• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM

2. GAZÂVÂT-NÂME-İ MUHAMMEDİYE

2.4. Dil, Üslup ve Anlatım

Yazmanın ilk sayfasında üç ve son sayfasında bir tane olmak üzere toplam dört temellük mührü görülmektedir. Birincisi okunaklı olup80

ikincisi ve üçüncü mühür silik olduğundan okunamamıştır. Üçüncü mührü çerçeveleyen ve müstensih tarafından yazıldığı anlaşılan bir yazı daha bulunmaktadır. Eserin ilk sayfası iki kere yazılmış sonradan-müstensih tarafından olsa gerek- üzeri beyaz kâğıt kaplanarak iptal edilmiştir. Eserin en son sayfasında müstensihe ait bir tamamlama yazısı81

vardır.

77

Osman Özkul “Osmanlı Devlet Düzeni Üzerine Balkanlardan Bir Bakış” Siyaset Ekonomi ve Yönetim

Araştırmaları Dergisi, 2013, Yıl:1, C. 1, S. 2

78 Gazâvât-nâme, vr. 6a, sr. 9-12

79 Gazâvât-nâme, vr. 6a, sr. 9-12

80

“Bima likülli harekete tunüvvi” şeklinde okunabilmiştir.

81 Gazâvât-nâme, vr. 216b “Temmetü’l-kitâb bi-‘avnillâhi melikü’l-vehhâb…”diye başlayıp devam eden ketebe kaydı ya da müstensih tarafından yazıldığından istinsah kaydı da denilen bir yazıdır. Gazâvât-nâme, vr.1a’da da kısa bir istinsah kaydı vardır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Orhan Bilgin, “Yazma” TDVİA, C. 43, s. 369

Yazma vr.1b’den itibaren hamdele ve salvele ile başlar. Âyet-i kerîmeler ve Arapça terkibler ilk varaklardan itibaren sıkça kullanılmıştır. Genel olarak Gazavât-nâme’nin dilinin 15. ve 16. asırlardaki Tevârîh-i Âl-i Osman’ların diline yakın olduğu görülmektedir82

.

Çok fazla Arapça ve Farsça terkibler vardır. Osmanlıca, Arapça ve Farsça şiirler, beytler, recezler83 vardır. Tespit edebildiğimiz kadarıyla, Arapça beyit sayısı 129, Farsça beyit sayısı 25, Osmanlıca beyit sayısı 112’dir. Müellifin Arapça ve Farsçaya iyi derecede vâkıf olduğu görülmektedir. Yazmada vr.1b’de olduğu gibi okunamayan silik yazılar vardır. Okuyamadığımız kelimeleri (…) şeklinde, okuyup da emin olamadığımız kelimeler ise (?) şeklinde belirtilmiştir. Bazı kelimeler iki kere yazılmış ve üstü çizilmiştir84. Bazı cümleler ise iki kez yazılmıştır85

. Bazı kelimeler ise harf hatası sebebiyle asıllarından farklı olarak yazılmıştır. Mesela, kemî, cündî, teslim gibi. Bunlar trankripsiyon edilirken dipnotla belirtilmiştir.

Yazmamız harekelidir. Nesih hatlıdır. Transkripsiyon edilirken olduğu gibi aktarılmaya çalışılmış, zorunlu olmadıkça harekelendirmeye müdahale edilmemiştir. Harekelendirmenin ilk dokuz varaktan sonra sıklıkla kullanıldığı görülmektedir. Genel olarak bu tür eserlerde harekelendirmelerin sonradan yapılıp yapılmadığı kullanılan mürekkebin renginden anlaşılır. Bu bağlamda elimizdeki yazmada86

harekelerin kırmızı mürekkeple konulması bu işlemin sonradan yapıldığını göstermektedir. Yazmaların tavsifinde özel bir yeri olan mürekkebin, yazmalarda kullanılan en eski mürekkep olan siyah ve kırmızı olması, eserin 14. yüzyıl öncesine, yeşil ve mavi olması ise 14. yüzyıl sonrasına ait olduğunu göstermektedir87

