• Sonuç bulunamadı

SİYASAL PARTİLER VE POLİTİK PAZARLAMA UYGULAMALAR

3.2. Türkiye’de Seçmen Yoğunluğuna Sahip Siyasal Partiler

3.2.3. Cumhuriyet Halk Partis

Cumhuriyet Halk Partisi, Atatürk tarafından 9 Eylül 1923’de kurulmuştur. Parti, Kurtuluş Savaşı’nı örgütleyen ve yürüten "Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetinin" devamıdır. Başlangıçta "Halk Fırkası" adını alan Parti, 1924 yılında "Cumhuriyet Halk Fırkası", 1935 yılında da "Cumhuriyet Halk Partisi" şeklinde isim değişikliğine uğramıştır (www.chp.org.tr).

Cumhuriyet tarihi ile özdeş oluşum süreci içinde, Cumhuriyet Halk Partisi’nin temel ideolojik yaklaşımları da gerçekleşmiştir. 1923’te hazırlanan parti tüzüğünde, halk egemenliği, çağdaşlık ve hukuk devleti anlayışlarını içeren “Dokuz Umde” yer almıştır. 1927’deki İkinci Kurultay’da, “Cumhuriyetçilik”, “Halkçılık”, “Milliyetçilik”, “Laiklik” CHP’nin dört temel ilkesi olarak benimsenmiş, 1935’teki Üçüncü Kurultay’da, bunlara “Devletçilik” ve “İnkılapçılık” eklenerek, ilkelerin sayısı altıya çıkarılmıştır (Cumhuriyet Halk Partisi Programı, 1994).

1938 yılında Atatürk öldükten sonra yerine cumhurbaşkanı seçilen İsmet İnönü “Milli Şef” ilan edilmiştir. Bütün bu otoriter uygulamalara karşılık parlamenter sistemin ilkeleri teorik de olsa korunmuş ve 1950 yılına kadar ülkeyi yöneten CHP hiçbir zaman tek parti olarak anayasal düzeyde bir tanınma elde edememiştir (Sitembölükbaşı, 2001: 90-91). 1950 seçimlerinde ise rakibi olan Demokrat Parti’ye karşı yarışı kaybederek ilk kez muhalefet partisi olmuştur.

1960’lı yılların ortalarında CHP sola açılarak kendisini "Ortanın solu" olarak tanımlamış, 1970’li yıllarda ise ideolojisini "demokratik sol" kavramıyla tanımlayan CHP, önerdiği sosyal reformlarla "düzen değişikliği"ni hedeflemiştir. Bu süreçte, "devlet partisinden" "halkın partisine", “düzen partisinden" "değişimin partisine" dönüşmüştür (www.chp.org.tr).

CHP’nin sola yönelişi sadece parti içinde çalkantı yaratmakla kalmamış, parti dışındaki muhalif çevrelere CHP hakkında olumsuz propaganda yapma şansı vermiştir. Sol kavramının CHP’nin bazı militanlarınca daha radikal bir şekilde Marxizm’le

bağlantılı bir şiddet lisanıyla ifade edilmesi muhalefetin “Ortanın Solu Moskova Yolu” nitelemesiyle CHP’yi eleştirmesine yol açmış ve partiyi güç duruma düşürmüştür. CHP’nin genel sekreterliğini yapan Bülent Ecevit’in partinin genel başkanı olmasından sonra, CHP’nin “Ortanın solu” ideolojisinin yerini “demokratik sol”un aldığı görülmektedir. 1974 yılında toplanan kurultayda demokratik sol terimi kabul edilmiştir. Ecevit bu kavramı tercih edişinin nedeni olarak yozlaştırılmış ortanın solu kavramının aksine demokratik solun yıpranmamış bir kavram olduğunu ve demokrasiye bağlılığı simgelediğini belirtmiştir (Sitembölükbaşı, 2001: 99-101).

1970’li yıllarda ülkede ortaya çıkan büyük sosyoekonomik huzursuzluklar CHP içinde de önemli tartışmalara yol açmıştır. Bu tartışmalar 1980 öncesi son CHP genel kongrelerine parti içi iktidar mücadeleleri şeklinde yansımış, hatta öyle ki, parti bölünmenin eşiğine gelmiş ve 1980 askeri müdahalesiyle partinin kapatılması böyle bir bölünmenin gerçekleşmesini engellemiştir (Sitembölükbaşı, 2001: 105). 1983’te yeniden demokratik düzene geçilmesinden sonra, partinin tekrar Cumhuriyet Halk Partisi adı altında kurulmasına izin verilmeyince parti ile aynı tabana sahip iki siyasal parti kurulmuştur. Bunlar: Halkçı Parti ve Sosyal Demokrasi Partisi’dir.

Halkçı Parti Necdet Calp önderliğinde kurulurken, Sosyal Demokrasi Partisi İsmet İnönü’nün oğlu Erdal İnönü tarafından kurulmuştur. Daha sonra, bu iki partinin 1985 yılında birleştiği ve Sosyal Demokrat Halkçı Partisi (SHP) adını aldığı görülmektedir.

