• Sonuç bulunamadı

Dünya Bunalımı ve "Sosyalleştirme"

1. 1929 Öncesindeki Yaklaşımlar

2. Dünya Bunalımı ve "Sosyalleştirme"

1929'un büyük ekonomi bunalımı ve onu izleyen yıllar, sosyal demokrasinin sorunlarını çözmemiş, bilâkis ağırlaştırmıştır: 1920'ler, Batı Avrupa genelinde muhafazakâr düşüncelerin ve sağın gelişmesine tanıktır.

Dönemin sosyal demokratları, ekonomik program olarak salt sosyalleştirmeye dayanan önerileriyle, ne inandırıcı ne de güçlü olabilmişlerdir. Bilâkis, işçi hareketinin sürekli bölündüğü bir ortamda, kendi sollarında yer alanların ağır suçlamaları ve sağlarındakilerin güvensizliği, yasakçılığı arasında sıkışıp kalmışlardır. Bu dönemde hükümet kurabilmiş ya da hükümete katılabilmiş olan sosyal demokrat partiler (örneğin Almanya ve İngiltere'de) lafta sosyalleştirmeyi savunurken uygulamada liberal ekonominin ötesine geçemeyen bir sonuç vererek, çaresiz görünmüşlerdir.

Dünya bunalımının altüst ettiği Avrupa ekonomilerinde, sosyal demokrasi, büsbütün çözümsüz kalmıştır. Ekonomik programdaki yetersizlik, hükümet deneylerinin umulanı vermeyişi ve uç gösteren faşizme karşı bir mücadele platformunun oluşturulamayışı, sosyal demokrasiyi de bunalıma sokmuştur: İngiliz İşçi Partisi 1931 ve 1932 yıllarında üç kez bölünmüş; Fransız Sosyalistleri 1933'te parçalanırken, Almanya'nın güçlü sosyal demokrat partisi de (1933), Avusturya'nın sosyal demokratları da (1934) gelişen faşizm ve muhafazakâr güçlerce darmadağın edilmişlerdir.

Gerçekçi ve tutarlı bir siyasal ve ekonomik programı hâlâ yaratamamış olan sosyal demokrasinin artık kendi varlığı tehlikeye düşmüştür.

Bu açmazların, bölünmenin, çözümsüzlüğün başka bir nedeni, sosyal demokrat partilerin, net ve açık görüşlerden yoksun bulunmalarıdır. Bir yandan tüm üretim araçlarının –zaman içinde ve demokratik yöntemlerle–

topluma mal edileceği söylenmekte, ardından "kilit" olan olmayan sektörler tartışmasına girilmekte, derken, liberallerden farksız uygulamalar gerçekleşmektedir. Sosyal demokrasi, ne yapmak istediğini, "ne olduğunu"

bilmeyen bir dağınıklık içindedir: Bernstein'ın otuz yıl önce sosyal demokrasiye yönelttiği "... ne ise, öyle görünsün" eleştirisi, geçerliliğini ve tazeliğini hâlâ korumaktadır...

3. Açıklığa Doğru...

1930'lar, "dünya ekonomik bunalımı"nın şokunu yaşamış sosyal demokrat partilerin, kendilerine ve düşüncelerine açıklık kazandırdıkları yıllardır. Bu partiler ekonomik bunalımdan nasıl çıkılabileceği ve sosyal demokrat bir ekonomi politikasının nasıl oluşacağı üzerine değişik yaklaşımlar geliştirmiştir. Bunlar, üç kümede özetlenebilir:

Alman Sosyal Demokrat Partisi, İngiliz İşçi Partisi ve Fransız sosyal demokratları (İşçi Enternasyonali'nin Fransa birimi, – "sfıo"), mülkiyeti şu ya da bu ölçüde sosyalleştirmenin başlıca, hattâ tek çözüm olduğu şeklindeki tezlerde ısrarlı olmuşlar, yeni çözüm arayışlarına girmemişlerdir.

