişkileri çerçevesinde sürdürülen ders halkaları ve devrin önemli simaları arasında vuku bulan münâzaraların ne şekilde ve hangi ortamlarda yapıldığı hakkında şunları söyleyebiliriz:

Söz konusu dönemde Basra’da medrese türünde herhangi bir örgün eğitim kurumu mevcut değildi. Medreselerin ilk olarak hangi tarihte kurulduğu meselesi ihtilaflı olmakla beraber, el-Aòfeş’in yaşadığı dönemden sonraya tekabul ettiği bilinmektedir.106 el-Aòfeş’in devrindeyse bazı mekteplerin mevcut olduğu bilinmektedir.

Bu mekteplerin, -özellikle ilk dönemlerdekilerin- kendilerine ait binalara sahip olmadığı söylenebilir. Hocaların mahalle mescitlerinde kurdukları ders halkalarında eğitim

104

Abdülhâlik Bâkır, “Basra”, DİA, İstanbul-1992, V/110. 105

Selami Bakırcı ve Kenan Demirayak, Arap Dili Grameri Tarihi (Başlangıçtan Günümüze), Atatürk Üniv. Fen-Edebiyat Fakültesi Yayını, Erzurum-2001, s. 33.

öğretim hizmetleri devam ettirilmiştir. Yani bu devirde câmiler hem ibadet hem de birer eğitim ve öğretim müessesi olarak kullanılmıştır. Çocuklar mektepte okuma yazma öğrenip Kur’ân-ı Kerîm’i hatmettikten sonra daha ileri seviyedeki derslere devam etmeleri gerektiği düşünülen talebeler el-Òalil ve Yunus b. Óabíb gibi büyük âlimlerin ders halkalarına katılmak üzere merkezî câmilere yönlendirilmiştir. Mescitler bununla birlikte kütüphane görevini de üstlenmiştir. Müellifler genellikle, kaleme aldıkları eserlerden birer nüsha da mescitlere bırakırlarmış. Bundaki esas gaye, mümkün olduğu kadar çok sayıda insanın, eserlerden istifade edebilmesine imkân hazırlamak olmuştur.107

Bahsi geçen dönemde münâzaralar esasen mescitlerde tertiplenirdi. Bununla beraber evlerde yahut da halife ve emirlerin divanlarında düzenlendiği de olurdu. Örneğin Bağdat’ta Síbeveyh ile el-KisÀí arasında vezir Yahya Bermekí’nin sarayında bizzat halife Reşîd’in huzurunda gerçekleşen ve Zunbÿriyye diye anılan vaka bunlardan biridir.108 Ebÿ Şimr el-Muètezilí ile İbrahim b. SeyyÀr en-NaôôÀm arasında düzenlenen

münâzara ise Basra emirlerinden birisinin meclisinde gerçekleşmiştir.109

107

Nebi Bozkurt, “Mektep”, DİA, Ankara-2004, XXIX/5; Ahmet Önkal-Nebi Bozkurt, “Cami”, DİA, İstanbul-1993,VII/50; İsmail Yiğit, “Emevîler”, DİA, İstanbul-1995, XI/97; Hakkı Dursun Yıldız, “Abbâsîler”, DİA, İstanbul-1988, I/40.

108

Hârûn er-Reşîd’in emriyle, Yahyâ b. Hâlid’in huzurunda el-KisÀí ve Síbeveyh arasında yapılan ve zunbÿriyye meselesi diye bilinen tartışma şudur:

el-KisÀí, Síbeveyh’e ِروُبْـنَزلا نِم ًة عْس ل د ش أ ب رْق عْلا َن أ نُظ أ ُتْنُك ْد ق (Akrep sokmasının eşek arısı sokmasından daha şiddetli olduğunu zannediyordum.) sözünden sonra يِه وُه ا ذِإ ف yoksa ا هاَيِإ وُه ا ذِإ ف (Bir de ne göreyim, ikisi de aynıymış) şeklindeki ifadenin mi doğru olduğunu sorar. Síbeveyh, يِه وُه ا ذِإ ف şeklinde zamirin merfû halinin kullanılması gerektiğini, nasb halinin caiz olmayacağını ifade eder. Bunun üzerine el-KisÀí, Síbeveyh’e hata ettiğini söyler.

