• Sonuç bulunamadı

1. Genel Olarak

Düşünce, kişinin içsel yaşamının en gizli alanından kaynaklanan(Kaboğlu, 2011: s.287; Nal, 2002: s.66) görüş, kanaat ve fikir öğesini anlatmaktadır(Gören, 2011: s.461). Hukuk ise amacı dolayısıyla ilke olarak yalnızca dışa vurulan toplumsal davranışlarla ilgilenmektedir. Bununla birlikte, düşünce geçişlidir, doğasında iletişimsellik vardır. Sözle, yazıyla, öğretim yoluyla “düşünce ve

kanaatlerin iletişimi”, toplumsal bir olgu şeklinde doğrudan doğruya hukuk alanına girmektedir(Kaboğlu, 2002: s.334).

Düşüncenin serbestçe oluşumu, bir taraftan düşünceyi serbestçe açıklama ve yayma, yani ifade özgürlüğünü, diğer taraftan açıklanan düşüncelerden haberdar olmayı ve bilgi edinmeyi şart koşmaktadır(Gören, 2011: s.458).

TANÖR, düşünce özgürlüğünü; “insanın serbestçe fikirler edinebilme, edindiği fikir ve kanaatlerden ötürü kınanmama ve bunları bütün meşru yollardan yararlanarak dışa vurabilme imkan ve serbestliği” şeklinde tanımlamaktadır(Tanör, 1969: s.15). Diğer bir ifadeyle, düşünce özgürlüğü denilince, düşüncenin oluşumunu sağlayan “haber alma ve öğrenme özgürlüğü”nün, bu özgürlüğün sağlandığı ortamda oluşan düşünce ve kanaatlerden kınanmamayı ifade eden “kanaat özgürlüğü”nün ve tüm bunlarla birlikte sahip olunan “düşüncenin açıklanması yayılması özgürlüğü”nün birlikte anlaşılması gerekmektedir(Karaaslan, 2004: s.1437).

Bu haliyle düşünce özgürlüğü, bilgilenme hakkı ve kanaat özgürlüğü ile başlayıp, ifade özgürlüğü ile devam eden(Kaboğlu, 2002: s.335), insan kişiliğinin toplumdaki en doğrudan anlatımı olmasından dolayı en değerli insan haklarından biridir(Gören, 2011: s.458). Birçok özgürlük, düşünce özgürlüğünün gerçekleşmesi amacıyla aracı bir işlev görmesine karşın, düşünce özgürlüğünün kendisi diğer hak ve özgürlüklerin önemli bir kısmına “besleyici” bir işlev görmektedir(Kaboğlu, 2002: s.335). Düşünce özgürlüğü, esas olarak anlamını, düşünceyi açıklama ve bilgi edinme özgürlüğünde bulmaktadır(Karaaslan, 2004: s.1437).

Aslında, düşünce ve düşünceyi açıklama özgürlükleri birbirinden ayrılamayan iki özgürlük türüdür. Düşünce özgürlüğü gerçekte, kişiye kendi dünyasında gerçekleri bulma olanağı vermekte iken, düşünceyi açıklama özgürlüğü ise düşüncelerini üçüncü kişilere iletmesini sağlamaktadır(Günaydın, 2010: s.72). Düşünce özgürlüğünde asıl olan bilgilenme hakkından faydalanan kişinin serbestçe oluşturduğu kanaat, fikir ve görüşlerini serbestçe açıklayabilmesi, anlatabilmesi ve yayabilmesidir(Kaboğlu, 2011: s.291).

Düşünce, fikir, kanaat, vicdani inanç ve din deyimleriyle anlatılan bütün değerler ifadenin konusunu oluşturmaktadır. İfade şekli ise, yalnızca dile getirmek değil, aynı zamanda fikirleri savunma, tanıtma, oluşturma, anlatma, açıklama ve yayma şeklinde geniş tutulmaktadır(Kaboğlu, 2011: s.291).