"Yeni-sosyalizm" ya da "revizyonizm" tanımına giren "plancılar," Belçika İşçi Partisi'nin ve Henri de Man'ın öncülüğünde, planlamaya, yapısal reformlara ve devletin işlevlerinin artırılmasına dayalı bir model geliştirmişlerdir. İsveç sosyal demokratları ise, öteki İskandinav partilerinin benimseyeceği farklı bir model oluşturmuştur: İngiltere'deki Keynesçi

"Cambridge Çevresi" hareketinin paralelinde, "Stockholm Okulu"nun iktisatçıları, Keynesçi çözümlemelerle beraber gelişen bir sosyal demokrat ekonomi modeli kurmuştur. İlerde "Refah Devleti" kavramıyla tanımlanacak bu akım, sosyal demokrasinin geleceğini en fazla etkileyen oluşumdur.

Söz konusu çözüm kümelerinin gelişimi, İkinci Dünya Savaşı nedeniyle büyük ölçüde kesintiye uğramıştır. Ancak, "mülkiyet" sorununa bir ekonomik model bütünlüğü içinde 1930'larda getirilen cevaplar ve ekonomik yöntem önerileri, giderek belirleyici olmaya başlayan Keynesçi düşüncelerin ve uygulamaların ışığında, sosyal demokrasiye, savaş sonrasında kesinleşecek "nihai" özelliklerini kazandırmıştır.

a) Henri de Man'ın Tezleri

Ekonomik bunalım sonrasında, Belçika İşçi Partisi liderlerinden ve düşünürlerinden Henri de Man'ın geliştirdiği tezler, sosyal demokrat ekonomi politikasında kalıcı izler bırakmıştır.

1930'larda ve öncelikle De Man'ın "planlama"ya ilişkin çalışmalarında gelişen düşünceler, iki temel konuya açıklık kazandırmıştır: "Üretim araçlarının sosyal mülkiyeti" ve buna bağlı olarak, "karma ekonomi." Bu

gelişmeler ışığında, "millileştirme"nin (ya da sosyalleştirmenin, kamulaştırmanın) amacı, öncelikle, bir "otoritenin" el değiştirmesidir;

"gerekli" hattâ "zorunlu" olduğu alanlarla sınırlıdır; işlevi, topluma ve toplum yararlarına, ekonomiyi "yönlendirme" ve "denetim" imkânını getirmektir. Belçika İşçi Partisi'nde, "millileştirmenin özünün, mülkiyetin el değiştirmesini sağlamaktan çok, otoritenin (yetkinin) el değiştirmesi olduğu" benimsenmektedir. "Yönlendirmek ve yönetmek sorunu, elinde tutmak amacının önüne çıkmaktadır."[72]

1929 öncesindeki varlığına değindiğimiz, "yönetme yetkisinin, (iktidarın, gücün) mülkiyet sahipliğine doğrudan bağlı olmayabileceği"

anlayışı, bu tezlerde, yeni bir ifadesini bulmaktadır. Bu anlayış, iki somut sonuca yol açmıştır: İlki, bir üretim aracının özel mülkiyette bulunmasına rağmen, toplumun üst düzey karar organlarına (kredi mekanizması, para politikaları, vb.) işçi hareketinin egemen olabilmesi durumunda, söz konusu özel mülkiyetin toplum yararına sınırlanabileceği ya da yönlendirilebileceği anlayışı gelişmiştir. Bu anlayış, doğal olarak, iki farklı mülkiyet biçiminin

"birlikte" var olabileceği (karma ekonomi) sonucunu beraberinde getirmiştir.

