• Sonuç bulunamadı

1.3. Göç Kuramları

1.3.5. Dünya Sistemleri Kuramı

Tarihsel Yapısalcı Yaklaşım olarak da adlandırılan (Castles ve Miller, 2008: 34), marksist politik ekonomiden etkilenen, Andre Gunder Frank, Immanuel Wallerstein ve Samir Amin gibi önemli düşünürlere sahip, dünya üzerinde siyasi ve ekonomik gücün eşitsiz bir biçimde dağıldığını öne süren ve Bağımlılık Okulu tarafından geliştirilen Merkez-Çevre (center-periphery) Kuramı’na göre; dünya, bağımlılık ilişkisi içerisinde merkez ve çevre olmak üzere ikiye ayrılmıştır. “Wallerstein, dünya sistemleri kuramı adını verdiği yeni bir kuramsal açılımla bir adım daha ileri gitmiş ve dünyayı merkez ve çevre ülkeleri olarak ikiye ayırmaK yerine yarı-çevre olarak adlandırdığı ülkeleri de işin içerisine katarak üçlü bir sınıflama yapmıştır” (Kızılçelik, 2004: 95 akt. Yalçın, 2004: 38). Dünya Sistemleri Kuramı’na göre:

Merkez coğrafi alan, kapitalist dünya ekonomisine hâkimdir ve sistemin geri kalanını sömürür. Çevre de merkeze hammadde sağlayan ve merkez tarafından sömürülen alanlardan oluşur. Yarı çevre, sömüren ve sömürülen arasında bulunan bir dizi bölgeyi içeren diğer ikisinin dışında kalan bir kategoridir. Kilit

nokta şudur; Wallerstein’a göre uluslararası sömürü bölüşümü, devlet sınırları ile değil dünyadaki ekonomik iş bölümü ile tanımlanır (Ritzer ve Stepnisky, 2014: 311).

Wallerstein’a göre kapitalist dünyanın gelişimi için üç şey gereklidir: keşif ve sömürgeleştirme aracılığıyla coğrafi yayılma, farklı emek denetim yöntemlerinin gelişimi, merkez devletleri haline gelecek olan güçlü devletlerin gelişimi (Ritzer ve Stepnisky, 2014: 311). Bunlardan farklı emek denetim yöntemlerinin gelişimi şu şeklide gerçekleşir:

…Merkez serbest emeğe sahipti, çevrenin özelliği, zorlanmış emekti ve yarı çevre, ortakçılığın kalbiydi. Aslında Wallerstein, kapitalizmin anahtarının, vasıflı işçilere yönelik serbest emek piyasasının egemen olduğu bir merkezde ve çevre bölgelerinde daha az vasıflı işçilere yönelik zorlamaya dayalı bir emek piyasasında bulunduğunu ileri sürdü. Bu tür bir kombinasyon kapitalizmin özüdür… (Ritzer ve Stepnisky, 2014: 311).

Massey vd. (1993: 459) uluslararası göçün, genişleyen küresel pazarların ekonomik ve politik örgütlenmelerini takip ettiğini savunan dünya sistemleri kuramı hakkında 6 belirgin varsayım ortaya koymaktadır (Massey vd., 1993: 447-448):

1) Uluslararası göç, kapitalist piyasa oluşumunun doğal bir sonucudur, küresel ekonominin gelişmekte olan ülkelerdeki oluşumlara ve çevrede yer alan bölgelere nüfuzu uluslararası hareketler için katalizör görevi görmektedir.

2) Emeğin uluslararası akışı sermaye ve ürünlerin uluslararası akışını ancak tersi yönde takip etmektedir. Kapitalist yatırımın teşvik ettiği değişimler çevre ülkelerde kökünden koparılmış mobil nüfuslar yaratırken aynı zamanda merkez ülkelerle arasında ulus-ötesi hareketlere yol açan güçlü maddi ve kültürel bağlar oluşturur.

3) Uluslararası göç özellikle kültür, dil, yönetim, yatırım, ulaşım ve iletişim bağları önceden kurulmuş olan eski kolonyal güçler ve onların sömürgeleri arasındadır.

4) Uluslararası göç piyasa ekonomisinin küreselleşmesi ile birlikte ortaya çıktığı için, hükümetlerin göç oranlarını etkilemesinin yolu şirketlerin deniz aşırı yatırım hareketliliğini düzenlemek ve uluslararası sermaye ve ürün akışını kontrol etmekten geçmektedir.

