• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2. KONUYLA İLGİLİ BİLGİLER VE ALANYAZIN

2.5. Zihin Kuramının Önemi

2.5.2. Dil Ediniminde Zihin Kuramının Yeri

Bebekler, yaşamlarının ilk aylarından itibaren çeşitli sosyal ve iletişimsel davranışlar sergilemeye başlarlar. Birkaç aylık bir bebek bile kendisine sosyal olarak yaklaşıldığında gülümser, bir yetişkinin konuşmasına karşılık olarak sesler çıkarır. Altı aylık olduğunda, cıvıldama benzeri seslerle kendince konuşmalara katılır, ismi söylendiğinde yanıt verir. Dokuz aylık bir bebek ise uygun jestler aracılığıyla bazı sözcükleri anladığını belli etmektedir. Bir yaş civarında, çocuk ilk sözcüklerini üretir. (Fruno, O’Reilly, Inatsuka, Hosaka ve Falbay, 1993).

Bebekler, konuşamasalar bile istek ve duygularını sözel olmayan bazı davranışlar ile göstermeye çalışırlar. Bir şeyleri isteyebilir ya da reddedebilir, dikkat çekmeye çalışır veya hoşlanma ya da hoşlanmama tepkileri gösterebilirler. Niyet ve tepkilerini ilk başlarda basit jestlerle belli ederlerken (örneğin bir şeyi reddetmek için itme gibi), gitgide daha karmaşık jestler (örneğin istediği nesneyi işaret etme) kullanır, en sonunda da sesleme ve konuşmalara başlarlar (Tager-Flusberg vd., 2005). On aylık bebekler sözcüklere çok benzeyen sesler üretebilmekte ve bu sesler aracılığıyla başkalarının dikkatini çekmeyi ve etkileşim sürdürmeyi başarabilmektedirler.

Çocuklar henüz konuşmaya başlamadan önce, birçok sözcüğü anlamaktadırlar. Sekiz aylık bir çocuğun yaklaşık olarak 15 sözcüklük bir alıcı sözcük dağarcığı vardır. İlk sözcüklerin üretilmeye başlanmasından sonra hem alıcı hem de ifade edici söz dağarcığında hızlı bir artış olur. Bu dönemde üretilen sözcüklerin öncelikle çocuğun aşina olduğu obje ve kişilerin adları ve ardından da objeler arasındaki ilişkileri gösteren sözcükler olduğu görülmektedir. On sekiz aylık olduğunda çocuğun ifade edici söz dağarcığı yaklaşık 50-100 sözcüğe erişir ve gitgide hızla artar (Bloom, 2000). Yaşamının ilk yılının sonuna doğru çocuklar basit sözel yönergelere yanıt verirler. İki yaşında ise önce sözcükleri bir araya getirerek basit cümleler kurmaya, daha sonra da daha uzun ve karmaşık dil yapılarını anlamaya ve üretmeye başlarlar. İki ile beş yaşlar arasındaki dönemde bir yandan sözcük dağarcığı genişlerken, diğer yandan dilin gramer yapısı gelişir ve cümle uzunlukları artar. Okul öncesi dönemdeki çocuk artık dinleyici tarafından anlaşılabilmek için, sözel mesajın dinleyicinin dil kodu sistemine benzer şekilde üretilmesi gerektiğini anlamıştır (Plante ve Beeson, 2008).

Çocukların genellikle herhangi bir objeye bakar veya ilgilenirken, o objenin ismini duymaları ile birlikte duydukları sözcüğün neye karşılık geldiğini öğrendikleri üzerinde durulmaktadır. Yaşamlarının ilk iki yılı içerisinde bebekler, baktığı şeyle ilgilendiği veya onunla ilgili bir şey yapacağı varsayımından hareketle bir yetişkinin bakış yönünü izlemektedirler ve bu, zihin kuramının erken dönemdeki bir göstergesi kabul edilmektedir (Baron-Cohen, 1997). Ancak sözcükler yalnızca göndergeleri algılanabilir durumda olduğu zaman kullanılmamaktadırlar veya bazı sözcükler kolaylıkla algılanamayan durum veya objelere gönderimde bulunuyor olabilir. Bazen de çocuğun duyduğu yeni bir sözcüğün gönderimde bulunduğu obje, çocuğun içinde bulunduğu ortamda var olmayabilir (Baron-Cohen, Baldwin ve Crowson, 1997). Ayrıca, sözcüklerin anlamları konuşmacının kullanım amacına bağlı olarak değişebilir. Sözcük öğrenmenin, insanların o sözcükleri kullanırken ne düşündüklerini anlayabilme becerisinin bir ürünü olduğu üzerinde durulmaktadır (Bloom, 2000). Bloom’a göre zihin kuramı becerisinin ortaya çıkışı ile sözcük öğrenmenin başlaması birbiriyle ilişkilidir ve çocuklar insanların sözcükleri

kullanırken neye gönderimde bulunduklarını anlamak için zihin kuramından faydalanmaktadırlar.