el-KisÀí, şöyle bir soru daha sorar: مِئا قْلا ْوأ ُمِئا قْلا ِللهاُدْب ع ا ذإ ف ُتْج ر خ (Dışarı çıktım, bir de baktım Abdullah ayakta) cümlesi hakkında ne dersin? Síbeveyh şöyle dedi: Bu ifadenin tümü mansûb değil merfû okunur. Bu cevap üzerine el-KisÀí şöyle dedi: ‘Bu, Arapların kullanım tarzı değildir. Araplar bu tür cümlelerin tümünü hem merfû, hem de mansûb okur.’ Síbeveyh ise, el-KisÀí’nin görüşünü kabul etmez. Yahyâ b. Hâlid, ‘Kendi memleketinizin reisleri olarak ihtilafa düştünüz. Aranızda kim hakem olsun?’ der. el-KisÀí, ‘Şu, kapınızda duran ve her bölgeden yanınıza gelen, insanların en fasihi, Kûfe ve Basra’nın itimad ettiği ve onlardan nakilde bulunduğu şu Araplar gelsin ve onlara sorulsun’ der. Síbeveyh de onların hakemliğini kabul eder. Çünkü hem Basralılar hem de Kûfeliler Arapça hususunda onlara müracaat ederlerdi.

Yahyâ b. Hâlid, el-KisÀí’ye, ‘âdil davrandın’ diyerek bedevilerin çağrılmasını emretti. Onlar içeri girdiklerinde aralarında Ebû Ziyâd, Ebu’l-Cirâh ve Ebû Servân gibi kimseler de vardı. el-KisÀí ve Síbeveyh arasında geçen tartışmalar onlara sorulduğunda el-KisÀí’yi haklı çıkararak onun söylediğini

el-Aòfeş zamanında altın çağını yaşayan Basra mektebinin ilk temsilcileri; Ebu’l-Esved ed-Duelí (ö. 69/688) 110, Naãr b. èÁãım el-Leysí (ö. 89/707)111, YaóyÀ b.

Yaèmer (ö. 129/746) 112, èİsÀ b. Ömer eå-æeúafí (ö. 149/765) 113, el-Aòfeş el-Ekber (ö.

177/793) ve Yunus b. Óabíb (ö. 182/798) gibi kişilerdir. Bunlardan sonra hem Basra mektebinin hem de Arap dilinin iki büyük âlimi olan el-Òalíl b. Ahmed el-FerÀhídí (ö. 175/791) ve Síbeveyh (ö. 180/796) gelir. Bunlardan sonra Úuùrub b. Muhammed el- Mustenír (ö. 206/821), Ebÿ èUbeyde Maèmer b. MuåennÀ et-Teymí (ö. 209/824), el- Aòfeş el-Evsaù (ö. 215/830), Ebÿ Zeyd Saèíd b. Evs el-EnãÀrí (ö. 215/830), el-Asmaèí (ö. 216/831) ve Ebÿ èUbeyd ÚÀsım b. SellÀm (ö. 224/839), daha sonra daEbÿ Osman Bekr b. Muhammed el-MÀziní (ö. 248 veya 249/863), Ebÿ ÓÀtim Sehl b. Muhammed b. Osman b. Kasım el-SicistÀní (ö. 255/869) ve Ebu'l-Abbas Muhammed b. Yezíd el-Ezdí el-Muberrid (ö. 285/898)114 gibi büyük âlimler Basra nahiv ekolünü geliştirip

olgunlaştırmış ve dil sahasına önemli eserler hediye etmişlerdir.115

doğru kabul eder. Bunun üzerine Yahyâ, Síbeveyh’e döner ve bedevilerin söyledikleri hakkında bir diyeceği olup olmadığını sorar. Síbeveyh susar, konuşmaz.

