• Sonuç bulunamadı

Çin’in Dünya Ticaretine Entegrasyonunda Dünya Ticaret Örgütü’ne Üyeliğinin Rolü

2.1. DÜNYA TİCARETİNDE ÇİN’İN YERİ

2.1.1. Çin’in Dünya Ticaretine Entegrasyonunda Dünya Ticaret Örgütü’ne Üyeliğinin Rolü

Çin’in Dünya Ticaret Örgütü’ne üyeliği, Katar’ın Doha kentinde 11 Aralık 2001 yılında yapılan toplantıda, DTÖ’nün kuruluşundan altı yıl sonra gerçekleşmiştir. Çin DTÖ’ye üye olmakla, ihracatının arttırılmasına yönelik beklediğinin üstünde avantajlar elde etmiştir. Aslında Çin’in dünyadaki serbest ticaretine katılma girişimleri geçmişe

49

dayanmaktadır. Çin, DTÖ’nün öncülü konumundaki Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması’na (GATT) kurucu üye sıfatıyla 1947 yılında dahil olmuştu. Ne var ki 1949 yılında Çin Halk Cumhuriyeti kurulduktan sonra, ülke GATT görüşmeleri dışında kalmıştır. 1980’lerde başlayan piyasa reformlarının bir sonucu olarak, Çin 1986 yılında GATT görüşmelerine katılmak üzere tekrar başvuruda bulundu. Çin’in GATT anlaşmasına dahil olması zorlu bir süreçten geçerek, ancak 15 yıl süren görüşmelerden sonra, GATT görüşmelerinin dönüştürülmüş haliyle ortaya çıkan DTÖ’nün 143. üyesi olmuştur (Sezen 2007: 32; Dillon, 2016: 430). Batılı ülkeler Çin’in bu örgüte üye olurken verdiği tavizlerin, bu ülkeye yapacakları ihracata önemli katkıları olacağını düşünmekteydiler. Çünkü varılan anlaşmaya göre Çin ithalata uyguladığı gümrük vergilerinde önemli indirimler yapacak, tarife dışı ticaret engellerini kaldıracak, yabancı sermaye yatırımı yapmak üzere Çin’e gelen işletmelere uyguladığı ihracat yapma ve teknoloji transferi gerçekleştirmeleri zorunluluğunu ortadan kaldıracaktı. Ayrıca DTÖ’ye üye olan ülkelerle dış ticaret ve yatırımlarla ilişkili yasal mevzuat uyumlaştırılacak, ülkedeki kamu iktisadi teşebbüslerinin piyasa ekonomisi kuralları içinde varolması temin edilecek, kamunun fiyat denetimlerine son verilecekti. Öte yandan, DTÖ’ye üye olmasıyla Çin, iç piyasaya ve ihracata yönelik farklı ikili fiyat sistemi uygulamasını kaldırılacaktı. Aynı zamanda bu üyelikle Çin tütün, tahıl ve nadir toprak elementleri gibi alanlarda devlet tekelini devam ettirirken, geri kalan alanlarda doğrudan yabancı yatırımların girişine bir kısıt uygulamayacaktı (Çelik, 2016: 63).

Varılan anlaşmaya göre, diğer ülkelerin Çin’in sattığı ürünlere belli koşullarda ek vergi getirmesine imkan sağlayan ve anti damping yapmasını kolaylaştıran şartlar da kabul edilmiş oluyordu.

2001 yılında DTÖ’e katılmadan önce piyasa reformları çerçevesinde dış ticarete ve yabancı doğrudan yatırımlara açılan politikalar izlemeye başlamasına rağmen, Çin’in 1990’lara girerken tam anlamıyla dışa açık bir ekonomi olduğunu söylemek zordur. Bu dönemde ülkede ithalata uygulanan gümrük vergisi yüzde 40’ları bulmaktaydı. Ayrıca bazı ürünlerin ithalatı kota ve izinlere bağlı olarak gerçekleştirilmekteydi. Yabancı yatırımlar konusunda da yatırım yapan firmaların ihracata yönelik üretim yapmaları ve/veya Çin’e teknoloji transferi yapmaları şartı aranmaktaydı (Shenkar, 2007: 148).

50

Çin gümrük vergisi oranlarındaki indirime, 1992 yılından itibaren başlamıştı.

Gümrük tarifelerindeki sürekli indirimlerle 1992-2001 yılları arasında, Çin ortalama tarifeleri 2/3 oranında düşürmüştür. 1992 yılında Çin’de ortalama ağırlıksız tarife oranları yüzde 42,9, ağırlıklı tarife2 oranları ise yüzde 40,6 düzeyindeyken, 2002 yılında bu oranlar sırasıyla yüzde 12,3’e ve 6,4’e düşmüş, 2008 yılına gelindiğinde ise ağırlıksız tarife oranı yüzde 10’a, ağırlıklı tarife oranı yüzde 4,3 düzeyine inmiştir. 2001 yılında DTÖ üyeliği sağlandığında, bu oran yüzde 15 civarına düşürülmüştü (Çeştepe, 2012: 53). Ürün bazında bakıldığında ise DTÖ üyeliğinin bir gereği olarak, Çin, tarım ürünlerinde yüzde 31,5 civarında olan gümrük tarifelerini yüzde 17,4’e, endüstriyel mamullerde yüzde 24,6’dan yüzde 9,4’e, bilgi teknolojisi ve telekomünikasyon ürünlerinde ise sıfıra indirdi (Kıbrıs, 2006: 29). Bu tarife indirimlerinin yanı sıra önemli bir değişiklik de, Çin’in DTÖ üyeliği sonrasında ihracat sübvansiyonlarını kaldırması olmuştur.

