• Sonuç bulunamadı

A. Karakterlerin Temel Kişilik Özellikleri

1. Büyüklenmecilik

Kişinin kendisini diğer insanlardan üstün görmesine ve üstün olunduğuna yönelik bir inançla başkalarıyla arasına mesafe koymasına yol açan, böylelikle sıcak, samimi ilişkiler kurmasını engelleyen bir duygu olan büyüklenmecilik ya da diğer adıyla “kibir”, Nahit Sırrı’nın yarattığı roman karakterlerinin pek çoğunun dikkat çeken bir özelliğidir. Yazarın Kıskanmak adlı romanındaki kişilerin neredeyse hepsi, başta güzelliği ile övünen Nüzhet olmak üzere büyüklenmeci bir tutum içindedir. Nitekim anlatıcının, tavırlarından ve bakışlarından söz ederken sıklıkla “küstah” ve “mağrur” nitelemelerini kullandığı Nüzhet’in 20 yaşında olup ortaokulu da henüz bitirememesine rağmen “yüksek tahsil gördükten sonra hayata giren ve hayatlarını iyi kötü değil, zararsız kazanan birçok adamlara bile yüksekten muamele e[ttiği],

36

hocalarına gösterdiği riyakâr nezaketten ise onlara karşı ileride takınacağı müteazzım ve mütecaviz tavırlar[ın] pekâlâ sezil[diği]” (24), çarşıda ya da deniz yolunda daima “mağrur ve hâkim bakışlar” (24) ile yürüdüğü öğrenilir.

Nüzhet’in annesi Nuriye Hanım da insanlarla ilişkilerinde en az oğlu kadar büyüklenmeci bir tutum içindedir. “Yaşlı, sakil, kendini beğenmiş bir kadın” (53) olduğu söylenen Nuriye Hanım, pahalı mücevherleri ve kıyafetleri, hizmetçileri, oğlunun güzelliği ve kocasının zenginliğiyle büyüklenmeci bir övünme, insanlarla ilişkilerinde tepeden bakar bir tutum içindedir. Evlerindeki hizmetçi kız Nuriye Hanım’a göre “aptal” ve “[o]dun gibi bir mahluk”tur (28). Oğlunun Mükerrem’le olan ilişkisinin uzamasından sıkılan Nuriye Hanım’ın, konuşmak üzere yanına geldiği Seniha’nın, “Bir emriniz mi var Hanımefendi? Niçin çağırtmadınız efendim?” (141) sözlerindeki “ ‘emir ve çağrılmak’ kelimelerine karşı bir estağfurullah demeden” (142) konuşmaya başladığına dair söylenenler de yaşlı kadının kendisini ne kadar büyük gördüğünü doğrulayan çarpıcı bir örnektir.

Romanın başkişisi Seniha’nın ise sınıfsal bir üstünlük ve ayrıcalık hissi ile çevresindeki herkesi içten içe küçümsediği görülür. Öğretmenlik yaptığı Amasra’dan Trabzon’a tayini çıkan Seniha’nın gitmek üzere eşyalarını hazırladığı sırada, evsahibi kadının boynuna sarılıp ağlaması üzerine aklından geçirdikleri, kendisini ne kadar üstün hissettiğini ve bu üstünlük duygusunun insanlarla sıcak, samimi ilişkiler kurmasını güçleştirdiğini göstermesi bakımından oldukça önemlidir:

Lakin Seniha oldukça mühim devlet hizmetlerinde bulunan ve

Amasra’ya da getirilmiş ve yine sandığa konmuş solukça fotoğrafında göğsü nişanlarla dolu görünen Ferik Cemal Paşa’nın kızı olduğunu hiçbir zaman unutmazdı. Kadını dudakların deriye âdeta dokunmadığı bir buse ile öpmeyi kâfi buldu. Mektepteki hepsi fakir ve mütevazi

37

insanların evladı olan talebelerin hiçbirini de sevmemiş, bir kere olsun öpmemiş, okşamamıştı. Kimse tarafından sevilmediği için basit köy kadınının muhabbetine mi kıymet verecek, bununla mı avunacaktı? (205)

Seniha’nın öğrencilerine de aynı kibirli tutumla yaklaştığı anlaşılır. Seniha’ya göre öğrencileri, “kimisi eleavuca sığmaz, kimisi miskin ve alil ve kimisi aptal köy çocukları”, çocukların anne ve babaları ise kaba ve “densiz” kimselerdir (235). Evsahibi Sıdıka’nın kendisiyle evlendirmek istediği erkek kardeşini “aile ve fikir seviyesi itibari ile” “kendisine küfüv” (199) bulmayan; “ellilik, şişman ve mintanlı adam karşısında yalnız istikrah” (205) duyduğu söylenen Seniha, romanın sonunda Zonguldak’tan Polathane’ye dönmek üzere bindiği Rize vapurunda karşılaştığı bar kadınlarının “hiç birini de beğenme[z]” (227). Seniha’nın bu bar kadınlarından biri olarak karşısına çıkan ağabeyi Halit’in eşi Mükerrem’e yaklaşımı da oldukça

küçümseyicidir. Nitekim Seniha’nın, konsomasyon yaptığını öğrendiği Mükerrem’le “iğrenen bir eda ile, bütün varlığı ile […] hakir görerek” (234) konuştuğu öğrenilir.

