• Sonuç bulunamadı

Bir Tercih Nasıl Gelişti?

Sosyalizmin bütün klasik teorisyenleri, parlamenter ve liberal demokrasiyi, "biçimsel" ve "göstermelik" diye nitelemişlerdir. Bunun nedeni açıktır: 19. yüzyılda oluşum halindeki demokrasi bu teorisyenler gözünde –ve pratikte– hâkim sınıfın şu ya da bu temsilcisini hükümete getiren, halka sanki kendisi de kararlara katılıyormuş izlenimini vererek onu aldatan bir sistemdir. Marks'ın eleştirisinde[66] en açık ifadesini bulan bu anlayışa göre, liberalizm, toplumun ortak sorunlarının karara bağlanmasında her vatandaşın "eşit" hakka sahip olduğu görünümünü klasik demokrasi sayesinde vererek, aynı sorunların, aslında, ekonomik güce sahip olanların tekelinde çözümlenmesini sağlamakta, kolaylaştırmaktadır.

Marks'a göre, aynen "Hıristiyanların cennette eşit, yeryüzünde eşitliksiz" olmaları gibi, burjuva demokrasisinde, vatandaş, "politika alanında kullandığı oyla eşittir; asıl önemli alanda, yani ekonomide eşit değildir. Burjuva demokrasisi, siyaset alanındaki bir göstermelik eşitliğin izlenimini vererek, asıl önemli konuda, yani ekonomide yer alan eşitsizliği gizleyip sürdürmekte ve böylece burjuvazinin egemenliğini pekiştirmektedir. Marks'a göre bu demokrasi, sömürülen sınıfa, sömürünün onaylatılması anlamındadır; sömürücü sınıfın hangi temsilcileri aracılığıyla siyasal mekanizmayı kullanacağını, sömürülenlerin seçmesi demektir.

Marks'ın "burjuva" demokrasisinde ya da gene oy mekanizmasında gördüğü tek olumlu özellik, sınıf mücadelesini daha anlaşılır kılmak ve hızlandırmak işlevini de, bu demokrasinin bir yönüyle taşımasıdır.

1. Engels, Neyi Anlatmak İstiyor?

Demokrasi konusunda "farklı" yaklaşımı geliştirecek sosyalistlerin (Bernstein, Kautsky, Jaurès, vb.) baştacı ve hareket noktası düşünceler, Engels'in, hayatının son yılında (1895) yazdıklarıdır. Engels, Marks'ın Fransa'da Sınıf Mücadeleleri kitabının yeni baskısına yazdığı "giriş"

bölümünde, klasik demokrasiye çok değişik, çok yeni ve geçmiştekinden radikal olarak farklı bakmaktadır. Klasik anlayışın savunucuları ise, Marksizmin bu ikinci kaynağının, yani Engels'in, söz konusu yazısından ötürü "yanlış yorumlandığını" öne sürmüşlerdir. Konu günümüzde bile tartışılmaktadır. İşçi hareketinin demokrasi konusunda bölünmesinde taraflardan birinin, ileri de "sosyal demokrat" diye anılacak olanın kendi

demokrasi tercihine dayanarak gösterdiği, bir tür meşruiyet gerekçesi yaptığı bu önemli yazının bâzı bölümleri özetle, bâzıları aynen şöyledir:[67]

Engels, önce Alman Sosyal Demokrat Partisi'nin, yani o dönemdeki siyasetiyle ihtilâlci Marksis partinin seçim sonuçlarına dikkati çekmektedir:

1871'de 102.000 oy, 1881'de 312.000; 1884'te 550.000; 1887'de 763.000;

1890'da 1.427.000; bu büyüme sonucunda, devletin anti-sosyalist yasaları kaldırmak zoruna düşmesiyle 1893'te 1.787.000. Yani, diyor Engels, toplam oyların yüzde 25'ten fazlası. Ayrıca, yerel seçimlerde, küçük birimlerde ve her tür seçimde sosyal demokrat parti olağanüstü başarı gösteriyor.

Engels şöyle devam ediyor:

1866'da Bismarck'ın genel oy haklarını tanımak zorunda kalmasından sonra, Alman Sosyal Demokrat Partisi "... genel oyu öyle kullanabildi ki, hem karşılığını her alanda alabildiği hem de bütün ülkelerin işçilerine yararlanacakları bir örnek sunmuş oldu. Alman işçileri, Fransız Marksist programındaki deyişle, günümüze kadar bir yanıltma aracı olan genel oyu, bir kurtuluş aracına dönüştürdüler." Genel oyun getirdikleri sadece işçi hareketinin kendi gücünü doğru belirlemesi, işçilerin kendi zaferlerine güveni sağlaması, yaygın propaganda imkânıyla sınırlı kalmış olsaydı, genel oy görevini yapmış olurdu. Fakat bundan çok fazlasını genel oy gerçekleştirmiştir:

"... Genel oyu böylesine etkin kullanarak işçi sınıfı yepyeni bir mücadele yöntemini harekete geçirmiş oldu ve bu yöntem hızla gelişti. (...) Değişik eyalet ve belediye meclislerinde, işyeri konseylerinde ve yeterli sayıda işçinin oylamaya katıldığı her yerde, seçime açılmış görev için burjuvaziyle rekabete girdiler. Böylece, burjuvazi ve hükümet, işçi sınıfı partisinin yasadışı eyleminden çok, yasal eyleminden korkmaya, ayaklanmasından değil, seçim başarısından ürkmeye başladı.

