• Sonuç bulunamadı

Diğer Bazı Erkek Karakterler

B. Erkek Karakterler

3. Diğer Bazı Erkek Karakterler

Romanlarda başkişi olan Nüzhet ve Cezmi dışındaki diğer erkek karakterlerin “aşk” ilişkilerinin de yine hep çıkarlarla ilintili olduğu gözlemlenir. Yıldız Olmak

Kolay mı?’da Hasan Arif ve Cevat Servet’in Selma’yla, “Gece Olmadan”da Jozef

Tudela’nın Semiha ve Adnan Harun’un Jaklin’le, Sultan Hamid Düşerken’de Şefik’in Nimet’le ve Kâhya Hilmi Efendi’nin romanın başkişisi Nimet’in annesi

155

Đzzet Hanım’la kurdukları “aşk” ilişkilerinde genelde maddi olmak üzere çeşitli çıkarların etkili olduğu anlaşılır.

a. Hasan Arif ve Cevat Servet

Yıldız Olmak Kolay mı?’da iki erkek karakter “aşk” ilişkisi içinde

görülmektedir: Selma’ya âşık olan yaşlı ve zengin gazino patronu Hasan Arif ve Selma’nın genç ve yakışıklı sevgilisi Cevat Servet.

Romanda Hasan Arif, Selma’yı ilk olarak yanında Kemani Celal ve yirmi yıllık metresi Eliza ile birlikte genç kızın sesini dinlemeye Ihlamur’daki evlerine gittiğinde görür ve daha sonra Kemani Celal’e de itiraf ettiği gibi bu “ilk görüşte” (60) âşık olur. Ne var ki, genç kızı henüz tanımadan, hakkında hiçbir şey bilmeden, sadece bir kez görmekle doğan bu “aşk”, sorgulanmaya açıktır ve anlatıcının belirttiği gibi Kemani Celal de “Sizi âşık göreceğim hatırıma gelmezdi. Hem Selma Hanım’la başbaşa bir dakika bile bulunmadınız. Yüzünü bir saat bile görmediniz” (60) diyerek patronunun “aşk”ını şaşkınlıkla karşılar. Hasan Arif’in, güzelliği anlatıcı tarafından da vurgulanan Selma’ya “ilk görüşte” âşık olması, bu “aşk”ın genç kızın salt güzelliğine yönelik bir hayranlık niteliğinde olduğunu düşünmemize yol açar. Nitekim yaşlı adamı, romanda daha sonra da sıklıkla genç kızın güzelliğini hayran hayran seyrederken görürüz. Örneğin Hasan Arif’in, kendisine yaptığı evlenme teklifi hakkında konuşmaya gelen Selma’ya “[b]ütün ruhu gözlerinde toplanmış olarak, nihayetsiz bir iştiyak içinde, boğazı kuruya kuruya” (121) baktığı, Selma’nın kendisine “bir şükran takdimesi olarak teklif ve kabul ettirdiği” gece de “sabaha kadar hiç uyumadı[ğı] ve sabahın kalın perdelerden süzülen ışığı[nın] onu sevgisinin yüzünü hayran seyrederken buldu[ğu]” (167) öğrenilir.

156

Selma’yı tanımadan önce bahçesinde çalışan hanende kızlarla da ilişkiler yaşadığı öğrenilen (52) Hasan Arif’in, Celal’e söylediği şu sözler de aşkı yaşayışının anlaşılması bakımından oldukça önemlidir: “Yıllardan beri saz yerleri işletiyorum, yanımda çalışmış hânende kızlar muhakkak ki, yüzü çok aşmıştır. Bunlar arasında

beğendiklerimin çoğunu da elde etmişimdir” (vurgular bize ait, 61). Hasan Arif için

fiziksel güzelliğin “aşk” ilişkilerinde bir ölçüt olduğu ve adamın “aşk”ı bir tür “güç” ilişkisi olarak gördüğü anlaşılmaktadır. Romanda Hasan Arif’in yirmi yıl önce henüz “uzun boylu, etine dolgun ve güzel bir mahlûk” (50) iken ilgi duyup beraberlik teklif ettiği, “bir dediğini iki etme[diği], istemediğini isteme[diği], dilediği paradan da dâimâ fazlasını eteklerine, sanki derdinden dîvane imiş gibi, dök[tüğü]” (50) öğrenilen Madam Eliza ile ilişkisi hakkında şu söylenenler de bu düşüncemizi desteklemektedir:

Buna mukabil, tam dört seneden, yani tamamıyla bıyıklandığı ve şişmanladığı artık karikatür yapanlara pek zengin bir ilham kaynağı olabilecek bir hal aldığı zamandan beri Eliza kendi kendisini

‘metreslik’ vazifesinden affetmişti. Çok severek dâima tekrar ettiği bir ifadeyle, ‘cin gibi karı’ idi. Hasan Arif’in alışkanlık, biraz da nezaket hasebiyle gittikçe uzayan fâsılalarla, gittikçe de daha isteksiz devam etmiş olan iltifatlarına, bu bıyıklı ve yusyuvarlak mahlûk haline geldikten sonra da mazhar olmakta ısrarın tehlikeli bir şey olacağını takdir etmişti. (50)

Hasan Arif’in Madam Eliza’ya olan ilgisinin kadının yaşlanması ve güzelliğini kaybetmesiyle beraber azaldığı ve kadının da bunun farkındalığıyla hareket ettiği anlaşılmaktadır. Üstelik Hasan Arif’in dört yıldır Madam Eliza’nın “genç ve güzel” olmalarına ve ayrıca “bıkkınlık verecek kadar eskimemelerine de ayrıca itina

157

göster[diği]” (52) hizmetçi kızlarla ilişkiler yaşamakta olduğuna dair söylenenler de adamın fiziksel olarak beğendiği kadınlarla kısa süreli ve cinselliğe dayalı ilişkiler kurduğunu göstermektedir. Romanda anlatıcının Selma’yı istemeye gitmekte olan Hasan Arif hakkında söylediği sözler de genç kıza olan aşkının niteliğini saptamak bakımından dikkate değerdir.

Hasan Arif’in yolda kendisinden biraz daha genç bir adamı sefil bir halde uyurken seyrettiğini söyleyen anlatıcı, sözlerine şöyle devam eder: Halbuki Hasan Arif hayatta muvaffak olmuş, yahut zengin olmuştu. Ve bu zenginliğine güvenerek, şimdi çok genç ve çok güzel bir kızı nefsi için, gittikçe daha çökerek ilerleyeceği, sonuna varacağı birkaç yıl için satın almaya gelmişti. (64-65)

Hasan Arif’in güzelliğinden fazlasıyla etkilendiği bu genç kıza âdeta bir sanat eserine sahip olma arzusu ve hevesiyle yöneldiği anlaşılmaktadır.

Romanda Hasan Arif’in Madam Eliza’ya bakışının genç kıza evlenme teklif etmesinden sonra tamamen değiştiği, kadını artık hayatından çıkarmaya karar verdiği görülmektedir. Anlatıcı, bu duruma şöyle dikkat çeker:

Onu silkip atışının kadın için bir felaket teşkil eden hiçbir tarafı yoktu. Aralarında hiçbir et rabıtası kalmamış bulunduğuna göre, bu ayrılış tamamıyla basit, ve zahmetsiz bir şey olacaktı. Sade artık gününü tesbit etmek, Selma’dan “Evet” cevabının gelmesini beklemeden evden kendisini çıkarmak, […] münasip olacaktı. [….] [E]ve dönüşlerinden ve şişman kadının soyunup dökünerek ve her gün banyo etmesine rağmen yine odayı hafif bir ter kokusuna garkederek yatmasından biraz sonra başlayan horultusu, kendisine birden bire tahammül edilemez bir işkence gibi geldi, yanındaki karyolada uzun

