• Sonuç bulunamadı

Dini Epistemolojide Wittgensteincı Fideizm ve ‘Gramer Olarak Teoloji’ Teoloji’

Bu Bölümde Ne Öğrendik

3. DİNÎ EPİSTEMOLOJİDE FİDEİST OLAN BAZI FİLOZOFLAR

3.3. Dini Epistemolojide Wittgensteincı Fideizm ve ‘Gramer Olarak Teoloji’ Teoloji’

Günümüz din felsefesinde, evidensiyalist, fidesit ve reformist epistemolojiler yanında, bu yaklaşımların ötesine, bunlara kaynaklık eden felsefi duruma (gramer) bakmak gereğini öne süren Wittgensteincı bir dini epistemoloji anlayışı da vardır. Bu felsefe okulunun önde gelen ismi D.Z. Phillips’tir (1934-2006).

Wittgenstein’ın geç dönemindeki felsefi düşünceleri, bilim felsefisinden siyaset kuramına, zihin felsefesinden postmodernizme kadar bir çok alan için oldukça verimli tartışmalara zemin hazırlamıştır. Her ne kadar onun, doğrudan bu konuyla ilgili -öğrencilerinin hazırladığı ders notları ve bazı değinilerinin dışında- bir denemesi yoksa da, geliştirdiği felsefe tarzı, dinin özellikle metafizik alanla ilgili sorunlarına önemli açılımlar getirebilecek bir özelliğe sahip görünmektedir28

Wittgenstein’ın felsefi sorunlara yaklaşım biçiminin, din felsefesinin sorunlarını ele alma noktasındaki iması açıktır. Buna göre din felsefesinin amacı Tanrı’nın varlığı ya da yokluğu sorununu çözmek değildir. Felsefe böyle bir göreve yetkili olmadığı gibi bu yönde ileri sürülecek her kuram sadece problemin kompleksliğini artıracaktır. Wittgenstein açısından önemli olan sorun öncesi duruma inebilmek, sözcüklerin kullanımını ait olduğu dil oyunu içinde belirleyebilmektir. Peki sorun öncesi duruma inmek ne anlama gelir? Bu soruyu iki aşamalı olarak ele almak mümkündür:

a) Kullandığımız dil zihnimizde birtakım tablolar oluşturur. Bu tablolar gerçekliği algılama biçimimizi yönlendirir. Özellikle de dilin belli bir biçimdeki kullanımı bizi ayartır ve bize o kullanımın, bütün diğer bağlamlardaki kullanımları belirlediği şeklinde bir imaj verir.

Örneğin fiziksel nesneler hakkında konuşurken edindiğimiz imaj bizi başka bir çok konuda etkisi altında bırakır. Konumuz özelinde söylersek, din dili fiziksel nesneler hakkında kullandığımız gramere göre anlaşılmaya başlanır. Wittgenstein’ın felsefi karışıklık dediği şey tam da böyle bir duruma karşılık gelir. Peki bu sorundan, sorun öncesi duruma nasıl geçebiliriz?

Wittgenstein, soruna sebep olan süreci aşama aşama tersinden takip eder. Her aşamada felsefecinin içine düştüğü yanılgıya kaynaklık eden nedenlerin araştırması yapılır. Örneğin

28 Bu sebeple olsa gerek Wittgenstein’ın dine yönelik bakış açısı bir çok kimsenin ilgi odağı haline gelmiştir. Örneğin onun ateist olduğunu söyleyenler olduğu gibi bir çok felsefi sorunu dinsel bağlamdan hareketle ele aldığını söyleyenler de olmuştur. Bkz. Norman Malcolm, Wittgenstein:

A Religious Point of View?, (Ithaca-New York: Cornell University Press, 1993), s. 1-15.

65 felsefenin temel sorunlarından biri olan ‘varlık’ sorununun çözümü, yeni teoriler geliştirmekten çok ilgili kelimenin olağan kullanımının bir dökümünü yapmakla (P. I., 116) mümkün olur:

“Filozofun işi, anımsamaların belirli bir amaç için bir araya toplanmasından ibarettir.” (P. I., 127) Yani kelimenin olağan kullanımını bize hatırlatacak olan işaretleri bir araya getirmek;

belki de bu şekilde sözcüklerin kullanımına yönelik bir üst bakış elde edebilmek.

