• Sonuç bulunamadı

Dinî Epistemolojide İmancılık (Fideizm)

Anahtar Kavramlar

2.2. Dinî Epistemolojide İmancılık (Fideizm)

Fideizm etimolojik olarak, Latince fides (faith-iman) kelimesinden türemiştir. Dini epistemolojide fideizmi, temel dini dogma ve öğretilerin, akıl yoluyla kanıtlanabileceğini ve yardımsız insan aklının herhangi bu nokta bir kesinliğe ulaşabileceğini kabul etmeyen; buna karşın dinsel doğruların yalnızca iman yoluyla kabul edilmesi gerektiğini savunan felsefi disipilin olarak tanımlamak mümkündür.15 Bu kısa tanımdan anlaşıldığı üzere fideist bir bakış açısı, dini doğrular ile akli doğrular arasında, birbirini dışlayan bir alaka veya ilişkisizlik görmektedir. Bu tavır, doğal olarak, iman hadisesini algılayışa da yansımıştır. Buna göre iman,

“dinin vahye dayalı iman esaslarına, akli deliller ve karşı delilleri dikkate almadan bir iman atlayışı yaparak teslim olma ve bu şeksiz şüphesiz kabulü, samimiyet ve güvenle içselleştirilmiş bir dini hayat yaşamadır.” Buradan da anlaşılacağı üzere fideizme göre dini inanç sistemleri rasyonel bir değerlendirmeye tabi değildir.

14 Clifford, “İnanç Ahlakı”, s. 154.

15 Richard H. Popkin, “Fideism”, The Encyclopedia of Philosophy, ed. Paul Edwards, The Macmillan Company-The Free Press, New York-London, 1972, s. 201.

46 Fideist bakış açısına göre, dini hakikatler üzerinde insani bir düşünme ediminde bulunmak tehlikelidir. Çünkü inanmayan bir kişinin, dini doğruların rasyonelliği üzerinde düşünüp de iman etmesi olası değildir. Eğer inanmayan kişinin dini doğruların rasyonelliğini görebilmesi gibi bir şey mümkünse de bu ancak araştırma öncesindeki bir imanla mümkündür.

Kısaca fideizm, bir kişinin doğru dini inanca salt rasyonel bir düşünme sonunda ulaşamayacağı şeklinde bir varsayım üzerine temellenmiş görünmektedir. Buna göre iman din hakkında doğru düşünmenin ön şartıdır.16 Çünkü sonlu ve günahkar olan insan yardımsız aklını kullanarak Tanrı’yı bilemez. Bu alanda entelektüel olarak konuşmak dini katıksız bir hayal ürününe dönüştürmek demektir. Özetle söylersek, fideizm açısından, imanı rasyonel bir biçimde temellendirmek mümkün değildir. Çünkü imana konu olan dini veriler ancak iman yoluyla kabul edilebilir.

Fideizm açısından iman ile akıl hiçbir biçimde birbiriyle uzlaşmaz kategorilerdir. Ancak ayırt etme insanların temel bir düşünme tarzı olduğu kadar sentez yapma da insanların temel bir düşünme biçimidir. Dolayısıyla iman ile akıl kendi otonomluklarına zarar verilmeksizin bir araya gelemezler mi? Bu soruya tarihi süreç içinde olumlu yanıt verenlerin olduğu görülmektedir. Bu açıdan baktığımızda ilk görüşü savunanları, radikal bir fideizmle, bu soruya olumlu yanıt verenleri de ılımlı bir fideizmle nitelendirmek mümkün görünmektedir. Bu ayırım, gerek teknik sebeplerle (fideizmin karşıtı olan akılcılığın kendi arasında katı ve ılımlı olarak ikiye ayrılması) gerekse kültürel sebeplerle, (sorunun farklı dinsel geleneklerde kimi zaman yerel bir karaktere bürünmesi) yerinde görünmektedir. Şimdi bu ayırım dolayımında konuyu daha ayrıntılı bir biçimde ele alabiliriz.