. Yazmada yeşil mürekkep kullanılırken88, kırmızı mürekkep de kullanılmıştır89

. Mesela, bölüm, şiir ve konu başlıkları belirlenirken kırmızı ve yeşil renkli mürekkepler kullanılmıştır90

. 14. yüzyıl sonrasında intinsah edilen metinlerde ve tezhip süslemeli yazmaların başlıklarında beyaz mürekkep (üstübeç) de kullanılmış91

olup

82 Eyitmek(didi, söyledi), câsûsen makal(casus sözü), yat u yarağ (at ve silah), kangi, kande, kaçan (ne zaman), a‘ni (yani ben demek istiyorum ki), ayruk (gayrı). Anadolu Türkçesinin zamanla geçirdiği değişim için bkz. Mustafa SARI, “Eski Anadolu Türkçesi’nden Osmanlıcaya Türkçede Art Zamanlı Değişmeler” http://www.ayk.gov.tr/wp-content/uploads/2015/01/SARI-Mustafa-ESKİ-ANADOLU-TÜRKÇESİ’NDEN-OSMANLICAYA-TÜRKÇEDE-ART-ZAMANLI-DEĞİŞMELER.pdf (01/08/2015)

83

Kasîde tarzında ve recez vezninde yazılan şiir. Bkz. Devellioğlu, a.g.e. s. 881

84 Gazâvât-nâme, vr. 57a, sr. 9 85 Gazâvât-nâme, vr. 80a, sr. 11 86 Gazâvât-nâme, vr. 109a, sr. 8 87 Bilgin, a.g.m. s. 371 88

Gazâvât-nâme, vr. 214a, vr. 214b, vr. 215a

89 Gazâvât-nâme, vr. 210b, vr. 208b, vr. 206b

90 Gazâvât-nâme, vr. 206b, vr. 208b, vr. 162a, sr. 1, vr. 189b

eserimizde de ser levha yazısında beyaz mürekkep kullanılmıştır92. Ayrıca ana bölüm başlığının üstünde tezhip sanatı görülmektedir93

. Yazmada metin içinde geçen kelimelerin anlamları ile ilgili olarak sayfanın kenarına kırmızı renkli mürekkeple, harf ile ya da kelimenin geçtiği satırın hemen hizasına kelimenin üstü kırmızı mürekkeple çizilerek açıklama yazılmıştır94

. Yine Hz. Peygamber’in (S.A.V) ismi yazılarak başlanılan, şecaat-i cismani konusunun işlendiği bölümde, sahâbî ve diğer İslâm kahramanlarının isimleri kırmızı renkli mürekkeple yazılmıştır95

.

Yazmada dikkatimizi çeken bir diğer husus, “der-kenâr”96 edilerek yazılmış olmasıdır. Eserde vr.1b’den başlamak üzere 112 ayrı varakta bugünkü ifadeyle dipnot diyebileceğimiz açıklamalar ve ilaveler vardır. Bu ilaveler asıl metnin dışında olarak, sayfanın yanında, üstünde ve altında da olabilmektedir. Bazı mensur yazmalarda kullanılan “ ayn ” (ع) harfi bir mısranın örnek verildiğine işaret ettiği97

gibi eserimizde geçtiği şekliyle bir kelimeyi izah için ya da bir konuyu hikâye yoluyla anlaşılır kılmak için98

de kullanılır. Eserimizde “Ayn”99 harfinin yanında “Tı”100

ve “Lamelif”101 harfleri ile, kırmızı mürekkeple kelimenin üstüne çizilen kısa çizgi102

, metin içinde geçen kelimeleri izah ve kelimelerin istılahi anlamlarını açıklamak için kullanılmıştır.