158

yıllardan beri bir kümbet gibi yükselişini görmeye alışkın bulunduğu bu et ve yağ kitlesi, şimdi, kendisine, elektriğin çok hafif ışığı altında katlanılamayacak kadar çirkin bir manzara hissini verdi. (88)

Yeni “aşk” nesnesi olarak Selma’yı gözüne kestiren Hasan Arif’in gözünde Madam Eliza’nın artık tamamen değersizleştiği anlaşılmaktadır. Öte yandan adamın, Madam Eliza’yı değersizleştirdiği ölçüde Selma’yı yücelttiğini söylemek de olanaklıdır. Nitekim Selma’nın, metresi olması yönündeki teklifini reddetmesi üzerine Hasan Arif’in “tâ yanına gelmek, eğilip ellerini tutmak, bu elleri öpmek istedi[ğini]” söyleyen anlatıcı sözlerine şöyle devam eder: “O zaman Hasan Arif’e sonsuz bir korku geldi. Ömrünün elli yılını arkada bıraktıktan sonra, kendisine ilk defa olarak aşkı tattıran bu genç kızın ince beyaz eline değerse çıldırmaktan, nefsine hâkim olamamaktan korktu” (126).

Romanda komşu delikanlısı Cevat Servet’in genç kıza karşı neler hissettiği hakkında ise ilk olarak şunları öğreniriz: “Selma’nın Cevat Servet’e olduğu gibi delikanlının da Selma’ya karşı büyük, engin bir zâfı vardı. Bu zaafın etten kalbe kadar, hele kalbin derinliklerine kadar vardığı muhakkak olmasa bile, Selma’nın kendisine karşı gösterdiği bağlılığı ve sadakati Cevat Servet de genç kıza karşı göstermiyor değildi” (109). Böylelikle, Cevat Servet’in genç kıza olan aşkının da bir “et zaafı”ndan ibaret olabileceğine işaret eden anlatıcı, genç adamın katıldığı bir rakı ziyafetinde eline geçen fırsata rağmen Selma’yı aldatmadığını belirttikten hemen sonra şunları söyler:

Cevat Servet, bir Kalyopi veya Marika’nın yarım saatlik işvesine sırt çevirerek gösterdiği bu ulvî feragat ve sadakati o zamandan beri Selma’nın başına kakıp duruyordu. Hattâ,

159

okuyucu sayısı üç Fatih-Harbiye tramvay ahalisini geçmeyen mecmualarda neşredilen kısa, vezin ve kafiyesi de belirsiz bir iki manzumesinin konusu bu ulvî aşk tecellisinin tasvir ve tahlili olmuştu. (109)

Anlatıcının daha önce genç adamın Selma’ya duyduğunu söylediği “bağlılık” ve “sadakat”le âdeta dalga geçtiği görülür ve bu durum, Cevat’ın da Selma’ya olan “aşkının” duygusal bakımdan sığ olduğunu düşündürür.

Romanda Selma’nın yıldız olacağına dair güveninin artmasıyla birlikte Cevat Servet’e olan aşkı azalmaya başlarken delikanlının “aşkına büyük bir hareket, bir ateş” (111) geldiği öğrenilir. Anlatıcı, Cevat Servet’te meydana gelen bu değişime şöyle dikkat çeker:

Hayatlarını birleştirmek hususundaki eski projeler, eskiden en çok Selma tarafından yapılarak bunları Cevat Servet pek güzel, mutlaka tahakkuk etmeleri lâzım, fakat ne zaman tahakkuk edecekleri meçhul saadetler şeklinde dinlerken, şimdi delikanlının ağzından bu projeler düşmüyor, hattâ Hasan Arif Bey’den alınan avansları duymuş olduğu için derhal evlenmek hususunda fikirler serdettiği, arzular izhar ettiği de oluyordu. Fakat hislerini derinden derine tahlil etmek âdeti

olmadığı için, Cevat Servet bu tehalükü paranın bir zaferi, paraya bir hasret tarzında telâkki etmiyor, sadece basit bir genç kızdan san’atkâr derecesine yükselen sevgilisinin nazarında daha büyük bir kıymet aldığını düşünüyordu. (111-12)

Bu sözlerden de anlaşıldığı gibi Cevat Servet’in Selma’ya olan aşkındaki artış maddi çıkar beklentisine dayalıdır.

