• Sonuç bulunamadı

A- Tutum ve Davranış Arasındaki Đlişkinin Kuramsal Açıdan

3. Tutum ve Davranış Oluşumunu Açıklayan Kuramlar

3.5. John Bowlby Bağlanma Kuramı

Bowlby, aldığı sıkı bir eğitimin ardından, 1928 yılında Cambridge Üniversitesi’nden mezun olduktan sonra, okullarda gönüllü olarak uyumsuz çocuklar üzerinde çalışmalar yapmaya başlamıştır. Okuldaki iki çocukla ilgili yaşadığı deneyimlerle profesyonel hayatına bir yön vermiştir. Bu iki çocuktan biri izole edilmiş, hırsızlık yaptığı için okuldan uzaklaştırılmış, sağlam bir anne modeli olmayan, sevgiden uzak bir çocuktu. Đkinci çocuk ise, 7-8 yaşlarında Bowlby’nin çevresinde onun gölgesi gibi gezen, kaygılı, endişeli bir çocuk olarak biliniyordu (Ainsworth, 1974; Akt. Bretherton, 1992). Onun bu deneyimi, erken kişilik gelişiminde aile içi ilişkileri ve etkileri konusunda kariyerini devam ettirme kararını almasını sağladı. Bağlanma teorisi çalışmaları Mary Ainsworth’un araştırmalarıyla daha da belirginleşmiştir (Senn, 1977; Akt. Bretherton, 1992). Bowlby, çocuğun anneye bağlanması, ayrılması, yoksunluk ile kaybedilenler hakkındaki düşünceleriyle devrim yaratmıştır (Bretherton, 1992).

Bowlby’nin (1952) yaptığı çalışmalar sonucunda elde ettiği en önemli sonuç, geçmiş yaşantılara dayalı elde edilebilir sebeplerin, zihinsel sağlığın gelişimi için hem anne hem de çocuk açısından karşılıklı memnuniyetin ve tatminin sağlanmasıdır. O’na göre bebek, annesiyle ya da annesi yerine geçen geçici kişiyle samimi, sıcak ve devam eden ilişki deneyimleri kurmalıdır. Annenin aynı, tutarlı ve sürekli davranışları, bebeğin bağlanmasını etkileyen etmenlerin başında gelmektedir (Bowlby, 1952: s.12). Bowlby, bebeklik döneminde babanın da önemini kabul ederken, annenin daha etkili olduğunu vurgulamıştır. Özellikle bebeklik döneminde duygusal gelişimin desteklenmesinde anneler birincil role sahiptir (Bretherton, 1992). Buna bağlı olarak Hortaçsu (2003), bebeklerin altı ay civarında annelerini tanımaya, başkalarına kıyasla ona daha çok bakmaya, ona doğru yönelerek onu takip

etmeye, dokunmaya başladığını, bu davranışların, çocuğun bilişsel gelişimiyle bağlantılı olduğunu belirtmektedir. Bu aylarda çocuklar, annelerinin değişmeyen, kalıcı, eşi olmayan varlıklar olduğunu anlamaya başlarlar. Anne-çocuk arasındaki ilişkide en önemli etken fiziksel temastır. Doğumdan hemen sonra bebeklerinden ayrılmak zorunda kalan annelerin, sonraki ilişkilerinde, diğer annelere kıyasla, bebekleri ile daha az göz göze geldikleri, onları daha az öpüp okşadıkları ve bebeğin davranışlarına daha az duyarlılık gösterdikleri bulunmuştur. Bebek herhangi bir nedenle sıkıntılı olduğunda ya da korktuğunda ise özellikle bağlanma kişisine yakınlık arama-yakın olma eğiliminde olduğu görülmüştür (Hortaçsu, 2003: s.63).