Düşünceyi açıklama özgürlüğü, “insanın serbestçe düşünce ve bilgilere ulaşabilmesi, edindiği düşünce ve kanaatlerden dolayı kınanmaması ve bunları tek başına ya da başkalarıyla birlikte (dernek, toplantı, sendika vb.) çeşitli yollarla (söz, basın, sinema, tiyatro vb.) serbestçe açıklayabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir.” Tanör, 1994: s.59).

İfade özgürlüğü, temelinde fikir, düşünce serbestliği, bilgileri, fikirleri açıklama ve bunlara ulaşma hakları bulunan demokratik, çoğulcu bir toplumun varlığı için gerekli en önemli özgürlüklerden biridir(Günaydın, 2010: s.72).

2. Düşünceyi Açıklama Özgürlüğü ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi

İfade özgürlüğünün sınırlarında ülkeden ülkeye önemli farklılıklar bulunmakla birlikte, bu konuda insan hakları hukukunda ortak bir standardın bulunduğu belirtilebilir. Bu standardı belirleyen başlıca uluslararası belgeler, başta Birleşmiş Milletler çatısı altında hazırlanan 1966 tarihli Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme olmak üzere Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesidir(Günaydın, 2010: s.73).

AİHS, demokratik bir toplumda düşünceyi açıklama özgürlüğüne sınırlama getirilebilir. Ancak, öncelikle sınırlandırmaların çok sıkı biçimde denetiminin yapılması gerekir. Ulusal hukukta öngörülen sınırlandırmaların AİHS’nin 10 uncu maddesine göre ihlal oluşturmaması için şu üç koşulu taşımalıdır. Bunlardan birincisi, yapılacak müdahalenin yasada öngörülmesidir. İkincisi, müdahale maddede belirtilen meşru amaçlarla sınırlandırılmalıdır. Üçüncüsü ise, müdahalenin demokratik toplum için gerekli olmasıdır. Bu üç koşul, AİHM tarafından çok katı olarak yorumlanmaktadır(Karaaslan, 2004: s.1450).

AİHM, AİHS’nin 10 uncu maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen sınırlama nedenlerine dayalı olarak ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin, yasada öngörülüp

öngörülmediği, meşru amaçlara ulaşmak için “demokratik bir toplumda”, “zorunlu” bulunup bulunmadığı yönlerinden incelemektedir. Mahkemeye göre yasaya uygun olma, yasa tarafından emredilmiş olmayı ya da koşulların yasa tarafından belirlenmiş olmasını ifade etmektedir. Demokratik toplumda gerekli olma ölçütünün uygulanmasında ise AİHM, şu ilkeleri geliştirmiştir: “Gereklilik”; “vazgeçilmezlik” ya da “uygunluk” şeklinde anlaşılmamalı, devletin “zorlayıcı toplumsal ihtiyaç”ı dikkate almasını zorunlu kılmaktadır. Bu sınırlamanın gerekliliği, aynı zamanda inandırıcı olmalıdır(Yokuş, 2002: s.120-121-123).

Öte yandan AİHM, Sözleşme’nin 10 uncu maddesinin 2 nci fıkrasına yönelik bir sınırlamanın uygunluğundan önce, 1 inci fıkra ile tanınmış haklara ve özgürlüklere yönelik bir sınırlamanın bulunup bulunmadığı konusunu saptamaktadır. Mahkeme, Open Door Dublin Well Woman/İrlanda davasında, bir danışmanlık şirketi tarafından, İrlanda dışında kürtaj yaptırılmasıyla ilgili bilgilerin hamile kadınlara verilmesinin Yüksek Mahkemece yasaklanmasının düşünce özgürlüğünü ihlal edeceğine karar vermiştir(Karaaslan, 2004: s.1450).