13. yüzyıldan sonra yazılan Farsça yazmalarda görülen dâl (د) harfinin üzerine nokta konularak (ذ) olarak yazılması şekli, Osmanlı yazmalarına da intikal ederek “hıdmet” (تمدخ) yerine “hizmet” (تمذخ) şeklinde, 16. yüzyılın sonuna değin Türkçe yazmalarda da kullanılmıştır103

. Eserimizde de “hıdmet” (تمدخ) yerine “hizmet” (تمذخ) kelimesi kullanılmıştır104

.

Genel olarak yazma eserlerde eserin tamamlandığını belirtmek için kullanılan tek mîm (م) veya üçgen şeklinde istiflenmiş üç mîm (م م م) işareti105 eserimizin son varağında müstensih

92 Gazâvât-nâme, vr. 1b

93 Gazâvât-nâme, vr. 1b

94

Zîr u zeber, i‘lâm, bürûç gibi. Bkz., Gazâvât-nâme, vr. 1b, 2a, 132a, sr. 2

95 Gazâvât-nâme, vr. 132a

96 Farsça “der-kenâr” ifadesi hakkında bilgi için bkz. Atilla Çetin, “Derkenar” TDVİA, IX, 1994, s. 179-180

97 Bilgin, a.g.m. s. 372 98 Gazâvât-nâme, vr. 124a, sr. 11 99 Gazâvât-nâme, vr. 1b, vr. 207a, sr. 5, vr. 59b 100 Gazâvât-nâme, vr. 1b, vr. 42b 101 Gazâvât-nâme, vr. 36a 102 Gazâvât-nâme, vr. 43a, sr. 9 103 Bilgin, a.g.m. s. 371 104 Gazâvât-nâme, vr. 28b, sr. 59, vr. 22b, sr. 15 105 Bilgin, a.g.m. s. 372

Mehemmed İmam tarafından yazılan istinsah kaydı da denilen ferağ kaydında106 görülmektedir. Eserin tamamlandığını belirtmek için üçgen içinde çerçevelenmiş yazının sonunda tek “mim” (م) işareti kullanılmıştır.

Yazmada üslup olarak, okuyanı ya da dinleyeni eserin içine çeken ve uzun soluklu egzersiz gerektiren hikâyeler ve kısa cümlelerden oluşan diyaloglar vardır107. “Hâtimetü’l-kelâm bi-zikr-i gazât-ı padişâh-ı İslâm. Lâ-zâle fi’d-devleti ve’s-sa‘âdeti ‘ale’d-devâm”108

cümlesiyle İslâm Pâdişâhına dua ve övgü mahiyetinde methiyelerle söze başlanmıştır. Akabinde Sultan III. Mehmed methedilerek, Osman Bey’den Sultan III. Murad’a değin tüm Osmanlı Sultanlarının temayüz etmiş hasletleri, Sultan III. Mehmed’in şahsında meczeden övgü dolu Türkçe bir şiir109

ile verilmiştir. Sultan III. Mehmed, gazavatnâme türü eserlerin rûhuna uygun tarzda “Gazi-Mücahid Padişâh” olarak anlatılmıştır. Saray tarihçiliği tarzında tarihe kayıt düşme kaygısı olmadan Osmanlı hanedanını ve Sultan III. Mehmed’i anlatırken övgü dolu bir dil kullanılmış, olaylar ve hikâyeler ise yalın ve anlaşılır bir üslupla aktarılmıştır.