Wittgenstein üst bakışın bağıntıları, bağıntıların da ara durumları görebilmemizi olanaklı kılacağını düşünmektedir. Bu ara durumlar onun sözcüklerin derin grameri olarak adlandırdığı şeye karşılık gelmektedir:

İnsan sözcükleri kullanmada ‘yüzey grameri’ni ‘derin grameri’nden ayırabilir. Bir sözcüğün kullanımı konusunda bize doğrudan kendisi etkide bulunan şey cümlenin kuruluşundaki kullanılma tarzıdır -denebilir ki- onun işitilebilen kısmıdır. -Ve şimdi derin grameri, diyelim ki ‘kastetmek’ sözcüğünü, onun yüzey gramerinin bizi şüpheye düşürdüğü şeyle karşılaştırın. Yolumuzu aşağı yukarı bilmek için onu zor bulmamıza şaşmamak gerek. (P. I., 664 -italikler bize ait)

Bu alıntıda cümlelerin kullanılış tarzının bizi derin grameri yüzey gramerinden ayırt etmede zorluğa soktuğu dile getirilmektedir. Öyle anlaşılıyor ki yüzey grameriyle sözcüklerin işitilme tarzı kastedilmektedir. Bizi derin grameri anlama noktasında şüpheye düşüren şey de budur.

Çünkü konuşma esnasında sözcüklerin kullanımını belirlemek güçtür. Sözcükler işitme anında, kullanımları bize çok açık gösterilemediğinden, hep aynı tarzda görünürler. Dolayısıyla felsefeci bir sözcüğün herhangi bir bağlamdaki kullanılışını genelleştirme eğilimi duyar. Bu durum, özellikle felsefe yaparken aklımızı karıştıran önemli bir etkendir. (P. I., 11)

Alıntıda kullanılan örnekle açıklarsak: ‘Kastetme’ sözcüğünün yüzey grameri bir aksiyon bildiren ‘söyleme’ sözcüğüne son derece benzer. Adeta bir şeyi söylemekle kast etmek aynı şey gibi görünür. Ancak ilgili sözcüklerin derin gramerine baktığımızda daha farklı bir görünümle karşılaşırız. Bir şey söylemenin aksiyon bildiren bir sözcük olduğu dikkate alınırsa, bu durumda bir kişi bir şeyi ‘söylemeye niyet edebilir, söylemeye karar verebilir, söylemekle emredilebilir, söylemeyi reddedebilir ya da kabul edilebilir. Ayrıca, bir şeyi söylemenin hatırlanmasını ya da unutulmasını dile getirmek anlamlıdır; bir çok durumda söylemeye başlanır, söylemekle meşgul olunur; sözü kesilir. Bir kişi söze nasıl başlanacağını bilebilir ya da bunda yanılabilir. Ya da söylemeyi kolay veya zor bulabilir. Bir şeyi söylemenin bir çok yolu vardır: Hızlıca, yavaşça, isteksizce, isteyerek, nazikçe, kabaca, bir kişi söylemekten hoşlanabileceği gibi sıkılabilir de. Söylemek kelimesinin bu kullanım alanlarına karşın

66 kastetmek sözcüğü az önce söylemekle birlikte anılan eylemlerin hiç biriyle kullanılmaz.

Örneğin yarın bir şeyi kast etmeye niyet edemem. Bir kişinin söylediği şeyle kast etmeyi unuttuğunu ya da hatırladığını söylemenin bir anlamı yoktur. Bir şeyi kast etmeye başlamanın ya da kast etmekten sıkılmanın, ya da kast etmeyi kesmenin bir anlamı yoktur. Ya da bir kişi hızlıca veya yavaşça kast etmiş olamaz.29 Her iki kelimenin kullanımına yönelik bu analiz bize şunu söyleme imkanı tanır: İnsan felsefe yaparken yüzey gramerindeki benzeşmeden hareket eder. Oysa her iki kelimenin de derin gramerine bakıldığında görünüşte olan bu benzeşe kaybolur ve farklılık ortaya çıkar.