2.2.1. Radikal Fideizm

Radikal Fideizmi; dinin özünün ve temel öğretilerinin felsefi ve rasyonel ölçütler açısından anlamlı olmadığını dolayısıyla dine veya bu dinin inanç esaslarına hiçbir akli değerlendirmeye başvurmadan iman etmiş olmak ve bu imanı aynı şekilde sürdürmek gerektiğini savunan görüş olarak tanımlayabiliriz. Buna göre, akıl ile iman asla bir arada bulunamaz. Bu ikisi karşılıklı olarak birbirini reddeder ve birbirlerine düşmandırlar. Çünkü akıl, bilime uygun düşen bir objektifliği ve tarafsızlığı gerektirir. Bu anlamda imana akli bir

16 C. Stephen Evans, Philosopy of Religion: Thinking About Faith, Inter Varsity Press, Illinois, 1982, s. 18-19.

47 yöntemle yaklaşmak, fideizm açısından, onu birtakım harici kriterlerle test etmek demek olacağı için; bu durum iman açısından korkunç bir hatayı, yani gerçek imanın ortadan kalkmasını beraberinde getirecektir.17 Kısaca radikal fideizme göre, iman ile akıl arasında mutlak bir uyuşmazlık söz konusudur.

Katı imancılık, tarihi süreç içerisinde St. Paul’den çağdaş neo ortodoks ve anti rasyonalist yazarlara kadar taraftar bulmuştur. Bu anlamda kronolojik sıra açısından ilk akla gelen Tertullianus’tur. Onun “saçma olduğu için inanıyorum (credo quia absurdüm)” sözü18 katı imancılığın bir vecizesi gibidir. Öyle görünüyor ki Tertullianus, Pavlus’un; Hıristiyanlığın merkezi doktrinleriyle Yunan felsefesinin standartlarının uyuşmayacağı görüşünü aşırı bir noktaya taşımıştır.19

Tertullianus, bu bağlamda şunları söyler:

“Heretikler silahlarını felsefeden almaktadırlar. Plato’nun öğrencisi olan Valentinus’un

‘ebedi zaman’ ve ‘insanın ilahiliği’ ile ilgili görüşlerinin kaynağı felsefedir. Yine Marsion’un tanrısı da aynı kaynaktandır; Marsion da Stoistlerden gelmektedir. Ruhun ölüme maruz kalacağını söylemek Epikür’ün yolundan gitmektir. Bedenin yeniden dirilişini inkar etmek tüm felsefecilerin yazılarında bulunabilir. Maddenin Tanrı’ya eşit olduğunu söylemek Zenon’un doktrinini takip etmektir; Tanrı’dan bir ateş olarak söz etmek Heraklitus’tan kaynaklanmaktadır. Kötülük nereden gelmektedir ve niçin?

İnsanın doğası nereden gelmektedir ve nasıl? ... [Bu konularda] Kudüs ve Atina arasında bir uyum olabilir mi? Ya da Akademi ve kilise arasında? Bizim inanç sistemimiz Süleyman’ın çeşmesinden gelmektedir, ki o kendi kendine tanrı araştırmasının kalbin sadeliğiyle olması gerektiğini düşünmüştür. Hıristiyanlığı ‘stoik’, ‘platonik’,

‘diyalektik’ olarak değerlendirenlere yazıktır. Bizim İsa Mesih’ten sonra meraka ihtiyacımız yoktur. İncil’den sonra araştırmaya ihtiyacımız yoktur. Biz inandığımızda daha başka bir şeye inanmayı istemeyiz. Bizim ‘inanmak zorunda olduğumuz şeyden başka bir şey yoktur’ inancından başka bir inanca ihtiyacımız yoktur.”20

17 Terence Penelhum, “Fideism”, A Companion to Philosophiy of Religion, ed. P. L. Quinn-C.

Taifarro (Oxford, 1997), s. 379.

18 Bkz. Cornelius Vantil, A Christian Theory of Knowledge (Presbyterian and Reformed Publishing Com, New Jersey, 1997), s. 83-108.

19 Popkin, agm., s. 201.

20 Tertullianus, “On The Relation of Philosophy and Heresy”, The Christian Theology Reader, ed.

Alister E. McGrath, Blackwell Publisher, Oxford-Cambridge, 1995, s. 5-6.