Bu arada el-KisÀí, Yahyâ’ya dönerek şöyle der: ‘Allah emirin işlerini rast getirsin. O, memleketinden bir arzuyla geldi. Dilersen onu boş çevirme. Bunun üzerine Yahyâ b. Hâlid, Síbeveyh’e on bin dirhem verilmesini emreder. Síbeveyh oradan çıkıp İran’a yönelir ve bir daha da Basra’ya dönmez. bk. el-Úıfùí, a.g.e., II/358; ez-ZeccÀcí, MecÀlisu’l-èulemÀi, s. 9-10; İsmail Aydın, Kur’ân’la İlgili İlk Filolojik Çalışmaların Tefsir İlmi Açısından Değerlendirilmesi, Din Bilimleri Akademik Araştırma Dergisi, Cilt 11, Sayı 1, Samsun-2011, s. 43; Halil İbrahim Tanç, el-Kisa’i Hayatı, Şahsiyeti, Eserleri Dil ve Gramerle İlgili Görüşleri, (Basılmamış Doktora Tezi), Atatürk Üniv., Erzurum-1993, s. 87-93.

109

el-CÀóiô, Ebÿ Osman b. èAmr b. Baór, el-BeyÀn ve’t-Tebyín, thk. èAbdusselÀm Muhammed HÀrÿn, Mektebetu’l-ÒÀncí, Mısır-1975, I/91.

110 Hayatı hak. bk. Tevfik Rüştü Topuzoğlu, “Ebu’l-Esved ed-Düelî”, DİA, İstanbul-1994, X/311-312. 111 Hayatı hak. bk. ez-Zubeydí, s. 27.

112

Hayatı hak. bk. ez-Zubeydí, s. 27-29. 113

Hayatı hak. bk. ez-Zubeydí, s. 40-45. 114

Tam adı, Ebu’l-èAbbas Muhammed b Yezíd b. èAbdulekber b. èUmeyr el-Muberrrid el-Ezdí es- SumÀlí’dir. Kendisine “el-Muberrid” lakabının takılmasıyla ilgili farklı rivâyetler mevcuttur. Tercih edilen görüşe göre hocası el-MÀzíní, “gönüle serinlik (ferahlık) veren” mânasına “el-Muberrid” demiştir. Nitekim ism-i fail vezninde olan bu kelime soğutan ve serinleten mânalarına gelmektedir. Ancak daha sonraları Kûfeliler tarafından alay etmek maksadıyla “muberred” şekline dönüştürüldüğü kaydedilir. Bununla beraber “el-Muberred” kelimesinin ‘güzel yüzlü’ anlamına geldiğini söyleyenler de olmuştur. Özetle Basralılar “el-Muberrid”, Kûfeliler de “el-Muberred” demişlerdir. “el-Muberred” denmesinden kendisinin rahatsız olduğu da rivâyet edilmektedir. Bütün bunlar nazara alınarak araştırma sırasında “el-Muberrid” şeklinde ki ism-i fâil tercih edilmiştir. bk. Òadíce el-Óadíåí, el- Muberrid síratuhu ve muellefÀtuhu, DÀru’ş-Şuÿni’å-æeúÀfiyyeti’l-èÁmme, Bağdat-1990, s. 10-15; İsmail Durmuş, “Müberred”, DİA, İstanbul-2006, XXXI/432.

