• Sonuç bulunamadı

2.3. Din ve Toplumsallaşma

2.3.1. Dinin Toplumsallaşma Süresindeki Etkisi

Din, insanlık tarihi kadar eski, tarihin her aşamasında insanları ve toplumu etkileyen en önemli kurumlardan biri olmuştur. Toplumu oluşturan diğer kurumlarla ilişki içerisinde olmuş ve bireylerin toplumsallaşmasında etkin rol oynamıştır. Bir toplumu oluşturan temel kurumlar ise, aile, eğitim, ekonomi, siyaset ve boş zamanlardır (Fitcher, 1994:123). Öyle ki insanlık tarihinin her döneminde, insanların varolduğu her toplumda/grupta herhangi bir dini inanca rastlanmakta diğer yandan ise, dini inancı olmayan bir topluma ise şimdiye kadar rastlanmamıştır (Freyer, 1977:31). Din kurumunun diğer kurumlardan ayrı olarak toplumsal bütünleşmeye katkısı açısından ele alınması diğer kurumların geriye itildiği anlamına gelmez. Her kurum, toplum için önemlidir ve hepsinin de toplumsal bütünleşmeye katkısı vardır. Ancak dönem itibariyle toplumda başat kurum dindir (Günay,2003:44). Bireysel anlamda din, manevi anlamda doyum sağlayabilecek, ahlaki değerleri kazandırabilecek fonksiyonlara sahiptir. Bununla birlikte şüphesiz dinin bireye sağladığı bir diğer fonksiyon ise kişilik kazanımıdır. Yani din ile bireyde birtakım zihniyet, tutum ve davranış biçimleri şekillenir.

Şüphesiz dinin sosyal yapıları etkilemesinin bazı şartları vardır, güçlü inançların sosyalleşme imkanı daha fazladır (Bilgiseven, 1985:16).Dinin, özellikle İslam dininin sosyal yapıda icra ettiği esas görev, toplumu bir arada tutan ve

57 bütünlüğü sağlayan bir manevi değer ve kuralları, insan ruhunda uyandırmak, içselleştirmek ve toplum fertlerinin manen birbirine benzerliğini sağlamaktan ibarettir (Parladır, 1987:28).

Din ile doğası gereği bir varlık olarak birey arasında çok sıkı ilişkiler olduğu herkes tarafından bilinmektedir. İlk insan ve ilk toplumla birlikte dinin de var olduğu, genel bir kabule mazhar olmuştur. İnsanlığın yeryüzünde ortaya çıktığından buyana din fenomeni, toplumları çeşitli biçimlerde etkilemiştir. Bu nedenle denilebilir ki insanlık tarihi, aynı zamanda din tarihi veya dinsel olaylar serüvenidir. Gerçekten de bireyi ve toplumları din kurumundan ayrı düşünmek mümkün değildir (Dönmezler, 1982:260). Çünkü çoğu zaman insanlar ve toplumlar din kurumu sayesinde kimlik kazanmakta ve varlıklarını devam ettirmektedir.

