• Sonuç bulunamadı

2.2 Yabancı Bankacılık ve Türkiye

2.2.7 Yabancı Bankacılığın Tarihçes

2.2.7.2 Türkiye’de Yabancı Bankacılık

2.2.7.2.2 Cumhuriyet Sonrası Dönem

Özellikle 1923’te İzmir İktisat Kongresi’nde alınan karar ile Türkiye İş Bankası’nın kurulması ve 1924’te çıkarılan yasa ile Ziraat Bankası’na her türlü bankacılık işlemini yapma yetkisinin verilmesi, Cumhuriyet dönemi bankacılığının başlıca ve temel gelişmeleri olmuştur (Gündüz, 2003: 132). Bu dönemde, başlangıçta bankaların devlet katkısıyla kurulması gerektiği görüşü hâkim olup, 1923–1932 döneminde Türkiye İş Bankası ile Ziraat Bankası dışında, TCMB ve tek şubeli yerel bankalar kurulmuştur (Yaşar, 1992: 26). Bölgesel ihtiyaçların giderilmesinde olumlu katkıları bulunan bu tek şubeli yerel bankaların çoğunluğu, 1929 dünya ekonomik krizinin olumsuz etkileri ve ülkemizde şube bankacılığının gelişip yaygınlaşması nedeniyle faaliyetlerini durdurmak zorunda kalmışlardır (Takan ve Boyacıoğlu 2013: 4). Bu dönemi izleyen 1933-1945 döneminde, farklı faaliyet alanlarına hizmet etmesi amacıyla beş adet kamusal sermayeli banka kurulmuştur (Yaşar, 1992: 26). Bunlar Sümerbank A.Ş., Belediyeler Bankası (İller Bankası A.Ş.), Etibank A.Ş., Denizcilik Bankası T.A.Ş. ve T. Halk Bankası A.Ş.’dir.

Bu yıllarda tek şubeli bankacılık yavaş yavaş sona ermeye başlamıştır (Takan ve Boyacıoğlu, 2013: 5). İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki yıllarda ise ülkemizdeki iş hacminin genişlemesi ile yerli bankalara olan ihtiyaç artmış ve sırasıyla Yapı ve Kredi Bankası, Garanti Bankası, Akbank gibi bankacılık sektörünün gelişimine yön veren bankalar kurulmuştur. 1960’lı yıllarda bankacılık sektöründe çok şubeli büyük bankacılığa doğru bir gelişme yaşanırken, 1970’li yıllarda bu bankaların sermayesi ve dolayısıyla yönetimi özel holdinglerce ele geçirilmiş ve holding bankacılığı başlamıştır (Kesbiç ve Şimşek, 2001: 48). Bu dönemde ayrıca ihtisas bankacılığına da önem verilmiş olsa da holding bankacılığının gelişmesiyle birlikte TBS geniş şube ağına sahip oligopolistik bir yapı içerisine girmiştir (Yaşar, 1992: 26).

1980 yılından itibaren Türkiye ekonomisinde yaşanan köklü değişiklikler, bankacılık sektörünü de yakından etkilemiş ve TBS bu yıllarda uluslararası finans sistemi ile bütünleşme sürecine dâhil olmuştur. Bu dönemde Sermaye Piyasası Kanunu çıkartılmış, İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB) ve Bankalararası Para Piyasası kurulmuş, Leasing Kanunu kabul edilmiş, açık piyasa işlemlerine başlanmış ve döviz piyasası kurulmuştur (Sarısu, 1996: 2). Mevduat ve kredi faiz oranları serbest bırakılmış, sektöre girişler kolaylaştırılmış ve yeni finansal ürünler ortaya çıkmıştır (Denizer, 1997: 12). Yaşanan bu büyük gelişmeler sonucunda, bankacılık sektörü daha dışa açık ve rekabetçi bir ortamla karşı karşıya kalmış, bu nedenle ürün ve hizmetlerde çeşitlendirmeye gidilerek yeni teknikler kullanılmaya başlanmıştır. Ayrıca, bir dizi kurumsal ve yapısal yeniliklere gidilmiştir (Yaşar, 1992: 26). Bu dönemde yaşanan en önemli yeniliklerden birisi de sektöre yabancı sermaye girişine izin verilmeye başlanmasıdır. Bunun sonucunda, 1980’li yılların başından itibaren çok sayıda yabancı banka Türkiye’ye gelmiş ve ağırlıklı olarak dış ticaretin finansmanı üzerine çalışmaya başlamışlardır. Bu durum, yabancı bankaların rekabeti ile karşı karşıya kalan Türk bankalarını da bu konuda uzmanlaşmaya itmiş ve Türk bankalarının uluslararası faaliyetlerinde de artış görülmüştür (Kesbiç ve Şimşek, 2001: 48).