Düşünceyi açıklama özgürlüğünün negatif yönünde, Devletin kişiyi düşüncesini açıklamaya zorlayamaması, dolayısıyla bireyin gizli kalmasını istediği verilerini açıklamaya zorlanamaması söz konusudur. Böylece, bireyin sır alanına konu kişisel verilerinin korunması sağlanmaktadır(Şimşek, 2008: s.147). Nitekim düşünce özgürlüğü, bir düşünceye katılmama, diğer bir ifadeyle düşünceyi açıklamama özgürlüğünü de içermektedir. AİHM, Young, James ve Webster/Birleşik Krallık davasında, İngiliz Hukukundaki sendika tekeli uygulamasını, “benimsenmeyen fikir ve düşünceye katılmaya zorlama” şeklinde değerlendirerek AİHS’nin 10 uncu maddesine aykırı bulmuştur(Karaaslan, 2004: s.1443).

3. Düşünceyi Açıklama Özgürlüğü ile Kişisel Verilerin Korunması Hakkı Arasındaki İlişki

Kişisel verilerin korunması hakkının, düşünceyi açıklama özgürlüğü ile çatışma potansiyeli taşıdığı öne sürülerek, bu çatışmanın da, düşünceyi açıklama özgürlüğü içerisinde değerlendirilen basın özgürlüğü ile gerçekleşebileceği, özellikle magazin basınında kişilere ilişkin son derece mahrem bilgilerin yazı, fotoğraf ya da görüntüler ile aktarılmakta olduğu belirtilmektedir(Küzeci, 2010: s.86). Zira,

düşünceyi açıklama özgürlüğü gazetecilerin ve yayıncıların güçlü bir dostudur. Söz konusu kişiler, kişisel bilgilere ilişkin yaptıkları yayınları haklı çıkarmak için bu özgürlüğe güvenmektedir(Room, 2007: s.6).

Bununla birlikte, kişisel verilerin korunması hakkı ile düşünceyi açıklama özgürlüğünün birbirlerini desteklediği alanlar da vardır. Düşünceyi açıklama özgürlüğüyle, bireyin açıklamalarının içeriğini ve açıklamayı yapacağı muhatabını belirleme hakkı güvence altına alınmaktadır(Küzeci, 2010: s.89). Yine bu özgürlük, birey hakkındaki bilgilerin bulunduğu düşüncelerin serbestçe aktarılmasını korumakta ve bu çerçevede bireyin kişisel verileri üzerindeki belirleme hakkının bir unsuru olmaktadır(Şimşek, 2008: s.146).

Kişisel verilerin korunmasına yönelik yapılan düzenlemelerde “eğer gerekli ise” düşünceyi açıklama özgürlüğünü korumak amacıyla istisna getirilebileceğine ilişkin hükümler bulunmaktadır. “Gereklilik” koşulu her devlet tarafından olayın kendine özgü koşulları dikkate alınarak bir değerlendirme yapılması ile belirlenecektir(Küzeci, 2010: s.87).

Bu bağlamda, diğer özgürlüklerin temelini oluşturan ifade özgürlüğü, demokratik düzenin esaslı unsurunu meydana getirmesinden dolayı toplumun güvenliği gibi diğer değerlerle karşı karşıya gelmesi halinde başkaca bir çarenin kalmaması ve bütün olanakların değerlendirilip uygulanmasından sonra sınırlanmalıdır. Sınırlandırma halinde ise devletin, meşru ve anayasal bir çıkarının bulunduğunu kanıtlaması gerekir(Yokuş, 2002: s.19).

Türk Anayasa Mahkemesi tarafından, özgürlüklere getirilen sınırlamaların haklılaştırılması amacıyla“açık ve mevcut tehlike” ölçütü kullanılmıştır. Bunun temel nedeni, 1982 Anayasası’nın ifade özgürlüğüne yönelik aşırı sınırlamalara yer vermesi olarak açıklanmaktadır. Bu ölçüte göre, bir ifadenin açıklanması, bireyler ya da toplum açısından açık ve mevcut bir tehlike oluşturuyorsa, bu ifadenin açıklanması sınırlanabilir(Yokuş, 2002:s.82-84).