İletişim kurma amacı, hem dil gelişimi hem de sosyal gelişim için temel bir kaynaktır (Prior ve Ozonoff, 2007) ve otizmde gözlemlenen dil bozukluklarının altında, zihin kuramı ile ilişkili yetersizliklerin yatabileceği varsayımı üzerinde durulmaktadır (Frith ve Happé, 1994). Ortak dikkat ve taklit gibi bazı sözel olmayan becerilerin sergilenme sıklığının, çocuklarda dilin edinimine dair bir gösterge olduğu, ortak dikkat ile sözcük dağarcığı gelişimi ve dilbilgisel gelişim arasında bir ilişki bulunduğu gösterilmiştir (Miller, 2006). Dil edinimi öncesinde zihin kuramının var olduğunu kabul etmeksizin, dil edinimini açıklamanın oldukça güç olduğundan söz edilmektedir. Erken dönemde gözlemlenen ve zihin kuramının tam olarak olgunlaşmamış öncül bir formu olarak düşünülebilecek bu beceriler arasında taklit kapasitesi, ortak dikkat kapasitesi ve eylemle ilişkili bazı zihinsel durumlara dair çıkarımda bulunma duyarlılığı yer almaktadır. Bu üç beceri, dil gelişiminde de bir atağın gözlemlendiği 9-12 aylar civarında aynı sırayı izleyerek ortaya çıkmaktadır (Malle, 2002). İki yaşına gelinceye dek çocuklar, zihin kuramının temel aşamalarından biri olan, insanların cansız objelerden farklı olarak hedefler ve amaçlar çerçevesinde anlaşılabilen varlıklar olduğu bilgisini edinmiş olurlar. Amaçsallığın anlaşılmasına dair böyle bir anlayışın filizlenmesi, iletişimin gelişimi için önemli bir yapı taşı olarak görülmektedir (Meltzoff, 1999).

Zihin kuramı ile sözcük öğrenme arasındaki ilişkiyi inceleyen çalışmalar, başlangıçtaki sözcük-gönderge arası bağlantıların kurulmasında bebeklerin konuşanın niyetine dair durumları dikkate aldıklarını belirtmektedir (Baldwin, 1993; Sabbagh ve Baldwin, 2001). Sabbagh ve Baldwin (2001), 3-4 yaşlarındaki 45 çocukla yaptıkları çalışmalarında, çocukların yeni sözcüklerle karşılaştıklarında, konuşanın bu sözcüklerle ilgili bilgi durumunu da değerlendirdikleri sonucuna ulaşmışlardır. Çalışmada yer alan çocuklar, konuşanın sözcüğün göndergesine dair şüphe belirttiği (örn. “emin değilim ama …olabilir”) kelimeleri öğrenmekte zorlanırken, sözcük-gönderge ilişkisinin kesinlik içerisinde ifade edildiği sözcükleri

daha kolay öğrenmişler ve bu, zihin kuramı ve semantik gelişim arasındaki bağın bir göstergesi olarak yorumlanmıştır.

Dilin zihin kuramı ile ilişkisine dair tartışma, hangisinin bir diğerinin ön gerekliliği olduğu konusu üzerine odaklanmaktadır. Dil ediniminde önemi yadsınamayan sosyal etkileşimli öğrenme, taklit ve pratik büyük ölçüde zihin kuramı becerilerine dayalı olarak gelişmektedir. Bunun da, dil edinimi için öncülük eden bir zihin kuramının var olması gerekliliğini düşündürdüğü belirtilmektedir. Buna göre, tam bir dil yeterliliği ancak zihin kuramına sahip olmakla kazanılabilir. Ancak zihin kuramının ortaya çıkışında da dilin etkisi bildirilmektedir. Zihin kuramı gelişimi öncesinde mevcut bir öncül dil (protolanguage) bulunduğu ve bunun zihin kuramının ortaya çıkışını ve gelişimini hazırladığı ve ardından zihin kuramının ortaya çıkışıyla dilin geliştiğinden söz edilmektedir (Malle, 2002).

Çocuklarda zihin kuramı üzerine yapılan çalışmalarda sıklıkla kullanılan yöntemlerden biri yanlış kanı testlerinin uygulanmasıdır. Ancak test sonuçlarının ortaya koyduğu bireysel farklılıkların, bilişsel, sosyal ve dilsel değişkenlerle ilişkisi olabileceği üzerinde durulmaktadır. Yanlış kanı görevlerinin sözel dile dayalı yapıları nedeniyle test performansının çocukların dil yeterlilik düzeyinden etkilenebileceği belirtilmektedir. Ancak diğer bir yönden dilin yanlış kanı atfını anlama üzerinde nedensel bir rolü olabileceği de tartışılmaktadır. Dil ve yanlış kanı atfı üzerine yapılmış bir meta-analiz çalışmasında, yanlış-kanıları anlamanın dilin çeşitli yönleriyle (genel dil becerisi: %27, semantik: %23, alıcı sözcük dağarcığı: %12, sentaks: %29, tümleç belleği: %44) ilişkisi olduğu gösterilmiştir. Bu ilişkinin yönüne bakıldığında ise dil becerisinin yanlış-kanı test performansındaki farklılığın önemli bir göstergesi olduğu sonucuna varılmıştır (Milligan, Astington ve Dack, 2007). Nitekim Watson, Painter ve Bornstein’in çalışmalarında çocuklara 24 aylıkken yapılan dil değerlendirmesi ile 48 aylık olduklarında sergileyecekleri yanlış kanı görevi performansını tam olarak öngörmek mümkün olabilmiştir (Akt: Shah, 2003). Astington ve Jenkins’e (1999) göre, yanlış kanı atfı görevlerindeki performans, özellikle dilin sözdizimi özelliklerinin anlaşılmasına bağlı olarak gelişmektedir. Lohmann ve Tomasello (2003), dile dair deneyimin yanlış kanı atfı

anlama gelişimi üzerindeki etkisinden söz ederken özellikle bakış açısına dikkat çeken konuşmaların ve sentaksın üzerinde durmaktadırlar. Dilin yanlış kanı atfını anlamadaki rolü üzerine ortaya atılan görüşlerin odaklandıkları noktalar farklılıklar göstermesine karşın, gösterimsel bir araç olarak sözdizimi özelliklerinin anlaşılmaya başlanmasının altı çizilmekte ve bunun başka zihinlere dair çıkarımda bulunma becerisini kolaylaştırdığından söz edilirken diyalogların önemine dikkat çekilmektedir (de Villiers, 2007).