• Sonuç bulunamadı

2. YAŞLANMANIN POLİTİK EKONOMİSİ VE AKTİF YAŞLANMA

2.1.1. Değişen Aile Yapısı

Kentsel büyümenin aile biçiminin geniş aileden çekirdek aileye dönüşmesine yol açtığı düşüncesi ilk kez 19. yüzyılda sosyolog P. I. Sorokin tarafından ifade edildi. Sonrasında ise Sorokin’in öğrencisi olan Talcott Parsons, ikiden fazla kuşağın bir arada olduğu ya da aynı kuşaktan olup ikiden fazla evli çiftin aynı evi paylaştığı geniş aileye oranla çekirdek ailenin büyük şehri, bireyciliği ve endüstri toplumunu simgelediğini ortaya koydu (Sennett, 2010: 233). Kapitalizm öncesi toplumlarda ise aile, bireylerin fizyolojik, toplumsal ve psikolojik tüm ihtiyaçlarını karşılayan, toplumsal açıdan üretim, üreme, ailenin ve toplumun yeniden inşasını sağlayan tek ve bağımsız kurumdu. Aile içi hiyerarşinin üst düzeylerinde bulunan yaşlılar ise üretim başta olmak üzere ailenin tüm fonksiyonlarını denetleyen karar mekanizmasında kilit rol üstlenirdi (Özbay, 2015: 32-35). Yaşlılar, geçmişin birikimlerinin taşıyıcısı, geleneksel bilgiye sahip ve bu nedenle de toplumsal hayatta önemli kişilerdi (Özsel ve Güler, 2016: 24). Öte yandan kapitalizm öncesi dönemde bile ataerkil geniş ailenin bir yaşayış biçimi olarak değil de, bir ilişki biçimi olduğu ifade edilmelidir. Yaşam döngüleri içinde aileler geniş- çekirdek- geniş (ailedeki yaşlının ölmesiyle aile çekirdek aileye dönüşebilir) aile biçimlerinde bulunabilirler ancak burada önemli olan, ailenin yeniden üretilmesi sırasında ve yaşlıların bakıma ihtiyaçları olduğu dönemde aile üyelerinin birbirlerine yardımcı olma geleneğidir (Özbay, 2015: 59). Nitekim geleneksel aile yapısı içinde yaşayan yaşlıların modern aile yapısında sıkça görüldüğü gibi yalnızlaşmadıkları bilinir. Bunun en büyük nedeni geleneksel aile yapısının buna uygun koşulları yaratmadığıdır (Tufan, 2016). Geleneksel aile yapısında yaşlı, ailenin en bilgili ve deneyimli kişisi olarak aile içinde saygı gösterilen ve bakılan üyesi konumunda olduğundan yaşlının statüsü güvenceye alınmıştır (Altan ve Şişman, 2003: 12).

52

Zamanla, toplumların endüstrileşmesiyle birlikte, yaşlıların sosyal statüsü arasında ters orantılı bir ilişki olduğu görülmüştür. Modernleşmeden kaynaklanan hızlı değişme sürecinde bireysel deneyim ve bilgilere daha az gereksinim duyulduğundan yaşlı bireylerin sahip olduğu tecrübenin eski kıymeti kalmamıştır (Arpacı, 2016: 9). Çünkü modernleşme sürecinde ataerkil geniş ailenin fonksiyonları, bu fonksiyonları yerine getirecek kurumların ortaya çıkışı ve üretim ilişkilerinin değişmesiyle azalmıştır. Çekirdek aile, modern yaşamın hareketliliği ve esnek yapısına uyum sağlayan bir aile formu olarak ortaya çıktığından, yaşlı bireyin yaşamını sürdürmesi için gereken ekonomik ve psikolojik destek olarak, doğrudan kaynak sağlama işlevinin giderek azalmasına neden olmuştur (Hablemitoğlu ve Özmete, 2010: 76). Bununla birlikte kırsal yaşamdan kentsel yaşama geçiş, yaşam süresinin uzaması, özgüven eksikliği, göreli yoksullukları, kurum bakımı hizmetini ikinci derecede kabul edilebilir görmeleri ve kuşaklararası gerilim gibi nedenlerle yaşlılar aile içindeki konumlarını kaybetmektedirler (Kalınkara, 2009).

