• Sonuç bulunamadı

3.5 Yeni Bir Yer/Siberuzayda Yeni Mekansal Açılımlar

3.5.3 Sanaldan Gerçeğe Transfer Olan Mekânlar

3.5.3.1 De-konstrüksiyon

Bilgisayar ortam ve araçlarını ve dekonstrüksiyonu etkin bir şekilde kullanan yaklaşımlar, en genel ifadeyle tüm geçmiş dönemleri içine alan eleştirel bir tavrın ifade ediliş şeklidir. Daha önceden belirlenmiş tüm kuralları ve koşullandırmaları reddeder. Ancak, dekonstrüksiyonun, belirlenmiş kurallara ve sınırlandırmalara karşı tavrından hareketle, kendisinin de yeni kuralları ve sınırlandırmaları oluşturmaması gerekliliği, kendini bir üslup olarak göstermeme arayışının doğal bir sonucu olmasına rağmen, ironik bir durumdur. İronik durum, dekonstrüksiyonun, belirli kurallar çerçevesinde sınıflandırılmasını güç hale getirmekte (ki olması gereken de budur), fakat siberuzayın tanıdığı özgürlüklerle, “bireysel” anlamda rasyonalite ve akılcılığı farklı olarak ele alma, varolanı reddetme ortak paydası ile (aynı 1988 yılında birbirinden farklı yaklaşımlarla mekânı ele alan birçok mimarın aynı ortak paydada birleşmesi gibi) birleşmektedir (Şenyapılı, 1991). Başka bir ifadeyle, sanaldan gerçeğe transfer olan mekansal yaklaşımlar, dekonstrüksiyon, bilgisayar teknolojisi ve siberuzayın yaratıcılığa, özgünlüğe imkân tanıyan esnek yapısıyla, bireysel, kuralcılığa karşı

olan tüm mekânsal yönelimlerin toplamıdır. Buradan hareketle, sanaldan gerçeğe transfer olan mekânsal oluşumları genel bir çerçeve içerisinde, belirli kurallar ile sınıflandırmak yerine, daha çok mimarların bireysel anlamda her birinin kendine özgü olan, mekânsal yaklaşımları ve tasarımlarının mekânsal özellikleri ile oluşan bir havuzun bileşenlerini ele alarak ortaya koymak, daha doğru bir açılım olacaktır.

Dekonstrüksiyon’un kurucusu Derrida, 1980’den itibaren olan süreç içinde temel olarak Modernizm öncesi ve Modernizm’e ait tüm genel kuralları dışlayan mekansal yaklaşımların, sanki tarihi yokmuş gibi, günümüzde doğal ve kendini kanıtlamış olan kavramları analiz ve karşılaştırmaları ile onları kurumsallaşmamış gibi almaktır, şeklinde ifade etmektedir (Kırcı, 2005). Derrida’nın günümüzde varolan kavramların, kuralların tarihsel süreçteki deneyimsel oluşumlarını, eleştirel bir gözle bakarak ele alışı, farklı bir deneyimsel uzantı arayışı ya da deneyimi reddetmesi (geçmişe dönük anlamda), siberuzayda yeniden şekillenen, “üzerinde yaşadığımız yer” e ait deneyimlerden tamamıyla farklı yeni deneyim kavramıyla arasındaki bağı işaret etmektedir. Bu bağ, bilgisayarı tasarımlarında kullanarak, mekanı sanaldan gerçeğe dönüştüren mimarlar sayesinde, “yer” ve “yeni bir yer” arasında kurulmaktadır. Bu nedenle, sanaldan gerçeğe transfer olan mekansal yaklaşımlar, dekonstrüksiyonun deneyimsel farklılıkları işaret eden yaklaşımına paralel olarak, ortamın getirdiği karakteristik özelliklerden dolayı akılcı ve rasyonel olanın dışındaki sezgisel ve tesadüfî olanı, irrasyonelden rasyonel hale dönüştürme veya içerisine eklemleme arayışındadır. Mekânsal kurgu içerisindeki bilindik simetri, denge v.b. tasarım öğelerinin kullanımı,

eğrisel formlar, karmaşık strüktürler, farklı malzemelerle dönüşüm geçirerek

ya tamamıyla reddedilmekte ya da evrimleştirilmektedir.