Dille ilgili ilmî çalışmalar Basra’da başladıktan yaklaşık yüz yıl sonra Kûfe’de bazı etkileri görülmeye başlamıştır. Önceleri Basra mektebinden faydalanarak yetişen Kûfeliler, II. yüzyılın sonlarından itibaren ayrı bir mektep oluşturmuşlardı. “Basriyyûn” ve “Kûfiyyûn” diye bilinen bu iki ekolün arasındaki farklı yorumlar sebebiyle çıkan rekabet dil ve edebiyat alanındaki çalışmaları olumlu yönde etkilemiştir. Kûfe mektebinin ilk temsilcisi Ebÿ Caèfer er-RuÀsí (ö. 187/803) sayılmaktadır. Onun kurduğu Kûfe ekolü kendisinden sonra Ali b. Óamza el-KisÀí (ö. 189/805) ve YaóyÀ b. ZiyÀd el-FerrÀ (ö. 207/822)’nın çalışmalarıyla nihâî şeklini almış ve Kûfe mektebi tamamen bağımsız hale gelmiştir.116 Bu isimlerden sonra, Kûfe nahiv ekolünün en

meşhur ismi, bu mektebin son temsilcilerinden olan Ebu’l-Abbas Ahmed b. YaóyÀ æaèleb (ö. 291/904) olmuştur.117

Bu iki nahiv ekolünden sonra h. IV. yüzyılın başlarında Bağdat’ta üçüncü bir ekol oluşmaya başlamıştır. Önceleri Kûfe ve Basra mektebinin yolunu takip eden Bağdatlı nahivciler, sonraları her iki ekolün görüşlerini birleştirerek kendilerine has bir usul geliştirmişlerdir. Bu mektebin en önemli mümessilleri İbn KeysÀn (ö. 299/911), Ebu’l-ÚÀsim ez-ZeccÀcí (ö. 337/948), Ebÿ Ali el-FÀrisí (ö. 377/987) ve İbn Cinní’dir (ö. 397/1006).118

c. Seyahatleri

el-Aòfeş, hocası Síbeveyh’e yapılan haksızlığın intikamını el-KisÀí ile münâzara ederek almak için Bağdat’a gitmiş ve orada bir müddet kalmıştır. MeèÀni’l-Úur’Àn, el- MesÀilu’l-kebír ve büyük ihtimalle de MeèÀni’ş-şièr adlı eserlerini Bağdat’ta bulunduğu süre içerisinde kaleme almıştır.119 Onun bu seyahati dışında bir de Rey’e gitmiş

olabileceği et-Tevvezí’nin ifadelerinden anlaşılmaktadır. O şöyle anlatıyor “Bir gün Bağdat’a gitmiştim, el-FerrÀ’nın halkasına katıldım. Bana bazı kimseleri sordu.

116

Hulûsi Kılıç, “Basriyyûn” DİA, İstanbul-1992, V/117.

117 ZÀhid Zuheyr áÀzí, “Devru’l-Baãra fí neş’eti’d-dirÀseti’n-naóviyye meróaletu’n-naøici ve’t-teùavvuri”,

Mevsÿèatu’l-Baãrati’l-Óaêariyye: el-Mevsÿèatu’l-fikriyye, DÀru’l-Óikme, Basra-1990, s. 250-251; Hakkı Dursun Yıldız, “Abbâsîler”, DİA, İstanbul-1988, I/41.

118

ZÀhid, a.g.m., s. 252; Hakkı Dursun Yıldız, “Abbâsîler”, DİA, İstanbul-1988, I/41.

119 ez-Zubeydí, a.g.e., s. 74; el-Úıfùí, a.g.e., s. 37; YÀúÿt el-Óameví, Muècemu’l-udebÀé, XI/ 227; es- Suyÿùí, Buàye, I/590; eõ-Õehebí, a.g.e., X/207.