Her din, bir toplum içinde doğmakta ve gelişim göstermektedir. Tarih boyunca bütün toplumlarda bir dine rastlanılmış ve toplumsal açıdan sosyal bir kurum olması sebebiyle, olayların, çatışmaların ve sorunların olmadığı bir din kurumu da bulunmamaktadır. Çünkü dinin objektifleşip sosyalleştirici araç olması, bir topluma mal olması, bir cemaati ortaya çıkarması, dini olayların belli ölçülerde ve karşılıklı olarak öteki sosyal kurumsal ve kavramsal yapılara, coğrafi faktörlere ve çeşitli değişkenlere bağlı bulunduğunu göstermektedir (Günay, 2003:211-212). Din, toplumlarda evrensel bir boyutu olarak karşımıza çıkmaktadır. Dini inançlar, insan kaderinin en fiili ya da en etkili faktörüdür (Dönmezler, 1982:260). Bireylerle din kurumun bu birlikteliği şimdiye kadar farklı biçimlerde devam etmiş ve insanlık tarihi sonuna kadar da devam edecektir. İnsanlığın din ile olan bu ayrılmazlığı bizi, dinin insanın hem bireysel hem de sosyal boyutuyla ilişkisine götürmektedir (Okumuş,2003:96). Din toplumda düzenin devam etmesine yardım eder. Değer farklılıklarını gidererek, toplumu bir birine kaynaştırır. Kollektif ibadetlere bağlı olarak ortak duyguların kuvvetlenmesini sağlar (Başgil, 1985:77). Dinin bir diğer toplumsal fonksiyonu değer hiyerarşi sağlıyor olmasıdır. Gerçekte toplumsal birçok sorun, insanların değerlerinin çatışmasından meydana gelir. Değer çatışmaları ise, elindeki paranın dondurmaya mı yoksa şekere mi vermesi gerektiğini kararlaştıran çocuğun içinde bulunduğu sıkıntıdan tutunuz (şizofreninin bütün aşamalarından), bireysel, etnik,

58 ulusal ve uluslararası çatışmalara varana kadar çok büyük değişmeler gösterir. Birinin makul bulduğu bir şeyi diğeri kötü veya geçici olarak mahkûm edebilir. Böyle değerler üzerinde asgari bir anlaşma bulunmadıkça grup hayatı imkânsız olur (Aydın, 2013:144). Bu durum bazen toplumda kargaşa yaratsa da çoğu zaman ortak nokta bulunmaktadır. Çünkü din toplumda bütünleşme sağladığı gibi kimi zaman da ayrıştırma özelliği ile var olmaktadır. Fakat bu ayrıştırıcı özellik bireylerin ahlaki tutumları ile ortadan kalkabilmektedir.

Din kurumu toplumun diğer kurumları ile sürekli ve sıkı bir ilişki içerisindedir. Aralarındaki ilişkinin sadece din kurumu açısından değil diğer kurumlar açısından da farklı boyutları vardır. Hakikaten de toplum ile din ve toplumun diğer kurumları arasındaki ilişkilerin çok yönlü olduğu doğrudur. Nitekim din sosyolojisinin merkez konusu da din-toplum ilişkileri, din ile toplumun karşılıklı ilişkilerini, etkileşimlerini ifade eder. Bu, hem klasik sosyolog ve din sosyologlarınca çoğu kez ele alındığı biçimiyle işlevsel dini, hem de artık bugün gelinen noktada pek çok sosyolog ve din sosyoloğunun ele aldığı biçimiyle dinin toplum üzerindeki etkilerini, sosyal fenomen olarak dinin etkisi ve bağlantılarını içermektedir. Din ile toplumun karşılıklı ilişkilerini incelemek, başka bir ifadeyle dini hem bağımlı değişken hem de bağımsız değişken olarak, hem etkilenen hem de etkileyen olarak incelemeyi ifade etmektedir (Okumuş,2003:102).

Dini duygu ve davranışlar insanlar tarafından benimsenerek, sosyal grupların ve kurumların meydana gelmesine zemin hazırlanır. Mesela, ticaret ve ahlaki kontrolüne alarak, insanların birbirlerini aldatmasını engeller. Ailedeki sosyal dayanışmayı sağlayarak, namus fikri ile eşleri birbirine kaynaştırır. Din başka bir açıdan kültürü etkiler. İnsanlar arasındaki sosyal ilişkileri canlı tutar. Diğer kurumları güçlendirir ve onların fonksiyonlarını yerine getirmelerine yardımcı olur. İlkel toplumlarda en büyük akrabalık aynı toteme bağlı olmaktı. İlk çağlarda, şehir devletlerinde yaşayan insanlar, şehrin askeri ve idari faaliyetlerine katılmanın yanında, şehrin dinini de kabul etmiş sayılırdı. Ortaçağdaki din devletleri ve savaşları, toplumlar açısından nedenli önemli olduğunu hatırlatmaktadır (Nirun, 1991:99). Tarih boyunca da devletler açısından din önemli bir dayanışma noktası olmuş, günümüzde bu durum hala devam

59 etmektedir. Kültürü, dili ve coğrafyası farklı olan devletler dini inanış biçimleri ortak olduğu için bir dayanışma kaynağı bulabilmektedir.