Gelinen bu aşamada Wittgenstein’ın şu aforizması daha anlaşılır bir hale gelmiş görünmektedir: “Gramer herhangi bir şeyin ne tür bir nesne olduğunu söyler. (Gramer olarak teoloji).” (P. I., 373) Gramer olarak teoloji ne demektir? Burada sorunu şu biçimde açmak mümkündür: İnsanlar bir kelimenin herhangi bir dil oyunu içindeki kullanım tarzından hareketle, aynı kelimenin diğer dil oyunları içinde de benzer bir kullanıma sahip olduğunu düşünmektedirler. Diğer bir deyişle dilin farklı bölgelerindeki ifade biçimleri arasındaki birtakım benzerlikler dilin kullanımı hakkında bazı yanlış anlamalara neden olmaktadır. (P. I., 90)

Yukarıdaki duruma benzer bir yanlış anlama, dini önermeler için de söz konusudur.

Örneğin “Orada bir nesne vardır” tümcesindeki var kelimesi ile “Tanrı vardır” tümcesinde var kelimesi aynı kullanıma mı sahiptir? Ya da “Mitolojide tek boynuzlu atlar vardır” tümcesiyle...

Kelimenin yüzey grameri bize bir benzeşme olduğunu söylese de derin gramere baktığımızda ilgili kelimelerin kullanımının farklı olduğu anlaşılmaktadır. Gramatik soruşturmanın ancak ilgili kelimenin kullanıldığı yaşama formuna bakılmakla tespit edilebildiği dikkate alınırsa şunu söylemek mümkündür: Dini yaşama biçimi içinde “Tanrı vardır” önermesi “Bir nesne vardır”

önermesiyle aynı kullanılma sahip değildir. Çünkü bu yaşama formu içinde, Tanrı’nın gerçekliği olağan bir varlık ya da şeyler arasında bir şey olarak var değildir. ‘Tanrı’ kelimesi bir şey (a thing) adı da değildir. Çünkü nesneler arasında bu şey vardır demek, aynı zamanda onun bir süre sonra yok olabileceği (varolmayı kesebileceği-ceasing to exist) anlamına da gelmektedir. ‘Fakat inanan kişiler Tanrı’nın var olmayı kesebileceğini söylemeyeceklerdir. Bu anlamda Tanrı kelimesinin kullanıldığı dil oyunu içinde edimde bulunanlar Tanrı’nın ebediyen

29 P. M. Hacker, An Analytical Commentary on the Philosophical Investigation, Vol. 4, (Oxford:

Blackwell, 1980), s. 708-709.

67 varolduğuna inanmaktadırlar; dolayısıyla onun varolmayı kesebileceğini konuşmak onlar açısından anlamsızdır.30

Peki ‘Tanrı’nın varolduğunu iddia edenlerle varolmadığını iddia edenler arasında bir çelişme olabilir mi? Wittgenstein’ın yanıtı olumsuzdur. Bu her iki önerme arasında bir çelişme olamaz; her iki önerme de başka yaşama evrenlerine aittir.31 Wittgenstein’ın felsefi görüşlerini din felsefesine taşıyan D. Z. Phillips’in örneği ele aldığımız sorunu daha da netleştirici bir özelliğe sahip görünmektedir:32 Ona göre, insanlar aynı yaşama biçimini paylaşıyorlarsa, aynı yargılar üzerinde anlaşmışlarsa aralarında bir çelişmenin olduğundan söz edilebilir.