160

Delikanlının maddî çıkarları peşinde olduğunu Selma da anlar: “Delikanlının kendisine olan aşkına çok menfaat ve tamah karıştığını, bu son günlerde dâimâ yeni ihtiyaçlar ileri sürüp gittikçe daha fazla parasını çekmiş olan bu oğlanın zevke ve lükse karşı duyduğu marazî düşkünlüğü tatmin için kendisini bir âlet haline

sokacağını takdir etmiş[ti]” (174). Bu sözlerden de anlaşıldığı gibi, Cevat Servet’in Selma’yla olan ilişkisi, genç kız aracılığıyla elde etmeyi umduğu maddi çıkarlarla bağlantılıdır.

b. Jozef Tudela ve Adnan Harun

“Gece Olmadan”da yine iki erkek karakterin “aşk” ilişkileri hakkında bilgi sahibi oluruz: Romanın erkek baş kişisi Jozef Tudela ve Semiha’nın erkek kardeşi Adnan Harun.

Kendisinden “tam dokuz yaş büyük, zaten hiç bir zaman güzel olmamış, vaktinden tez de çökmüş bir kadın” (31) olduğu öğrenilen Madam Rebeka ile evli olan ve “tam on bir yıldanberi” (37) de Maryam adlı bir metresi olduğu öğrenilen Jozef Tudela, romanda Semiha’yı ilkin yanında erkek kardeşi Adnan Harun ile birlikte Galata Tüneli’nin önünde görür ve genç kadına tıpkı Hasan Arif’in Selma’ya olduğu gibi ilk görüşte âşık olur. Bu an, romanda şöyle anlatılır:

Onlardan ayrıldıktan sonra Beyoğlu caddesi Ankaralı nalbura tamamile boşalmış, nihayetsiz derecede uzun ve nihayetsiz derecede geniş göründü.

[….] Acele yapılacak işleri olduğu, birkaç yere uğraması icap et tiği tamamile hatırından çıkmıştı.

Bir ara ıslık çalarak yürümekte olduğunu ve savrukluk edip birkaç kişiye birden çarptığını fark ederek kendi nefsile alay da etti.

161

Sonra anladı ve hiçbir dehşete düşmiyerek ilk önce sevinçle, hatta başını yükseklere kaldırdı.

Aşık olmuştu.

Bir delikanlı gibi görür görmez, bu işin önünü arkasını hiç düşünmeden âşık olmuştu. Ve elli beş yaşında idi.

[….]

Nihayet ölümden evvel ve tamamile ihtiyar olmadan, her şey bitmeden, gece olmadan evvel aşkı tadacaktı. [….]

Ve sevdiği kadın hakkında bütün bildiği adının Semiha olduğu idi. Ankaraya çalışmak üzere gelmesi ihtimali olduğuna göre de evli olmaması pek muhtemeldi. Fakat parmağında yüzük bulunup bulunmadığına dikkat edememişti. (33-34)

