• Sonuç bulunamadı

DÖRT KAPIDA DÖRT SEVDA

Belgede Diyarbakır Karacadağ (sayfa 174-179)

% Sayı

A. Kadir Gördük

13. DÖRT KAPIDA DÖRT SEVDA

Ben bu şehrin ıslah ve iflah olmaz oksijenini soludum… küçesinde oynadım, bedeninde coştum, kastalından su içtim, yağmur yağanda siviğinden geçtim, soğuk vurdu pininde sabahladım… sıcak havalarda çayöğünde hüllelerde fasıllar geçtim…

düşlerimi ısırdım Kerejdağ'da lavdım püskürdüm mağmasında gözyaşı düktüm…

ovaya indim göğsüm bereketlendi.

Ahmed AYDEMİR

14-BARIŞ DİLİ' İHTİYACI

Kürtlerle ilgili zihnimdeki en uzak anı köyümüzdeki 70-80 yıllık evin dolap kapağındakı işlemeleri sorduğumda anamın "O işlemeler bu evde daha önce yasayan Erzincan'dan sürülen Kürtlerden kalma" sözüdür. Anam onlardan acılı ama gururlu insanlar olarak söz eder ve eklerdi: "Ali Rıza bey pek konuşmazdı ama karısı sürekli ölen oğlu için ağlardı".

Ahmet Arif şiirleriyle kurduğum ilişkiden etkileniyordum.

Karacadağ'ı, Hamravat suyunu, Diyarbekir Kalesini, Dağlara gelen baharı, Gözlerinden öperim demenin duruluğunu ve daha bir çok duyguyu ondan öğrendim.

Prof. Dr. Şükrü Hatun

15-BENİ BU SESLER OYALAR!..

Eşlik eder yürüyüşlerime kimileri, benim onlara bir rehber gibi eşlik ettiğimi sanarak!

Varsın öyle bilsinler. Onlar şehrimi tanırken, ben de tanıyorum ya yeniden bu şehri kadimi, bilmeseler de olur…

Bir şafak vakti hayata yeniden döndürülmesini beklediğim bir dostun anılarıyla hemhal, nehrin öte yakasından şehre bakarken, sabah alacasındaki ürperti getirdi kendime beni. Bir nefes aldım, bir nefes, hançereme doyasıya. Ve baktım surlu şehrin üzerindeki sabah alacasının oluşturduğu çiyli, puslu havaya…

Uzakta, taa uzaklarda, silueti görülen Fis Kayadan çokça patika, bayır demeden, çocuk bacaklarım çizilerek, ayaklarım kayarak inmişliğim vardır Dicle kıyılarına.

Kimi kez arkadaşlarımla “çay içinde dügme taş” deyip Siring, Behran, Şebbot balıklarıyla oyunlar oynamışımdır bilirim…

Binler yıldır, ben dahil kimlere yol olduğunu, bir tek kendisi bilen, On gözlü Köprünün orta gözünden, şehrimin Mardinkapısına, sayısız defalar bakmışlığım vardır. Birkaç kez Tanrıya dilekçe yollamışlığım da… Onu da bilirim!

Surlu şehrin hangi burcunun bağrındaki dövmesine işlediğim suretimi bir tek ben bilirim…

Bütün kapılarından şehrin, sayısız kez, yaka üryan, göğüs büryan geçip, gölgesiz yürüdüğümü de bilirim…

Ali Keşkül'de, Pêlvan Baxçasında, Cinêli'de, Savacax'ta, Çüt hevuzlarda, ezcümle bilumum Hevsel'de kimler oturur, hangi meyve hangi zamanda yetişir, ben bilirim ya!

Mardinkapı'daki Keçi Burcundan, epeyce uzaklarda ip gibi kıvrılan Dicle Nehrine bakarım. Bakar da melûl, mahzun Dicle'nin dolanışını seyrederim. Üzeri tepsi gibi düz Kırklar Dağına, ayaklarımın altındaki düzlükte tatlı bir eğimle yayılan Hevsel Bahçelerine, değirmenlere bakarım.

