• Sonuç bulunamadı

2. TEORİK ARKA PLAN

2.1. Ekonomik Dönüşüm ve Enformel Sektör

2.1.1. Düalistik Yaklaşım: Modernleşme ve Bağımlılık Okulu

Enformel sektör tartışmasının temelleri, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Modernleşme ve Bağımlılık Okulu’nun çevre ülkelerde kapitalizmin henüz nüfuz edemediği geleneksel sektörlerin varlığı ve bunların nasıl dönüşeceği üzerine argümanlarına dayanmaktadır.

Periferik toplumların ekonomik gelişmesi 1950’li yıllarda Batılı liberal iktisatçıların en çok üzerinde durdukları konulardan biri olmuştur. Modernleşme Okulu, modernliği Batı toplum modellerine dayanarak belirlemiş ve çevre ülkeleri geçiş durumundaki toplumlar olarak tanımlamıştır. Bu tür bir ikici ekonomik gelişme kuramının en bilinen tanıtıcısı W.

Arthur Lewis’tir. Lewis’in (1954) klasik ikici tezine göre, azgelişmiş ekonomiler

“kapitalist” ve “geçim” olmak üzere iki sektöre ayrılmaktadır. Geçim sektöründeki

29

bu sektördeki üretkenliği düşük veya üretken olmayan emek fazlasının, geçimlik ücretlerin verildiği kapitalist sektöre aktarılma olanağı vardır. Böylelikle geçimlik ücret seviyesinin üstündeki artı değer kapitalist sınıfın eline geçebilmektedir (Ersoy, 1984: 3).

Lewis, kapitalist sektörün, bu emek fazlası tükenip ücretler geçimlik düzeyin üzerine çıkıncaya kadar genişlemeye devam edeceğini; yani kapitalist sektörde tam istihdamın sağlanmasıyla geçimlik sektörden aktarılan emeğin eninde sonunda kapitalist sektörde istihdam edileceğini varsaymıştır (Ersoy, 1984: 9). Modernleşme Okulu düşünürleri bu varsayım üzerinden kapitalist sektör dışındaki uğraşları “marjinal” birer kalıntı olarak görerek genel olarak geçici birer olgu olarak değerlendirmiştir (Ersoy, 1984: 6). Bu değerlendirmenin arka planında, Okulun dünyadaki ekonomik yapılara ikici yaklaşımı ve azgelişmiş ülkelerin kendi içsel dinamikleriyle değil de gelişmiş ülkelerin yardımıyla Batı ülkeleri aşamasına geçecekleri şeklindeki evrimci anlayış bulunmaktadır (Erbaş, 1999:

16; Erbaş, 2018: 12).

ILO da periferik ekonomileri Modernleşme Okulu’nun ikici tezinden hareketle yorumlamıştır. Antropolog Keith Hart (1973), ILO’nun desteği altında Gana’daki kentsel emek pazarı üzerine yaptığı gözlemler sonucu “formel” gelir fırsatlarını ücretli işçilerle,

“enformel” gelir fırsatlarını ise kendi hesabına çalışanlarla/serbest meslek eşleştirmiştir.

Hart’ın analizi, kentsel emek arzı fazlası probleminin kavramsallaştırılmasını; yani şişkin ve durağan bir “marjinal kitle” portresini değiştirmiştir. Sermaye kaynağının olmaması durumu, insanların beceri ve motivasyonuyla tazmin edilmekte ve böylelikle dinamik bir girişimcilik getirmektedir. Daha sonraki enformel sektör üzerine yazın, Hart’ın kırdan göç eden yoksulların kentte hayatta kalmasına imkân veren mekanizmalar olarak kavramın orijinal anlamını korumuş; ancak dinamik niteliğini göz ardı etmiştir. Örneğin ILO, enformel sektörde istihdamı “eksik istihdam” olarak adlandırmış ve modern ekonomiye girememiş işçileri kapsadığını; azgelişmiş ülkelerdeki enformel sektörün, modern kapitalist ekonomiden farklı bir üretim rasyonalitesine sahip olduğunu; enformel girişimcilerin ekonomik amacının, kapitalist girişimlerin kar elde etme ve biriktirme

amacının aksine, bireysel olarak veya ailenin hayatta kalmasını sağlamak olduğunu varsaymıştır. ILO’nun (1972) Kenya araştırmasında enformel ekonominin ayırt edici özellikleri şöyle tanımlanmıştır: girişimci olmak için sermaye ve vasıf gereksinimi açısından düşük giriş bariyerleri vardır; girişimler aile mülkiyetindedir; küçük ölçekli üretim aktiviteleri yapılmaktadır; eski teknolojiyle emek yoğun üretim yapılmaktadır;

düşük üretkenlik seviyesi ve düşük birikim kapasitesine sahiptir; düzenleme ve denetlemeye tabi değildir ve rekabetçi pazarlardır. Böylesi bir tanım, enformel sektör yazınına düalistik bir eğilim vermiş; enformellik “modern” sektörün dışındaki

“geleneksel” aktivitelerin referans terimi haline gelerek yoksullukla eşanlamlı olarak görülmüştür (Portes ve Schauffler, 1993: 38-39).