Toplum ve din ilişkileri bağlamında önemli diğer bir hususta yapısı gereği devletler üzerinde de etkisi olduğu bir gerçektir. Din kurumu, devleti bir çok konu da etkilemekte ve yön vermektedir. Dinin ve dini yaşayışın pek çok boyutu bulunmaktadır. Bütün bu boyutlarıyla dünyaya karşı geliştirdiği tavır çerçevesinde bir dünya görüşü ve hayat tarzına sahip olan din, insanla salt birey düzleminde değil, ayrıca grup, kurum, kamu ve geniş anlamıyla toplum düzleminde de ilişki içerisine girer. Dolayısıyla din, insanlardan hem ferdi olarak hem de cemaat ve toplum olarak isteklerde bulunur. Bu durumda insan gibi dini de salt ferdi yönüyle ele almak tarihi, antropolojik ve sosyolojik gerçekliklerle uyuşmayacaktır. Din de insan gibi bir bütün olarak ele alındığında ancak, sağlıklı sonuçlara gidilebilir ve din-insan ilişkileri konusunda doğru verilere ulaşılabilir (Okumuş,2003:97-98).

Bireysel olarak ele aldığımızda din, bireylerin bilinen ve görülen dışındakilerle bağ kurmalarını sağlama, dünya kurma, içinde yaşanılan dünyayı tanıma ve bu dünyada insanın kendisini belirli bir yere yerleştirmesinin modeli olma gibi bir takım fonksiyonları üstlenen din, toplumsal anlamda da birçok işlevi yerine getirmektedir (Kara,1997:112). Bu fonksiyonların başında ise bireylere benlik ve kişilik kazandırmakta toplumlara ise düzen ve birlikteliğin devam etmesi yer alır. Çünkü din bireyler arasında iyi-kötü ayrımının, ahlaki değerlerin, kültürün ve adaletin sağlanması konusunda bir düzen ortamı oluşturmaktadır. Toplumsal anlamda barışı ve huzuru sağlarken, bireysel anlamda ise saygıyı, hoşgörüyü ve karşılıklı anlayışı sağlar. Barış anlamına gelen ismiyle İslam dini bu hususta önemli bir mesaj içermektedir. Diğer yandan din, bütün kutsal ve sembol ile, toplumların kültür ve medeniyetlerini biçimlendiren unsurların başında yer almaktadır. Kısacası din, tarihin her yerinde ve hayatımızın her köşesinde kendini gösteren bir olgudur (Küçük, 1995:24).

Bireyin, şahsi ve sosyal, özel ve kamusal özellikleri bulunduğuna göre, bireylerle sıkı yakınlığı olan, daha doğrusu bireyin yaşamını yönlendirmek için var olan ve insanın mutluluğunu hedef edinen dinin de, doğal olarak insanla hem bireysel hem sosyal ve hem özel hem de kamusal yönleri itibariyle ilişkileri olacaktır. Bir başka ifadeyle din, sadece bireysel değil aynı zamanda sosyal bir

60 gerçekliktir. Daha geniş anlamda din, hem kitabi (teorik-akibevi), hem davranışsal (pratikibâdî) ; hem psikolojik, hem sosyolojik; hem subjektif, hem de objektif yönü itibariyle bir bütün olarak kendini ortaya koymaktadır (Okumuş, 2003:97).

Bazı işlevleri de birey ve bireysel yaşamla ilgilidir. Toplumsallaşma sürecinde birey, içinde yaşadığı küçük ve büyük grubun değerlerini, sembollerini, inançlarını ve davranışlarını model alarak kendisine mal eder ve biryandan kişiliğinin oluşmasında biryandan da çevresiyle uyumlu hale gelir. Toplumsallaşmanın başarısı, toplumun nesnel dünyası ile bireyin öznel dünyası arasında bir simetri kurmasına bağlıdır (Berger, 1993: 43). Kurduğu bu simetri ise bireyin öznel dünyasında kolaylık sağlamakta, benliğine ve kişiliğine yön vermektedir.