Jozef Tudela’nın Semiha’ya genç kadın hakkında henüz hiçbir şey bilmeden âşık olduğu anlaşılmaktadır ve bu durumda da “aşk”ın, güzelliği ve çekiliği anlatıcı tarafından da sıklıkla vurgulanan genç kadının kişiliğine değil, bedenine yönelik bir ilgi olarak ortaya çıktığı söylenebilir. Üstelik, Tudela’nın yaşlılığın eşiğinde ve yaşlılık kaygıları içinde bir adam olduğu da göz önünde bulundurulursa, adamın Semiha gibi genç bir kadınla kuracağı “aşk” ilişkisi ile bu korkularını bastırmaya, kendini hâlâ genç olduğuna inandırmaya çalıştığı düşünülebilir. Theodor Reik’in Aşk

ve Şehvet Üzerine adlı yapıtında söylediği şu sözler de bu düşüncemizi

desteklemektedir: “ ‘Âşık olmanın’ aniliği bir duygu derinliğini değil, onun ivediliğini, âşığın durumunun aciliyetini gösterir. Bu sanki, boğulma tehlikesi geçiren bir yüzücünün son bir gayretle kıyıya ulaşması gibidir” (214).

Bu ilk karşılaşmalarında Semiha’nın iş için Ankara’ya geleceğini öğrenen ve bunun üzerine kendisine evinin bir odasını verebileceğini söyleyen Jozef Tudela için

162

anlatıcı şunları söyler: “Ve muhataplarının yüzlerinde bir tereddüt, bir istemeyiş, âdeta bir istihza ve istihkar sezerek ilave etmiş, izahat vermişti: Başka bir kiracı olmıyacaktı, Yenişehir’deki apartımana nakledilmek üzere idi ve orada eğer şeref verirlerse hanımefendi tek pansiyoner olacaklardı” (33). Tudela’nın, daha bu ilk karşılaşmalarında “adamın üzerinde pek büyük bir tesir yaratmış, onu derhal allak bullak etmiş olduğunu anla[yan]” (7) Semiha’yı etkilemek için maddi gücünü sezdirdiği anlaşılmaktadır. Ne var ki Tudela, Semiha Ankara’ya gelip onun evinde pansiyoner olarak kalmaya başladıktan sonra da genç kadına bir türlü açılamaz ve hakkında hâlâ bir şey bilmediği için gözünde daha da fazla büyütür. Nitekim Madam Rebeka da bu durumun farkındadır ve kızı Jozefin’e şunları söyler: “Baban bu kadını –Istanbulda piyasasının hiç de yüksek olmadığını öğrendiğim‒ bu kadını o derecede yüksek ve erişilmez bir mahlûk sayıyor ki, onun belki de kabul edeceği, hatta eminim teklif edilmeyişinden sabırsızlandığı tekliflerde bulunmağa cesaret etmiyor!” (43). Bu duruma anlatıcı da daha sonra Tudela’nın “zamanın lehinde yürüdüğünü, ilk günlerde bir kahkaha ile karşılanacağından korkabileceği aşkının artık

reddedilmeyeceğini […] bir türlü farkedemiyor” olduğunu söyledikten sonra şöyle dikkat çeker: “Bir türlü farkedemiyecek, sonuna kadar hep aynı yerde kalacak, herhangi bir teklife cüret etmek şöyle dursun aşkını anlatmaktan bile korkacaktı” (44). Tudela’nın Semiha’yı aşırı derecede idealleştirdiği ve bu aşırı idealleştirmenin de beraberinde bir tür engellenmeyi getirdiği anlaşılmaktadır. Üstelik Semiha’nın adamı cesaretlendirmek yönünde yaptığı hiçbir konuşmanın da adam üzerinde etkili olmadığı öğrenilir: “Genç kadının ağzından çıkan bu sözlerin hepsi Jozef Tudelaya cesaret ve cür’et verecek mahiyette şeylerken nalbur hep hareketsiz, hep cüretsiz kalıyor, hiç bir şey yapmağa, herhangi bir şey yaparak talihini denemeğe

163

Romanda Tudela, ancak Semiha’ya evlenme teklif eden bir başka adam olduğunu haber alması üzerine harekete geçer ve genç kadınla konuşmak için çalıştığı yere gider. Anlatıcı, Semiha ile bir saat kadar sonra bir pastanede buluşan Tudela hakkında şunları söyler:

Genç kadından çıkan bu talibi reddetmesini rica ediyor, kendisini bırakıp gitmesinden, artık bir çatı altında yaşamamalarından ölebileceğini söylüyordu. Gerçi hiç genç değildi, gerçi onu isteyen ve kızının ifadesine göre kabul edilmesi kararlaşmış bulunan adama […] nisbetle hayli yaşlı saylırdı. [….] Ve Jozef Tudela ötekinin hiçbir zaman temin edemiyeceği bir hayat takdim etmeyi taahhüt ediyordu.

