• Sonuç bulunamadı

Dini Efsaneler

Belgede Mardin folkloru (sayfa 103-108)

B. EFSANELER

4. Dini Efsaneler

a. Melmetun Kızın Efsanesi

Mardin-Kızıltepe ilçesinin 25-30 km. kuzeyinde, Arslan Dağı'nın eteklerinde, Yurderi Köyü'nde bulunan Melmetun pınarı hakkında anlatılan efsane şöyledir:

Çok eski zamanlarda Yurderi Köyü (Eski adıyla Haferi) Hristiyanların elinde imiş. Yani buralarda Hristiyanlar yaşarmış. Burada halen o zamandan kalma kilisede çok zengin ve güçlü papazlar yaşarmış. Bu papazların en büyüğünün adı Nemrut’muş. Çok dirayetli bir papaz olan Nemrut’un sözü bu yörede çok geçermiş. Bu papazın bir de çok güzel, endamlı namı ile ünlü Melmetun isimli bir kızı varmış.

Melmetun, çok güzel olmasının yanı sıra çok güçlü, boylu poslu, pehlivan yapılı bir kız imiş. Anlatılana göre bu köyün üst kısmında Arslan Dağı'nın hemen yakınında bu papaza ait bir de kalesi ve kalenin içinde evi varmış. Evine hiç kimse izinsiz giremezmiş. Bu evin her ihtiyacını bu Melmetun denen kız temin edermiş. Koca bir mandanın derisinden yapılmış büyük bir su tulumunu alır, aşağıdaki dereden tulumu doldurur ve ta üst kaleye kadar hiç yorulmadan, aksamadan gelir gidermiş. Yorulmak nedir bilmezmiş.

O zamanlarda Hristiyanların yanı sıra Müslümanlar da o yörede yaşıyormuş. Bu köyün biraz yakınında bir mağarada inzivaya çekilen bir derviş varmış. Bu derviş, zaman zaman namaz kılar, zaman zaman da Kuran-ı Kerim okuyormuş. Derviş bir gün sesli bir şekilde Kuran-ı Kerim okunurken Melmetun sesin geldiği tarafa gelmiş ve oturup dinlemiş. Derviş'e ve o sese âşık olan Melmutun o günden sonra gücü ve takati zayıflamaya başlamış. Öyle bir an gelmiş ki, Melmutun o koca tulumla bir daha su almaya gidemez olmuş.

Durumu sezen Nemrut, bu duruma çok üzülmüş ancak işin sebebini öğrenince çok kızmış ve Melmutun'un saçından tuttuğu gibi kaleden aşağıya doğru atmış. Hatta bazı söylentilere göre Nemrut, Arslan Dağı'nın tepesine mancınıklar yerleştirerek kızını oradan aşağıya doğru fırlatmıştır. Zavallı Melmetun, kayalara çarparak param parça olmuştur.

Melmetun'un parçalandığı yerde hemen sular akmaya başlamış ve o günden sonra bu pınarlar bu yöreye hayat vermiş. Ayrıca, Melmetun çeşmesinin civarında bulunan çakıl taşlarının üzerinde görülen kırmızı lekelerin Melmetun'un kanından ileri geldiğine inanılmaktadır. Bu arada bu çeşmeden yararlanan çevredeki zeytin, dut ve incir ağaçlarından birer adet zeytin, dut ve incir yiyenlerin kısmeti bol, şansları açık olacağı inancı hâkimdir (Çalka, 2004: 95-96).

b. Şeyh Sabun Efsanesi

Eski zamanların birinde büyük bir ticaret kervanı çok değerli yükleriyle Mardin sınırına girmişler. Bu sırada bir zatla karşılaşmışlar. Bu mübarek zat kervanı selamladıktan sonra kervanbaşına yüklerinin ne olduğunu sorar.

Kervanbaşı, altın, gümüş ve ipekten oluşan değerli yükünün güvenliğinden endişe duyuyor olsa gerek, yüklerin sabun olduğunu söylemiş.