1980’li yıllarda Perulu ekonomist Hernando De Soto (1989), The Other Path adlı kitabında, Hart’ın argümanını yeniden formüle etmiş ve enformelliğin kökenini aşırı emek arzından ziyade, ekonominin devlet tarafından aşırı düzenlenmesine bağlamıştır.

Latin Amerika örneği üzerinden devletin küçük bir elit tabakaya ekonomiye katılım ayrıcalığını bahşettiğini; enformel ekonominin ise bu legal bariyerleri başarılı şekilde kıran halkın cevabı olduğunu öne sürmüştür. De Soto’ya göre de kırdan kente göç eden nüfus ana akım ekonomiye katılım sağlayamayınca enformel işçilere dönüşmüştür. Yani enformel ekonomi ilk olarak bir hayatta kalma aktivitesi olarak çıkmış, ancak giderek devletin ekonomiyi aşırı müdahaleciliğine karşı gerçek pazar güçlerini teşkil eder hale gelmiştir. Dolayısıyla bu perspektiften enformel girişimci marjinal değil, devlet baskısına karşı birikim yapan ekonomik bir aktör olarak görülmüştür (Portes ve Schauffler, 1993:

39- 40).

De Soto’nun atılgan girişimciler fikri dünya çapında kabul görmüş ve enformel girişimlerin ticari ruhsatlandırma ve lisans prosedürlerinin basitleştirilmesinde hükümetler üzerinde önemli bir etkiye sahip olmuştur. Ancak bu girişimler, uygulandığı her ülkede formel ekonomiyi genişletici veya yoksulluğu azaltan bir etki yaratmamıştır.

31

Zira elitlerin kendi ayrıcalıklarını kaybetmeye karşı dirençleri oldukça yüksektir.

Hükümet varlıklarının özelleştirilmesiyle büyük servetler ve tekeller ortaya çıkmış; ulusal elitler enformel ve kriminal mekanizmaları kendi şirketlerinin birikimini sürdürmek için vergiden kaçma, rant elde etme ve kaçakçılık için kullanmıştır (Bromley ve Wilson, 2018:

10).

Bağımlılık Okulu, ikici teze karşı çıkarak kapitalizmin en yalıtılmış bölgelere dahi sızdığını; en geri kırsal bölgelerin bile ulusal ekonominin çeşitli sektörlerine ve bu şekilde de dünya pazarına bağlı hale geldiğini öne sürmüştür. Çevre ülkelerdeki kapitalist üretim tarzı, verimli bir dışsatım sektörü ve bu sektöre ucuz emek sağlayan kesimlerin birlikteliğinden oluşmaktadır. Kapitalizm öncesi üretim tarzları, dışsatım sektörüne ucuz emek sağladığı için sistem tarafından korunmakta, bu da azgelişmiş ülkelerde

“azgelişmişliğin gelişimine” neden olmaktadır. Yani çevre ülkelerdeki feodal görünümlü ilişkiler, feodal düzenin kalıntıları olmaktan ziyade kapitalizmin egemenliği altındaki bir ekonomik gelişmenin sonucudur (Ersoy, 1984: 8-9). Modernleşme Okulu, iki ayrı ve kendi iç dinamikleriyle sınırlı kesimin varlığından hareketle yola çıkarak, bu iki kesim arasındaki ilişkiyi işgücü aktarımı veya sermaye transferine indirgerken; Bağımlılık Okulu da bu ilişkiyi dış bir dinamik olarak emperyalizme bağlamış ve kapitalizm öncesi üretim tarzlarını dışsatım sektörüne ucuz emek sağlanması bağlamında yeni sömürgecilikle açıklamıştır (Ersoy, 1984: 18). Liberal düşünürlerce azgelişmiş ülkelerde kırdan kente göçle oluşmuş büyük emek artığı fenomenini isimlendirmek ve temel karakteristiklerini vurgulamak için kullanılan kavramlardan en popüleri “marjinalite”dir ve modern kent ekonomisinin dışında bırakılan göçmen nüfus için kullanılmıştır.

Marksist perspektif ise marjinal kitleleri, Üçüncü Dünya ekonomilerinin emek ihtiyacını aşan ve bu nedenle de ekonomik birikim için hiçbir işlevi olmayan bir “yedek işgücü ordusu” olarak karakterize etmiştir (Portes ve Schauffler, 1993: 38). Bu yaklaşıma göre 1960’lar boyunca hem tarım hem de endüstrideki sermaye yoğun gelişme stratejileri, işgücü için yeterli istihdam fırsatları yaratamamış; bu nedenle milyonlarca insan verimsiz

ve düşük ücretli işlerle hayatlarını sürdürmek zorunda kalmıştır. Özellikle gelişmekte olan ülkelerdeki bu işçiler, yarattıkları girişimlerle ya marjinal “kendi hesabına çalışanlar” haline gelmiş, ya da büyüyen işsiz yedek işgücü ordusu saflarını şişirmiştir (Portes ve Walton, 1981: 80).

2.1.2. Düalizmle Simbiyosizm Arasında: Üretim Tarzlarının Eklemlenmesi