• Sonuç bulunamadı

Kendisinin de doğanın bir parçası olduğunu görmezden gelen insanoğlu yok etme aşamasında doğayla olan bağlarını sanatsal üretimlerle aktarmaya çalışmaktadır. Çünkü bu yok ediş sürecinde insan bilincinin derinlerindeki doğaya ait olma inanışı da aslında doğanın bir parçasıdır. Bu yüzden insanoğlu kıydığı doğanın yerine kendi eliyle yaptığı betonları, demirleri koydukça yok ettiği doğanın özlemini çekmeye , onu arzulamaya başlar. Ürettiği sanat eserlerinde doğrudan ya da direkt olarak bu özlemi yansıtır. Doğa figürleri yoluyla anlatım bir anlamda insanoğlu ile doğa arasındaki derin bağları da ortaya koyar. Bu derin bağlar kendi içinde yok edilene karşı özlemi, hasreti, eksikliği, suçluluk hissiyatını, geleceğe olan inancı ya da inançsızlığı da barındırmaktadır.

Eski çağların kadim kültürlerinden bu zamana uzananmitlere, destanlara, yazıtlara, hiyerogliflere, heykellere, resimlere baktığımızda doğa figürlerinin insanlığın varoluşundan bu yana kullanıldığını görmekteyiz. Eski Mısırda kedi, şımarıklığın ve güzelliğin sembolü olarak görülmüş ve kutsallaştırılarak dönem sanatçılarının ellerinde heykele dönüştürülmüştür. Eski Mısır’da ayrıca heykel

olarak işlenen doğa figürleri arasında, ilim, bilgelik ve düşünce tanrısı Thoth ile özdeşleştirilmiş olan İbis kuşu da bulunmaktadır. Bazı hiyerogliflerde Osiris şahin Isıs ise boğa motifleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu Mısır tanrıları ölüleri öte dünyaya taşımaya yardımcı olmaktadırlar. 2011 yılında Hititlerin Hattuşaş şehrinde Prof. Cem Kağan Uzunöz tarafından fotoğraflanan “Kral Kapısı” kaya kabartmasıüzerindeki askerin, miğferi, miğferin üzerindeki gücün timsali boynuz kabartması, kısa elbisesi ile savaşçı kral figürü olduğu anlaşılmaktadır.

Şekil 1. Kral Kapısı Fotoğrafı

Kaynak: (Cem Kağan Uzunöz, Kırmızı Topraklar Sergisi, 2011)

Askerin iri gözleri "her şeyi gören göz" ü ifade etmektedir. Her sene ilkbahar ve sonbahar ekinoks dönemlerinde gün doğumunun süzülen ışığı asker figürünün bulunduğu bu kapının ortasında belirginleşmektedir. Gün batımı ise, yine aynı ekinoksta bu kapının karşısındaki aslanlı kapının ortasından görülmektedir. Kral ve Aslanlı kapılar bu özellikleri sayesinde Hititler’de kötülüklerin girişini engelleyen tılsımlı kapılar olarak tanımlanmıştır (Uzunöz, 2011). Mısır'da bir mezarda bulunan M.Ö 1400 yılına ait Nebamu'nun bahçesini tasvir eden çizimde doğa çeşitli öğelerle betimlenmektedir. Bu betimlemede ağaçlık bir alanın ortasındaki gölde balık, ördek, kuş gibi doğa öğeleri bulunmaktadır. O dönem Mısırında,mezarda yatan kişinin tasvirini yaptıkları bu doğada ebediyyen yaşayacağı inancı hakimdi. Yani dünyanın öznesi olan doğa, ebedi bir cennet mekanı olarak görülüyordu. Meksika'da bulunan XIV-XV. yy.'a ait Tlaloc Aztek yağmur tanrısı heykeli korkunç görünümlü bir canavar gibi tasvir edilir. Yağmur tropikal bölgelerdeki ülkelerin bir ölüm kalım meselesidir. Aztek inancında gökteki şimşek kocaman bir yılana benzer. Bu yüzden Aztekler için yılan kutsaldır, bu heykelde gözlerin kıvrılmış yılana ve ağzın yılanın sivri dişlerine benzetildiği tespit edilmiştir (E.H.Gombrich, 1997:53). Son yıllarda arkeologlar tarafından Göbeklitepe'de ortaya çıkarılan sütunlar üzerindeki doğa