Yoluna devam eden kervan, gidecekleri yere ulaştıklarında yüklerini açmışlar. Bir de ne görsünler, yüklerin hepsi sabuna dönmüş. O sırada kervanbaşının aklına hemen o zat ve o zata söylediği yalan gelmiş. Bunun üzerine hemen geriye dönerek aynı yolu takip etmişler. Böylece zatın bulunduğu mekâna gelmişler.

Zat tekrar o sorusunu sorduğunda kervanbaşı bu kez doğru cevaplamış ve yüklerindeki tüm eşyaları hiç çekinmeden saymış. Bir süre sohbet etmişler.

Zat kervanbaşına:

“Allah malına bereket versin, yolun açık olsun.” demiş.

Kervan eski kaldıkları yere geri dönüp yüklerini kontrol ettiklerinde, yüklerin eski halini aldıklarını görmüşler. Bu olay üzerine de o zata Şeyh Sabun adı verilmiştir (Mehmet Sait ÇALKA).

c. Üç Kardeş Efsanesi

Hindi Baba, Baba Gaybi (Yitik Baba) ve Abdurrahman Baba adlarında üç kardeş varmış. Hindistan'da yaşıyorlarmış. Günlerden bir gün ilim yaymak ve öğrenci yetiştirmek için Mardin'e gelmeye karar vermişler. Hindistan'dan yola koyulmuşlar, uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra Mardin sınırına ulaşmışlar.

Aç ve yorgun olan kardeşler, ceplerindeki paraları ülkemizde geçerli değilmiş. Nitekim üç gün kadar uğraşmışlar, didinmişler nafile. Sonunda pes edip geri dönmeye karar verdiklerinde; istemiş oldukları tüm yiyecekler peşlerinden sürüklenmeye başlamış. Onlar yürüdükçe peşlerinden yürüyen yiyecekleri gören insanlar: “Bunlar büyücü” diye haykırmaya başladıkları an, kardeşler birden bire kaybolmuşlar. Bu üç kardeşin, erenlerden oldukları çok sonra anlaşılmış.

Büyük kardeş olarak bilinen Hindi Baba'nın mekânı Diyarbakır'da, Baba Gaybi ve Baba Abdurrahman'ın mekânları da Mardin'de bulunmaktadır. Kökenleri Hindistan'a kadar dayanan Hindizâdeler lakabıyla tanılan nüfuzlu Mardin eşraflarının ataları olarak bilinmektedir. İnanışa göre Hindizâdeler soyundan herhangi bir kişi dünyanın neresinde olursa olsun öleceği zaman Yitik Baba'nın sancağını örten parçalardan biri veya birkaçı yere düşermiş. Görenler ise hemen bir ölüm haberi alacaklarını bilirmiş (Mehmet Sait ÇALKA).

ç. Cizre’nin Kuruluşuna İlişkin Efsane

Yörede Nuh’un gemisinin, Cizre’nin yaslandığı Cudi Dağı’nın doruğunda olduğuna inanılır. Cizre’yi de Nuh’un oğlu Yafes kurmuştur.

Bir zamanlar yeryüzünü haksızlık, zulüm, kötülük sarmıştır. İnsanlar tanrıtanımaz olmuşlardır. Nuh iyi huylu, inanmış biridir. Bir gece tanrı, düşüne girerek ona bir gemi yapıp, yanına bolca erzak almasını ve her canlıdan bir çifti bu gemiye yerleştirmesini söyler. Nuh denilenleri yapar.

Tüm hazırlıklar bittiğinde yeryüzü sular altında kalır. Yalnızca Nuh ve gemisi kurtulmuştur. Yol almaya başlarlar. Aradan epey zaman geçer. Nuh, suların çekilip çekilmediğini anlamak için bir güvercin uçurur. Hemen dönüşünden, konacak yer bulamadığını, suların çekilmediğini anlar. Bir süre sonra yeniden güvercini uçurur. Döndüğünde ayakları çamurludur. Suların çekilmiş ama yeryüzünün daha kurumamış olduğunu anlar. Üçüncü kez uçurulduğunda güvercin dönmez. Artık yeryüzünden sular çekilmiş, toprak kurumuştur.