Örneğin, ‘dünya yerden doksan milyon mil uzaklıktadır diyen bir kişiyle, dünya yerden sadece yirmi mil uzaklıktadır diyen kişi arasında çelişme olabilir. Ya da iş gelirlerinin yüz bin sterlin olduğunu söyleyen kişiyle elli bin sterlin olduğunu söyleyen kişi arasında bir çelişme olabilir. Çünkü bu örneklerde tartışmaya katılanlar ortak bir anlamayı (common understanding) paylaşmaktadırlar. Yani ilk örnekte kişiler, astronomideki hesaplama yöntemlerini, ikincisinde ise kârı ya da zararı hesaplama yöntemi kullanmaktadır. Diğer bir deyişle tartışmacılar, olgular hakkındaki yargılarda birbirlerinden ayrılmakla birlikte aynı mantık içinde hareket etmektedirler. Ancak diğer yandan topa dokunmanın faul olduğunu söyleyenle faul olmadığını söyleyen de birbiriyle çelişir mi? (Futbolu ve hentbolu düşünelim) Elbette bu ancak, onlar aynı oyunu oynuyorlarsa, aynı kurallara işarette bulunuyorlarsa geçerlidir.’33 Özetle gramer olarak teolojinin işlevi, dini önermelere ilişkin içine düştüğümüz karışıklık durumunu ilgili önermelerin ait olduğu ifade türünü ortaya çıkarmak suretiyle göstermektir. Böylelikle gramer olarak teoloji aynı zamanda dini önermeler hakkında kafası karışmış olan kişinin bu durumdan kurtulmasına yardımcı olur.

Dini önermeler olgusal önermeler değildir. Dini önermelerin anlatımı için kullanılan resimlerin olgusal önermelerin ifade edildiği resimlerle aynı biçimde (aynı gramerde) kullanıldığını düşünmek hatalı bir yaklaşımdır. Çünkü bir kişinin ruhu olup olmadığı sorusu deneysel bir soru türü değildir. Örneğin bu soru bir kişinin gırtlağının (larynx) olup olmadığını sormaya benzemez. Bir kişi, bir insanının gırtlağı olup olmadığını onun yaşamı hakkında bir

30 D. Z. Phillips, Wittgenstein and Religion (London: Macmillan Press, 1993), s. 62.

31 Ludwig Wittgenstein, Lectures and Conversations on Aestehics, Psychology and Religious Belief, ed. Cyril Barret (Berkley-Los Angles: University of California Press, 1966), s. 53.

32 Bkz. P. M. S. Hacker, “Wittgensteinians”, The Oxford Companion to Philosophy (Oxford-New York: Oxford Universty Press, 1995), s. 916-917.

33 Phillips, Wittgenstein and Religion, s. 61.

68 bilgi sahibi olmadan da pekala araştırabilir. Bu soruşturma fiziksel bir objeye yönelik bir soruşturmadır. Fakat bir kişinin ruha sahip olup olmadığı hakkındaki soruşturma herhangi bir objeyi araştırmaya benzemez. Kişinin ruhunun durumu hakkındaki soru onun yaşadığı hayatın türüne ilişkin bir sorudur. Bu ikisi arasındaki ilişki de olumsal bir ilişki değildir. Diğer yandan, bu ilişkiye yönelik konuşma, kişinin süre giden yaşamı üzerinde belirli ahlaki ya da dini görüşleriyle bağlantılı olan bir konuşmadır. Phillips’e göre bu gerçek fark edildiğinde, kişi ruh hakkında bir şey (bedeni olmayan bir madde) gibi konuşmayacak, belirli bağlamlarda ruh hakkında konuşmanın insani varlıklar hakkında bir konuşma olduğunu görme noktasına gelecektir.34

Olgusal durumları ifade eden resimlerde resmin resmettiği açıkken dini resimlerde aynı şey söz konusu değildir. Eş deyişle olgusal önermelerin harici bir doğrulaması mümkünken dini önermelerin harici bir doğrulaması yoktur. Burada önemli olan, resmin gördüğü hizmettir, işlevdir.

Örneğin bir kurgu cümlesini şu biçimde algılamak felsefi karışıklığın göstergesidir:

Alaaddin’in lambası aslında sihirli lamba falan değildi. Uzay-zaman çevrimi yapabilen ve termodinamiğin ikinci prensibine göre çalışan bir araçtı?

