• Sonuç bulunamadı

Davranışçılığın Dine Yaklaşımı

Psikolojiyi sadece görülen davranışlarla sınırlandıran Davranışçılar, bu durumun doğal bir sonucu olarak din ile ilgili konulara çok fazla değinmemişlerdir. Özellikle Davranışçılık ilkelerine sıkı sıkıya bağlı olan psikologlar, dine karşı sempatileri olsa dahi, çalışmalarında dini kabul ya da reddettikleri yönünde bir bilgi vermemişlerdir. Bununla birlikte, genel olarak davranışçıların varsayımlarına göre dinî davranışlar, diğer davranışlar gibi uyarıcılar neticesinde ortaya çıkan fizyolojik tepkinin bir sonucudur. Tepki meydana getiren uyarıcıların da çok az bir kısmı, dinin metafizik etkisiyle oluşmaktadır. Bu sebeple Davranışçılık tarafından etki altına alınan akademik Psikoloji, özellikle 1960’lı yılların sonlarına kadar, din konusuyla nadiren ilgilenmiştir. Örneğin davranışçı ekolün ders kitapları, genellikle konuyla ilgili referanslara kısaca değinip

391 Kendler, Basic Psychology, s. 38.

392 Richards, Psikolojiyi Yerli Yerine Oturtmak, s. 108-109. 393 Richards, age, s. 113.

geçmiştir. Biyolojik, deneysel, ölçülebilir olmayı vurgulayan bu psikologların oluşturduğu literatürde, dini kapsamlı ve sistematik bir şekilde ele alan araştırmalar yok denecek kadar azdır. Bununla birlikte Davranışçılık, tüm insanlığa dair kuramlar ortaya attığı için toplumların ve insanın hayatında oldukça etkili olan dinî unsurlarla da karşı karşıya kalmıştır.395

Amerika kaynaklı bir ekol olan Davranışçılık, Psikoloji alanında en etkili ekollerden biridir. Yapısalcı ve İşlevselci dönemlerin ardından Psikoloji’nin davranışçılığa yönelmesi, ruhsal konuların önemli ölçüde ihmal edilmesi ile sonuçlanmıştır. Davranışçılığın indirgemeci metotları, inanç konularına ve doğrudan ölçülmeyen teorik yapılara çok az yer vermiştir. Daha net bir ifadeyle, Psikoloji bu dönem için din yerine daha bilimsel olarak düşünülen geleneksel Psikoloji’nin konularıyla ilgilenmiştir.396

Önceki bölümde belirtildiği üzere ekolün kurucusu olan Watson ve Skinner gibi davranışçı öğretiye sıkı sıkıya bağlı kalan psikologların yanı sıra, bu ekolün ısrarla üzerinde durduğu deneysel yöntem ve ölçme araçlarını kullanmakla birlikte zihinsel süreçlere bir dereceye kadar önem atfeden psikologlar da vardır. Yeni Davranışçılık’ın bakış açısını yansıtmak için Watson, William Sargant (1907-1988) ve Skinner’e başvurulacaktır.

Yayınlarında din ile ilgili konulara çok az yer vermiş olan Watson’a göre din, - diğer insanları etkileyen konumda olan tüm dindar insanları kastettiği kitle olarak- sihirbaz hekimler (medicine men) tarafından geliştirilen bir kontrol aracıdır. Dinî davranış sistemi, korku aracılığıyla yavaş yavaş bireye aşılanır ve otoriter tutumla bu davranışın devamı sağlanır. Bedenden ayrı bir ruhun varlığına inanmak gibi doğrulanamayan dogmaları beslediği ve objektif bilimsel araştırmada olumsuz kabul edilen korku ve otorite gibi metotları kullandığı için din, bilime iki kere karşıdır.397

Watson gibi Skinner da dinin, bir çeşit davranışı kontrol mekanizması olduğunu savunmuştur. Korku temelli din eğitiminin de etkisiyle Tanrı’ya olan inancını yitiren Skinner’a göre din anlatımında önemli olan cennet, olumlu pekiştireç; cehennem de olumsuz pekiştireç şeklindeki kavramlardır. Her ikisi de kişinin bir davranışı sergilemesi veya vazgeçmesi üzerinde etkili olabilir. Diğer çalışmalarında çok değinmemesine

395 Crapps, An Introduction to Psychology of Religion, s. 96-97.

396 Nielsen, Michael E., “Psychology of Religion in the USA”, http://www.psywww.com/psyrelig/USA.html, 29.07.06.

rağmen o, Science and Human Behavior (Bilim ve İnsan Davranışı, 1953) isimli eserinde dine bir bölüm ayırmış ve bu bölümü hukuk, psikoterapi, ekonomik kontrol ve eğitim gibi konularla birlikte “kontrol araçları” başlığı altında vermiştir.398 Dolayısıyla Skinner dinî hayatı, şartlanmış davranışa indirgemiş; edimsel koşullanma teorisinde geliştirdiği pekiştireç kavramını dinî unsurlara uyarlamıştır. Özgürlük ve Saygınlığın Ötesinde isimli kitabında o, din ile pekiştireç teorisi arasındaki ilişkiyi şu şekilde ifade etmiştir:

“Cezadan kaçınmanın kolay bir yolu, cezalandıran varlıktan kaçınmaktır... Eğer motor sürücüleri hız kurallarına sadece polisi gördükleri zaman itaat ediyorlarsa hız, radarla izlenebilir. Ancak bu sefer de sürücüler, radarın ne zaman kullanımda olduğunu haber veren bir elektronik cihaza başvurabilirler. Bütün vatandaşlarını birer ajana çeviren bir devlet ya da her şeyi gören Tanrı kavramını yücelten bir din, cezalandıran varlıktan kaçmayı neredeyse imkansız hale getirir ve böylece cezalandırıcı ihtimaller (punitive contingencies) büyük oranda etkili olur. İnsanlar, gözle görünür bir denetleyici olmamasına rağmen doğru davranırlar.”399

Dinî kurumlara da değinen Skinner, toplumsal “-izm’ler” arasında bunların “pekiştirmenin değiştirme gücü” tarafından oluşturulduğunu ileri sürmüştür. Sosyal kurumlar, bir kişinin geleneksel davranışlarını korumakta ve çocuk, fiziksel çevrenin içine olduğu kadar bu kurumların içinde bulunduğu çevrenin de içine doğmaktadır. Bir kültürde ortaya çıkan pekiştireçler, o kültürün değerleridir. Dinî kurum, “iyi” ve “kötü”nün “sevap” ve “günah” haline geldiği sosyal düzenin özel bir formudur.400

Pavlov ve Skinner tarafından farklı yönleriyle ele alınan şartlanma teorisi, davranışçı yaklaşımın temelinde yer almaktadır. Bu teori, dine psikolojik yaklaşımı doğrudan etkilememiş olmasına rağmen davranışçıların dine dair görüşleri üzerinde etkili olmuştur. İngiliz psikiyatr William Sargant, Pavlov’un görüşlerine dayanarak sınırlı da olsa bir ihtida teorisi ileri sürmüştür. Battle for the Mind (Zihin Mücadelesi, 1957) isimli kitabında Sargant, ihtida fenomenini ele almak için Pavlov’un ikiz kavramları “transmarjinal uyarılma” (transmarginal stimulation) ve “transmarjinal engellenme” (transmarginal inhibition) yi kullanır. Pavlov, basit koşullanma mekanizmasının etkili olduğu sınırları test etmek için hayvanlar üzerinde aşırı uyarılma şeklinde deneyler

398 Woefel, James, “Listening to B. F. Skinner”, http://www.religion- online.org/showarticle.asp?title=1199, 02.05.2008.

399 Skinner, Beyond Freedom and Dignity, s. 63.

yapmıştır. Elde edilen sonuçlara göre beklenen şartlı tepkiler, aşırı uyarılma halinde şu üç aşamada beklenmeyen tepkiler haline gelmektedir. “Denge” devresinde uyarıcının şiddeti ile salya tepkisi doğru orantılıdır. “Çelişkili” devrede zayıf uyarıcılar, güçlü uyarıcılardan daha fazla salya tepkisi ile karşılanırlar. “Aşırı çelişkili” devrede ise, olumlu bir uyarıcıya karşı tepki verilmezken olumsuz uyarıcıya salya tepkisi gösterilir.401

Sargant, insanların da bu aşamalarla tepkide bulunduklarını varsaymış ve din değiştirmeyi de bu doğrultuda açıklamıştır. Uzun süreli transmarjinal uyarılma ve engellenme, “histerik duyarlılıkta belirgin bir artma şeklinde bir beyin aktivitesi” ile sonuçlanmaktadır. Bunun sonunda birey, daha önce alışık olduğu ve doğal şartlar altında etkilenmediği çevresinde etkiye yatkın hale gelmektedir. Ânî ve çarpıcı ihtidalar bu şekilde açıklanabilir. Sargant, güçlü dinî uyanışlar içinde ortaya çıkan -cehennem ateşinde yanmak gibi- hayalî korkuları, “sunî olarak oluşturulmuş yoğun duygusal heyecana” durumu olarak görmüştür. Bu durumlar, Pavlov’un transmarjinal engellenmesine benzemektedir. Dinî terimlerle ifade edilecek olursa; mühtediler günah dolu geçmişlerinden kurtulur ve yeni hayatlarında iknaya açık hale gelirler. Etkiye açık olmaları da, yeni bir takım inanç ve uygulamayı kolayca kabul etmelerini sağlamaktadır.402 Görüldüğü gibi Sargant, davranışçı yaklaşımın görüşlerini destekler

nitelikte, ihtida tecrübesini nörolojik bir tepki olarak ele almış; güçlü dinî fenomenlerin fizyolojik bir boyut içerdiğini savunmuştur.

401 Akpur, Pavlov, s. 109.

402 Şahin, Adem, Dine Psikolojik Yaklaşımlar, Adal Ofset, Konya 2008, s. 65-66; Crapps, An Introduction to Psychology of Religion, s. 99-100; Wulff, Psychology of Religion Classic and Contemporary, s. 87.

IV. GESTALT PSİKOLOJİSİ VE DİN