Felsefe bağlamında Derrida’nın dekonstrüksiyon üzerine yapmış olduğu açılımlar, mimarlıkta, mekânsal oluşumlarda benzer yaklaşımlarla kullanılmaktadır. Felsefi anlamda ele alındığında, Dekonstrüksiyon, metnin yapısını parçalara ayırmak demek değil ama metnin kendini parçaladığının bir tür ispatıdır (Proudfoot J., 1988). Bu tür çalışmalarda öncelikle anlam ve anlam

dizileri sunulur. Sonra bu karmaşıklaştırılıp yapısal olarak ayrıştırılır. Bütün bu işlemler, aranan temel anlamın olasılıklarını belirlemek için yapılır (Jenks C., 1988). Dekonstrüktivist projede ise metnin kendini parçalamasına benzer bir yaklaşımla, form kendi kendini alt üst etmektedir. Formal parçalanma işlemleri, mekânda formların fragmantizmi (Temel formları parçalama anlamında kullanılmaktadır) olarak yaygın uygulama biçimi bulmaktadır. Ancak burada bahsedilen fragmantizm hiçbir zaman belirli kurallarla sınırlanamaz. Kendini tekrar etmeme ilkesi ekseninde, felsefi açıdan metinin, mimari açıdan da formların birleşim ve ayrılmaları, süreklilik ve devamlılıkları, sürekli bir yenilikçi devinim halinde olarak, dikkat çekici dekonstrüktivist estetik oluşmaktadır (Benjamin A., Derrida J., 1988).

Sanaldan gerçeğe transfer olan mekanlar içerisinde özellikle dekonstrüktivist yaklaşımlarda oluşturulan mekânlara yönelik en belirgin eleştirilerden birisi, mekânda formların fragmantizmi ile fonksiyonun da parçalandığı ya da alt-üst olduğudur. Ancak formların parçalanması ya da bu iç alt-üst oluş fonksiyonu yıkmamaktadır. Bunun nedeni, fragmantizmin asıl amacının formları parçalamaktan ziyade, özünde, mimari sapma, eğilme ve bükülmeden çok,

kompozisyonu bozma, yıkma, eriyip kaybolma veya entegre olmama arayışıdır.

Kısacası bu tür yaklaşımlarla elde edilmek istenen temelde sanıldığı gibi yıkım ve erime demek de değil, yıkım ve erimenin mecazi anlamıyla, yapıda yer değiştirmektir (Kırcı, 2005). sanaldan gerçeğe transfer olan mekân tasarımları, çelişkileri ve kendi iç şiddetine rağmen, formun ayakta kalabildiğini, irrasyonel olanı fiziksel anlamda somutlaştırarak rasyonele ekleyerek, daha güçlü olarak ortaya çıktığını görmekteyiz. Olağan olandan uzak, sıradışı olarak ifade edilebilecek formları, gözle görülen dengeli şekiller içerisinde, “detaycılık” ile yapısal problemleri ortaya çıkartarak, yapısal çöküntüye de neden olmamaktadır. Tam tersine inşa edilmesi zor olarak görülen formların dengeli ve statik değerler taşıyabileceği yönünde, yerçekimine karşı olan bakışı değiştirmektedir. Bu da, yapılarda meydana gelebilecek hataları ortaya çıkarmama kaygısını taşımadan yapılmaktadır. Bu nedenlerle, sanaldan gerçeğe transfer olan mekânları şekillendiren mimarlar, saf şeklin değişik dilemlemesini yapar. Böylece hepsi

yalancı bir mimariyi kontrolsüzce aşina olandan aşina olmayana doğru kayan ve kendini bozan bir mimari üretir (Jenks C., 1988).

Dekonstrüksiyon ile “yeni bir yer/siberuzay” da deneyimlenerek (sanal anlamda bedensel ve zihinsel) “yer” üzerinde somut hale getirilen mükemmel form, mükemmel olmayan bir sonuca gitmektedir. Bu ikili birbirinden ayrılmaz parçalar gibi görülür. Bu çelişkiden kaynaklanan rahatsızlık duygusu aslında forma denge ve kimlik kazandırmak amacındadır. Mükemmeliyet, her zaman mükemmel olmamayı doğurur. Bu yeni mekansal yönelim, birbirine tezat

kavramlar, mükemmel olan ve olmayan, arasındaki çizgi üzerinde varolarak yeni

açılımlar sağlama arayışındadır. Yani kusursuzluk da bir kusur olarak değerlendirilmektedir. Bu görüş projelerin formları içersinde kendini göstermektir (Kırcı, 2005).