Büyücü Alaaddin’le M.Ö. 767 yılında karşılaştı. O zaman Alaaddin 9 yaşındaydı.35 Bu açıdan, kalkıp da Tanrı’nın görmesinden söz eden birine Tanrı’nın kaşlarını sormak anlamsızdır. Bu soru resmin kullanılış biçimini anlayamamaktan kaynaklanan hatalı bir sorudur. Çünkü resmin resmettiği hariçte bir yerde değildir: “Bütün ağırlık resimdedir”.36

Kelimelerin derin gramerine bakıldığında “Tanrı vardır” tümcesi “Orada bir nesne vardır” tümcesi ile aynı gramere sahip değildir. En azından dini yaşama biçimi içinde bu resim böyle kullanılmaz.

Wittgenstein’ın gramer kavramını kullanma amaçlarından birisi de dildeki keyfiliğe vurgu yapma amacı taşımaktadır. Buna göre gramer, hiçbir gerçekliğe hesap verme zorunda değildir. Gramer kuralları anlamı belirler, anlam gramer kurallarını değil. Bu nedenle gramer

34 D. Z. Phillips, Death and Immortality (London: Macmillan Press, 1970), s. 44-45, 56-57.

35 Kocabaş, a.g.e., s. 81, 43.

36 Wittgenstein, a.g.e., s. 72.

69 kuralları keyfidirler.37 Bu yargının din felsefesi açısından şöyle bir sonucu ve sorunlu yönü vardır. Sonuç şudur: “Tanrı vardır” türünden bir önerme dinsel bağlamda nasıl kullanılıyorsa öyle anlaşılmalıdır. Bu önermeye başka bir resimle yaklaşmak ya da ona başka bir resmi zorlamak hatalıdır. Sorun ise şudur: Eğer dini önermeler kullanıldıkları bağlam açısından keyfi iseler, bu, dini önermelere yönelik hiçbir eleştirel soruşturmanın olamayacağı anlamına gelmez mi? Örneğin bir kişi, gerçek Tanrı tasavvurunu gerçek olmayandan nasıl ayırt edecektir? Bir dinler çokluğu içinde hangi din nasıl seçilecektir? Eğer gramer ifadelerin işleyiş biçimini ayarlayan keyfi bir ölçütse bu keyfiliğin hangi temele dayandığını sorgulayamaz mıyız?

Özellikle dini gelenek için söylersek, bir kelimenin kullanılışını belirleyebileceğimiz tek bir yaşama biçiminin varlığından söz edilebilir mi? Bu anlamda farklı din yorumlarının konumu nedir? Ya da farklı bir yoruma (kullanıma) başvuran kişi bir hata içinde midir? Acaba Wittgenstein, bize basit bir muhafazakarlık mı önermektedir?

Bu açıdan biz de öncelikle ilgili soruları Wittgeinsteincı gelenek içinde düşünen Peter Winch’in görüşleri bağlamında açmaya çalışalım.

Bugün İngilizce konuşan dünyada önemli bir Wittgenstein yorumcusu olarak kabul edilen Peter Winch, yukarıdaki soruların şöyle bir varsayım üzerine temellendiğini düşünür:

‘Bütün dil oyunlarını kendisine göre yargılayacağımız evrensel bir ölçüt vardır. Diğer bir deyişle bütün dil oyunlarının üstünde meta bir dil oyunu vardır. Günümüz insanı açısından bu hakim paradigmayı, meta dil oyununu bilim temsil eder. Bu anlamda bir şeyin gerçek olup olmadığı, eş deyişle gerçeklikle ne kadar uyum arz ettiği bilimin ölçütlerine göre belirlenir. Bu yargıdan dinin önermeleri de masun değildir.’ Winch açısından bu varsayımlar hatalı bir gerçeklik tasavvuru üzerine temellenmektedir. Ona göre dil oyunlarından ve yaşama biçimlerinden bağımsız bir gerçeklik kavramı yoktur:

Mantığın ölçütleri dolaysız bir Tanrı bağışı olarak değil, ancak yaşam biçimleri, yahut sosyal yaşam tarzları bağlamında ortaya çıkarlar ve ancak o bağlam içinde kavranabilirler. Bu da, sosyal yaşam tarzlarına mantığın ölçütlerinin, yukarıda sözü edilen şekilde uygulanamayacağı sonucunu getirir. Örneğin bilim bu tarzlardan biri, din de diğer bir tanesidir; her ikisinin kendilerine özgü kavranabilirlik ölçütleri vardır.