Dinin kollektif yönü çok güçlüdür. Din tabii ve sosyal bir gerçekliktir. Dinin objektifliği; onun sosyal yönünü ifade etmektedir. Objektiflik, toplumda dinin birlikte bulunuşunu, dinin toplumsal boyutlarının oluşunu dillendirir. Şu halde dinle toplumu birbirinden ayrı düşünmek olası görünmemektedir. Belirtmek gerekir ki dinin sosyal bir fenomen olması, onun daima toplumsal bir form içinde tezahür eden bir olgu olduğu anlamına gelmez, aynı zamanda dini fenomenlerin toplumsal realitenin asli ögeleri oldukları anlamına da gelir (Okumuş,2003:93). Nitekim aynı toplumda farklı sosyal sınıflar ve gruplar iki farklı yapı ve anlayışlara sahip olan sırf dini gruplar da (mezhep, tarikat, cemaat) kaynağını dinden almaktadır (Freyer, 2013:47). Dinin toplumun bilgi, inanç, değer yargıları, ahlak ve zihniyetleri ile örgütlenmeleri üzerinde güçlü etkileri olmaktadır. Bu etkileri geçmiş topluluklarda görmek mümkün olduğu gibi günümüz modern toplumlarında da çeşitli biçimlerde görmek mümkündür. Dinin tabii grup veya birlikler üzerinde etkisi olduğu gibi sırf dini olarak adlandırılan gruplar üzerinde de merkezi etkisi bulunmaktadır. Din, aile, ekonomi, siyaset, eğitim, boş zamanlar, hukuk ve ahlak gibi kurumlar, sosyal sınıf ve tabakalar, kültür, kimlik, yerel birlikler, dernek, kulüp, mesleki kuruluşlar vb. üzerinde çeşitli etkileri olan bir fenomendir (Mensching,1994:82).

Toplum ve din ilişkileri doğrultusunda ele alınmalıdır ki din ve ondan çıkan toplumların herhangi bir kültür çevresinde her türlü etkiden korunmuş, soyutlanmış olarak yaşayamayacakları, bilakis kültürel hayatın bütün kısımları;

61 evlilik veya aile, eğitim, ekonomi, siyaset, bos zamanlar, ahlak, hukuk, sanat, teknoloji ve bilhassa toplumun genel yapısı, yani zümreler, sınıflar ve diğer sosyal tabakalaşma biçimleri ve tabiatıyla siyasi yapı, yani devlet ile sıkı bir ilişki halinde bulundukları aşikârdır. Bu demektir ki din ile topum arasındaki ilişkiler de yönlü değil, karşılıklı etki esasına dayanır. Dolayısıyla din- toplum ilişkileri etkileşimsel olup din toplumu, toplumun kültürünü, toplumsal kurumları, toplumsal norm ve değerleri etkilediği gibi onlarda dini etkilemektedir. Bu durumda dinin sosyal boyutu ele alındığında, onun gerçekte topluma karşılıklı ilişkilerinden ortaya çıkan boyut olduğu anlaşılmaktadır (Okumuş, 2003:260). Görüldüğü gibi bu karşılıklı ilişki toplumlar var olduğu sürece devam edecek ve karşılıklı olan etkileşimde varlığını koruyacaktır. Nasıl ki aile, okul, arkadaş grupları ve kitle iletişim araçları bireyleri toplumsallaştırma görevi üstleniyorsa din de bu bağlamda bireyleri toplumsallaştırmaktadır. Geniş bir çerçeveden bakılacak olursa din diğer toplumsallaştırıcı kurumlarla da etkileşim halindedir.