figürleri insan-doğa ilişkisine dikkat çekmektedir. Yılan tasviri bunlarıniçinde en çok kullanılanı figürdür. Yanısıra sütunlar; kuş, tilki, ceylan, köpek, akrep, yaban domuzu, yaban öküzü, pars, yaban eşeği ve bir çok farklı hayvan figürü de barındırmaktadır. Araştırmacılara göre Göbeklitepe'deki bu hayvan sembolizmi erken Neolitik kozmolojisi ve ritüel uygulamalarındaki önemi vurgulamaktadır (Köksal, 2015).

Günümüze geldiğimizde ise Japonya’da, gazete, alış veriş çantası, para gibi kağıttan yapılmış ve kullanılmış nesneleri keserek onlara şekiller vermek modern bir sanat dalı olarak görülmektedir. Sanatçıların bu eserleri çoğunlukla, ağaç, filiz gibi doğa figürleri oluşturarak ağaçtan geleni ağaca döndürme gibi bir çabayla sanatsal bir estetik doğrultusunda gerçekleştirdiklerini anlayabilmekteyiz (TRT2, Geri Dönüşen Sanat, 2020). Aynı sanatı icra eden sanatçılar eserlerinde genel doğa unsurlarından ilham alarak balık, dalga, ahtopot,yıldız, çiçek, kuş gibi doğa figürlerini çalışmaktadırlar. Geri dönüşüm sanatçısı Asaf Erdemirli hurda olarak topladığı metallerden doğa figürleri, enstrumanlar ve soyut çalışmalar yapmaktadır. Sanatçı, corona virüsün yayılmasıyla her şeyin hurdaya dönüştüğü gibi nefesimizin de hurdalaştığını söylemekte, bu süreçte insanın içe dönerek her şeyi tekrar sorguladığını ifade etmektedir. Erdemirli yaptığı eserlerin nostaljik bir çizgide, eskiler, yaşanmışlıklar, hatırlarla dolu olduğunu söylemektedir(TRT2, Geri Dönüşen Sanat, 2020).

Sinema, edebiyat, resim, tiyatro, heykel gibi sanatlarda ortaya çıkan eserlerde doğa figürleri ve bu figürler üzerinden dolaylı anlatım bazen yardımcı, bazen ise konunun kendisi olarak sanatçılar tarafından işlenmektedir. Bu eserlerde yok edilenle (doğayla) olan bağlar içerdiği hissiyatlar ortaya koyularak ele alınmaktadır. Doğa bu sanatlarda kimi zaman konunun öznesi niteliğini taşırken kimi zaman ise fonda bir sembol ya da sembol obje olarak gösterilmekte, sanatçılar tarafından bazen romantik, bazen gerçekçi, bazen eleştirel ve dahi izlenimci olarak ele alınabilmektedir. Claude Monet "Gün Doğumu" tablosunda hayatın başlangıcını denizin ufkundan doğan kızıl bir güneşle kendi görmek istediği gibi tarif eder (Türkyılmaz, 2020: 585).

Melih Cevdet Anday ise “Yağmurun Altında” isimli şiirinde; "Kalk dostum ormana gidelim

Geyik sesleri içine çökelim Yeniden doğuş, kıvanç, uyum Kurgular bir yana, biz bir yana İlk kez düşünmeden görelim Martılar gibi yağmurun altında."

dizeleriyle, doğanın huzur verici, yeniden diriltici özellikleriyle insanı dış faktörlerden soyutlayan bir öz olduğunu ve her şeyi geride bırakarak ona yönelmenin aslında öze yönelme olduğunu betimlemektedir (Anday, 1995).

Osman Hamdi Bey "Kaplumbağa Terbiyecisi" isimli tablosunda mevcut sistem anlayışını doğada son derece zararsız, ürkek, ağır bir hayvan olan kaplumbağalar ve onların varsayılan terbiyecisi üzerinden eleştirir.