• Sonuç bulunamadı

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

KAVRAMSAL ÇERÇEVE

3.1. Yabancı Dil Öğretimi İle Teknoloji Arasındaki İlişk

3.1.2. Davranışçı Yaklaşım

1913’de Columbia Üniversitesi’nde yayınlanan Davranışçılara göre Psikoloji (Psychology as the Behaviorist Views It) adlı makalesindeki görüşleriyle davranışçı kuramın temellerini atan John Broadus Watson (1878–1958), öğrenmenin uyarıcı ile davranış arasında bir bağ kurularak gerçekleştiğini ve pekiştirme yoluyla davranışın değiştiğini açıklamaktaydı. İnsan ve hayvan davranışlarının gözlemlenebilir olgular olduğunu savunan Watson, insanların ve hayvanların laboratuarda belli bir durum karşısında nasıl davrandıklarını incelemiş ve öğrenmeyi uyarıcı ile davranış arasında bağ kurma işi olarak açıklamıştı.

Bütün davranışların temelinde uyarıcı-tepki ilişkisinin yattığını ve bir davranışta uyarıcı ile tepki arasında oluşan bağların var olduğunu ileri süren Watson, bu bağların ardışıklığını üç ilke ile açıklamaktadır. Bunlar bağ ilkesi, sıklık ilkesi ve tekrar ilkesidir.

Karmaşık bir davranışın meydana gelmesini sağlayan koşullu uyaranla tepki arasında bir bağın oluşması ve bunun bir döngü şeklinde devam etmesini bağ ilkesiyle açıklayan Watson (1913), bu durumun koşullanmış bir dizi uyarıcı-tepki dizgesi oluşturacağını belirtmektedir. Sıklık ilkesiyle, organizmanın belirli bir uyarıcıya karşı gösterdiği belirli bir tepkiyi ne kadar çok gösterirse (tekrar), aynı tepkiyi tekrar gösterme olasılığının artacağını ortaya koymaktadır. Ayrıca bir uyarıcı karşısında gösterilen en son davranışın, uyarıcı tekrar edildiğinde yeniden ortaya çıkma ihtimali daha yüksek olması ve etkili bir öğrenme için, ilgi çekici, anlamlı iyi düzenlenmiş tekrarlar gerekli olduğu görüşünü de tekrar ilkesiyle açıklamaktadır.

Edward Lee Thorndike (1874–1949) da Watson gibi uyarıcı-tepki ilişkisine ve deneme-yanılma yoluyla öğrenmeye yönelik bulguları, hayvanlar üzerinde yaptığı deneylerle ortaya koymuştur. Eğitim Psikolojisi (Educational Psychology) adlı kitabında tepkinin birey üzerinde bıraktığı etki konusundan bahsetmiş ve tepkiden elde edilen doyumun davranışın tekrar edilme sıklığını artırdığını, tatmin edici sonuçlar alındığında uyarıcı-tepki ilişkisinin pekiştirildiğini ileri sürmüştür. Fakat tatminsizliğin

tepkide bulunmayı ortadan kaldırmadığını, bireyin yeni çözüm yolları aradığını ve bu sayede deneme-yanılma yöntemlerine devam ettiğini belirtmiştir.

Thorndike (1913), öğrenmeyi üç ilkeyle açıklamaktadır. Bunlar etki ilkesi, egzersiz (alıştırma) ilkesi ve hazır oluş ilkesi’dir. Thorndike’ın, hoşnutsuzluğun uyarıcı- tepki bağını güçlendirdiği ve pekiştirdiği yolundaki ilkesi etki ilkesi olarak bilinir. Etki ilkesine göre bireyin sınama-yanılma davranışları sonucunda başarıya ya da başarısızlığa, ödül ya da cezaya yol açan en uygun tepkiyi seçeceği var sayılmaktadır. Thorndike, başlangıçta öğrenci davranışlarını değiştirmede ödül ve cezanın aynı derecede etkili olduğunu savunmuş; fakat daha sonraki deneylerinde ödülün daha etkili olduğunu saptamıştır. O’na göre ceza, yanlış tepkinin tekrarlanma olasılığını, ödülün doğru tepkiyi arttırma olasılığı kadar azaltmamaktadır.