Bir toplumun din olmadan da devam edebilip edemeyeceği tartışılmıştır. Dini olmayan ilkel bir toplumun bulunmadığı muhakkaktır. Kimileri dinin, hayatın sorunlarından doğduğunu ve medeniyet için vazgeçilmez olduğunu söylemişlerdir; buna karşılık özellikle komünist ideolojiler mensupları dinin bir kötülük ve halk için bir afyon olduğunu öne sürmektedirler (Dönmezler,1982:260). Din kurumu, ilkel kabilelerden modern toplumlara kadar her toplumda değişik tiplerde de olsa yerini alan bir kurum olarak temelde birey- tanrı ilişkisini düzenleyen bir kurumdur. Din inanış, aynı zamanda dini bir davranış gerektirmektedir (Karaçoşkun,2004:23). Din kurumu bireyler ve toplumlar açısından eleştirenler de aslında din kurumundan beslenmekte ve sonuç olarak göstermektedir ki dini olmayan toplum bulunmamaktadır.

Bütün bunlara karşın, dini olan ile olmayan arasında kavramsal anlamda yapılan ayrımlar günümüz de gün geçtikçe belirsiz hale gelmektedir. Bu durum araştırmacıların kendi subjektif din algılarının çalışmalar üzerinde arz etmesine neden olmaktadır (Hülür & Kalender,2003:157). Bireyi aşan ve aynı anda onu içine alıp bir sisteme inanmayı ifade eden din, toplumsal boyutta diğer sosyal yapılarla daima etkileşim halindedir. İnsan, davranış kalıplarını toplumdan öğrenir. Buradan hareketle dini davranışların içgüdüsel olarak değil,

62 toplumsallaşma sürecinde öğrendiklerinin altını çizmek gerekir (Günay, 1981:278).

Toplum denilen birlikteliğin dışarıdan dayatılan ya da sonradan kabul edilen bir sözleşmeden doğmadığı bilakis insanın doğal yapısı ile ilintili olduğu bir gerçektir. Toplum, geri planda daima tanrısal bir kaynağa sahiptir. Bu reel durum bireylerin iradesinden değil, Tanrı’nın yarattığı insan doğasından kaynaklanır. Toplum Rousseau’nun olmasını istediği gibi, üyeleri arasındaki bir bağıt veya sözleşme üzerine kurulu değildir. İnsan tek başına değildir, doğası gereği toplumsal bir varlıktır. Gerçekte insan var olur olmaz az veya çok örgütlenmiş bir toplum içinde yaşar ve insan soyu için toplumu önceleyen bir dönem söz konusu değildir. Bu tezin kanıtları felsefi tartışmalarda değil, yaşanmış olan tarihin bizzat içindedir. Vahşi olana gelince, o doğal halden yoksun olmakta birlikte o da topluluk içinde yaşar (Barbier, 1999:86).

Toplum içerisinde varlığını sürdüren dinin sınırlarını çizmek neredeyse imkânsızdır. Dinin topluma etkisi, grupsal ve kurumsal yapılar çerçevesinde ele alınabilir. Yani din bir taraftan sosyal gruplar ve örgütsel yapılar, diğer taraftan da kültürel kurumlarla ilişkiye girer ve bunlar üzerinde etkilerde bulunur (Aydın,2013:150).

Sonuç olarak bakıldığında ise, din kurumu toplumsal yapılanma ve düzenlenme sürecinde önemli bir konuma sahiptir. İlk toplumdan modern topluma kadar kimi zaman din farklı boyutlarda algılanmış kimi zaman ise toplumlara göre değişiklik göstermiştir. Genel olarak ise algılanması veya yaşanılan değişikler toplumda düzeni ve birlikteliği sağlamıştır. Bireylerin yaşayabileceği her türlü sorun karşısına bir çözüm noktası sunmuş olan din, bu çözümlerle de bireyi toplumsal yapıda var etmiştir. Dinin bireye sağladığı fonksiyonların bir özelliği de yaşanılan toplumun ahlak, kültür, değer ve normlarını öğrenmesine katkı sağlaması ve bu düzlemde toplumsal bir varlık olmasına el vermesidir.

Benzer Belgeler