5) Yurt dışı yatırımlarını korumak ve küresel piyasaların genişlemesi taraftarı olan yabancı ülkeleri desteklemek amacıyla kapitalist ülkelerin hükümetleri tarafından gerçekleştirilen siyasi askeri müdahaleler başarısızlığa uğradığında bunlar, uluslararası göçün bir diğer formunu oluşturan ve belirli merkez ülkelere yönelmiş olan mülteci hareketleri üretirler.

6) Uluslararası göçün sonuçta ülkeler arasındaki ücret oranları veya istihdam farklılıkları ile pek bir ilgisi yoktur, uluslararası göç küresel ekonomin yapısını ve piyasa oluşturma dinamiklerini takip eder.

Massey ve arkadaşlarına (1993: 459) göre dünya sistemleri kuramı, karmaşık ve bazen dağınık bir kavramsal yapı teşkil etse de oldukça basit ve test edilebilir birkaç önerme sunar. Emeğin uluslararası akışının, sermayenin uluslararası akışını yalnızca tersi yönde takip etmesiyle çevre bölgelere giden yabancı sermaye akışına, ona karşılık gelen göçmen akışının eşlik ettiğini gözlemleyebiliriz. Önceki kolonizasyon sürecinin yanı sıra devam eden piyasa nüfuzunun yarattığı ideolojik ve maddi bağların varlığı ile temel göç sürecinin genişlediğini öne sürerek bunu şu şekilde ifade etmektedir:

Şayet biri dünya sistemleri kuramını test etmek amacıyla bir uluslararası göç akımı modeli belirlemek isterse, bunun için, önceki sömürge ilişkilerinin, ortak dilin yaygınlığının, ticaret ilişkilerinin, ulaşım ve iletişim bağlarının yoğunluğunun ve ülkeler arasındaki iletişim ve seyahatin görece sıklığının göstergelerini de içermelidir (Massey vd., 1993: 459-460).

Son olarak, dünya sistemleri kuramı, uluslararası göçün sadece yatırım yolları boyunca çevreden merkeze doğru akması gerektiğini değil aynı zamanda yabancı yatırıma kanal açan ve kontrol eden belirli “küresel kentlere” de yöneldiğini belirtir (Massey vd., 1993: 460).

Çevresel bölgelerin merkeze olan bağımlılığı aracılığıyla dünya sisteminin güçlenmesi aynı zamanda işgücü akışında da bir kaymayı beraberinde getirmiş, böylelikle az gelişmiş ülkelerdeki büyük uluslararası işgücü akımı endüstrileşmiş ülkelerdeki işgücü ihtiyacını karşılamaya yönelmiştir (Sassen, 1990, 33-34). Merkez ülkelerde oluşan esnek olmayan ya da pahalı emek sorunu göçmen emek yoluyla çözülmekte, hammadde ve işgücünün kontrolü çevre ülkelerden merkez ülkelere geçmekte, merkezde oluşan işgücü açığını çevre ülkelerden gelen uluslararası göçmen işçiler kapatmaktadır. Böylece göç akımlarına dayanan dünya çapında bir işgücü arz-talep dengesi oluşmaktadır (Özyakışır, 2013: 58). Doğası gereği yayılmacı olan sermaye ve dolayısıyla kapitalizm, bu yayılma sürecinde işgücünü her zaman kar maksimizasyonu için mobilize etmiş ve yedek işgücü ordusunu oluşturmuştur. Dolayısıyla bu kurama göre uluslararası göçmen işgücü akışı ülkeler arasındaki eşitsizliği artırmakta ve süreç uzun vadede çevre ülkelerin aleyhine işlemektedir.