Yazmamızda alıntı yapılan eser ya da bahsedilen bir misalden sonra kırmızı renkli mürekkep ile “Bundan sonra sadr-ı kelâma ‘avdet idelüm” ya da “Sadr-ı kelâma dönelüm”110

şeklindeki şahsi uyarı ile asıl mevzu anlatılmaya devam edilmiştir. Yine Arapça şiir111

verilmiş, hemen sayfanın kenarına kırmızı mürekkeple “Kıt‘a-i Tercüme” adı altında bu şiirin açıklaması yapılmıştır. Bazı sayfalarda mevzu asıl metine yerleştirilememiş, sayfanın kenarına kırmızı mürekkeple “Hikâye” başlığı altında yazılmıştır112

. Mevzular, ilintili oldukları olaylar dizisi ile birlikte anlatılmaktadır. Olayların sıralaması değiştiği halde anlatılmak istenen fikir örgüsü devam etmektedir. Bunun gibi, Uhud (624) Savaşından sonra Hayber (629) gazâsına geçilmiş ardından Ahzab (Hendek) (627) Savaşı anlatılmaya başlanmıştır. Konuya misal getirmek ya da anlaşılır kılmak için kendi yazdığı ve henüz nerede olduğunu tespit edemediğimiz “Cendî-nâme” adlı eserden ve müellif ismi verilmeyen “Ebtâl-i ‘Adîmi’l Akran” adlı gazavâtdan alıntılar yapılmış ancak birçok sayfada sıkça tekrarlanan “Sadr-ı kelâma ‘avdet idelüm” ifadesi ile asıl konuya devam edilmiştir. Böylece okuyanın zihninde anafikir korunmuş ve akıcı bir üslup kullanılmıştır.

106 a.g.m. s. 372 107 Gazâvât-nâme, vr. 176a, vr. 177b 108 Gazâvât-nâme, vr. 206b, sr. 7-8 109 Gazâvât-nâme, vr. 207a 110 Gazâvât-nâme, vr. 120a,sr.7 , vr. 127b, sr. 10 111 Gazâvât-nâme, .vr. 161b, sr. 4-5 112 Gazâvât-nâme, vr. 188b

Müellif, ribât niyetiyle yerleştiği Baba kasabasında yaşadıklarını, şahit olduğu olayları ve duyduklarını Gazavatnamede anlatmıştır. Fakat Eğri Seferi’ne katılmadığını düşündüğümüz yazar işittiklerini hikâye etmiştir. Burada gözden kaçırılmaması gereken husus, Osmanlı tarih yazıcılığına asıl hüviyetini kazandıran efsane-tarih ilişkisinin gazâ ideolojisinin inşası ve devamında önemli bir rolü olduğu gerçeğidir113. Bu sebeple yazarın kullandığı dil ve anlatım tekniğine bakıldığında gazavât-nâmeyi tarih tahkiyeli114 bir üslupla gazâ düşüncesini tahkime yönelik olarak yazdığı görülmektedir.

Bu bağlamda, yazmanın anlatımında dikkatimizi çeken yön ise, tarihi olayların ve kavramların mukayese edilerek benzeşen yönleriyle verilmesidir. Bu anlatım tarzı eserin geneline hâkimdir. Bu hususta verilebilecek dikkate değer örnek ise, Eğri Kalesi’nin fethini (1596) müteakip esirlerin alınması ile Bedir (624) savaşında yakalanan esirlerin durumu meselesidir. Şöyle ki, Bedir gazâsı Hazret-i Rasûl’un ilk gazâsıdır. Ve yakalanan esirler Hazret-i Ebû Bekir’in reyi ile amel edilerek, fidye ile serbest bırakılmıştır. Aynı şekilde, Eğri Seferi de Sultan III. Mehmed Han’ın ilk seferidir. Eğri’yi savunanlar, ilk başta fidye ile teslim olmayı istemiş ve bu istekleri Pâdişâh tarafından kabul edilmiştir. Fakat sonradan hile yaptıkları anlaşılınca Pâdişâh’ın emri ile kale anveten alınmış ve keferenin ekseri kılıçtan geçirilmiştir.