Gelişen karma ekonomi kavramına eğilmeden önce bir noktaya dikkat çekilebilir: Sosyal demokrasinin 1930'larda gelişen bu teorik yaklaşımları, Marksizmin klasik ve temel tezlerinden çok kesin çizgilerle ayrılmaktadır:

Sosyal demokratların "üretim araçlarının mülkiyet sahipliği" ile yönetme ve siyasal karar olgusunu birbirinden bir ölçüde bağımsız olabilir nitelemesi, Marksizmin temel bir kuralının, yani "ekonomi" ile "politikanın"

bölünmezliği ilkesinin inkârıdır. Aynı şekilde, "üretim araçlarının bir kural olarak toplumsal mülkiyete tümüyle geçmemesi durumunda, sermaye sınıfının egemenliğinin aynen süreceği" şeklindeki klasik anlayış da, 1930'ların sosyal demokrat düşüncesinde ve en azından teori düzeyinde reddedilmekte; sosyal demokrasinin bir karma ekonomi çevresinde gerçekleşebileceği anlayışı güçlenmektedir.

Sosyal demokratlar, bu yeni yorumlarına, ekonomik ve toplumsal değişimin özelliklerinden gerekçe getirmişlerdir:

1) Sanayileşen ve gelişen bir ekonomi, daha karmaşık ilişkiler yaratmış ve siyasal merkezin üst düzeydeki ekonomik kararlarına daha bağımlı olmuştur.

2) Dolayısıyla, toplumun sosyal ve ekonomik biçimlenmesinde, siyasal merkezin makro ekonomik kararları (vergiler, gümrükler, faizler, yatırımlar

vb.); önemlerini artırıp, giderek daha belirleyici olmuştur.

3) Üretim araçları mülkiyetine sahip olmanın getirdiği siyasal ve ekonomik güç ise, tek başına belirleyici olmaktan ve mutlak bir egemenlik sağlamaktan (gelişmiş bir ekonomide) giderek uzaklaşmıştır.

Fark edileceği gibi, bu mantık silsilesinin vardığı nokta, şudur: Özel mülkiyetin kural olduğu bir ekonomiyi, siyasal merkeze egemen olmuş işçi hareketinin, sosyal demokrasi doğrultusunda yönlendirebileceği, yönetebileceği anlayışı. (Bu belirleyici önem taşıyan konuya, ilerde tekrar değineceğiz.)

b) "Karma Ekonomi" Kavramı

Sosyal demokrat ekonomi politikası, 1900-30 dönemindeki belirsizliklerinden ve uygulamadaki başarısızlıklarından sonra, bir "karma ekonomi"yle tanımlanabilecek modeller geliştirmeye bağlamıştır.

"Çoğulcu siyaset" anlayışının ışığında, farklı düşüncelerin ve sınıfların birlikte yaşayabilirliği görüşünün doğrultusunda, şimdi "ekonomik yapıdaki çoğulculuk," öngörülmektedir.

Sosyal demokrasinin 1930'lardaki "karma ekonomi" modelinde, çok genel çizgilerle, ekonomiyi "yönlendirici" önemdeki araçlar, devlet sektörünün kapsamındadır. Kredi kurumları, zaten tekel niteliği almış özel kuruluşlar, ekonominin çeşitli alanlarını etkileyen, belirleyen temel sektörler (demir-çelik, enerji, vb.) devletin mülkiyetinde öngörülmektedir.

Bu yaklaşım, "piyasa"nın ekonomik işleviyle çelişmemektedir:

Sermaye, piyasanın ulusal ve evrensel kuralları içindeki özgürlüğünü sürdürmektedir. Piyasanın arz-talep gelişmeleri çerçevesinde fiyatlar belirlenmekte, yatırım tercihleri oluşmakta, "para"nın değeri saptanmaktadır. "Rekabet," geliştirici özellikleri nedeniyle desteklenmektedir: Girişim, yaratıcılık ve üretkenlik, rekabetin hızlandıracağı ve sonuçta ekonomiye bütün olarak olumlu yansıyacak özellikler arasında öngörülmektedir. Söz konusu "yaratıcı" rekabetin,

"kapitalist modeldekine kıyasla," daha özgürleşeceğini, çünkü, tekellerin ortadan kalkmış olacağını, dönemin bâzı sosyal demokratları savunmaktadır.