Gemidekiler karaya çıkar. Burası Cudi Dağı’nın doruğudur. Yeryüzünde yeniden yaşam başlar. Nuh’un oğullarından Yafes Cudi dağının eteklerine iner. Burada bir kent kurar. Bu kent Cizre’dir. İnanışa göre Dicle üzerindeki Yafes Köprüsü’nü de o yapmıştır.

Cizre’nin bir camisinde bulunan beş metre uzunluğundaki sandukada Nuh Peygamber’in yattığına inanılır. Burası günümüzde de bir ziyaret yeridir (Muhammet FATİH).

d. Kalat Mara Efsanesi

Yörede çok yaygın olan bu menkıbe, Müslümanların kenti ele geçirmesine ilişkindir. Mardin Kalesi beyi, günümüzde Kalat Mara (Kadın Kalesi) diye anılan yerin yönetimini kızı Marya’ya bırakmıştır.

Marya, kaledeki bir rahibe sevdalanır. Rahip de ona tutulmuştur. Gizlice buluşmaya başlarlar. Bir gün sonra Marya gebe kalır. Dinsel gereklere göre rahibin Marya’yla evlenmesi olanaksızdır. Birlikte bir plan uygularlar. Marya gebeliğini son aya değin bol giysilerle gizler. Doğum yaklaşınca hasta olduğunu öne sürerek bir odaya kapanır, yanına kimseyi sokmaz.

Hastalığının ağır olduğunu yaydığından rahip, dinsel gerekleri yerine getirme bahanesiyle Marya’yı ziyaret edebilmektedir.

Bir süre sonra Marya’nın bir oğlu olur. Rahip çocuğu alıp Amuda’ya (Suriye sınırlar içinde bir yer) götürür. Dirsekler üstüne yaptığı bir yere yatırıp, üstüne annesinin sırma işli çevresini örter. Amudalı avcılar onu bulur, hiç çocuğu olmayan krala götürürler. Kral çok sevinir, kendisine Tanrı’nın armağanı saydığı çocuğu evlat edinir. Aradan yıllar geçer, çocuk on yedi yaşına gelmiş, yiğit bir delikanlı olmuştur. Kral, dostluk ilişkilerini pekiştirmek amacıyla oğlunu, Mardin Kalesi beyinin kızı Marya’yla nişanlanır.

Bu sırada Halife Ömer, yönetimindeki İslam ordularıyla Amuda önlerine gelmiştir. Bir çarpışmada kralın oğlu tutsak düşer. Marya nişanlısını görmek için Amuda’ya gelir. Halife Ömer’in huzuruna çıkar. Marya’yı dinleyen,

Ömer:

“Görmek istediğin nişanlın, vaktiyle Amuda’ya gönderip direkler üstündeki yere bıraktığın oğlundur.”der.

Marya şaşırır. Bu bilgiyi, kendisinden ve rahipten başka bilen yoktur. Ömer çocuğun bir işareti olup olmadığını sorar. Marya sırtında bir ben olduğunu söyler. Tutsak getirilir, gerçekten sırtında bir ben vardır. Ana oğul kavuşurlar.

Olanlardan çok etkilenen Marya Müslüman olmak ister, Ömer gerekleri yerine getirir. Halife Ömer kalenin kapılarını açmasını isteyince Marya, çeyiz sandığı gibi kırk sandık hazırlatır, içlerine adamlarını yerleştirmelerini söyler. Bu yolla içeri giren adamlar, kapıları açar, kale kısa sürede düşer (Taşın Belleği Mardin, 2001: 415).

Belgede Mardin folkloru (sayfa 103-108)