1980’li yıllarda yaşanan ekonomik reformlar TBS’nin gelişimine olumlu katkıda bulunmuş olsa da finansal sisteme yönelik düzenlemelerin olması gereken kurallara göre uygulanamaması, sistemin derinlik kazanmasını engellemiş ve bu durum doğal olarak bankacılık sektörünü de olumsuz yönde etkileyerek krizlere karşı duyarlılığı yüksek bir sektör haline getirmiştir (Çolak (a), 2000: 21). Yüksek faiz, bazı

bankalardaki kötü yönetim ve bankerciliğin gösterdiği denetimsiz gelişme nedeniyle 1983’te finansal yapıları bozulan beş özel bankanın, 1993’te de üç özel bankanın tasfiyesine gidilmiştir (Yüksel ve diğerleri, 2002: 16).

1990’lı yıllarda bozulan makroekonomik dengeler nedeniyle mali yapısı olumsuz yönde etkilenen bankacılık sektörü, 1994 yılında yaşanan ekonomik krizle birlikte ciddi bir özkaynak erozyonuna uğrayarak reel olarak küçülmüştür. Her ne kadar 1994 krizinin etkilerini kısa sürede atlatarak 1999 yılına kadar büyümesini sürdürse de, köklü çözümlere gidilmediğinden mali bünyedeki sorunlar artmaya devam etmiştir. Ayrıca, 1999 yılında yaşanan deprem ile Uzakdoğu ve Rusya krizleri sektörü yüksek riskli bir ortamda faaliyet göstermeye zorlamıştır. Bankaların taşıdıkları yabancı para net genel pozisyon açığı taşınamaz hale geldiğinde ise sektör krize girmiştir. Sonuç olarak, 1998-2000 yılları arasında 11 banka, 2001 yılında ise 9 banka TMSF’ye devredilmiştir. Bu bankalardan Egebank A.Ş., Yurt, Ticaret ve Kredi Bankası A.Ş. (Yurtbank), Türkiye Tütüncüler Bankası A.Ş. (Yaşarbank) ve Bank Kapital T.A.Ş. Ocak 2001’de, Ulusal Bank T.A.Ş. ise Nisan 2001’de Sümerbank ile birleştirilmiş ve Sümerbank aynı yıl içerisinde Oyak Grubu’na satılmıştır. İnterbank A.Ş. ve Eskişehir Bankası T.A.Ş. (Esbank) ise Haziran 2001’de Etibank A.Ş. ile birleştirilmiş, Etibank’ın da yılsonu itibariyle bankacılık lisansı iptal edilmiştir. 2001 yılı içerisinde ayrıca Demirbank T.A.Ş.’nin HSBC Bank A.Ş.’ye, Sitebank A.Ş.’nin de Novabank S.A’ya satışı gerçekleştirilmiştir. İktisat Bankası T.A.Ş. ve Kent Bank A.Ş.’nin ise bankacılık işlemleri yapma izinleri kaldırılmıştır. 2001 sonunda, yaşanan kriz sonucunda bankacılık sektörü önemli ölçüde küçülmüş ve banka sayısı 81’den 61’e gerilemiştir (Afşar (b), 2006: 148).

Bankacılık sektöründe yaşanan krizin olumsuz etkilerini giderebilmek amacıyla 2001 yılında “Bankacılık Sektörü Yeniden Yapılandırma Programı” uygulamaya konulmuştur. Bu kapsamda sektörün görünümünü değiştirecek, geniş kapsamlı yasal ve kurumsal düzenlemelere gidilmiştir. Ancak, 2002 yılında ülke ekonomisinde görülen büyüme trendi bankacılık sektörünü kapsayamamıştır. Yeniden yapılandırma programına devam edilmiş ve sektörde bozulan dengeler yavaş yavaş düzelmeye başlamıştır.

Günümüze kadar gelen sonraki süreçte ise, sektörde AB’ye uyum çalışmaları hız kazanmış ve yabancı yatırımcıların TBS’ye gösterdikleri ilgi artmaya başlamıştır. Bazı bankalar yabancı bankalar ile ortaklık yoluna giderken, bazı bankaların da çoğunluk hisseleri yabancılar tarafından satın alınmıştır. Bankacılık sektöründe 2003 yılında başlayarak giderek artış gösteren yabancı sermaye girişleri tezin sonraki bölümlerinde ayrıntılı olarak ele alınacaktır.