48 Tertullianus’un görüşlerinin en sofistike versiyonunu, modern dönemde yaşamış olan Kierkegaard temsil eder. Ona göre tanrı tanıtlanan bir fikir olmaktan çok kendisiyle ilişki kurularak yaşanılan bir varlıktır.21 Kierkegaard, dini inancın insan aklına indirgenmek suretiyle güçlendirilmek yerine zayıflatıldığını dile getiren, teolojik fideizm geleneğini canlandırır.22

2.2.2. Ölçülü Fideizm

Ölçülü fideizm, iman akıl düzleminde imana yakın duran; ancak akla da yer veren bir konumu benimsemiştir. Diğer bir ifadeyle ölçülü imancılık; kesinliğin akla değil de inanca dayandığını savunmak yerine, belli dini doğruların ifadesi ve kabulü açısından, inancın temel olup akıldan önce geldiğini, fakat akıl yürütme ve deneysel araştırmanın da büsbütün değersiz olmayıp söz konusu dini doğruların anlaşılması ve açıklanmasında önemli bir rol oynadığını ileri sürmektedir. Özetle ölçülü fideizm, “imanın makul gerekçelerinin olması gerektiğini kabul etmekle birlikte, dinin istediği imanın, bu gerekçelerin sınırını ve gücünü aşan bir sarsılmaz kabul ve teslimiyet olduğunu savunur.”23

Yukarıdaki tanıma uyan ilk isim, Batı felsefesinde, St. Augustinus’tur. O, İşaya’nın

‘eğer inanmazsanız, anlamazsınız’ ayetini,24 “inanmak için anla, anlamak için inan” şeklinde yorumlamıştır.25 Şöhret bulmuş ifadesiyle “anlamak için inanıyorum” (credo ut intelligam). Bu noktada, Batı felsefesinde bir tür öz yaşam öyküsü yazma geleneği başlatmış olan Augustinus’un itirafı ilginç görünmektedir:

Gözümden kaçanlardan 7+3=10 kadar emin olmak istiyordum. [Oysa ki] böyle bir aksiyomun bile akıl tarafından kavranamayacağını düşünecek kadar çılgın biri değildim.

Ama her şeyi, gerek duyularımın ulaşamadığı nesneleri, gerekse maddi kavramını oluşturmasını bilmediğim tinsel gerçeklikleri, onu kavradığım gibi kavramak istiyordum. Bununla birlikte inanarak iyileşebilirdim; inanç sayesinde arınan aklım, bir bakıma senin değişmez ve bozulmaz gerçeğine yönelebilirdi. (...) Sırf akılla gerçeği keşfedemeyeceğimize kanı getirdim. Kutsal kitapların yardımına gereksinmemiz var.26

21 Paul Foulquie, Varoluşçuluk, çev. Yakup Şahan (İletişim Yay., İst., 1995), s. 94-95.

22 West, age., s. 164.

23 Yaran, Teizmin Rasyonelliği, s. 57.

24 Bu ayet farklı şekillerde de tercüme edilmiştir: “Eğer iman etmezseniz emin olmazsınız.”, Kitabı Mukaddes, Kitabı Mukaddes Şirketi, İst., 1997.

25 Edouard Jeauneau, Orta Çağ Felsefesi, çev. Betül Çotuk Söken (İletişim Yay., İst., 1998), s. 15.

26 Saint Augustinus, İtiraflar, çev. Dominik Pamir (Kaknüs Yay., İst., 1999), s. 120-121.

49 Bu ifadelerden, ılımlı bir fideist olan Augustinus’un salt akla dinsel alanda güvenmediği anlaşılmaktadır. Bununla birlikte onun, katı fideizmin yol açabileceği teorik sorunlara da düşmek istemediği görülmektedir. Diğer bir deyişle Augustinus insana ait en önemli yeti olan aklı dışlamak gibi bir pozisyonu kabul edilebilir bulmuyor. Bunun yerine o, salt aklı kendi dönüştürme yoluna gitmeyi tercih etmiştir. Açarsak, kendi başına mutlak hakikate ulaşabileceği düşünülen akıl tasavvurundan eksikliklerinin, dolayısıyla kendisini aşan hakikatlerin olabileceğinin farkında olan bir akıl tasavvuruna geçilmiştir.

Augustinus’un yukarıda andığımız görüşlerinin yetkin bir kavramsallaştırmasını geç dönem Wittgenstein’da ve onun ardıllarında görmekteyiz.

50