Çünkü, burada da mücadelenin koşulları ciddi şekilde değişmişti. 1848'e dek belirleyici olan eski usul ayaklanma ve barikatlarda kavga verme, artık büyük ölçüde geride kalmıştı..."

Engels, Marks'ın kitabının yeni basımına yazdığı önsöze, askeri gücün ve silâhların her ülkede artmakta olduğuna, 1848 sonrasının yeni koşullarında ayaklanmaların bir tür intihara dönüşeceğine dikkati çekiyor:

"... İktidar güçlerinin, bizleri neden mutlaka silâhların patladığı, kılıçların şakırdadığı bir yere sürüklemek istediğini, okuyucu şimdi daha iyi anlayacaktır. Aynı şekilde peşinen yenilmeye mahkûm olduğumuz

sokaklara mücadeleyi dökmeyişimizden ötürü, iktidar güçlerinin ‘korkaklık' suçlamasına hedef yapılmamız da anlaşılacaktır."

"... Bilinçsiz kitlenin öncülüğünü yapan küçük ve bilinçli azınlık tarafından (gerçekleşecek) darbe ve ihtilâllerin çağı geçmiştir. Toplum organizasyonunun tümüyle yeni biçime dönüşmesinin söz konusu olduğu her durumda, kitlelerin bizzat buna katılımı zorunludur. Kitleler, neyin söz konusu olduğunu ve vücutları ve hayatlarıyla neden bu işe karıştıklarını bizzat bilmelidir, işte, son elli yıllık tarihin bize öğrettikleri." (... )

"... Her tarafta, eski taktiği gözden geçirmenin gerekliliği giderek anlaşılmaktadır. (...) Alman (Sosyal Demokrat Partisi'nin) genel oyu kullanma ve imkân olan bütün görevleri seçimle ele geçirme örneği izlenmektedir. Tabii, hükümetler bizi açıkça savaşa tahrik etmiyorlarsa. (...) Başka ülkelerde ne olursa olsun, Alman sosyal demokrasisinin özel bir durumu olduğu ve bundan ötürü, hiç değilse yaşanılan günde, özel bir amaç yüklendiği açıktır." Engels, iki milyona yaklaşan oyun önemini bir kez daha vurguladıktan sonra, "bir büyük silâhlı çatışmanın normal gelişimi paralize edeceğini, büyük güçten yoksun kalınacağını ve daha ağır fedakârlık gerektireceğini" yazmaktadır.

2. "Yasallıktan Korkan Hangi Taraf?.."

Engels'in bu giriş yazısı, ilerde çok tartışılacak şu cümlelerle noktalanmaktadır:

"Dünya tarihinin cilvesi (ironie) her şeyi altüst etmiştir. Biz ‘ihtilâlciler,' biz ‘kargaşa çıkarıcıları,' bizler, yasadışı yöntemlerden ve kargaşadan çok daha fazla, yasal yollardan gelişmekteyiz. Kendilerine verdikleri isimle

‘düzen partileri' ise, kendi yarattıkları yasal çerçevede yok oluyorlar.

Odillon Barrot'nun[*9] ağzından, umutsuzca haykırıyorlar: ‘... Yasallık bizi öldürüyor' diye... Bizler ise, bu yasallık içinde gelişiyoruz ve ebedi gençliği yaşıyoruz. Ve eğer biz, sırf onların hoşuna gitsin diye kendimizi sokak kavgalarına sürükletecek kadar çılgın değilsek, onlara yapabilecekleri tek şey olarak, kendilerine böylesine ölümcül olmaya başlayan yasallığı kendi elleriyle ortadan kaldırmak kalacaktır..."

Engels'in bu ünlü yazısının yol açtığı tartışmalara değinmeyeceğiz:

Kimileri, Engels'in "malûmun ilânından" başka bir şey yapmadığını, "nihai kavgaya", "kritik an"a hazırlanışın ek bir yöntemine işaret ettiğini söyleyecektir. İşçi hareketini demokrasi tercihine yönlendirmek isteyenlerin ise, Engels'in bu son yazısında, "siyasal vasiyetinde" çok şey bulabileceği

açıktır: Engels, şiddet yerine yasal çerçevenin –parlamento ve genel oy–

mücadelesini önermekte, bu çerçevenin işçileri değil giderek hâkim sınıfı ürküttüğünü yazmaktadır. Ayaklanmayı, darbeyi, barikatı "geçmişe ait" diye nitelemekte, temsili demokrasinin genel oyunu, işçi partisi adına "sürekli"

bir kazanımın aracı diye nitelemektedir. Genel oy, işçi hareketinin,

"yepyeni" mücadele yöntemidir artık...

Engels'in "nihai" amacı ne olursa olsun, bu yazdıkları demokrasi konusunda hem Marks'tan hem de bizzat kendi geçmiş yazılarından radikal biçimde farklıdır. Bundan böyle, Alman işçi hareketinin "revizyonist"

akımı, kendi meşruiyet kaynakları arasında Engels'i de sayabilecektir...

II