• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: SOSYAL BİLGİLER ÖĞRETİMİNİN TARİHİ GELİŞİMİ

2.1. Dünya’daki Sosyal Bilgiler Öğretiminin Tarihi Gelişimi

İnsanoğlunun yeryüzünde bulunduğu andan itibaren eğitim başlayabilir; fakat örgün eğitim, genellikle yerleşik toplumlarda görülüyor. Eğitim, ister örgün, isterse yaygın olsun, yaşamla ilgilidir. Böyle olunca, yaşamı düzenleyen kuralları bulmak ve uygulamak ve kendinden sonrakilere aktarmak insanın görevi olabilir. Bu andan itibaren eğitim başlayabilir (Sönmez, 1998: 7).

Sosyal Bilgiler eğitiminin ne zaman ve nerde başladığı da kesin olarak bilinmiyor. Yalnız, “insanoğlu var olduğu andan itibaren hem fen, hem de sosyal bilimler eğitimi başlamıştır” denebilir. Çünkü; insan doğal ve toplumsal bir ortamda doğar, büyür, gelişir, yaşlanır ve ölür. Bu süreç içinde onda en azından yiyecek bulmak, yemek, içmek, giyinmek, korunmak, üremek, savunmak vb. etkinliklerle ilgili bilgi, beceri ve duygular kazandırılır. Eğer kazandırılmazsa, kişi yaşamını sürdüremez. Tüm bu etkinlikler doğada ve bir toplum içinde olmaktadır. İnsan, yaşamak için hem doğanın, hem de toplumun bazı ilkelerini öğrenmek zorundadır. Durum böyle ele alınınca, “fen ve sosyal bilimler insanoğlunun yaşamı kadar eskidir” savı ileri sürülebilir (Sönmez, 1998: 7).

Şenel’e göre; ilk ve en eski yerleşik toplum Sümerlerdir (MÖ. 10 bin-4 bin). Sümerlerde okul vardır. Okulda, okuma-yazma, matematik, geometri, astronomi dersleri okutulmuş; ilk harita, ilk yazı ve Sümerce’den Samice’ye ilk sözlük onlar tarafından hazırlanmış; fakat sosyal bilimlerle ilgili hiçbir ders adına rastlanmamıştır. Böyle olmakla birlikte, devlet düzeninin, toplumsal yaşamı düzenleyen kuralların da öğretilmiş olacağı savunulabilir. Çünkü tabletlerde hangi mala karşı ne kadar başka bir maldan verileceği, suç işleyenlerin hangi cezalara çarptırılacağı belirtilmiştir (Sönmez, 1998: 7).

Tarihte ilk kez, İsrail Devleti çocuklarına ulusal tarih ve yurttaşlık bilgisi dersleri okutturmuş; Antik Roma’da ise Trivial okullarında okuma-yazma,hesap ve hukuk;Grammer okullarında mitoloji,tarih,coğrafya,hukuk,aritmetik,geometri ve felsefe dersleri verilmiştir Sönmez (1998: 7-8).

Sönmez (1998: 7-8)’e göre; Eski Çağdaki eğitim sisteminde okutulan tarih (Çin, İsrail, Roma), coğrafya (Roma), yurttaşlık (İsrail) ve hukuk (Roma) derslerinin doğrudan sosyal bilimlerle ilgili olduğu söylenebilir. Orta Çağ’da ise, yetişekte (program) din dersleri baskın hale gelmiş, fen ve sosyal bilimlerle ilgili yukarıda belirtilen dersler dini içerikle donatılmıştır. Sosyal bilimlerle ilgili tarih, coğrafya, hukuk gibi dersler, Rönesans ve Reform döneminde, yeni ve yakın çağlarda isim olarak değişmemiş; fakat içerik açısından dinin etkisinden kurtarılmaya çalışılmıştır (Sönmez, 1998: 7-8).

İlk kez “Sosyal Bilgiler” adıyla bir dersin ilk ve ortaokullarda okutulmasını Fransız düşünürü Condercet (1743-1749) savunmuştur. On sekizinci yüzyılın sonlarına doğru Amerika Birleşik Devletleri’nde ulusal toplum anlayışını oluşturmak üzere Tarih, Coğrafya ve Yurttaşlık Bilgisi konularından oluşan bir tür Sosyal Bilgiler dersi içeriğinin oluşturulması kararlaştırılmıştır. Sosyal Bilgiler (Social Studies) terimi ilk kez 1916’da Amerika Birleşik Devletleri’nde kullanılmaya başlanmıştır (Sözer, 1998b: 8). Tabachnick (1991), Sosyal Bilgilerin (social studies) eğitim kurumlarına bir konu alanı ya da ders olarak ABD’de 20.yy.’ın başlarında, sosyal yaşantıların karmaşıklaşması, toplumsal değişmenin ve çatışmaların artmasıyla birlikte girdiğini belirtmektedir (Erden, 2000: 6).

Sosyal Bilgilerin eğitim programına girmesi, ilerlemecilik akımının “demokratik toplum için vatandaş yetiştirme” görüşünün etkisiyle oluşmuştur. 1930’lu ve 1940’lı yıllarda yeniden kurmacılık ve çocuk merkezli yaklaşımı benimseyen eğitimciler de bu yaklaşımlarla Sosyal Bilgiler programının gerçekleşmesi için çaba göstermişlerdir. Ancak, 1940’lı ve 1950’li yıllarda Sosyal Bilgiler programları büyük ölçüde tarih ve coğrafya ağırlıklı olarak uygulanmıştır.

