• Sonuç bulunamadı

AİHM’de dinlenen davada başvurucu, eski Çekoslovakya tarafından el konulan bir tabloyu geri alma davası ile ilgili olarak mahkemeye başvuru hakkından yoksun bırakıldığını iddia

AİHM’de dinlenen davada başvurucu, eski Çekoslovakya tarafından el konulan bir tabloyu geri alma davası ile ilgili olarak mahkemeye başvuru hakkından yoksun bırakıldığını iddia etmiştir. Alman mahkemeleri başvurusunu, 23 Ekim 1954’te imzalanan ve Almanya’nın yargı yetkisini tanımayan Savaş ve İşgalden Kaynaklanan İhtilâfların Çözümü başlıklı Sözleşmeye dayanarak kabul etmemişti. AİHM aşağıdaki açıklamayı yapmıştır (paragraf 58-59, 65 ve 69):

Mahkeme, İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinden elli yıl sonra, Almanya ve iki Almanya’nın birleşmesiyle ilgili nihai anlaşmaya doğru gidilirken, Federal Almanya Cumhuriyeti’nin konumunun değişmediğini görmüştür. Üç Kuvvet’le yapılan müzakerelerde Federal Almanya Cumhuriyeti, yargı yetkisine getirilen bu sınırlamanın kaldırılmamasını kabul etmek zorunda kalmıştı.

Mahkeme’nin görüşü uyarınca İhtilâfların Çözümü Sözleşmesi’nin 6. Bölüm, 3. Maddesi’ne göre Alman yargı yetkisinin tanınmaması İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Almanya’nın devletler kamu hukuku önünde bulunduğu özel durumdan kaynaklanmaktadır. Federal Cumhuriyet ancak Federal Almanya Cumhuriyeti ile ilgili 1954 Paris Anlaşmaları ve 1990 Almanyası ile ilgili Nihai İhtilâf Çözümü ile İşgal Rejimi’ni sonlandırabildi ve birleşik Almanya olarak iç ve dış işlerinde egemen bir Devlet yetkisini kazandı. Bu özel durum göz önüne alındığında İhtilâfların Çözümü Sözleşmesi’nin bir sonucu olarak Almanya mahkemelerine başvuru hakkının sınırlandırılmasının meşru bir nedeni vardı.

Bu bilgilerin ışığında ve Mahkeme’nin sınırlı denetim yetkisi içinde (bkz. yukarıdaki paragraf 49-50), Alman mahkemelerinin İhtilâfların Çözümü Sözleşmesi’nin 6. Bölüm, 3. Maddesi’ne getirdikleri yorumun Alman içtihadıyla bağdaşmadığı ya da uygulamanın belirgin bir biçimde hatalı ya da keyfi sonuçlara ulaşacak tarzda olduğu söylenemez.

Yukarıda verilen bilgilere göre Mahkeme, başvurucunun Federal Almanya Cumhuriyeti’nde dava açmakla sağlayacağı faydanın, Almanya’nın egemenliğini yeniden kazanması ve birleşmesiyle kamunun sağlayacağı genel temel yarardan önemli olmadığı kararına varmıştır. Bu nedenle, Alman mahkemesinin başvurucunun mülkiyet davasını kabul etmemesi, izlenen meşru amaçla orantılıdır ve bu nedenle, Mahkeme’nin içtihadı anlamında, başvurucunun “mahkemeye erişim hakkı” nın özüne zarar getirmemiştir (bkz. yukarıdaki paragraf 43-44).

Bu pasajın doğru anlaşılması için burada AİHS’nin 6. Maddesi’nin güvence altına aldığı

“mahkemeye erişim hakkının” beraberinde bazı zımni sınırlamaları da getirdiği açığa kavuşturulmalıdır (bkz. yukarıdaki metin). AİHM, bu davada verdiği kararın 43-44.

paragraflarında bunu belirtmiştir. Bu nedenle AİHM, yalnızca Almanya’ya yargı yetkisi

tanımayan bir antlaşmayı temel alarak değil, aynı zamanda 6. Madde’yle ile ilgili içtihadı ışığında söz konusu davada öngörülen sınırlamayı kabul etmiştir.