Sözünü ettiğimiz "karma ekonomi" anlayışı, 1930'ların etkin bir sosyal demokrat yaklaşımıdır: Çok özet olarak, belirleyici önemdeki üretim araçlarının mülkiyetini ve belirleyici ekonomik kararların sahipliğini devletin elinde tutması koşuluyla, bu çerçeveye girmeyen üretim araçlarının

özel mülkiyetinin ve piyasa kurallarının "devamlılığını," hattâ yararlılığını, söz konusu anlayış benimsemektedir.

Burada en önemli nokta, Henri de Man'ın ve Belçika İşçi Partisi'nin, belki ilk kez çok açık olarak ve resmen bu "devamlılığı" öngörmeleri, kabullenmeleridir. Dönemin İsveç ve İskandinav sosyal demokratları da benzer bir yaklaşım içindedir. Öteki sosyal demokrat partilerin çoğu, "tüm üretim araçlarının toplumun ortak mülkiyetine girmesini," bilinmeyen bir tarihte gerçekleşecek bir belirsiz ve "nihai amaç" olarak korumaktadır. Ya da, koruyor gözükmektedir.

Nitekim, sosyal demokrat nitelikli Fransız sosyalist hareketinin lideri Leon Blum, –partisinden kopmuş olanların suçlamalarının da etkisiyle–

1934'te, "ara rejimlerin olamayacağını" savunmakta, tüm üretim araçlarının sosyalleşmesini öngörmekte, mücadelenin sadece kapitalist tekellere karşı değil, tümüyle kapitalizme karşı olduğunu vurgulamaktadır. Aynı anlayış, dönemin İngiliz İşçi Partisi'nce de, bu netlikte olmamakla beraber, paylaşılmaktadır.[73]

Bu çerçevede, Belçika İşçi Partisi'nin "kapitalist mülkiyetin" şartlı ve sınırlı olarak devamlılığı, hattâ yararlılığı şeklindeki açık tavrı, daha da önem kazanmaktadır. İkinci Dünya Savaşı sonrasında giderek yaygınlaşıp sosyal demokrat nitelikli partilerin büyük çoğunluğunca benimsenecek olan da, bu "karma ekonomi" yaklaşımıdır.

Sosyal demokrasinin evrimi, üretim araçlarının sosyal mülkiyetini giderek daha sınırlı ve daha şartlı bir amaca dönüştürmenin doğrultusunda olacaktır...

4. "Plan" Düşüncesinin Gelişimi

Sosyal demokrasinin mülkiyet yaklaşımı ve "karma ekonomi" anlayışı, genellikle, bir "planlama" kavramının çevresinde gelişmiştir. Sosyal demokrasinin –ve öncelikle Henri de Man'ın– plancılığı, "köklü ve yapısal bir değişimi" amaçlamaktadır. De Man, "geleneksel sosyalist reformculuğu", "maddeten ve kültürel olarak burjuvalaşmış" diye nitelemekte, bu tür reformculuğun, kapitalist toplumda bir baskı grubu yaratmanın ötesine geçemeyeceğini söylemektedir.[74]

1930'larda gelişen planlama anlayışı, sadece ekonominin değil, toplumsal ilişkilerin ve kurumların da yeniden düzenlenmesini öngörmektedir. Bu niteliğiyle, "radikal" olmak iddiasındadır. Söz konusu

yaklaşım, geleceğin sosyal demokrat programlarında yer alacak ortak

"planlama" anlayışının temellerini atmıştır:

1) Sosyal demokrasinin ekonomik model olarak 1930'larda geliştirdiği plancılık, "devlet sektörü" olarak, banka ve kredi kuruluşlarını, temel sanayileri, tekelleri nitelemektedir. Bunların sosyalleştirilerek topluma mal edilmesini öngörmektedir.

