• Sonuç bulunamadı

Din Eğitiminde Kesintili Yıllar (1931-1949)

BÖLÜM I: İMAM HATİP MODELİNİN TARİHSEL SÜRECİ

1.2. Cumhuriyet Dönemi: Modelin Boyutlarının Bir Araya Gelmesi ve

1.2.5. Din Eğitiminde Kesintili Yıllar (1931-1949)

11 Eylül 1923 tarihinde Atatürk liderliğinde kurulan Cumhuriyet Halk Partisi’nin ideolojik temeli, partinin kurucusu ve değişmez başkanı olan Mustafa Kemal Atatürk’e izafeten bizzat parti tarafından Kemalizm olarak adlandırılmıştır. Partinin eğitim politikalarının da belirleyicisi olan bu ideoloji, çok partili sisteme geçildiği 1946 yılına kadar mutlak bir süreklilik göstermiştir (Kaplan, 2005: 171,178). Partinin laikliğe yüklediği anlamın ve laiklik uygulamalarının genişlemesine paralel olarak, din ve din eğitimi politikaları da şekillenmiştir. 1931 yılı parti kongresinde partinin temel ve değişmez ilkeleri arasında zikredilen laiklik (Lewis, 2007: 285; Tunaya, 2007: 161), aynı yıl parti tüzüğünde dinin bir vicdan meselesi olduğu belirtilerek, devletin dini hayat içinde hiçbir rol almaması şeklinde tanımlanmıştır. 1940 yılına gelindiğinde ise laiklik bireyin dinsel yaşamına devletin karışması şeklinde yorumlanmıştır (Öztemiz, 1997: 37-39).

Tek parti rejiminin yerleşmesiyle birlikte benimsenen katı laisizm anlayışıyla, dinin siyasi, hukuki, toplumsal ve kültürel bütün kurumlarının kaldırılması ya da minimize edilmesi denemelerine girişilmiştir. Bu dönemin çok partili sisteme geçişe kadar olan kısmı din merkezli kısıtlamaların, baskıların, biçimsizleştirmelerin, mahkemelerin yaşandığı sıkıntılı ve zor bir dönem olmuştur. Hilafetin ilgası, medrese ve tekkelerin kapatılması, din hizmetlerinin ve camilerin göz ardı edilmesi, din eğitiminin ortadan kaldırılması, ezanın Türkçe okunması, Ayasofya’nın müze haline getirilmesi, Türkçe ibadet, Türkçe Kur’an, Türk dini / Türk Müslümanlığı projeleri gibi pek çok husus bu

62

zorlu yılların içinde olup bitmiştir (Kara, 2008: 24; Jaschke, 1972: 22-33; Lewis, 2007: 408-412; Öztemiz, 1997: 22-36).

Laik, ilerlemeci, nesnel, kanıtlamacı, modern, pozitivist bilim etiketleriyle aydınlanmanın ilkeleri üzerine temellendirilen Türk eğitim sisteminde, dine öncelikli bir yer verilmemiş, hatta kademeli olarak müfredattan çıkartılarak okullar laik bir sistem içinde tamamen seküler bir hale getirilmiştir (Parmaksızoğlu, 1966: 27). Tevhid-i Tedrisat Kanunu gereği 1924 yılında din görevlileri yetiştirmek üzere açılan İmam ve Hatip Mekteplerinin tamamı açıldıkları birkaç yıl içerisinde 1930 yılına kadar kapatılmıştır. Böylece 1949 yılına kadar din görevlisi yetiştirmeye yönelik ortaöğretim düzeyinde herhangi bir okul kalmamıştır. Yine aynı kanuna göre din uzmanları yetiştirmek için Darülfünun’a bağlı olarak açılan İlahiyat Fakültesi de, Darülfünunun 1933 yılında çıkarılan bir kanunla İstanbul Üniversitesi’ne dönüştürülürken tekrar açılmayarak kapatılmıştır. 1949 yılında Ankara İlahiyat Fakültesinin kuruluşuna kadar yüksek öğretimde de din eğitimine son verilmiştir. Okullardaki din dersleri ise, ortaokullarda 1928’e, ilkokullarda 1933’e, köy ilkokullarında 1939’a kadar okutulurken bu tarihlerden sonra örgün eğitimden kaldırılmıştır. Böylece Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun ve laiklik ilkesinin teminatı altında olması gereken din eğitimi, daha Atatürk’ün sağlığında yapılamaz duruma gelmiştir.