Öğrenme sürecinde ezber yerine tekrarın daha etkili olduğunu savunan Thorndike (1913), egzersiz (alıştırma) ilkesiyle öğrenmenin gerçekleşmesinden sonra uyarıcı-tepki bağını güçlendirmek için alıştırma yapmanın gerekli olduğunu belirtir. Alıştırma yapılarak bağın güçlendiğini ve böylece öğrenmenin sürekliliğinin sağladığını, aksi takdirde zayıflayarak unutulmaya neden olacağını savunur.

Thorndike (1913), hazır oluş ilkesiyle hazır olmayı yalnızca fizyolojik açıdan ele almaktadır. Yani öğrenmenin gerçekleşebilmesi için görme, işitme, dokunma gibi duyuların gerekli düzeye erişmiş olması gerektiğini belirtmektedir.

Uyarıcı-Tepki ilişkisinin üzerinde duran davranışcı kuramcılara göre iki tane önemli öğrenme süreci vardır. Bunlar klasik koşullanma ve edimsel koşullanma’dır.

a- Klasik koşullanma: Deneylerini daha çok köpekler üzerinde yapan Rus bilim adamı Ivan Petroviç Pavlov (1849–1936) tarafından ortaya atılan klasik koşullanma kuramı, öğrenmeyi koşullanmış tepki olarak açıklar ve öğrenme sürecini etki (uyarıcı) ve refleks tepkiler arasında çağrışımlar kurmaya dayandırır. Pavlov bu amaçla yaptığı deneyde, köpeğe yiyecek vermiş ve yiyecekle birlikte ya da bir süre sonra zil çalmıştır. Bunu birçok kez tekrarlamış ve bir süre sonra zil çalıp yiyecek vermediği halde köpeğin salya salgıladığını saptamıştır.

Başlangıçta zil nötr bir uyarıcı iken, et ile birlikte sunulması köpeğin zil sesine koşullanmasına neden olmuştur ve böylece zil koşullu uyarıcı durumuna gelmiştir. Bu şekilde köpek zil sesiyle yiyecek verileceğini öğrenmiştir. Bu durum insan ve hayvanların önceleri tepkide bulunmadıkları bir uyarıcıya karşı belirli koşullar sonucunda tepki vereceğini açıklamaktadır. Buna klasik koşullanma (conditionnement classique) denir.

b- Edimsel koşullanma: Thorndike'ın çalışmalarından yola çıkan Burrhus Frederic Skinner (1904–1990), klasik öğrenme kuramının aksine, sadece doğru tepkilerin ödüllendirilerek (pekiştirilerek) kalıcı öğrenmeler gerçekleşebileceğini ileri sürer. Zira Skinner’e göre, gösterilmesi gereken davranışın amacı önceden bellidir ve bu öğrenmeler deneme-yanılma yoluyla olmaktadır. Yani organizmanın göstermiş olduğu bir davranışın pekiştirilmesi yoluyla tekrar gösterilmesinin sağlanmasıdır. Şöyle ki; bir davranış sonucunda ortaya hoş bir durum çıkıyorsa organizmanın bunu tekrar etme ihtimali çok yüksektir, eğer hoş olmayan bir durum ortaya çıkıyorsa bu davranışın tekrar edilme olasılığı düşecektir. Ortaya çıkan bir davranışın ardından olumlu bir etki yaratılıp hoşa giden uyarıcılar verilmesine edimsel koşullanma (conditionnement opérant) denir.

Skinner (1957) de deneylerini hayvanlar üzerinde ve laboratuar ortamında yapmaktaydı. Deneylerinde, bir kafese koyduğu hayvana buradaki manivelaya dokunmasıyla bu davranışı pekiştirecek olan yiyecek vermiştir ve böylelikle hayvan manivelaya her dokunduğunda yiyecek almış ve bunun neticesinde manivelaya dokunarak yiyecek alabileceğini öğrenmiştir. Burada pekiştireçlerin çok önemli rolü vardır. Pekiştireçlerin düzenli ve zamanında kullanılması öğrenmenin gerçekleşmesi için en önemli hususların başında gelmektedir.