Bu sözlere serveti ve geliri hakkında sarih, kat’i rakamlar ilâve etti ve bunları en yakınlarına, karısına ve çocuklarına da böyle kat’î ve açık bir şekilde bildirmemiş bulunduğunu ilâve etti. (48)

Tudela’nın genç kadına aşkını ilan etmeye gitmişken duygularından söz etmek yerine maddi varlığını sayıp dökmesi, aşkı bir tür ticaret işi gibi gördüğünü

düşündürmektedir ve adamın bu tavrı, Semiha’nın ona karşı yumuşamaya başlayan tutumunu da bir anda değiştirir. Anlatıcı, bu duruma şöyle işaret eder:

Semiha hanımdaki o zaaf ve rikkat, gizlice âdeta muhabbete benziyen his artık tamamen geçmişti. Kendisini şeyten gibi kandırmak isteyen, hattâ kandırmağa başlayan bu kıranta herife karşı şimdi de kinle karışan bir hiddet duyuyordu. Kendisine teklif ve arzedilen sakin, hattâ mütevazi, sadece emin, rahat ve şerefli hayattaki bütün cazibeyi bu rakamlar yok ediyorlardı. Mel’un Yahudi ne kadar da zengin olabilmişti ve bu servete ne kadar da güveniyordu. (48)

164

Öte yandan Tudela’nın bu tavrı, seneler önce Maryam’la da “tıpkı bir eşya satın alır gibi müzakereye girişmiş, en ağır şartları kabul ettirmeğe çalışarak kendisile

muahede akdetmiş” (39) olduğunu hatırlatmakta ve Seniha’ya âşık olunca

Rebeka’nın deyişiyle “eski bir çorap gibi fırlatıp at[tığı]” (39) Maryam’a yaptığını bu genç kadına da yapabileceğini düşündürmektedir.

Romanda “aşk” ilişkisi içinde gördüğümüz ikinci erkek karakter Semiha’nın kardeşi Adnan Harun’dur. Adnan Harun’un Jaklin’le girdiği “aşk” ilişkisinde ise tıpkı kadın için olduğu gibi erkek için de belirleyici olanın cinsellik olduğu görülür. Adnan Harun’un Jaklin’le ilişkiye girme nedeni cinsel ihtiyaçlarını karşılamaktır. Jozef Tudela’nın Adnan Harun’a âşık olan küçük kızı Josefin de yengesi ile Adnan arasındaki ilişkinin derinlikli bir “aşk” ilişkisi olmadığının farkındadır ve Adnan Harun’la evlenme hayalleri kuran genç kız “tamamiyle maddî bir macera, sadece iki etin hırslarını tatmin eden bir macera” (18) olan bu ilişkinin kendi planlarına engel olamayacağını düşünür. Anlatıcı, Adnan için Jaklin’le ilişkinin ne ifade ettiği hakkında şunları söyler:

Adnan o tarihte Ankaraya varınca şehrin kadınsızlığı ve bundan dolayı bekârların ne kadar sıkıntı çekip bir müddet geçince ne yüzüne tükürülmez şeyleri dünya güzeli saymağa başladıkları

hakkında öyle hikâyeler duymuştu ki, pansiyon tuttuğu sırada hiç de hesapta bulunmıyan bu münasebeti hakiki bir nimet saymıştı. Hattâ Romada bile bazı bazı bu şişman Musevi kadınını hatırladığı, “Allah kadıncağızdan razı olsun! Sayesinde bir hayli zaman geçindik.” diye düşündüğü olmamış değildi. (14)