İmam ve Hatip Mekteplerinin ve İlahiyat Fakültesinin kapanmasıyla din adamı yetiştirmek için kaynak olarak yaygın din eğitiminde sadece Kuran Kursları kalmıştır. Bu kurslar da 1928 yılında çıkartılan harf inkılâbıyla Arap harfleriyle yazmanın yasaklanmasından dolayı 1929 yılında kapatılmış,16 fakat bir yıl sonra sadece 12 yaşından büyüklere Kuran-ı Kerim ve namaz sure ve dualarının öğretilmesi şartıyla sınırlı sayıda açılmalarına izin verilmiştir (Baltacı, 1999: 183). Tek parti yönetimi altında Kuran Kurslarındaki sayısal gelişim şu şekilde olmuştur:

Tablo 1.3

1932-1950 Yılları Arasında Kuran Kurslarının Sayısal Gelişimi

Ders yılı Kurs sayısı Öğrenci sayısı Öğretmen sayısı Diplomalı Mezun sayısı 1932-1933 9 232 9 1934-1935 19 256 11

63 1935-1936 15 393 14 1936-1937 16 409 14 30 1940-1941 56 1689 56 12 1941-1942 65 1763 68 25 1943-1944 38 1552 34 78 1944-1945 46 1953 46 1945-1946 61 2765 65 248 1947-1948 99 5751 104 275 1949-1950 127 8706 130 851

Kaynak: Gotthard Jaschke, 1972: 76

Tablo 1.3’te de görüldüğü gibi 1932 yılında Türkiye’de sadece 9 kurs varken, 1949 yılına gelindiğinde kurs sayısı 127’e kadar yükselmiştir. Bu süre içerisinde din eğitimi almak için başka seçeneği kalmayan halkın bu kurslara yöneldiği anlaşılmaktadır. Ancak bu kurslarda da eğitim, gerek harf inkılâbı gerekse de siyasi ve sosyo-ekonomik sebeplerden dolayı çok partili döneme kadar istenilen düzeye ulaşamamıştır (Başkurt, 2007: 124).

Boşluk yıllarında din olgusu yeni rejimin görünür olduğu noktalarda silikleşmiş, hatta gözden kaybolmuşsa da rejimin etkinlik sağlayamadığı kesimlerde özellikle kırsal alanlarda farklı ve yeni biçimlerde ve resmi olmayan medreselerde varlığını sürdürmeye devam etmiştir. Toplum bu ihtiyacını karşılayabilmek için gayri resmi yollara başvurmuştur (Reed, 1955). Karaman’a göre17 bu dönemde toplumu yukarıdan aşağıya değiştirmeye girişen ve bu yönde baskılara, işkencelere, hapislere bile başvuran toplum mühendislerine rağmen, halkta kendi kültür ve medeniyeti kesintisiz olarak devam etmiştir. Osmanlı ilmiye sınıfının bakiyeleri olan bazı insanlar tüm baskıları göze alarak dini hayatı canlı tutmaya çalışmış, aynı zamanda din hizmetlerini yürütmüşlerdir. Diğer çoğunluk ise medeniyetini terk etmemiş, taleplerini sunmak için uygun zamanın gelmesini beklemiştir.

Bu dönemler (1931-1949) arasında herhangi bir eğitim-öğretim kurumunda din eğitimi ve öğretimi verilmemesi ve din hizmetleri için görevliler yetiştirilememesi nedeniyle, bir süre eski medrese mezunları tarafından yürütülen müftülük, vaizlik, imamlık gibi din hizmetleri, bu kimselerin zamanla yaşlılık, ölüm gibi nedenlerle azalması nedeniyle sürdürülemez hale gelmiştir. Ayrıca bu hizmetler yavaş yavaş hiçbir örgün eğitim almamış, yeterli eğitime sahip olmayan kimselerin eline geçmiştir. Dönemin içine

64

düştüğü durumu ve din adamına duyulan ihtiyacı Ahmet Hamdi Akseki, “Din Tedrisatı ve Dini Müesseseler Hakkında” adlı raporunda şu şekilde ifade etmiştir:

“… Aradan uzun zaman geçmiş olmasına rağmen Milli Eğitim Bakanlığı 430 numaralı kanunla taahhüt eylediği vazifeyi yapmamış, yapamamış ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nı yakînen ilgilendiren dinî vazifelerde istihdam edecek hiçbir eleman vermemiş olması ve Başkanlığın da bugüne kadar din adamları yetiştirecek meslekî bir müesseseye sahip bulunmaması yüzünden bugün memleketin birçok yerlerinde hakiki ve münevver bir din adamı bulmak şöyle dursun, camilerde mihraba geçerek halka namaz kıldıracak, minbere çıkıp hutbe okuyacak bir imam ve hatip bile bulunamamaktadır. Hatta bazı köylerimizde, ölenlerin teçhiz ve tekfini ile ebedî istirahatlarına tevdî gibi en basit dinî bir vazifeyi ifa edecek kimseler dahi bulunamamakta ve cenazelerin kaldırılmadan günlerce ortada kalmakta olduğu senelerden beri bilinmekte ve görülmektedir.