Bakarken, şairin dizeleri dilime düşer, “çay ögünden katırlarla kum gelir, / kavun gelir bal petegi / karpuz gelir şarti pıçax kırmızi”.

Temmuz güneşinin kavurucu sıcaklığı, Kerejdağın içimdeki soğuğunu söndüremese de, ben buradayım ya! O bana yeter…

Bir hafta uzak düşsem, uzak düşsem bir süre “Surlarıyla çepeçevre kuşatılmış şehrim ne haldedir!” diye hasret çekenlerdenim…

Şeyhmus Diken

16-KARACADAĞDA KADIN OLMAK

Sabah saat üç buçukta kalkar ahırdan bozma yatak odasında yeni doğmuş buzağı ve kuzuların karnını kendi çocuklarından önce doyurma telaşına girerdi.

Evdeki koyunu doğurduğunda kendisi doğurmuş gibi sevinir öper okşar bakardı.

Günlerdir üzerinden çıkarmadığı elbiselerinin terden sertleştiğine aldırmadan buzağını yıkardı.

Üçüncü rüyada olan çocukları ve eşi uyanmasın diye ayak parmakları ucunda yürür kuzuları otlağa sürerdi. Kuzuları gecenin alaca karanlığında iliklerine kadar sızmış korkuya aldırmadan kuzuları en güvenli yerde otlağa bıraktıktan sonra geri döner bu sefer koyunlarını sağardı. Hele Rıkko diye koyun var ya! Zalımo Remo bir tarafa, Rıkko bir tarafa. Hıç olmasa Remmoyla arada bir iyi geçinirdi Rıkko ise geçimsiz sanki kendisine düşman. Rıkko büyük koyunun adıydı. Sütü sağarken ikide bir ayağını stıle vurmaya kalkışmaz mı?... Her seferinde ayağını havada yakalıyordu Sıttı . Yakalayamazsa sütü yere döker heriften de bir sürü laf işitirdi. Koyunları sağdıktan sonra daha güneş yeni doğmaya başlarken ateşin önünde sütü kaynatmayla uğraşırdı. Sütü kaynatırken derin hülyalara dalar baba evinde ne kıymetli kızdım diye düşünmeye başladı mı gerisi çok güzel bir sıla özlemi olurdu.

Daha sekizindeydi yanakları al al gözleri bal. "Mala bavı qüda kizbum ez çı vezirbum" (babamın evinde kızdım şahdım padişahtım. diye iç geçirirdi. Annesinin kucağında günde beş kez saçı taranırken şimdi aylarca taramaya fırsat bulamıyordu...

Amcaları gelirken Sıtı diye çağırır ceplerinden balon yâda benişt çıkarırlardı. Stı sanki dünyayı kazanmış gibi utanır benişti alarak kaçardı. Dünya dedikse de benim benzetmem. Yoksa Sıtı ye göre bir inek hediye edilmişçesine mutluluk verici bir şeydi bu. On birine geldiğinde artık okulun dördüncü sınıfına giden kimilerine göre büyümüş bir kız sayılıyordu. Annesi süt sağmayı koyun gütmeyi. Rêğ (tezek) açmayı öğretirdi. Tezek yapma başlı başına bir ustalık istiyordu. samanla karışık iyi yoğrulması gerekiyordu. Yoğururken toprağın karıştırılmamasına dikkat edilmeliydi.

Ayaklarıyla iyice bir yoğurduktan sonra önce tepık yapardı. Tepık ince ve daha ufak olduğu için çok zaman alıyordu. Oysa tepıkın daha büyüğü olan kerme daha çabuk yapılır ve daha kolaydı. Bunları yaparken daha sabahın beş altısı anca olurdu. Çünkü akşamdan beri biriken rêğa çarva koyun gübresi kurumadan hemen sabah serinliğinde yapılmalıydı.

Saatler yediyi gösterirken: Akşamdan kalma bulaşıkları evin yakınında bulunan nevala zınnar çayında yıkamaya başlardı. Bulaşık detarjanı yerine toprak ve kül kullanırdı önceleri ama şimdilerde artık mintax işleri dehada kolaylaştırmıştı..