Aile yapısının geleceği konusunda henüz Türkiye’de çok fazla araştırma bulunmazken Toffler, Amerikan toplumu için aile kurumunun giderek çözülüp yok olacağını iddia etmektedir (Özbay, 2015: 103). 2001 yılında ABD’de 65 ve üzeri kişilerin boşanma ve ayrılma oranı % 9 iken, bu sayı 55-64 yaş arasındakilerde % 17, 45-54 yaş arasında ise % 18 olduğu düşünüldüğünde böyle bir eğilimin olduğu düşünülebilir (Powell, 2014: 141). Ancak yine de aile kurumunun yok olup olmayacağı sorusu kuşkusuz zor bir sorudur. Bununla birlikte TÜİK’in yapmış olduğu aile yapısı anketleri ile evlenme ve boşanma oranları, aile yapısının geleceği hakkında fikir vermesi açısından önemlidir. Nitekim son veriler, çekirdek aileden oluşan hanehalklarının oranın 2014 yılında % 67,4’ten 2017 yılında % 66,1’e düştüğünü; buna karşılık tek kişilik hanehalklarının oranının 2014 yılında % 13,9’dan 2017 yılında % 15,4’e yükseldiğini göstermektedir (TÜİK, 2018b). Yine TÜİK’in (2018), 2017 verileri 65 ve üzeri yaşta 3933 kişinin, 55-64 yaş arasındakilerde 13 bin 422 kişinin, 45-54 yaş arasında ise 40 bin 572 kişinin boşandığını göstermektedir. Benzer şekilde 2013 yılında Hacettepe Üniversite Nüfus Araştırmaları Enstitüsü tarafından gerçekleştirilen Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması da tek kişilik hanehalklarının oranlarının 1978’de % 3, 1988’de % 4,3, 1998’de % 5,2, 2008’de % 6,3 ve son olarak 2013’te % 8,5 olduğunu dolayısıyla da

53

tek kişilik hane sayısında artış yönünde bir ivmenin gerçekleştiğini göstermektedir (HÜNEE, 2014). Araştırma aynı zamanda çocuksuz çekirdek aile yapısının geçici olmaktan ziyade kalıcı bir sürece dönüştüğünü ortaya koyması bakımından da önemlidir. Çalışma bu kalıcılığın nedenlerinin ise gebeliği önleyici yöntem kullanımının bir sonucu olarak ilk çocuğa sahip olma süresinin uzamasından ve demografik dönüşüm sürecinde ölüm hızlarının azalmasının bir sonucu olarak çocukların evden ayrılma süreci sonrasında ebeveynlerin yaşam sürelerinin uzamasından kaynaklandığını ortaya koymaktadır. Bununla birlikte günümüzde, ekonomik ve siyasi etmenlerin tümünün aile kurumunu pekiştirir nitelikte olduğu ifade edilmelidir. Nitekim siyasi otoriteler tarafından aile kurumunun Türk toplumuna hayat veren kurum olduğu sıklıkla vurgulanarak hükümetin aile üzerinde sürdürdüğü toplumsal denetimi 2011 yılında kurdukları Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ile görmek mümkündür (Özbay, 2015: 104). Ancak tüm bu çabaya rağmen evlenme hızlarında azalma buna karşılık boşanma hızlarında küçük de olsa artış görmek söz konusudur (Tablo 15). Dolayısıyla küresel demografik yapı değişikliklerinin, yaşlanma ile birlikte geleneksel aile yapılarını da değiştirdiği ve günümüzde çekirdek aileden de küçük ve istikrarsız yeni aile yapılarını ortaya koyduğu ifade edilebilir. Bu yeni aile tiplerinin dikkat çeken en temel özellikleri; boşanma ve ayrılmalarla ortaya çıkan tek ebeveynli küçük aileler, çekirdek veya tek ebeveynli aile ile birlikte yaşayan büyükanne ve büyükbabalı aileler ve resmi evlilik bağı olmaksızın birlikte yaşayan eş ve çocuklardan oluşan ailelerden oluşmalarıdır (Alper vd. 2012: 30).