Daha eski bir davada (Matthews-Birleşik Krallık [BD], No. 24833/94, paragraf 30-34, AİHS 2000-I) AİHM, Cebelitarık’ta Avrupa Parlamentosu seçimleri düzenlemediği için Birleşik Krallık’ın 1 No.’lu Protokol’ün 3. Maddesi’ni ihlal ettiği kararına varmıştır:

Mahkeme, tarafların 1 No.’lu Protokol’ün 3. Maddesi’nin Cebelitarık’ta geçerli olduğuna karşı çıkmadığını gözlemlemiştir. Mahkeme, Birleşik Krallık’ın 23 Ekim 1953 tarihli bildirgesiyle AİHS’nin Cebelitarık topraklarını kapsayacak biçimde genişletildiğini ve 1 No.’lu Protokol’ün Cebelitarık’ta 25 Şubat 1988’den beri geçerli olduğunu hatırlatır. Bu nedenle AİHS’nin 1.Maddesi anlamında Cebelitarık toprakları üzerinde “yargı yetkisi” bulunduğu açıktır.

Yine de Mahkeme, Avrupa Topluluğu’nun bir organı olarak Avrupa Parlamentosu seçimlerinin yapısı bir yana bırakılsa da, Birleşik Krallık’ın AİHS’nin 1. Maddesi’ne göre Cebelitarık’ta Avrupa Parlamentosu seçimlerinin düzenlemesinden sorumlu tutulup tutulmayacağına, yani Birleşik Krallık’ın, seçimlerin Topluluk seçimleri özelliği taşımasına rağmen, Avrupa Parlamentosu seçimlerine katılma hakkı “tanıma” yükümlülüğü olup olmadığına karar vermelidir.

Mahkeme, AT’nin işlem ve eylemlerinin Mahkeme tarafından yargılanamayacağını çünkü AT’nin Sözleşmeci Taraflardan biri olmadığını belirtmektedir. AİHS, Sözleşme’den doğan haklar “korunduğu”

sürece uluslararası kuruluşlara yetki devri yapılmasını mümkün kılmaktadır. Bu nedenle, Üye Devletler’in sorumluluğu bu devir gerçekleştikten sonra da devam eder.

Mevcut davada AİHS’de gerçekleştiği iddia edilen ihlal, Maastricht Antlaşması ile Avrupa Parlamentosu yetkilerinde yapılan genişleme ile birlikte Birleşik Krallık tarafından 1976 Senedine getirilen bir ekten kaynaklanmaktadır. Konsey Kararı ve 1976 Senedi (bkz. yukarıdaki paragraf 18) ve AET Antlaşması’na getirdiği değişikliklerle Maastricht Anlaşması Birleşik Krallık’ın kendi isteğiyle taraf olduğu uluslararası belgelerdir. 1976 Senedi Topluluk’un “normal” bir senedi olmaması, Topluluk hukuk düzeni içinde bir antlaşma olmasından dolayı Avrupa Adalet Divanı’na götürülemez. Maastricht Antlaşması da Topluluk içinde bir senet değil, AET Antlaşmasını değiştiren bir antlaşmadır. Birleşik Krallık, Maastricht Antlaşması’nın diğer taraflarıyla birlikte, Antlaşma’nın sonuçlarından AİHS’nin 1.

Maddesi’ne ve özellikle de 1 No.’lu Protokolün 3. Maddesi’ne göre konu bakımından (ratione materiae) sorumludur.

Birleşik Krallık’ın Cebelitarık’ta Avrupa Parlamentosu seçimlerinin yapılması açısından 1 No.’lu Protokol’ün 3. Maddesi’nde belirtilen hakları “korumaktan” ne derecede sorumlu olduğunu belirlerken Mahkeme, AİHS’nin hakları kuramsal veya hayali değil, uygulanabilir ve etkin tarzda güvence altına almayı amaçladığını hatırlatır (bkz. örneğin yukarıda belirtilen Türkiye Birleşik Komünist Partisi ve Diğerleri davası kararı, s. 18-19, paragraf 33). Avrupa Topluluğu’nun yasama çalışmaları neticesi olan mevzuatın Cebelitarık halkını yerel meclisin kabul ederek iç hukukta yürürlüğe soktuğu bir yasayla aynı şekilde etkilediği inkâr edilemez. Bu noktada Avrupa hukuku ve iç hukuk arasında herhangi bir fark yoktur ve Birleşik Krallık’ın 1 No.’lu Protokol’ün 3. Maddesi’nde belirtilen hakları Avrupa mevzuatı içinde “korumasını” istememek için herhangi bir neden olamaz; tıpkı tümüyle iç hukuka ait mevzuatta bu hakların “korunmasının” gerektiği gibi. Özellikle, Birleşik Krallık’ın şikâyete konu olan durum üzerinde etkin kontrole sahip olamayabileceği iddiası bu konumu değiştirmez çünkü Birleşik Krallık’ın sorumluluğu, 1 No.’lu Protokol’ün 3. Maddesi’nin Cebelitarık için geçerli hale gelmesinden sonra bazı antlaşma taahhütlerine girmesinden, yani Konsey Kararı ve 1976 Senedi kapsamındaki yükümlülükleriyle birlikte Maastricht Antlaşması’na taraf olmasından kaynaklanmaktadır. Ayrıca Mahkeme, Antlaşma’nın 227. Maddesi’nin 4. fıkrasına göre Birleşik Krallık’ın AT Antlaşması’na taraf olarak AT mevzuatının başlıca alanlarının Cebelitarık’ta geçerli olmasını kabul ettiğini belirtmiştir (bkz. yukarıdaki paragraf 11-14).