Bulaşıkları yıkarken yeni doğan güneşin sıcaklığı yüzüne vururdu. Ez mala bâvı ğoda kizbum babamın evinde kız idim türküsünü mırıldarken hatım destı wi Remoyda rezil bum (geldim bu remo'nun elinde rezil oldum.) diye türküye doğaçlama yapardı. Remo yirmi yıllık eşiydi. Remoyu evlendiğiniz ilk gece karanlıkta görmüştü. Zaten şehirli kızlar gibi hayalinde ne Alan Delon ne kadir inanır nede Tarkan vardı. En iyi hayali klam kahramanları. Mehmedı zındi,Rıko yı Bro yada Hêsenı Bıçuk olurdı. Bazen abıisi kendisine berdel olması için; "Hêkamın tı mıra berdêli dıbi?" bacım sen bana berdekurmusun Derdi. Sıtı boynunu büker eri keke olur abi derdi. Zaten başkada bir şansı olamazdı. Zaten korktuğu babasının kendisine bêrdel düşünmesiydi. Neyse ki Remo gelmiş bu korkulardan kurtarmıştı onu. Ne bêrdel nede başka sadece başlığın verip getirmişti Remo... Aslında hep derler başlık falan filan. Kızlar başlık adı altında tanımadığı kişilere zorla veriliyor diye. Oysa Sıtı'ninde hayali en fazla paraya gitmekti. Çünkü arkadaşları arasında az paraya giden kızlar aşağılanıyordu. Hem çevreden de ucuza gitmiş muamelesi yapılıyordu. Değeri, güzelliği, hamaratlığı başlık parasıyla belleniyordu. Hem Remoda ucuza getirse hep kıymetsiz değersiz bakardı kendisine. Gider bir tane daha almaya kalkışırdı. Başlığı ne kadar yüksek olursa Remo daha çok kendisinden çekinir kıymet verirdi. Yoksa küsüp gittiğinde Remo'nun elinde bir daha verecek başlık parası olmamalıydı..Babası Sıtı'nın üzerinden kardeşini evlendirme hesaplarını yapıyordu. Şimdi Remo'nun yanında evde kavga çıksa, kızı kaçsa, Erkek çocuğu kız kaçırsa hep suçlanan ve dayak yiyen Sıtı olurdu. Erkekler erkek meclisinde: erkekliklerini yüzündeki şişliklerle kanıtlarlardı. Hatta erkeklik yarışına giren cehennem zebanisi Remo birde hadi kim hanımının kolunu, kim kafasını kırar teklifini getirmez mi ordaki erkeklere. İçinden dua ederdi teklif kabul edilmesin diye.

Karacadağda kadın olsaydınız ilk gece heyecanını önce iyi bir kötekten sonra can acısıyla kadınlık acıları içerisinde geçirirdiniz diye söylenir oldu.

İşte bunları düşünürken saatin yedi buçuka yaklaştığını fark ettiğinde koşar adımlarla içeri koştu. Kaynayan sütün taştığını herifinde sabrının sütle beraber taşmak üzere olduğunu anladı. Adurgandaki çayın kaynadığını görünce kahvaltı hazırlığına başlardı. Kahvaltıda sıra sıra dizilmiş bir düzine çocukla birlikte herife çay doldurur fırsat bulursa arada bir ağzına bir lokma atar fırçalanmamış çürümüş dişlerle çiğnemeden yemeye çalışırdı. Bu devirde hem fırça da macun da var. Ama bunu yapacak zaman olmadıktan sonra ne yaparsınız macunu fırçayı. Saatler onu gösterirken toplanmış elbiseler leğende ateşte kaynamış suyla birlikte dere kenarında çamaşır yıkar olurdu. Koniyle çamaşırları döverken alnına yakılan karayazıyı kaderini dahası Remo öfkesini boşaltırdı. Hele Remo aklına gelince daha hızlı koniyi sallardı çamaşırlara. Remo karşıda koyunları kırpıyordu. İçinden akşamdan yenilmiş sopaların öfkesiyle çamaşırlara vururdu. Kırpılan yün birazdan önüne yıkanmak için gelecekti. Güneş tepesine dik vurmaya başlamıştı. Öğle namazına giden Remo ya bakarak halen evin içerisine girememenin ezikliğini yaşardı. Yünü suya batırıp

