• Sonuç bulunamadı

Cenap Şahabettin, Âfak-ı Irak-Kızıldeniz’den Bağdat’a Hatıralar

2.2. Müslüman Coğrafyacılar ve Seyyahların Gözünden Bağdat Şehri

2.2.13. Cenap Şahabettin, Âfak-ı Irak-Kızıldeniz’den Bağdat’a Hatıralar

1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nda şehit düşen Binbaşı Osman Şahabeddin Bey’dir. Bir süre Tophane’de Mekteb-i Feyziyye’ye devam etse de oradan Eyüp Askerî Rüşdiyesi yıkılınca Gülhane Askerî Rüşdiyesi’ne geçmiştir. Buradan 1880 yılında mezun olunca Tıbbiye İdâdîsi’ne girmiştir. İki yıllık eğitim bittikten sonra Askerî Tıbbiye’nin beşinci sınıfına kabul edilmiştir. İyi bir derece ile mezun olan Cenap Şahabettin, cilt hastalıkları konusunda eğitim alması için devlet tarafından Paris’e gönderilmiştir. Daha sonra Avrupa’dan dönünce Haydarpaşa Hastanesi’nde görev yapmıştır. Bu görevin ardından ise Sıhhiye müfettişliği görevi ile 1896’da Cidde’ye gitmiştir.571

Çeşitli görevlerde bulunan Cenap Şahabettin, daha sonra Dârülfünun edebiyat fakültesi lisan şubesi Fransızca tercüme müderrisi olmuş, iki ay sonra ise garp edebiyatı müderris vekili olmuştur. Dârülfunan’da görev yaptığı esnada bir derste Yunanlıları överek Millî Mücadele’yi küçümsediği gerekçesiyle öğrenciler ve bazı hocalar aleyhinde nümayişler düzenlemiştir. Doğruluğu ispat edilmeden Eylül 1922’de istifa etmek zorunda kalmıştır. Yaşanılan bu olayların sonucunda ise inzivaya çekilen Cenap Şahabettin, çalışmalarını sürdürdüğü sözlüğü tamalayamadan 13 Şubat 1934 tarihinde beyin kanaması sonucu vefat etmiştir. Yazarın mezarı ise Bakırköy Mezarlığındadır.572

Cenap Şahabettin Âfak-ı Irak adlı anılarını ilk önce Tasvir-i Efkâr gazetesinde yayımlamıştır. 1914 yılında Irak’a giderek iki yıl Bağdat’ta yaşamış olan edebiyatçının anıları Bülent Yorulmaz tarafından bulunup kitap haline getirilmiştir. Cenap Şahabettin’in gözlemlerine yer verdiği eserinde yola çıkma amacının Irak’ı görmek olduğu geçmektedir. Başlangıç olarak Dicle Nehri’ni ele alan yazar, Dicle Nehri’ni anlatırken etraftaki hurmalıkların güzelliklerini de es geçmemiştir. Dicle’nin sarı ve çamur rengi oluşunun akıp akmadığını gizleyen bir örtü gibi durması ve sakin bir deniz gibi olduğu için nehir olduğu düşünülmediğini yazmıştır.573 Bağdat’ın bahçelerinin,

çimlerinin, çiçeklerinin ve ağaçlarının Dicle ile sulandığını belirtmektedir. Hatta Bağdat’ın bu çöl güzelliğini Dicle’ye borçlu olduğunu ifade etmiştir. Cenap Şahabettin’in şu cümlelerine bakılınca Dicle’nin Bağdat’a hayat veremediği görülmektedir. “İşte nehrin iki sahilindeki arazi-i mübâreke Süleyman Kânûnî’nin pây-ı

571 Celal Tarakçı, “Cenab Şahabeddin”, İA, TDV, c. VII, İstanbul, 1993, s. 346-349. 572 Tarakçı, c. VII, s. 347.

573 Cenap Şahabettin, Âfâk-ı Irak, Kızıldeniz’den Bağdat’a Hatıralar, hzl. Bülent Yorulmaz, Dergâh Yayınları, İstanbul, 2002, s. 21.

zaferi altına ne halde girdi ise bu gün yine o halde, tüfeğin zapt ettiği toprağı saban feth etmeli idi, öyle olmamış.”574