2) Özel sektör, "planın yönlendirmesi çevresinde, serbest rekabeti sürdürecektir."

3) Kapitalizmin kuramadığı üretim-tüketim dengesini kurmakla, işsizliği önlemek amacıyla, iç piyasayı genişletmekle, gelir paylaşımında adaleti sağlamakla, toplu tüketimi teşvik etmekle devlet yükümlüdür. Bu niteliğiyle, ekonominin güçlü ve aktif bir unsurudur.

4) 1930'ların plancılık önerilerinde, sosyal demokratlar, "katılım"

anlayışının arayışındadır: "Millileştirilmiş" sektörlerin yönetimine işçilerin katılması, sendikaların genel planın hazırlanmasında yer alması önerilmektedir.

5) Sendikal hakların genişlemesi, toplusözleşmenin yaygınlaştırılması, sosyal güvenlik sisteminin kurulması, devletin hem bir güvenlik, hem de ekonomik gelişme unsuru olması, sosyal demokrat planlama anlayışında yer almaktadır.

1930'ların planlamacılarına göre, kendi önerileri, hem köklü bir devrim niteliği taşımakta hem de ekonomik gelişmenin somut temellerini kurmaktadır.

Sosyal demokrasi, üretim araçlarının özel mülkiyeti-kamu mülkiyeti konusuna planlama teorileriyle biraz daha açıklık getirmektedir. Sosyal demokrasinin mülkiyet sorununa yaklaşımında temel tartışma noktası olan

"sosyalleştirmenin ne kadarı gereklidir, ne kadarı değildir"e, gene 1930'larda gelişen Keynesçilik belirleyici etkiler yapmıştır.

Mülkiyetin sosyal demokrat yorumunu izlemeye bu nedenle bir "ara"

vererek, Keynesçi düşünceye ve sonuçlarına kısaca bakalım...

II

Keynes'ten, İsveç'in "Refah Devleti"ne...

1929'un dünya ekonomik bunalımının yeni arayışlara yönelttikleri sadece sosyal demokrat partiler değildi. Sosyal demokratlar, makro ekonomik çözümlerini (planlama, devlet sektörünün yaygınlığı, sosyal tüketimin artması, vb.) hangi yöntemlerle pratiğe aktaracaklarını tartışırken,

"kapitalist" dünya da bir arayış içindedir. Piyasa mekanizmalarının özgürlüğü, arz-talep dengesinin kutsallığı, işsizliğin zorunlu "geçiciliği,"

serbest ekonominin kendi dengelerini kaçınılmaz ve yanılmaz biçimde kuracağı, kısaca, kapitalizmin ve liberalizmin bütün kutsal teorileri, ne büyük bunalımı önleyebilmiştir, ne de sonuçlarının aşılmasına yetebilmektedir.

Bu ortam, sosyal demokrasinin gelişmesinde belirleyici olan iki "olay"

yaratmıştır. İlki, Keynes'tir: John Maynard Keynes, kendi deyişiyle

"kapitalizmin çerçevesinde kapitalizmin reformunu" öngörmüştür.

1930'ların ilk yıllarından itibaren önerdiği ve birçok ülkede başarıyla uygulanan çözümler, –devletin ekonomiye müdahalesi, yatırımın sosyalleşmesi, tüketimin yaygınlaşması, vb.– sosyal demokrasiye, tabii farklı yorum ve araçlar çerçevesinde, aradığı kısa vadeli ekonomik

"yöntemler"in ipuçlarını getirmiştir. İkinci olay, İsveç'tir: 1932'de kurulan sosyal demokrat hükümet, bir bölümü Keynesçi yaklaşımların sol yorumuna dayanan girişimlerle, son derece başarılı bir sosyal demokrat ekonomi modeli yaratmıştır. İsveç'in sosyal demokrat partisi, 1932'den 1976'ya kadar, 44 yıl iktidarda kalabilecektir...