Bundan dolayı Birleşik Krallık, AİHS’nin 1. Maddesi’ne göre, seçimler ister yerel ister Avrupa çapında olsun, Cebelitarık’ta 1 No.’lu Protokol’ün 3. Maddesi’nin güvence altına aldığı hakları korumaktan sorumludur.

AİHS 2. Madde – Yaşama hakkı 2. Madde, 1. fıkra

2. Madde, 1. fıkra aşağıdaki gibidir:

1. Herkesin yaşam hakkı yasanın koruması altındadır. Yasanın ölüm cezası ile cezalandırdığı bir suçtan dolayı hakkında mahkemece hükmedilen bu cezanın yerine getirilmesi dışında hiç kimse kasten öldürülemez.

1. 2. Madde’nin ruhu ve kapsamı

2. Madde’nin ruhu

McCann ve Diğerleri-Birleşik Krallık davası kararında (27 Eylül 1955, Seri A No. 324, paragraf 146-147) AİHM 2. Madde’nin yorumunu nasıl algıladığını açıklamıştır.

Mahkeme 2. Madde’yi (madde 2) yorumlarken, birey olarak insanların korunması için bir araç olan AİHS’nin konu ve amacının, Sözleşme hükümlerinin, bu korumayı somut ve ve etkin kılacak tarzda, yorumlanıp ve uygulanmasını gerektirdiği gerçeğinden yola çıkmak zorundadır (bkz., diğer kararların yanı sıra, Soering-Birleşik Krallık davası kararı, 7 Temmuz 1989, Seri A No. 161, s. 34, paragraf 87, Loizidou-Türkiye (Ön itirazlar) davası kararı, 23 Mart 1995, Seri A No. 310, s. 27, paragraf 72).

Ayrıca yalnızca yaşama hakkını korumakla kalmayan, aynı zamanda yaşama hakkının kısıtlanmasının haklı görülebileceği durumları da belirleyen bir hüküm (madde 2) olarak 2. Madde (madde 2), AİHS’nin en temel hükümlerinden biridir – bu hüküm barış zamanında 15. Madde (madde 15) kapsamında kısıtlanamayacak olan bir hükümdür. Bu madde, AİHS’nin 3. Maddesi’yle birlikte (madde 15 + 3) Avrupa Konseyi’ni oluşturan demokratik toplumların taşıdığı en temel değerlerden birini ortaya koyar (bkz. yukarıda söz edilen Soering davası kararı, s. 34, paragraf 88). Bu nedenle hükümleri dar bir şekilde yorumlanmalıdır.

2. Madde’nin kapsamı

16 Kasım 2000 tarihli Tanrıbilir-Türkiye davası kararı (Başvuru No. 21422/93) bir şahsın gözaltında intiharı ile ilgilidir. AİHM, belli durumlarda, 2. Madde’nin Devletler’e uygun önlem alarak kişilerin hayatını koruma yönünde bir pozitif bir yükümlülük getirdiğini vurgulamıştır:

Mahkeme, AİHS’nin 2. Maddesi’nin, kimi belirgin koşullarda, görevli makamlara, bireyi başkalarından ya da bazı durumlarda kendi kendisinden korumak için, uygulanabilir koruyucu önlemler almaları konusunda pozitif bir yükümlülük getirebileceği kararına varmıştır.

Ancak bu yükümlülüğü yetkili makamların üzerine imkânsız ya da orantısız bir yük bindirmeyecek biçimde yorumlamak gereklidir. Modern toplumlarda güvenlik güçlerinin görevlerini gerçekleştirirken karşı karşıya geldiği güçlükleri, insan davranışının her zaman önceden tahmin edilemez olduğunu ve öncelikler ve kaynaklar dikkate alınarak yapılması gereken seçimlerin varlığını da unutmamak gerekir.

Bu yükümlülük, Devletler’in yasaları düzenlerken ve uygularken alması gereken önlemlere ek