Eğri’de esirlerle ilgili olarak, Hazret-i Ömer’in “kıralım” reyine uyulmuş ve hem de Kur’ân ve Sünnet’e uygun hareket edilmiştir. Müellif, Bedir’de Hz. Peygamberin, Hz. Ebû Bekir’in reyi ile fedâyı kabul etmesini onun peygamberliğinin ve âlemlere rahmet olmasının gereği olarak görür. Fakat öldürülmeyen ve fidye ile salıverilen Kureyş’in büyük kefereleri Uhud’da tekrar Müslümanların karşısına çıkmışlardır. Şâyet fidye kabul etmeyip muhkem kırsalardı, kefere zayıflar güçten düşerdi. Bu sebeple kırmak gerekirdi115

tarzında düşüncesini ortaya koyar. Yine, Peygamberler için fidye uygunken, sâir hulefâ ve pâdişâhlar için Hz. Ömer’in “kıralım” teklifinin en birinci, en sağlam, en elzem yol olduğunu söyler. Ve devamla “Zîrâ ehl-i îmân, kefereye salâbet ve şevket göstermek gerek ta ki mehâbetleri ehl-i küfür kulûblarında mukarrer olub ya müsliman olub veya zımmî olub cizyeyi bi’t-temam vermekde ta‘allül ve ‘inad itmeyeler”116

şeklinde düşüncesini ifade etmektedir.

113 Şirin, a.g.m. s. 553. 114 a.g.m. s. 552. 115 Gazâvât-nâme, vr. 210a-210b 116 Gazâvât-nâme, vr. 210b

Müellif, yukarıda izah edildiği şekliyle bu iki olayı karşılaştırmış ve Sultan Mehmed’in uyguladığı Eğri kalesindeki düşman askerine yönelik stratejinin haklılığını âyetlerle117

ve Hz. Peygamber döneminde Bedir savaşında (624) yaşanmış tecrübelerle destekleyerek ortaya koymuştur. Bu bağlamda Huneyn Gazvesi ile Haçova Meydan Muharebesi118, Tarık bin Ziyad ve Sultan Alparslan119

, Ok Atışmak ile At Koşmak 120, Bedir Savaşı ashabı ve Talut’un ordusu Amalika savaşı121, Müellefetü’l-Kulûb ve Osmanlıda Tatar kavmi122, Hazret-i Muhammed (S.A.V) ile Hazret-i Yusuf Peygamber123, Hz. Ebûbekir’in Hz.

117 “Yeryüzünde ağır basıncaya (küfrün belini kırıncaya) kadar hiçbir peygambere esirleri bulunması yaraşmaz” Enfal 67, Gazâvât-nâme, vr. 210a, sr. 6-7

118 Huneyn gazâsında(630) Hz. Peygamber’in (S.A.V) etrafında sadece Ebû Süfyan ve Hz.Abbâs (R.A) kalmıştır. Hz. Peygamber’in sabit-kadem olup sebat etmesi neticesinde sahâbiler Hz.Abbas’ın nidasıyla yeniden Hz. Peygamber’in etrafında toplanmışlar ve müşrikler bozguna uğratılmıştır. Haçova’da, Avusturya askerleri Pâdişâh’ın otağına yaklaşmışlar hatta hazine sandıklarını ele geçirmişlerdir. Pâdişâh Sultan III. Mehmed Han’ın sabit-kadem olup Hz. Peygamber’in kılıcı Zülfikâr’la düşmanın üzerine atılması neticesinde düşman askeri perişan olmuş ve sonunda İslâm askeri yeniden toparlanmış ve düşman bozguna uğratılmıştır. Hikâye yazmada “Guzât-ı Huneyn gazât-ı gibi ki Hazret-i Rasûl Aleyhisselâm’ı koyub firâr eylediler. Bunlar dâhî ol semte salın

oldılar. Ve pâdişah Hazretlerini koyub etrafa perakende oldılar” cümlesi ile geçmektedir. Gazâvât-nâme, vr.