Çevre ülkeler açısından merkez ülkelere bağımlılık süreci ise şu şekilde gelişmektedir. Merkez ülkelere yönelen iş gücü çevre ülkelerdeki mevcut ekonomik durum ve nüfus oranındaki artışın yol açtığı istihdam sorununa getirilebilecek kolay bir çözümdür. Diğer yandan çevre ülkeler bu yolla ellerindeki hammaddeleri çok kolay bir şekilde değerlendirebilmektedirler. Ne var ki kısır döngü bu süreç sonunda üretilen mal ve hizmetleri çok daha pahalıya satın almalarıyla başlamaktadır (Yalçın, 2004: 36). Diğer bir deyişle karşılıklı gibi görünen sömürü ilişkisi aslında tek taraflıdır. Bu kurama göre, merkez ülkelerde yer alan kapitalist oyuncular başta kar maksimizasyonu olmak üzere yeni hammadde ve işgücü

bulmak, yeni pazarlar oluşturmak gibi gayelerle çevre ülkelere nüfuz ederler. Aslında yeni olmayan sadece şekil değiştiren bu süreç Massey ve arkadaşlarına göre şu şekilde açıklanabilir:

Geçmişte bu pazarlara nüfuz, sömürgeci toplumların ekonomik çıkarları doğrultusunda yoksul bölgelere uygulanan kolonyal rejimler aracılığıyla gerçekleşmekteydi. Bugün bu, dünya ekonomisine kapitalistlerin kendileri olarak katılan ya da uluslarının kaynaklarının kabul edilebilir ölçülerde küresel firmalara sunan ulusal elitlerin gücünü devam ettiren neo-kolonyal ve çokuluslu şirketler ile mümkün olmaktadır (Massey vd., 1993: 444-445).

Dünya sistemleri kuramına göre, kapitalist ekonomik ilişkilerin çevreye nüfuz etmesi sonucu, kapitalist olmayan toplumlarda yurt dışına göç etmeye eğilimli mobil bir popülasyon oluşur (Massey vd., 1993: 444). Diğer bir deyişle, göç sermaye için bir çeşit ucuz emek hareketidir (Castles ve Miller, 2008: 34-35). Dünya sistemleri teorisinin sermaye birikimi, işçilik ve malzeme rezervlerine bağlı olduğundan, bazı ülkelerde gelişmişlik, diğerlerinde de az gelişmişliğin teşvik edildiği iddiası, kapitalizmin sömürü eleştirisinden güçlü bir şekilde etkilendiğini göstermektedir (Göker, 2015: 56). Sermaye doğası gereği yayılmacıdır ve dünyada ekonomik ve siyasi güç eşitsiz bir biçimde dağılmıştır. Kapitalizm; Batı Avrupa, Kuzey Amerika, Okyanusya ve Japonya gibi merkez noktalardan dışarıya doğru genişledikçe daha çok sayıda popülasyonu dünya ekonomisine dahil etmekte, göç ise bu kapitalistleşme sürecinde kaçınılmaz olarak ortaya çıkan aksaklık ve kaymaların doğal sonucu olarak meydana gelmektedir (Massey vd., 1993: 445). Başka bir ifadeyle, “kapitalist ağlar kapitalist olmayan toplumların çevre dokularına sızmaya başlayınca, çevredeki nüfus göç etmeye başlar” (Abadan- Unat, 2002: 15). Ortaya çıkan bu uluslararası göçmen işgücü ise ülkeler arasında eşitsizliği daha da derinleştirerek çevrenin merkeze bağımlılığını artırır.

Tarihsel-yapısalcı yaklaşıma sahip olması nedeniyle uluslararası göçü şekillendirmede küreselleşmenin yapısal öğelerine önem veren bu teori, göçü bireysel yahut hane kararıyla gerçekleşen bir hareketten çok bir süreç olarak görmektedir (Sert, 2012: 37) çünkü teorinin odağı sermayenin kitlesel emek gücü arayışıdır (Castles ve Miller, 2008: 34-35). Göker’e göre (2015: 58), merkez ülkeler ile çevre ülkeler arasındaki eşitsiz, asimetrik ilişkiye odaklanan bu kuram, özellikle küreselleşme çağında belirginleşen uluslararası göç akımlarının kapitalist gelişim süreciyle doğrudan doğruya ilişkisine değindiği için önem taşımaktadır. Castles ve Miller’a göre (2008: 35) ise, dünya sistemleri teorisi emek göçünü kapitalizmin merkez ülkeleriyle onların az gelişmiş çevreleri arasında sahtekârlıkla oluşturulmuş olan tahakküm ilişkisinin temel yollarından biri olarak görmektedir. Bu nedenle göç, Üçüncü Dünyanın Birinci Dünyaya bağımlı kalması, dünya ticaretinin ve çıkarlarının kontrol edilmesi açısından askeri tahakküm kadar önemlidir.