Onlardan birisi de Ebu’l-Óasen el-Aòfeş idi. Ben sıhhat ve afiyette olduğunu, ayrıldığımda Rey’e gitmek için hazırlandığını söyledim.120

Yukarıda bahsettiğimiz seyahatleri dışında, el-Aòfeş’in Basra dışına çıkıp çıkmadığı hususunda kaynaklarda herhangi bir kayıt yer almamaktadır. Hatta el- Aòfeş’in döneminde bedevî Araplardan dilbilgisi malzemesi toplamak amacıyla çöle gitmek geleneği yaygın olduğu bilinmekte ve el-Aòfeş’in muasırlarından birçoğu da bu amaçla çöle gittiği halde, el-Aòfeş’in kendisinin çöle gidip gitmediği konusunda kaynaklarda her hangi bilgiye rastlamamaktayız.

d. Vefatı

el-Aòfeş’in vefat tarihi de ihtilaflıdır. Bazı tabakÀt kitapları, onun el-FerrÀ’dan sonra (207/822 yılından sonra) vefat ettiğini belirtmektedir.121 Bir kısım kaynaklar

210/825 yılında vefat ettiğini,122 bazıları 211/826 yılında,123 ve bir diğer kısmı da

221/835 yılında vefat ettiğini kaydetmektedir.124 Bununla beraber yaygın olan görüşe göre el-Aòfeş el-Evsaù 215/830 yılında vefat etmiştir.125

120 es-Suyÿùí, el-Muzhir, II/404; Ebu’ù-Ùayyib, a.g.e., 48. 121

es-SírÀfí Ebÿ Saèíd el-Óasen b. Abdillah, AòbÀru’n-naóviyyíne’l-Baãriyyín, thk. Muhammed İbrahim el-BennÀ, DÀru’l-İètiãÀm, Kahire-1985, s. 66; el-Úıfùí, a.g.e., II/41; el-EnbÀrí, Nuzhetu’l-elibbÀ, s. 68; İbnu’n-Nedím, a.g.e., s. 58.

122 İbn Keåír, a.g.e., XIV/275; es-Suyÿùí, el-Muzhir, II/453. 123

İbnu’n-Nedím, a.g.e., s. 58. 124

İbn ÒallikÀn, a.g.e., II/381; İbn Keåír, a.g.e., XIV/275; es-Suyÿùí, Buàye, I/591; Brockelmann, a.g.e., II/151; KÀtib Çelebí, a.g.e., I/201, II/1207, 1391-2, 1438, 1670, 1729, 1730 ve 1792; (Muhammed Ebu’l-Faøl İbrahim, el-Aòfeş’in vefat tarihini h. 225 olarak vermiş. Ancak gösterdiği kaynakta öyle bir tarih yoktur. bk. Ebu’ù-Ùayyib, a.g.e., Dipnot, s. 68; KÀtib Çelebí, el-Aòfeş’in vefat tarihini verirken, el- Aòfeş el-Aãgar ile karıştırmış, h. 315 yılını vermiştir. Dr. èAbd’ul-Emír Muhammed Emín el-Verd, sözünü ettiğimiz bu hatayı, MeèÀni’l-Úur’Àn’ın Mukaddimesinde “225 yılında vefat etmiştir” şeklinde vermiş, kaynak olarak da KÀtib Çelebi’yi göstermiştir ki, belirttiği kaynakta öyle bir tarih yoktur. bk., KÀtib Çelebí, a.g.e., s. 1463; el-Verd, a.g.e., Mukaddime, s. 12.)

125 İbnu’n-Nedím, a.g.e., s. 58; es-Suyÿùí, Buàye, I/591; el-Úıfùí, a.g.e., II/41; YÀúÿt el-Óameví,

Muècemu’l-udebÀé, XI/229; İbnu’l-èİmÀd, a.g.e., II/73; el-YÀfièí, a.g.e., II/21; İbn ÒallikÀn, a.g.e., II/381; ez-Zubeydí, a.g.e., s. 74; el-Ömerí, b. Faøli’l-Lah ŞihÀbuddín Ahmed b. YahyÀ, MesÀliku’l- ebãÀr ve memÀliku’l-emãÀr, nşr. Fuad Sezgin, Frankfurt Üniversitesi, Almanya-1988, s. 68; Brockelmann, a.g.e., II/151; ez-Ziriklí, a.g.e., III/101.

B. İLMÎ ŞAHSİYETİ ve ESERLERİ