Nüzhet’ten, Nuriye Hanım ve Seniha’dan farklı olarak Mükerrem, açık büyüklenmeci davranışlar sergilemez; ancak romanın sonunda onun da insanlarla ilişkilerinde kibirli bir tavrı olduğu anlaşılır. Nitekim, Rize vapurunda, Seniha’nın kulak misafiri olduğu bar kadınları, adı artık Ayten olan Mükerrem’in “kibir”inden, “azamet”inden ve “kurum”undan söz eder, kendileri ile arkadaşlığa “tenezzül” ettiğini söylerler (230-32). Üstelik kadınlardan birinin söylediği şu sözler, “ilk mektep şahadetnamesinden başka bir tahsil vesikası” (74) olmadığı ve babası “nezaretlerden birinde kalem müdürü iken öldüğü” (75) bilinen Mükerrem’in yalan söylemiş olabileceğini de düşündürür: “Vaktiyle pek itibarlı bir adamın karısı imiş.

38

Kendisi temiz bir ailedenmiş. Galiba babası paşa imiş. Avrupa’da görmediği memleket yokmuş. Hem mükemmel Fransızca konuşuyormuş” (231).

Yıldız Olmak Kolay mı?’daki kişiler de başta Selma, annesi Hayriye Hanım

ve Seniha Hikmet olmak üzere büyüklenmeci davranış ve düşlemleriyle dikkat çekerler. “Üsküp’ün en büyük derebeyi ailelerinden birinin son erkek uzvu olan Şehsüvar Bey”in (184) kızı olmakla övünen ve bunu her fırsatta dile getiren Selma’nın “[d]erebeylerinin kızı olmaktan gelen bir vakar”la(104) annesi de dahil olmak üzere herkese tepeden baktığı görülür. Nitekim anlatıcı da Selma’dan söz ederken sıklıkla “mağrur” nitelemesini kullanır. Artık yaşlanan ve eski güzelliğinden eser kalmayan anne Hayriye Hanım da kızından aşağı kalmaz. Hayriye Hanım, kızının “yıldız” olacağı düşüncesiyle, “sıradan” insanlarla arasına set çekmeye o kadar hazırdır ki, ziyaretine geldiği; ancak yerinde bulamadığı Hasan Arif Bey’i, “[y]arın eteğini öpecek olan […] garsonlarla lâubali olmak ve onlarca bir ricacı sanılmak” (47) istemediği için bahçede değil, dışarıda bir pastacıda beklemeyi tercih eder. Romanda büyüklenmeciliğiyle dikkat çeken bir başka karakter Seniha

Hikmet’tir. Sanatçı olduğu için kendinde bir ayrıcalık bulan Seniha Hikmet’e göre “[B]ir san’atkâr, kendisini herkesin tâbi olduğu kayıtlara tâbi olmaktan müstağnî görmek hakkına sahiptir” ve kendisi de “cemiyete ender mahlûkların verebileceği bir zevki, bir saadeti” dağıttığı için “cemiyetten bazı istisnalar ve imtiyazlar” isteyebilir; “cemiyet” ise ondan “Aksaray’ın bilmem hangi mahallesinin hangi sokağında ve hangi numaralı evde oturan Ayşe Hanım’ın ve Fatma Hanım’ın evsafını ve hayat düsturlarını isteyemez” (135).

Tersine Giden Yol’un başkişisi Cezmi de, büyüklenmeciliği ile dikkat çeker.

Kıskanmak’ın Nüzhet’i, Nuriye Hanım’ı, Yıldız Olmak Kolay mı?’nın Selma’sı ve

39

küçümseyici bir tavır içindedir. Örneğin Cezmi, Ankara’ya geldiğinde ilk kaldığı yer olan Zafer otelinin uşağını, babasının valilik yaptığı yıllarda kaldıkları konağın “redingotlu ve el pençe divan ağaları” ile karşılaştırıp “kirli ve salak” (26) bulur. Oteldeki oda arkadaşları ise Cezmi’ye “garip şiveli Türkçeleri ve çok esmer çehreleriyle pek uzak ve adeta bedevi halinde memleketlerin insanları tesirini

veri[rler]” (38). Romanın sonuna doğru Đstanbul’a dönen Cezmi’nin “Hüseyin Hasip Paşa oğulluğunu ve [….] umumi katipliği unutup ilk defa küçük ve hakir insanlardan kendine eş say[dığı], onlara karşı yakınlık duy[duğu]” (261) hakkında söylenenler de önceki büyüklenmeciliğinin açık bir göstergesidir. Ne var ki, Cezmi’nin bu yeni tavrı uzun sürmez. Ürgüplü Kemal’in teklif ettiği işi kabul edip Kayseri’ye gitmek üzere trenin “ikinci mevki kompartımanına ayak atınca karşılaştığı manzara [Cezmi’nin] içinde paşazadelik zamanlarının ruhunu yeniden canlandır[ır]” (270) ve “yol arkadaşlarından ikisinin manzarası karşısında istikraha ve utanmaya pek benzer bir his duymaktan Cezmi nefsini menedeme[z]” (271).