213a-215a

119

Tarık bin Ziyad ve askerleri İspanya’da kalabalık Frank ordusu karşısında iyi bir plan yapıp, salâtü’l-mevt kılmışlar ve doğruca düşman orduğahına saldırmışlardır. Tarık bin Ziyad Frank Kralı Ledrik’i öldürmüştür. Böylece düşman askeri dağılıp gitmiş ve İspanya’da İslâm hâkimiyeti başlamıştır. Anadolu’da ise 1071 yılında Sultan Alparslan ve askerleri yüz bin kişilik Bizans ordusu karşısında vur-kaç taktiğiyle Bizans ordusunu yıpratmışlardır. Cuma günü yapılan saldırı öncesinde tüm İslâm âleminden duâlar istenmiş ve salâtü’l-mevt kılmışlardır. Sultan Alparslan gayet iyi bir plan yapmıştır. Yirmi beş bin seçilmiş askerinden kalan on bir bin askerle Rum Kralının otağına ilerlemişlerdir. Düşman askeri hızla gelen bu az sayıdaki askeri elçi sanmış ve seyretmişlerdir. Sultan Alparslan’ın emrine iteat edip yanında sabit-kadem olan askerine Allah zafer vermiştir. Kral, esir alınmıştır. “Gazî Alb Arslan vâkı‘asına benzer ki” cümlesiyle iki hikâye arasındaki benzerlik ortaya konulmuştur. Gazâvât-nâme, vr. 200b

120 “Ve buna münâsib Melikşâh bin Alb Arslan Selçukî içün bir vâkı‘a oldı münâsibetle anun zikri lâzım geldi” cümlesi iki hikâye biribiri ile ilişkilendirilmektedir. Müellif, yazmada vr. 121b’de “İskender hazretleri” ifadesini kullanmıştır. Büyük İskender olup olmadığı anlaşılamamıştır. Benzer ifade Hasan Bey-zâde, (a.g.e. III.,s. 522)

Tarihi’nde de geçmektedir. İskender ile Sultan Melikşah’ın benzeşen hikâyelerinin anlatıldığı vr. 121a, 121b,

122a, 122b, 123a gibi varaklarda, İskender’in durgun ata binen sipahisi ile Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah’ın durgun ve üstü başı paslı bir askeri misal verilir. Müellif bu olayları anlatır ve bunları ok atmak ile sabit kadem olmağı, at koşmaktan üstün tutarak, kıyaslama yoluyla tarihi olayları benzeştirir. Ok atmanın durarak olmasının, sabit kadem olmayı gerektirdiği, At koşmanın ise çoğunlukla savaşta düşmandan kaçmak için olacağını söyler. Ve “Ok atmak mergûb nesnedür. Zîrâ elbette mukabelede ve mukatelede olur ve at koşmak kerr u ferr idmânı içün ve ekserî kaçmak mahallinde isti’mâl olunur.”der. Gazâvât-nâme, vr. 121b

121

Hazret-i Dâvud Peygamber’in Calut’u öldürmesi ile Bedir’de İslâm ordusunun müşriklerin ileri gelenlerinden Ebû Cehil ve 70 müşriki öldürmeleri ve 70’ni esir almaları benzeştirilir. Bedir savaşındaki Müslüman sayısı üç yüz onüç kişidir. Amalika Savaşı’ndan sonra Benî İsrail oğullarının sayısı da aynıdır. Hazret-i Dâvut aleyhisselam Câlut’u öldürmüştür. Yani kalabalık olan Talut’un ordusunda emre iteat ile -nehir geçilirken sabrederek izin verilen kadar su içenler arasından- suyun öte yanına geçebilenler üç yüz onüç kişidir. Gazâvât-nâme, vr. 30b-32a

122 Akra’ bin Hâbis ve Abbâs bin Merdâs gibi kalbi İslâm’a ısındırılıp sonradan Müslüman olanlarla Hz. Peygamber’in dostluk ettiği, savaşlara gittiği onlara ganimetten pay verdiği anlatılır. Sultan III. Mehmed Han ve bazı Osmanlı Sultanlarının da Tatar taifesinden asker aldıkları anlatılır. Gazâvât-nâme, vr.71a der-kenâr yazı