54

Tablo 15: 2001-2017 Yılları Arasında Kaba Evlenme ve Boşanma Hızları Yıl Kaba evlenme hızı (‰) Kaba boşanma hızı (‰)

2001 8,35 1,41 2002 7,73 1,44 2003 8,47 1,39 2004 9,10 1,35 2005 9,37 1,40 2006 9,18 1,35 2007 9,10 1,34 2008 9,04 1,40 2009 8,21 1,58 2010 7,97 1,62 2011 7,99 1,62 2012 8,03 1,64 2013 7,88 1,65 2014 7,77 1,70 2015 7,71 1,69 2016 7,50 1,59 2017 7,09 1,60

Kaynak: Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü, tuik.gov.tr

Bir başka ifadeyle doğurganlık oranlarının düşmesi, tek ebeveynli ailelerin sayısındaki ve boşanma oranlarındaki artış, son 30-35 yıllık süreçte geleneksel aile yapısını değiştirmiştir (Akgeyik, 2006: 59). Bu süreçte değişen aile yapısında ise en çok etkilenen grubun yaşlılar olduğunu söylemek mümkündür. Çünkü geleneksel geniş aileden çekirdek aileye geçişte, kadınların çalışma hayatına girmesi ve ailelerin konutların sınırlı mekânlarında sürdürdükleri yaşam, özellikle büyük kentlerde ve megapollerde yaşayan yaşlıların sorunlarının giderek artmasına neden olmaktadır. Dolayısıyla da değişen yapı nedeniyle aile, artık sosyal güvenlik kurumu olmaktan uzaklaşmaktadır (Altan ve Şişman, 2003: 13). Bu alanda oluşan boşluk ise 20. yüzyıl ortalarından başlayarak devletlerin geliştirdiği sosyal politikalarla doldurulmaya başlanmıştır. Özellikle ekonomik olarak gelişmiş toplumlarda, devletin yaşlı bakımında önemli bir rol üstlenerek emekli maaşı, sağlık ve yaşlı hizmetleri gibi hizmetlerin kamu tarafından karşılanmasını bölgesel farklılıklar göz önünde tutularak sağladığı görülmektedir (Duben, 2018: 69).

Bununla birlikte geleneksel aile yapısından çekirdek aileye geçişteki süreçte fonksiyonel olarak geniş aile ve akrabalık sistemi yerini korumakla beraber,

55

geleneksel ailede saygı duyulan, danışılan yaşlı birey çekirdek aileye geçişte kendine yer bulmakta güçlük çeker (Altan, 2007: 271). Bu kapsamda kırda ve kentte ayrı hanelerde yaşanmasına rağmen akrabalar arasında karşılıklı yardımın ve desteğin beklendiği görülmekte ve maddi desteğin yanında çocuk bakımı için yaşlı anne babadan destek istenirken yaşlı anne babanın bakım ve geçim sorumluluğu yetiştin çocuklarına düşmektedir. (Lee ve Reher, 2011: 2; Duben, 2018: 71; Taşçı, 2016: 47- 48; Altan ve Şişman, 2003: 13). Bu da ekonomik olarak gelişmiş ülkelerde yaşlı bakımında kamu sektörünün ağırlıklı bir rol üstlense de, yetişkin çocukların yaşlıların kişisel bakımına önemli ölçüde yardımcı olmaya devam ettiğini göstermektedir. Benzer şekilde uzun bir üçüncü yaş döneminin yaşanıyor olması, Avrupalı ailelerde büyükanne ve büyükbabaların bakım rollerinin de artmasına neden olmaktadır (Duben, 2018: 69-71). Nitekim TÜİK’in Aile Yapısı Araştırması sonuçları bu durumu destekler niteliktedir. Yapılan son çalışma, hanedeki küçük çocukların bakımının, anneden sonra (% 86), anneanne veya babaannesi (% 7,4) tarafından gerçekleştiğini, buna karşılık bireylerin, kendilerine bakamayacak kadar yaşlandıklarında en çok çocuklarının yanında kalmak istediklerini (% 37,6) ortaya koymuştur (TÜİK, 2017d). Ancak bu tespite dayanarak Türkiye'de yaşlıların, yaşlanmanın yarattığı sorunlarla mücadelede aile desteğine sahip olduğu ve bu anlamda da yaşlılara yönelik sosyal politikalara gereksinim duyulmadığı sonucu çıkarılmamalıdır (Altan ve Şişman, 2003: 13).