DTÖ’ye üyelik sonrasında Çin’in ihracatının ülke GSYİH’ya oranında olağanüstü bir artış meydana gelmiştir, buna göre ihracatta 2002-2010 yılları arasındaki dönemde, yıl bazında ortalama yüzde 30’luk artışlar ortaya çıkmıştır. Özellikle 2005 yılında başlayarak, DTÖ kuralları çerçevesinde, kotaların kalkmasıyla Çin’in rekabetçi üstünlüğü olan tekstil ve hazır giyim sektöründe diğer rakipleri önünde önemli bir avantaj elde etmesini sağlamıştır. Bunun tipik örneklerinden biri ABD pazarında yaşanmıştır. Çin’in DTÖ’ye girişinden sonraki iki yıllık süre içinde Çin, ABD tekstil pazarının yüzde 60’ını ele geçirmişti (Çeştepe, 2012: 54). Aynı şekilde Çin, tekstil sektörü dışındaki düşük teknolojili başka sektörlerde de, özellikle ucuz işgücü avantajıyla birçok pazarda benzer ürünleri üreten ülkelerin en önemli rakibi durumuna gelmiştir (Saraçoğlu ve Duran, 2008: 12).

DTÖ’ye üye olduktan sonra batılı ülkelerin beklentisinin tersine, Çin’in ithalatından daha çok, ihracatı büyük bir ivme kazandı. Nitekim 2008 krizine kadar Çin’in ihracatı ortalama yıllık yüzde 25 civarında arttı. Buna karşılık Çin’in ithalatı bu oranda artmadığı için Çin ekonomisi dış ticaret fazlası vermeye başladı. İhracattaki artışla aynı oranda olmamakla birlikte 2002 yılındaki DTÖ üyeliği sonrasında Çin’in

2 Ağırlıksız ortalama, uygun yıl için yasal oranların basit bir ortalamasına dayalıdır.

Ağırlıklı ortalama ise, İthalat değerleriyle ağırlıklandırılmış yasal oranlara dayalıdır (Çeştepe, 2012: 53).

51

ithalat hacminde de önceki yıllara göre önemli artışlar gerçekleşmiştir. Elektrikli makineler gibi sermaye mallarında, akaryakıt ve çelik gibi girdilerde Çin’in ithalatı önemli ölçüde artmıştır. Ayrıca finansal hizmetler ve telekomünikasyon gibi hizmet sektörlerinde Çin’in artan talebi, gelişmiş ülkelere önemli olanaklar sağlamıştır.

Çin’in DTÖ’ye üye olasıyla birlikte gelişmekte olan ülkelerin, ihracat pazarlarında Çin’in artan rekabeti nedeniyle kısa vadede olumsuz yönde etkilendikleri söylenebilir (Çeştepe, 2012: 55). Ancak Çin rekabetinin bu ülke ekonomilerine getirdiği etkinlik artışının bir sonucu olarak gelişmekte olan ekonomiler, geniş çaplı Çin pazarına satış yapma olanağını zaman içinde artırabilmişlerdir. Bunun bir sonucu olarak, Çin’in ithalatında 1980’lerin başında gelişmiş ekonomilerin payı yüzde 70’e yakınken, 2010’lara gelindiğinde bu pay yüzde 50’nin altına düşmüştür.

DTÖ’ye katılması sonrasında Çin’in hızla artan ihracatının içinde yüksek düzeyde ithalata dayanan girdi kullanımı ve dış ticaretinin yaklaşık yarıdan fazlasını yabancı şirketlerin oluşturması nedeniyle, çokuluslu şirketlerle birlikte ticaret ortakları da Çin’in dış ticaretinin büyümesinden daha fazla yararlanmışlardır. Ancak bu gelişme, ticaret ortaklarının Çin’e karşı ticaret kısıtlamaları getirmesi olasılığını zorlaştırmıştır (Ming, 2009: 43).

DTÖ üyeliği, Çin’e doğrudan yabancı yatırımların akışında da çok önemli bir artış sağladı. DTÖ üyeliğiyle Çin’e gelen bu doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının, ülkede üretilen ürünlere kota ve ek vergi uygulanması ihtimalini ortadan kaldırarak, doğrudan yabancı sermayenin geldiği diğer batılı ekonomilerin piyasaları için üretim yapmayı elverişli hale getiriyordu. Bu çerçevede Çin, DTÖ üyeliği öncesinde rekabete kapalı tuttuğu telekomünikasyon ve finansal hizmetler piyasalarını yabancı sermayeye açtı (Dillon, 2016: 430). Çin’in DTÖ üyeliğinin dikkati çeken sonuçlarından biri de, ABD’nin Çin’e ‘’en çok kayırılan devlet’’ statüsü vermesi olmuştur. Bu statüyle ABD-Çin ticari ilişkilerindeki belirsizliğin azaltılması yolunda önemli bir gelişme sağlanmış oldu. DTÖ üyeliğinin Çin’e getirdiği avantajlardan bir başkası ise, onun ticari anlaşmazlıkların çözümünde ve ticari çıkarlarının korunmasında DTÖ mekanizmalarından yararlanabilecek olmasıdır. Aynı şekilde, DTÖ üyeliği sayesinde Çin, uluslararası ticaret anlaşmalarına taraf olarak katılabilecekti (Kıbrıs, 2006: 30).

Sonuç olarak DTÖ üyeliğiyle birlikte, 2000’li yılların başında Çin, uluslararası ticaret

52

sistemi içinde fiyat kabul edici konumdan, günümüzde fiyatları etkileyici ve belirleyici bir konuma yükselmiştir.