Pekiştireçler, olumlu ve olumsuz olmak üzere ikiye ayrılırlar. Bir davranış sonucunda organizmanın hoşuna gidecek uyarıcıların verilmesine olumlu pekiştireç denir. Olumlu pekiştireçler ise birincil ve ikincil pekiştireçler olarak ikiye ayrılırlar. Birincil olumlu pekistireçler; organizmayı doğal olarak pekiştiren ve canlının yaşaması ile ilgili olan pekiştireçlerdir, biyolojik ihtiyaçlardan kaynaklanır. Yiyecek, su, korunma, sevgi, cinsellik vb. uyaranlar… Bu tür pekiştireçler öğrenilmemiş

pekiştireçlerdir. İkincil (koşullu) olumlu pekiştireçler ise, herhangi bir nötr uyarıcının olumlu birincil pekiştireçlerle ilişkilendirilmesi ile olumlu pekiştireç özelliği kazanan uyarıcılardır. Örneğin tuttuğu takımın gol atmasıyla ile sevinç duyma, parayla çikolata alma gibi... İkincil pekiştireçler, sonradan öğrenilen pekiştireçlerdir.

Olumsuz pekiştireçler ise ortamdan çıkarıldıklarında belirli bir davranışın yapılma olasılığını artıran uyarıcılardır. Olumsuz pekiştireçler de birincil ve ikincil olumsuz pekiştireçler olarak ikiye ayrılırlar. Birincil olumsuz pekiştireçler organizmaya zarar veren, hayatı tehdit eden uyarıcılardır. Elektrik şoku, yüksek tonlu sesler, dövme, kızma azarlama, acı çekme, üzüntü gibi… İkincil olumsuz pekiştireçler herhangi bir nötr uyarıcının birincil olumsuz pekiştireçlerle ilişkilendirilmesiyle pekiştireç özelliği kazanan uyarıcılardır. Örneğin sobaya dokunduğunda eli yanan çocuğun bir daha sobaya dokunmaması gibi... Soba başlangıçta çocuk için nötr bir uyarıcıdır. Elini sobaya dokundurup yaktıktan sonra, soba çocuk için olumsuz pekiştireç özelliği kazanmıştır. Çünkü yakıcılık ile soba ilişkilendirilmiştir ve böylece çocuk sobanın yakıcılığını öğrenmiştir.

Sınıf ortamını öğrenme için uygun bulmayan Skinner (1957), özellikle pekiştireçlerin sınıf ortamında yeteri düzeyde kullanılmadığını belirtmektedir. Öğretmenler pekiştireçleri davranışın ortaya çıkmasından çok sonra vermekte hatta bazen hiç vermemektedirler. Bunun neticesinde öğrenci davranışının sonucunu hemen görememektedir. Bu nedenle Skinner, programlı öğrenmeyi desteklemiş ve bireysel öğrenmeler için bir öğretme makinesi önermiştir.

Skinner’ın ileri sürdüğü edimsel koşullanmanın bilgisayar destekli eğitim üzerine son derece önemli etkileri olmuştur. Zira edimsel koşullanma bireysel öğrenmeyi savunur ve bilgisayarlar ve öğretme makineleri bireysel öğrenmeye olanak sağlarlar. Her öğrencinin farklı ilgi ve ihtiyaçlara sahip olmasından dolayı etkili bir öğretim için öğretmen, sınıf içindeki etkinlikleri öğrencilerin öğrenme özelliklerini dikkate alarak düzenler. Bilgisayar, bireysel öğrenmeye olanak sağlayarak her öğrencinin düzeyine, tepkilerine göre programlar, materyaller sunabilir; çeşitli alıştırmalar hazırlayabilir.