Adnan’ın Jaklin’i bir cinsel tatmin aracı olarak gördüğü anlaşılır. Bir süre sonra Madam Rebeka’nın isteği üzerine pansiyondan ayrılıp yeni bir apartmana taşınacak

165

olan Adnan Harun’un Jaklin’den sıkılmasına rağmen ilişkiyi kesmek istemeyişi de benzer şekilde cinsel gereksinimlerinin giderilmesine dayanır. Anlatıcı bu duruma şöyle dikkat çeker:

[B]u genç kadını belki kendisine hiçbir fetih zevki tattırmadığı için sevmemiş, hattâ ondan biraz da bezmişti. Bununla beraber,

hareketlerinde pek maddi ve hesaplı olduğu için, […] para pul istemeden gelip kendisini arzeden bu taze ve şişmanlığına rağmen âdeta güzel kadına Allahın bir nimeti nazariyle bakmamış değildi ve bedava olmak şartiyle daha iyisini bulmadan onun pasaportunu vermeyi bir çılgınlık sayıyor, “– Bu kadınsız Ankarada şimdiki halde bundan iyisini bulmak kaabil değil. [….]” diye düşünüyordu. (20) Ankara’da kadınların “ihtiyaca göre pek az, bu itibarla da yanlarına

yaklaşılamayacak derecede pahalı” (20) olduklarını söyleyen anlatıcı sözlerine şöyle devam eder: “Velhasıl apartmanı tuttuktan sonra geçirdikleri saatlerde Adnan Jakline her zamandan fazla, hiçbir zaman yapmadığı derecede diller dökmüş ve aralarındaki münasebete âdeta mukaddes bir bağ nazariyle baktığını temin ederek bir hafta sonra kendisini ziyarete geleceği hakkında genç kadına yeminler ettirmişti” (20). Jaklin’in Adnan’la olduğu gibi Adnan’ın da Jaklin’le sadece cinsel gereksinimlerini gidermek için görüşmek istediği anlaşılmaktadır.

c. Şefik ve Kâhya Hilmi Efendi

Sultan Hamid Düşerken’de Şefik’in Nimet’e olan aşkında da maddiyatın

önemli bir rolü olduğu anlaşılmaktadır. Anlatıcı, Şefik hakkında şunları söyler: Şefik Bey’in Mehmet Şahabeddin Paşa’ya damat olmak hususunda kendi kendince verdiği kararda genç kızın muhteşem

166

güzelliği ve kamaştırıcı zekâsı karşısında duymuş olduğu hayranlığın hissesi pek büyüktü. Ancak bu kararda bir takım menfaat düşünceleri de müessir olmamış değildi. Bu fevkalâde zeki ve güzel kız Sultan Hamid devrinde kurulmuş en büyük servetlerden birine sahip denen Mehmet Şahabeddin Paşa’nın tek evlâdı idi. Ve ömründe üç aylığını bir arada görmemiş ve mektepten erkânıharp yüzbaşısı sıfatıyla çıkıp ilk aylığını eline alınca bunun ihtiva ettiği mecidiye ve çeyreklerin çokluğundan şaşırıp kalmış olan adam, evli arkadaşlarının kaşık düşmanı başta gelmek üzere bir takım hakir ve gülünç tâbirlerle kendilerini zikrettikleri gayetle basit ve mütevazi zevceleri yanında bu pek zengin pek güzel ve pek malûmatlı zevcenin kendisine nasıl bir üstünlük temin edebileceğini derhal hesap etmiş, anlamıştı. (74) Şefik’in Nimet’le evlenmek istemesinde bu evlilik aracılığıyla elde edeceğini umduğu zenginliğin de büyük bir etkisi olduğu anlaşılmaktadır. Anlatıcı, Şefik hakkında daha sonra da şunları söyler: “Genç ve yakışıklı binbaşı Sultan Hamid’in