1960’lı yılların başından 1970’li yılların ortasına kadar Sosyal Bilgiler dersine ağır eleştiriler gelmiş ve “Yeni Sosyal Bilgiler” adı altında reform hareketi başlatılmıştır. Bu hareketin ortaya çıkmasında ve gelişmesinde Bruner’in buluş yoluyla öğrenme kuramının çok önemli katkısı olmuştur.

Bu hareketle, sosyal bilgiler dersinde tarih ve coğrafya bilgilerinin ağırlığı azaltılmış; sosyoloji, antropoloji, ekonomi, siyaset bilimi ve sosyal psikolojiye ağırlık verilmiştir. Böylece Sosyal Bilgiler alanındaki kavram ve yöntemlere dayalı disiplinler arası bir

yapı benimsenmiştir. Geleneksel tümdengelimle anlatım yönteminin yerini, tümevarım ve araştırma almıştır. Öğrenciler bilgilerin pasif alıcısı olmaktan çıkartılarak bilgiyi aktif olarak elde eden, bireyler olarak yetiştirilmek istenmiştir.

Neylor ve Diem (1987)’e göre “Yeni Sosyal Bilgiler” programına uygun birçok eğitim materyali geliştirilmesi ve yaklaşımı tanıtan bir çok kitap yazılmasına karşın, bu yaklaşım 1970’li yılların sonlarına doğru çekiciliğini yitirmiştir. ABD’de Ulusal Bilim Vakfı tarafından yapılan araştırmalar “Yeni Sosyal Bilgiler” uygulamasının başarısız olduğunu göstermiştir. Bunun üzerine 1980’li yıllarda “temele dönme” hareketiyle birlikte Sosyal Bilgiler öğretiminde yine geleneksel yaklaşım benimsenmeye başlamıştır (Erden, 1???: 6). Öztürk ve Dilek (2002: 70) ’in Nelson’dan aldıklarına göre; yirminci yüzyılın başında “Sosyal Bilgiler” adında bir kavramdan söz etmek olanaksızdır. Bunun yerine okullarda Sosyal Bilimler ve ağırlıklı olarak Tarih öğretilmektedir. Ayrıca okul programlarında Matematik ve Fen Bilimleri ders saatleri Sosyal Bilimlerle ilgili derslerden daha fazla olmuştur.

Bu durum Sosyal Bilimlerin ikincil önemde disiplinler gibi görülmesine neden olmuş ve gösterilen çaba ve programlardaki değişiklikler Fen Bilimlerine göre Sosyal Bilimlerde daha az olmuş ve yüzeysel kalmıştır.

Birçok ülkede, özellikle gelişmesini tamamlamış ülkelerde, eğitim uygulamalarında Sosyal Bilimlerle ilgili gelişmelere gerekli yer ve önemi vermekteki ihmalin sonucu olarak, acil ve kritik görünen konular küçümsenmiştir. Genellikle, toplumdaki etkili kurum ve kişiler, liderler ve eğitim sorumluları, Sosyal Bilimlerin, toplumun karşılaştığı çatışmalar, savaş-barış, bireysel ve toplumsal refah ile mutluluk özlemleri, toplumsal kalkınma ve işsizlik gibi konu ve durumların açıklanmasındaki rolünü ve ilişkisini görmezlikten gelmişlerdir (TED, 1987: 4-5).

Ancak bu durum fazla uzun sürmemiştir. 20. yüzyılın özellikle son çeyreği içinde Fen Bilimleri ve teknolojideki gelişmelerin, Sosyal Bilimlerin desteği olmaksızın, toplumun kalkınmasında kesinlikle yeterli olmayacağı görüşü yaygınlaşmış; insanlar arası ilişkiler, ekonomik etkinlikler ve toplumsallaşmanın giderek daha da artış göstermesi ve güncellik kazanması sonucu, Sosyal Bilimlere ilişkin eğitim programları önem kazanmaya başlamıştır. Bugün, çağdaş yaşamın gelişmesi ve uygarlığın sürmesinde,

Sosyal Bilimlere olan gereksinimin her zamankinden daha fazla olduğu konusunda görüş birliği vardır (Sözer, 1998a: 22).

II. Dünya Savaşından 1960 yıllarına kadar olan dönemde, özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nde Sosyal Bilimler öğretiminde merkezi ve ulusal program çalışmalarına ve ders içeriklerinin önceden belirlenmesine karşı güçlü bir tepki başlamış, bireysel uyum, toplumsal gereksinimler, vatandaşlık eğitimi gibi konularda içeriğin çevreye göre belirlenmesi çalışmaları başlatılmıştır. Bu durum, “Sosyal Bilimler Öğretimi” yerine “Sosyal Bilgiler Öğretimine” yer vermek biçimine dönüşmüştür. Bu hareketin belirgin özelliği, öğrencilere ayrı ayrı disiplinleri öğretmek yerine, sosyal sorunlardan hareket ederek bu sorunları çözmeye yönelik bilgi ve becerileri programlarda bir bütün olarak “Sosyal Bilgiler” adı altında vermektir (Özoğlu, 1974: 39-40).

İlk defa Sosyal Bilgiler programı 1892 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde hazırlanmıştır. Hazırlanan program, toplumsal, siyasal yaşamın değişmesi, bilim ve teknolojideki gelişmeler, öğretme ve öğrenme anlayışındaki yeniliklerle zaman içerisinde değişiklikler göstermiştir (Sözer, 1998a: 22-24).