Nahit Sırrı, “Gece Olmadan” adlı romanında da büyüklenmeci karakterler yaratmaya devam eder. Gerek Semiha gerekse kardeşi Adnan Harun kendilerini diğer insanlardan üstün gören ve çevrelerindeki herkese küçümser bir edayla yaklaşan kişilerdir. Jozef Tudeala’yı daha ilk gördüğünde “Ankaranın Yahudi mahallesindeki evi hayalinde görür gibi” (7) olup “istihfaflı bir eda” (7) takınan Semiha, daha sonra Ankara’da evlenme teklifi aldığı Ahmet Muhsin Bey’i de “oturup kalkmasında da bir taşralı acemiliği” (45) olduğu gerekçesiyle beğenmez. Adnan Harun da tıpkı ablası gibi şişkin bir egoya sahiptir. Stajyer bir memur olarak Ankara’da bulunduğu sırada eşyalı bir oda bulmak üzere gazeteye ilân veren Adnan Harun’un, kendisini

40

adlı adamın bu teklifi karşısında neler düşündüğüne dair söylenenler kendisini ne kadar büyük gördüğünü gösteren çarpıcı bir örnektir:

Bu buluşma teklifi o derece lâübali bir eda ile söylenmiş ve yapılmıştı ki, kibar bir Đstanbul ailesine mensup ve genç diplomat -belki

müstakbel büyük elçi!- Adnan Harun Bey âdeta bir hakarete uğramış duygusu içinde kalacaktı. Đlânını alıp kendisine makbuz kesen

memurun yüzüne tabiî hiç dikkat etmemiş bulunduğu için adam şimdi gözünün önünde canlanmıyordu ama bu bozuk şiveli, dangıl dungul adamın pek sünepe, pek kılıksız bir şey olacağında şüphesi yoktu. Yarabbi, havsalaya sığmaz bir talihin birdenbire devlet merkezi yaptığı bu şehirde -bu sözümona şehirde!- ne âdi, ne hödük insanlarla temas etmek zarureti vardı! Buluşmak…Bu herife yaraşan söz: ‘Emrettiğiniz yere geleyim, beyefendi!’ demek değil miydi? (9)

Sultan Hamid Düşerken’in Nimet’i de en az diğer karakterler kadar kendini

beğenmiştir. Nitekim, Meşrutiyet’in ilânıyla birlikte eski paşaların durumlarının tehlikeye düşmesinin kendisi de bir paşa kızı olan Nimet için ne anlama geldiği hakkında şu söylenenler, genç kızın ne kadar kibirli olduğunu doğrular niteliktedir:

Bakan ve görmeye tenezzül etmeyen gözlerle mağrur ve güzel, arabada ve kayıkta halkı âdetâ yarıp, âdetâ çiğneyip geçerek ilerleyiş, o beygirlerle kürekçilerin değil, zenginlikle kudretin götürdüğü araba ve kayıklarda giderken halkın varlığından o sanki habersiz ilerleyiş, bu ilerleyişteki doyulmaz gurur zevki, bir hafta içinde bunların hepsi kendisi için de maziye intikal etmiş demekti. (46)

41

Nimet’in babası Mehmet Şahabeddin Paşa da kızı gibi kendini beğenmiştir. Paşanın odasının betimlendiği şu parça, yaşlı adamın büyüklenmeci fantezileri olduğunu ortaya koyması bakımından önemlidir:

[B]ir taht gibi yüksekte durmakta olup üç geniş basamak merdivenle çıkılan geniş karyola ile onun sağında duran koltuk müstesna, pencereler boyunca devam eden sedirleri, şal kaplı yastıkları ve duvarlardaki âyet ve hadis yazılarıyla buranın o derecede eski zamanlara mahsus bir hüviyeti vardı ki, Paşa sedirlerin biri üzerinde gecelik entarisi ve yazlık kürküyle oturup enfiyesini çektiği veya altın zarflı fincanda kahvesini içtiği sırada kendisine Đkinci Abdülhamid devri sonunun değil, fakat Đkinci Mahmut ve hiç değilse Abdülmecid devrinin bir veziri demek münasip olurdu. (18)