Cenap Şahabettin, güzel şehirlere ya sabah erken ya da akşamüstü gidilmesi gerektiğini vurgulamıştır. Eserinde Bağdat’ın ortasından geçerken Dicle sahillerinde bulunan yalıları, bahçe ve çiçekleri anlatmıştır. Özellikle de gezdiği Bağdat’ın öldüğüne inananların aldandığını dile getirmiştir. Yazar, Bağdat’ın öldüğüne inanmadığını ise şöyle açıklar; “Bağdat ölseydi ancak ifrat-ı terennüm ve ifrat-ı taaşşuktan ölürdü ve katili de şiir ve aşk olurdu!...”575 “Hayır, Bağdat yaşıyor. İşte damları üstünde solgun dumanlar, ince sorguçlar muavveç tüyler teşkil ediyor; işte hurma dalları uzun, kibar birer el ve hurma yaprakları uzun kibar birer parmak gibi balkonları, pencereleri, balkonlarda gezen sîneleri ve pencerelerden uzanan cepheleri sıvıyor, okşuyor; işte bunların eteğinde Dicle yalıların hayâliyle buruşmuş ve hârelenmiş, taze ve sergeşte-i muhabbet bir kadın gibi ağlıyor ve giryesiyle yaşıyor. Bağdat’ta yalnız insanlar değil, bütün anâsır, bütün eşbah, edâyı Fuzûlî ile giryan ve müterennim yaşıyor ve diyor ki: Yaşayacağım!..”576

Cenap Şahabettin’in anılarını toplayan ve Bağdat’a gidip bölgeleri gezen Bülent Korkmaz, yazarın Bağdat’ta Dicle Nehri’ne paralel uzanan asfaltla kaplı cadde tek dikkatini çeken cadde olduğunu eklemiştir. Çünkü diğer caddeler hem çamurlu hem de birbirleriyle aynı olup ayırt edilmez bir hal almıştır. Fakat Korkmaz, bu durumun yazarın seyahatini yaptığı yıllardaki Bağdat’a ait olduğunun da altını çizmektedir. Zira yirmi yıl sonra kendisinin gördüklerinin yazarın anlattığı gibi olmadığını belirtmiştir. Hatta Cenap Şahabettin, bu durumu medeniyet ve bedeviyet arasındaki fark olarak yorumlarken halk asfaltlı caddeye “kabuklu yol” demiştir.577

Yazar, Bağdat’ta yaşayanları genelleyip Araplar olarak aksettirmiştir. Arap topraklarında yaşayan insanların çoğunun Bedevîler ve Fellâhlar olduğunu yazmıştır. Arap ve zencî ırkın çoğunlukla bulunduğu bu coğrafyanın sahip olduğu zenginlikler ve özellikler hasebiyle medeni dünyanın ve beyaz ırkın ilgisini çektiğini de bildirmektedir.578 İngilizlerin yaptığı ırkçılığı insanları, birinci tabaka; kendileri, ikinci tabaka; kendileri dışındaki diğer beyazlar ve üçüncü tabaka; sarı, kırmızı ve siyah ırk olarak ayırarak yaptıklarını da açıklamaktadır. Üstelik zencilerin insan olma değerinden

574 Şahabettin, s. 21. 575 Şahabettin, s. 22. 576 Şahabettin, s. 22. 577 Şahabettin, s. 22. 578 Şahabettin, s. 23.

aşağı olduklarını, onların kalbi ve akılları olduğu gerçeğini es geçerek savunduklarını da eklemiştir. Bunun yanısıra İngilizlerin beyazlar dışındakileri idare ederken kullandıkları tek şeyin kuvvet olduğunu da dile getirmiştir.579 Yazar, bütün beyazların elinde ince bir

değnek olduğundan bahsetmiştir. Bunun nedeninin de onlara hâkim olmanın ellerindeki bu bastonu kaldırmak kadar kolay olması şeklinde açıklandığını yazmıştır.580