Dolayısıyla eylemler, bilim veya din çevresinde mantıklı veya mantıksız olabilirler. (...)

37 Ludwig Wittgenstein, Philosophical Grammar (Oxford: Basil Blackwell, 1990), 133; bu kitaba olan referanslar paragraf numarasınadır.

70 Anlamlı bir şekilde, ne bizzat bilimin ne de dinin uygulamasının kendisinin mantıklı ya da mantıksız olduğu söylenebilir. (italikler bize ait)38

Buradaki problem, bilimin büyüleyici gücünün, bize, kendi bilimsel formunu diğer söylemlere karşı bir güvenirlik ölçütü olarak kabul ettirmesindedir. Ne var ki Winch’e göre, realite kavramı salt bilime özgü değildir; dinin içinde de geçerli olan bir realite kavramı söz konusudur. Örneğin Tanrı’nın gerçekliği. Ona göre, elbette Tanrı’nın bağımsız bir gerçekliği vardır; fakat, “bu gerçekliğin neye karşılık geldiği ancak Tanrı kavramının içinde kullanıldığı dini gelenek bağlamında anlaşılabilir. Bu açıdan bakıldığında dini gelenek içinde bir kavramın kullanılışı bilimsel kavramın kullanılışından farklıdır. Kısaca Tanrı’nın gerçekliği kavramı anlamını dini bir kullanım içinde (within) kazanır.”39 Winch’in görüşlerinin dini epistemolojiyle ilgili imalarını şu şekilde özetleyebiliriz: a) evrensel bir doğruluk ölçütü yoktur; her paradigmanın, kendi içinde ve kendine özgü ölçütleri vardır. Bunun doğal bir sonucu olarak da, b) bir sistem içinde anlamlı olan kriterleri diğer bir sistemi yargılamada başat bir konuma getirmek hatalıdır.

Daha somut bir örnek üzerinde söylersek, bilim ile din ait oldukları paradigma içinde kendi doğrulanabilirlik ölçütlerine sahiptirler, dolayısıyla bu ölçütlerden herhangi birini ait oldukları bağlama referansta bulunmaksızın bir diğerini yargılamakta kullanmak en azından gerçeği yansıtmayan bir tutumdur.

Wittgenstein’a göre din, spekülatif bir tavır olmadığı gibi evrenin soğuk bir tefekkürünün bir sonucu da değildir.40 Dolayısıyla, ona göre tanrı inancı bir hipotez gibi ele alınamaz. Eğer dinin dışarıdan bir ölçütle değerlendirilmesi bir hata ise, dinin statüsünü ne belirleyecektir ya da bu statü nasıl anlaşılacaktır? Öyle anlaşılıyor ki bu sorunlar dil oyunları analojisiyle aşılmak istenmiştir.

“Futbol gibi, [örneğin] bir pokerden farklı kuralları, metotları ve hedefleri olan bir oyun varsa; bu noktada bir oyunun kuralıyla diğer bir oyunu elemeye çalışmak hata olacaktır.

(...) Din de bir dil oyunu gibi kabul edilecek olursa, bizim sonucumuz şu şekilde olacaktır: İlk olarak, din diğer bir dil oyununun standartlarıyla, bilim gibi, yargılanamaz.

İkinci olarak, eğer din kendi içinde kendine yeterli bir söylem alanı ise, dinin önemli terimleri (tanrı, mucize, vb.) dil oyunlarının dışında bir tatbik alanına sahip değildir.