123 Mekke’nin fethinde Hz. Peygamber’in dediği “Bugün size kınama yoktur bana ettiğinizi yüzünüze vurmayacağım” demesi ile Hazret-i Yusuf Peygamber’in kardeşlerine “Bugün size karşı sorgulama kınama yoktur Sizi Allah bağışlasın”(Yusuf 92), sözü arasındaki benzerlik anlatılmaktadır. Gazâvât-nâme, vr. 74b

Yusuf Peygambere Hz. Ömer’in Hz. Nuh Peygambere benzetilmesi124, Arabî atlar ve Bahâdırlar125

, Macar Kralı, Firavun ile Karûn benzetmesi126, Sultan III. Mehmed’in Ordusu ve Tebük Gazâsı (630)127

, Yaya ve atlı asker128, Şeyh Sadi Şirazi Hintli Suminat putu tefsîri ile İranlı Mazdek’in Zenda tefsîri129

, Huneyn’de (630) Mucize Haçova’da (1595) Kerâmet130,

124

Bedir savaşı sonunda ele geçirilen esirlerle ilgili olarak, Hz Ebu Bekir’in “fidye ile salıverelim” teklifi Hz. Peygamber tarafından Hz. Yusuf Peygambere benzetilirken, Hz. Ömer’in “kıralım” teklifi yine Hz. Peygamber tarafından Hz. Nuh Peygambere benzetilmiştir. Gazâvât-nâme, vr. 34b, vr. 35a

125 Yazmada Arabî atların vasıfları anlatılırken “ at ne kadar susuz da olsa suya düşüp helak olmamalıdır” denilmektedir. Bunun gibi “iyi bahâdırlar da su gördüğünde ne kadar susuz da olsa üzerine(içine)düşüp kendini helak etmeyeler” denilmektedir. Hazret-i Dâvud ile Tâlut’un gazâlarında, Tâlut’un ordusunun ekserinin-imtihan sırrı olarak- sebat edemeyip sudan çok fazla içmeleri ve neticesinde suya düşüp boğulmaları ya da oldukları yere yığılıp kalmaları anlatılır. Yazmada “‘Arab î atların vasfında dirler ki şöyle gerekdir ki “ne kadar susuz olsa su

üstüne düşüb tehâlük etmeye” nitekim insanın bahâdırları öyle olurmış ki ne kadar susız olsa sabr eyliye ve su görüncek bir yerden üzerine düşüb tehâlük etmeye” şeklinde örnekleme yoluyla benzeşim yapılır.

Gazâvât-nâme, vr. 100a der-kenâr yazı

126

Sultan Süleyman’ın iki yüz bin kişilik Macar ordusu karşısında, ecdadından tevarüs ettiği hamiyet-i Sultâniye’nin zuhûra gelmesi ile askerine hitaben bir konuşma yapmış ve asker-i İslâm tek yürek, tek ses halinde kenetlenmiş ve düşmana saldırmıştır. Gazâvât-nâme, vr.113a. Müellif, Mohaç’ta Macar Kralı’nın bir bataklıkta bir yeniçeri tarafından vurularak öldürülmesi ile Firavunun Kızıldeniz’de boğulmasını ve Karûn gibi- Mûsâ Peygamber (A.S.M) devrinde yaşamış ve malı ile gururlanarak Allah’ın zekat emrini dinlemediğinden Mûsâ (A.S.M) ‘ın duâsından sonra malı ile birlikte yere batan dünya zengini için bkz. Yeğin, a.g.e. s. 320.- süslü elbiseler içinde ölmesini benzeştirir. Gazâvât-nâme, vr. 114b