Şehri gezmek için rıhtıma çıktığı zaman dikkatini çeken ilk şey yolda geçerken zencilerin selam durması olmuştur. Bunun bir Hidiviyet sancağıyla yan yana olan İngiliz sömürgesindeki Afrika ve Asya şehirlerindeki bir kanun olduğunu öğrenmiştir. Zencilerin beyazlara selam durması kanunu ile zencilerin aşağılandığını söylemiştir. Bütün bunların dışında yazar, Bağdat’ta yaşayan ve geçimini çiftçilikle sağlayan fellâhlara da değinmektedir. Bahsi geçen çiftçilerin deve gibi aktif, sabırlı ve kanaatkâr olduklarını boğaz tokluğuna çalıştıklarını açıklamıştır.581 Hatta fellâhların milyonları

doyuracak kadar hurma yetiştirdiklerini ama sadece karınlarını doyuracak kadar yiyecek bulmak için zorlandıklarını anlatır. Efendilerinin paraları çoğalsın diye uğraşırken kendilerinin sadece çocuklarının çoğaldığını gözlemlemiştir. Ayrıca fellâhların çocuklarının çoğunun aç ve sefillik içinde yaşayarak sıtmadan öldüklerini de belirtmektedir. Bu münasebetle çocuklar toz, çamur, sivrisinek ve sıtma içinde yaşamışlardır.582 Cenap Şahabettin, Araplarla yıllarca bir arada yaşadığı için onlar

hakkında oldukça fazla fikirleri ve gözlemleri vardır. Onları çok sevdiğini belirtirken onların çok konuşan, şuh ve neşelerinin Arapların ruhlarında olduğunu kaydetmiştir.583

Yazar, Bağdat’ta yaşayan çocukların üstleri başları çıplak, çamur deryası içindeki sokaklarda bir çamur topu gibi yuvarlandıklarını ifade etmiştir. Hatta onların bakımsız yoksul ve kirli görünseler de son derece hareketli olduklarını gözlemlemiştir. Çocukların büyükleri gibi durmadan konuşup güldüklerini ve sürekli hareket halinde olduklarını bildirmiştir.584 Şu halde yazar, Bağdat sokaklarındaki çocuk, büyük ve kadın

gürültülerini orada bir yaşam belirtisi olarak görmektedir. Cenap Şahabettin’in, Bağdat’ın XX. yüzyıldaki sokakları hakkındaki gözlemlerini aktardığı ifadeleri ise şöyledir: “Ne sokaktaki hayvanlar, ne de evlerinin kapısı önünde, çocukları kucağında, gözleri yarı uykulu, badem yiyen, kahve içen, hatta nargile çeken kadınlar bu havayı

579 Şahabettin, s. 23. 580 Şahabettin, s. 24. 581 Şahabettin, s. 25. 582 Şahabettin, s. 25. 583 Şahabettin, s. 28. 584 Şahabettin, s. 28.

değiştirmez. Bir evden bir başka eve giden kadınlar o kadar sessiz adımlar atmaktadırlar ki türbe içinde bir ruh yürüyor zannedersiniz.”585

Müellif, Bağdat’ın sokaklarını anlattıktan sonra Bağdat’ın kadınları hakkında gözlemledikleri bilgileri bizlere sunmaktadır. Bağdat şehrinde yaşayan kadınların başörtüsü kullanmalarının onların Müslüman oldukları anlamına gelmediğini dile getirmiştir. Bu şehirdeki kadınlar Müslüman olmasalar dahi başörtüsü kullanmışlardır. Ayrıca Bağdat’ta yaşayan ve güzellikleri ile şöhret olmuş Keldan kadınlarının örtülerine sığmadıkları düşüncesini de okuyucu ile paylaşmaktadır. Yazar, eserinde bu kadınlar ile ilgili bilgi verirken bunların genellikle kilolu ama bir o kadar güzel olduklarını belirtmektedir.586

Yazar daha sonra Dicle’den Bağdat’a doğru ilerlerken Halife adlı vapurda Kerbela’ya giden sünni ve şii ziyaretçileri görünce şiilik konusuna da değinmiştir. Dört mezhebe ek olarak beşinci mezhebin ikinci İslamiyet olarak tanımladığı şiiliğin bir ruh hali ve zerdüştlük yadigârı olduğunu ifade etmektedir. Şiilik mezhebinden en büyük siyasi çıkarı elde edenlerin ise İranlılar olduğunun altını çizmiştir.587