38 Peter Winch, The Idea of a Social Science and its Relation to Philosophy (London: Routledge, 1990), s. 100-101.

39 Peter Winch, “Understanding A Primitive Society”, Religion and Understanding, ed. D. Z. Phillips (New York: Macmillan, 1967), s. 12

40 Beverley Clack-Brian R. Clack, The Philosopy of Religion: A Critical Introduction (Polity Press, 1998), s. 118.

71 Tanrı burada, satranç oyununda ‘şah’ olarak adlandırılan bir şeye benzer: Onun oyunda merkezi bir rolü vardır, fakat oyunun dışında bir değeri yoktur.”41

Wittgensteincı fideizmin savlarını şu şekilde özetleyebiliriz 1. Dilin formları yaşam formlarıdır. 2. Verili olan yaşam formlarıdır. 3. Olağan dil olduğu gibi (as it is) doğrudur. 4.

Filozofun görevi dili ya da yaşam formlarını elemek ya da eleştirmek değildir; fakat onları gerekli olduğu yerde kavramsal karışıklıkları gidermek için betimlemektir. 5. Yaşama formları olan farklı söylem tarzlarının (modes of discorse) hepsi kendi mantıklarına sahiptir. 6. Yaşama formları eleştiriye tabi tutulmaksızın bir bütün olarak alınmalı; her söylem modu olduğu gibi kabul edilmelidir, ayrıca her birinin kendi mantığı ve anlaşılabilirlik, rasyonellik, gerçeklik ölçütü vardır. 7. Anlaşılabilirlik, rasyonellik, gerçeklik gibi genel kavramların gerçek anlamları, onları belirleyen yaşama tarzı bağlamında anlaşılabilir. 8. Filozof için bütün bir söylem modunu ya da aynı anlama gelen yaşama formunu eleştirebileceği Arşimedyen bir nokta bulunmamaktadır. Her spesifik söylem modu kendi rasyonellik ya da irrasyonellik kriterine sahiptir.42 9. Kavramlar, onların yaşamın akışı içindeki kullanımlarını görmeksizin hakkıyla (adequately) anlaşılamaz. Eğer bir kişinin hiç dinsel tecrübesi olmamışsa o kişi, din hakkında derin bir anlamaya sahip olamaz. Bir antropolog, araştırma konusu olan kabilenin kültürünü o kültürün yaşama tarzına ilişkin katılımcı bir anlama (participant’s understanding) olmaksızın, o kültürün ayırt edici özelliklerini derin ve kuşatıcı bir şekilde kavrayamayacağı gibi dini söylem de bir sempati olmaksızın hakkıyla anlaşılamaz.43

Son olarak Wittgensteincı bir din felsefesinin karşı karşıya kaldığı sorunlara yer verelim:

i) Wittgenstein’dan yola çıkan bir din felsefesi büyük ölçüde muhafazakar kalacak görünmektedir. Örneğin Wittgenstein bir kelimenin nasıl kullanıldığını tartışmaya açma konusunda oldukça isteksizdir:

Ve önerebildiğim en iyi şey, kendimizi bu resmi kullanmaya bırakmamız ancak sonra da bu resmin uygulamasının nasıl yürüdüğünü soruşturmamızdır. (P. I., 374)

41 Clack, age., s. 119.

42 Kai Nielsen, “Wittgensteinian Fideism”, Contemporary Philosophy of Religion, ed. Steven M.

Cahn- David Shatz (Oxford University Press, Oxford- New York, 1982), s. 238-239.

43 Nielsen, “Wittgensteinian Fideism”, s. 238.

72 Bizim hatamız, bir ilk (proto) fenomen olarak ne olduğuna bakmamız gereken yerde bir açıklama aramaktır. Yani şöyle dememiz gereken yerde: Bu dil oyunu oynanıyor. (654 -vurgu Wittgenstein)

Yukarıdaki alıntılar bize, “Peki, ama niçin ...?; Bu kullanım hatalı olamaz mı?; Dini yaşama

Yukarıdaki alıntılar bize, “Peki, ama niçin ...?; Bu kullanım hatalı olamaz mı?; Dini yaşama