İki partinin birleşmesi eski CHP’nin mirasına sahip çıkma konusunda SHP’ye önemli bir avantaj sağlamış, nitekim parti ilk girdiği 1987 seçimlerinde %24.7 oy çıkararak 99 milletvekili kazanmıştır. Ancak birleşmeye rağmen SHP içinde güçlü bir muhalefet zaman zaman etkisini hissettirmiştir. Bülent Ecevit’in CHP genel başkanı olduğu dönemde parti içi hizbin lideri olan Deniz Baykal, benzeri bir mücadeleyi SHP içinde Erdal İnönü’ye karşı yürütmüştür. Erdal İnönü’ye karşı giriştiği genel başkanlık mücadelesini kaybeden Baykal, CHP’nin siyasal faaliyetine izin verilmesinden sonra 9 Eylül 1992 tarihinde toplanan kongresinde CHP genel başkanlığına getirilmiştir. Diğer yandan Erdal İnönü 1993 yılında Süleyman Demirel’in cumhurbaşkanı seçilmesinin

ardından SHP genel başkanlığından istifa etmiş ve partinin genel başkanlığına Murat Karayalçın getirilmiştir. 1995 yılına gelindiğinde ise, merkez solu birleştirme konusunda çabalar yeniden artmış, SHP ve CHP’yi birleştirme konusunda anlaşan Baykal ve Karayalçın ortak bir kongre toplanması konusunda anlaşmıştır. Kongre önce yeni partinin ismini Atatürk’le bağlantısı ve köklü tarihi nedeniyle CHP olarak kabul etmiş, daha sonra da partinin genel başkanlığına Deniz Baykal seçilmiştir. Bununla birlikte solda birleşme güç kaybını önleyememiş; 1991’de SHP’nin aldığı %20.8 oy ve 88 milletvekiline karşılık 1995’te birleşmeden sonraki CHP sadece %10.7 oy oranı ile 49 milletvekili çıkarabilmiştir (Sitembölükbaşı, 2001: 110). Bu düşüşlerin devam etmesi ve 1999 genel seçimlerinde CHP’nin barajın altında kalarak, meclise milletvekili gönderememesi parti için tarihinin en başarısız seçimi olmuştur. Bu sonuç üzerine Baykal istifa etmiş ve yerine Altan Öymen geçmiştir. Ancak CHP’den uzun süre uzak kalamayan Baykal, Kasım 2002 seçimlerinden önce tekrar genel başkanlığa getirilmiş ve CHP, 2002 Genel Seçimleriyle meclise giren iki partiden biri olmuş; aynı zamanda tek muhalefet partisi olma özelliğine de sahip olmuştur.

CHP kurulduğu ilk günden beri, devletin resmi politikaları ile kendisini bütünleştirmiş ve rejimi korumayı görev edinmiştir. CHP, bu bağlamda, geniş seçmen kitlelerinin taleplerinden ziyade, geçen zaman içerisinde ancak sınırlı bir manevra alanı içerisinde, kendisine edindiği misyon çerçevesinde ve –onlarla uyumlu olduğuna inandığı- politikaları üretebilmiştir. Özellikle çok partili sisteme geçildikten sonra, CHP’nin tercihlerini seçmen taleplerinin karşısında ‘resmi ideoloji’ tarafında kullanması, bu partiyi sağ partilerin elde ettiği büyük oy oranları ile iktidara gelmesini engellemiştir. Esasen, CHP çok partili seçim sistemine geçildikten sonra, tek başına iktidara gelecek oy çoğunluğuna hiçbir zaman ulaşamamıştır. CHP, kendisini mevcut siyasal rejimi sahiplenme ve onu koruma noktasında sağ yelpazedeki partilerin çok üzerinde görmekte ve bu partileri gözleme gibi bir misyonu da üstlenmiş gözükmektedir. CHP veya aynı çizgideki siyasilerin zaman zaman sağ yelpazedeki hemen hemen bütün partilere yönelik olarak yaptıkları eleştiriler, bu konudaki kanaatleri destekler niteliktedir (Gürbüz ve İnal, 2004: 36-37). CHP’nin seçmen profiline bakıldığında da, sağ kanattaki partilere nazaran büyük ölçüde farklılık gösterdiği görülmektedir.

Öncelikle CHP, çok partili sisteme geçildiği günden bu yana tek başına iktidara gelebilecek çoğunluğu yakalayamamıştır. Dışarıdan bakıldığında, CHP’nin yeni açılımlar gerçekleştirip iktidar olma yerine, ‘iktidar maliyeti’ karşılığında muhalefette kalmayı seçip, ‘rejim koruma’ gibi bir misyonu kabul ederek, böyle bir tercihte bulunmuş olduğu gözükmektedir. CHP, -Deniz Baykal dönemi de dahil olmak üzere- zaman zaman ‘Anadolu Solu’ gibi söylemler gerçekleştirerek merkeze doğru yaklaşma ve daha geniş bir seçmen tabanından oy alma girişimlerinde bulunmuşsa da, mevcut seçmen tabanından çok ciddi tepkiler almış ve bu açılımlardan vazgeçmek durumunda kalmıştır. Bu bağlamda, ciddi bir açılım gerçekleştirememiştir. Daha önceleri %30’lar seviyesinde iken, 2002 seçimlerinde %20’ler seviyesine kadar inen sol oylar ve muhalefette iken bile iktidar alternatifi konumuna gelemeyen ve bu ivmeyi kazandıracak oy artışını yakalayamayan CHP’nin, oy kazandıracak siyasal açılımları gerçekleştirme hususunda oldukça tutucu bir profil çizdiği gözlenmektedir. Esasen CHP, özellikle son yıllarda izlediği birçok politika ve muhalefet tarzı itibarıyla ‘statükocu’ ve ‘tutucu’ bir parti izlenimi vermektedir (Gürbüz ve İnal, 2004: 37).