4

konilerken Remonun o kalın sesini işitirdi. "Nanı niwro te çı kır? öğle yemeğine sen ne yaptın " Hemen elindekileri bıraktı ve eve koşuverdi. Tezinden kerejdağ pirincini tencereye koydu. Adurgana (şömine) ateşi alevlendirip dumanlar içerisindeki güzelliğini anca çeşmede su içerken görürdü. Bir yandan yemek hazırlığı derken diğer yanda on iki numara, sırtındaki Pıtoya çatlamış gögüs uçlarıyla sütü vermeye çalışırdı.

O bir anneydi. Öğle yemeği arasından sonra, kış için toplanan otu patil yapmaya başlardı. Elleri çatlamış nasırlanmıştı.

Saatler dördü gösterirken Hafşoya toplanmış koyunların arasında süt sağmaya başlardı büyük kızı yanında. Kendisi okumamıştı ama inadına kızlarına çalışmayın okuyun derdi. Akşam serinliğin de de bebelerin kirlettiği bezleri yıkarken günlerdir taranmamış saçlarınız bu fırsatta yıkamaya çalışırdı. Akşam yemeği misafir derken gece hayli ilerlemiş olurdu herifin iri ufaklı oynaşmaları karşısında yorgun düşmüş bedeniyle bir an önce kendisini rahat bıraksın da derince bir uykuya dalmayı arzulardı. Tabi ki yeni doğan kuzu ve buzağılar gece ilerleyen saatlerde kendisini rahat bırakırlarsa.

Hüseyin Gökmen

17-DAĞLARA BAHAR GELENDE

Karacadağ dedik de, bir başka olur Karacadağ'da bahar. 250 rakamıyla ifade edilen ve 40 ayrı familyaya mensubiyeti bilinen bitki türlerinin ve de Ters Lale'nin vatanıdır Karacadağ. Bahar en çok bu bitkilerin doğayla kucaklaşmasına yakışır.

Bahar gelende bizim buralara;

Dağlara lale düşer, güle velvele...

Gülün telaşı lalenin yabani olarak bitmesinden kaynaklı kendi kıymetinin bilinmemesinedir. Yoksa laleye de yer var bu diyarlarda, güle de! Çünkü gül de, lale de bilir ki; Diyarbekir'in dört etrafı menekşe ve nergis'dir

Şehmus Diken

18-BAHARIN BİR HABERCİSİ KENGER SATILMASIYDI

Karacadağ'da orman kalmadı ama bin yılların "kenger"i direndi zamana. Kar erimeye başlayınca, kenger topraktan fışkırır. Hele birazcık güneş görsün, dikenli yapraklarını toprak yüzeyine, gövdesini de toprağın derinliklerine uzatır. Kara, soğuğa dayanıklıdır. Her taşın altında biten kenger, yöre insanın da vazgeçilmez yemeğidir. Beş-on santimetre uzunluğundaki etli ve süt beyaz gövdesi yemek yapılırken, dikenleri kuruyunca çevre köyler için iyi bir yakacak olur. Bahar öncesi yetişmeye başlayan kenger, mayıs ortalarında yeşilliğini kaybeder, kartlaşır ve dikenleşir.

Dikenleşen kenger kadınların sırtlarında kıl çadırlara, köylere taşınır. Yani kenger üç ay aş, beş ay yakacaktır. Antik Karacadağ lavlarında yetişen, kıraç ve yanmış toprağı seven kenger

Şeyhmus Çakırtaş

C-KARACADAĞ EFSANELERİ

Belgede Diyarbakır Karacadağ (sayfa 174-179)

Benzer Belgeler