Her gün biraz daha artmakta olan bu boşluğun 5-10 yıl içinde büsbütün genişleyip derinleşeceği şüphe götürmez bir hakikattir. Bu cihet senelerden beri icap eden yüksek makamlara arz edilegelmiştir. Bir taraftan halkın sık sık müracaatları, diğer taraftan İslâmî ilimlere usul ve fürû ile vâkıf olmayan ve zamanın icaplarını, halkın ihtiyaçlarını idrak etmeyen kimseleri din mürşidi sıfatıyla vaiz ve müftü tayin edip de halk arasına salıvermekteki milli ve manevi mesuliyeti düşünerek adeta hayal inkisarına uğruyor, bunalıyor, vicdan azabı duyuyoruz.

Camide halkı irşad edecek hakiki bir vâiz, bir din mürşidi ve hatip ancak din ve dünya ilimleri okutularak ve insanı ifrat ve tefrite düşürmek istidadında olan bu iki nevi ilmin yekdiğerini murakabe yolları öğretilerek yetiştirilebilir. Bu şekilde yetişen bir adamın, bir köy imamının bulunduğu yerde her bakımdan en münevver bir mürşid olabileceğinden şüphe etmemek lâzımdır. Nasıl ki vaktiyle iyi yetiştirilmiş olan din adamlarımızdan, adetleri pek az olmasına rağmen bugün memleketin pek çok faydalanmakta olduğunu görüyor ve seviyoruz. Diğer cihetten bugün, birtakım bâtıl akide ve yalancı tarikatların sinsi sinsi fakat sistemli surette memleketin hemen her köşesinde yayılmakta ve üremekte olduğu da bir vakıadır. Gittikçe çoğalan ve din namına uydurdukları birtakım hurafelerle köylü ve şehirliyi istismar eden, saf halkımızın arasına tefrikalar sokan, karıyı kocasından ayıran bu muzır unsurların tesirlerini önleyebilmek için de her şeyden evvel esaslı din terbiyesi ve bilgisi almış, müspet ilimlerle de mücehhez kuvvetli din adamlarına, münevver vaizlere ihtiyacımız vardır. Memleketin hakiki din adamları azaldıkça, bu yoldaki tarikatların -kanunen yasak olmasına rağmen- yayılması ve gittikçe sahasını pek ziyade genişletmesi de bu ihtiyacı bir kat daha belirtmektedir. Sonra kökleri dışarıda olan dinî, içtimaî, siyasî birtakım yabancı akide ve mezheplere mensup kimselerin muhtelif şekiller ve vasıtalarla yaptıkları propagandalar ve yayınladıkları eserler de halk üzerinde çok kötü tesirler yapmaktadır. Bunları en çok önleyecek, bu fikirlerin yayılmasına mani olacak yegâne

65

kuvvet din ve kudretli din adamlarının telkini olduğu da müşahede ve tecrübelerle sabittir. Binâenaleyh bu durum karşısında vazifesi din işlerini tedvir etmekten ibaret olan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın imam, hatip, vaiz, müftü ve yüksek din adamları yetiştirmek üzere muhtelif derecelerde meslek müesseseleri ve kurslar açmağa yetkili kılınması, sadece dinî değil, aynı zamanda Milli bir zaruret halini de almıştır.” (Akseki, 2001:136-137).

Akseki’nin betimlediği ortaya çıkan söz konusu sosyal tablo ve toplumsal talep, II. Dünya Savaşı öncesi ve sonrası gelişen uluslar arası şartlar, çok partili demokrasiye geçişle birlikte dönemin yöneticilerini din eğitimi hakkında tartışmaya, yeniden düşünmeye ve arayışlara sevk etmiştir. Bu arayışlar din eğitiminde kesintili yılların bitmesine sebep olmuş ve İmam Hatip Kurslarına götürmüştür.