127 Müellif, askerlik vazifesiyle görevli olanların, şayet vazifelerini yapmasalar bütün halkın sorumlu olacağını ve askerliğin farz-ı kifâye iken farz-ı ‘ayn olacağını söyler. Sultan Mehmed’in ordusuna da özürsüz katılmak gerektiğini söyleyerek, bu düşüncesini âyet-i kerîmelerle destekler. Tebük seferini nazara vererek bir kısım Medine halkının sefere iştirak etmeyip, Hz. Peygamber’i yalnız bırakmaları ve haklarında âyet inmesiyle ikaz edilmelerini anlatır. Ve bu iki olayı benzeştirir. Gazâvât-nâme, vr. 15a

128 Hz.Ömer’in (R.A) hilâfeti zamanında Sasanilerle yapılan Kadisiye savaşının anlatıldığı bölümde, Sasani komutan Rüstem’in ve askerlerinin bindiği fillerin, sol kıç ayak sinirlerinin kılıçla kesilerek etkisiz hale getirilmeleri anlatılır. Müellif, bu hikâyeden hareketle, yaya’nın atlıya olan avantajını şu şekilde ifade etmiştir: “Fürûsiyyet kitabında şöyle didiler ki; yayan atluya gâlib dediler. Ziraki, atlu hem kendüyi düşmandan hıfz ider ve hem atı’nı sürçmekden sakınur Ve hem yarağı geregi gibi kullanduramaz yayan hilâfınca.” der. Gazâvât-nâme, vr. 152b

129 Şeyh Sadi Şirazi’nin de anlatıldığı hikâyede olay Hindistan’da yaşanmıştır. Ebu Cehil’in en büyük putu Menat Mekke’nin fethinden sonra İkrime tarafından gemi ile Hindistan’a getirilir. Hintli Suminat putunun içine giren Sedene adı verilen hizmetkârın putun içinde gözlerini oynatarak anlaşılır anlaşılmaz cümlelerini yine Brahmanların reisinin halka tefsir etmesi ve en sonunda Şeyh Sadi Şirazi’nin Brahmanı öldürmesi anlatılır. İran’da ise adil olarak bilinen Kisrâ Anuşirevan’nın babası Kubad zamanında Mazdek namında birisinin “Zenda” adını verdiği kitabıyla peygamberlik davası iderek ortaya çıkması anlatılır. Aynı şekilde Mazdek, Mecusilerin sürekli yanan ateşinin yanındaki bir odaya yerleştirdiği adamı vasıtasıyla ateş yanarken anlaşılır, anlaşılmaz cümleler kurdurur ve kendisi de bunu halka tefsir ider. İran’da böylece kendisini kabul ettirir. İrandaki ahlaki yozlaşmanın sorumlusu olan Mazdek ve adamları sonunda Kubad’ın oğlu Anuşirevanın Kisrâ olduğu dönemde pusu kurularak öldürtülür. Bkz. Gazâvât-nâme, vr. 78a-vr.82a, ayrıca daha geniş bilgi için bkz. Ulaş Töre Sivrioğlu “İslâm Kaynaklarına Göre Nuşirevân-ı Adil” History Studies International Journal of History, Balıkesir Üniversitesi Yay. Ekim 2013, S. 5, s. 226-250, www.historystudies.net/DergiPdfDetay.aspx?ID=858

(10.03.2015)

130 Hz. Peygamber’in Huneyn gazâsında bir avuç toprağı kefere yüzine atarak düşman askerinin perişan edildiğinin görülmesi ile Sultan III. Mehmed’in, Hz. Peygamber’e ait Zülfikâr adlı kılıcı düşman üzerine salması ile düşman askerinin kılıçtan geçirildiğinin müşahede edildiği olay benzeştirilmiştir. Ve cümle “Ve

Hazret-i Rasûl Aleyhisselâm’un Huneyn gazâsında bir âvuç toprağı kefere yüzine âtub münhezim oldukları gibi.

Benzer Belgeler