Bağlanma (attachment), yaşamın ilk günlerinde başlayan, duygusal yönü ağır basan ve olması beklenen bir durumdur. Bebeklikteki bağlanma kavramı; belirli bir kişiye olumlu tepkilerin verilmesi, zamanın büyük bir kısmının o kişiyle birlikte geçirilmek istenmesi, herhangi bir korku yaratan durum veya obje karşısında hemen o kişinin aranması, bağlanılan kişinin varlığının duyumsanmasına eş zamanlı olarak rahatlama duygusunun eşlik etmesi gibi duygu ve davranış örüntülerinin tümünü kapsamaktadır (Erkuş, 1994; Akt. Morgan 1991). Bağlanma kuramcılarına göre bağlanma biçemi süt çocukluğu döneminde güvenli ya da güvensiz olarak bir kez belirlendikten sonra yaşam boyunca süreklilik gösterir. Süt çocuklarında saptanan bağlanma özelliklerinin ergenlik döneminde de devam ettiğine ilişkin kanıtlar vardır (Hamilton, 2000).

Bağlanma figürü olan kişi koruyucu ve sakinleştirici bir tutum sergilediğinde ve yardım sağladığında bağlanma davranışı azalır. Bir bağlanma figürünün oluşu ve kendisine karşı duyarlı oluşu bağlanan kişide güçlü bir güvenlik hissi sağlar. Bağlanma davranışı erken çocukluk döneminde açıkça görülmekle birlikte, özellikle stresli zamanlar olmak üzere tüm hayat boyunca gözlemlenebilmektedir (Konyalıoğlu, 2002). Bowlby, bağlanmanın gelişimini dört aşamada incelemektedir:

1) Bebeğin çevresindekilere vereceği yanıtı ayırt edememesi,

3) Güven temelli davranışın ortaya çıkması,

4) Güven temelli davranışla çocuk-anne/baba ilişkisinin sağlıklı bir hale gelmesi (Alantar ve Manel, 2008: s.98).

Hazan ve Shaver (1987) üç tür bağlanma stili tanımlamışlardır; güvenli, kaygılı ve kaçınmalı bağlanma. Güvenli bağlanma stiline sahip bireyler, çevreleriyle yakın ilişki kurmayı severler. Bir insana bağlanmaktan çekinmezler. Kendilerini bu konuda rahat hissederler. Đnsan ilişkileri onlar için önemlidir. Kaçınmalı bağlanma stiline sahip bireyler insanlara yakın olmak ve onlara bağlanmak konusunda huzursuzdurlar. Kaygılı bağlanma stiline sahip kişiler ise insanlarla yakın ilişkiler kurmak istemelerine rağmen, yalnız kalma, terk edilme, reddedilme, istenmeme korkuları nedeniyle sıkıntı yaşarlar. Güvenli ve iyi bağlılık kurmuş çocuklar, insanlar arası ilişkileri yararlı ve kişiyi tatmin eden ilişkiler olarak görüler. Đyi bir bağlanma duygusu oluşturamamış çocuklar, kaygılı ve aşırı bağımlı davranabilir ve beklentileri karşılanmadığı için iç güdüsel olarak bunu ilerideki ilişkilerine taşıyabilirler (Hazan ve Shaver, 1987).

Yapılan araştırmalar, ebeveynlerin çocuklarına karşı sergiledikleri tutumların çocukların geliştirecekleri bağlanma stili ile yüksek düzeyde ilişkili olduğunu göstermektedir. Ebeveyn ilişkileri konusunda, güvenli bağlanma stiline sahip çocukların ebeveynlerinin, güvenli olmayanların ebeveynlerinden daha fazla oranda çocuklarının gereksinimlerine duyarlılık gösterdikleri ve doyum sağladıkları; kaçınan bağlanma stiline sahip çocukların ebeveynlerinin, çoğunlukla, bedensel temastan hoşlanmayan, azarlayıcı ve reddedici oldukları, özellikle de çocuklarının onlara en fazla gereksinim duyduğu anlarda geri çekilme eğilimi gösterdikleri; kaygılı/kararsız bağlanma stiline sahip çocukların ebeveynlerinin ise, çocuklarının gereksinimlerinden çok, kendi gereksinimleriyle ilgilendikleri, kendi kaygılarına odaklandıkları ve bakım sağlama konusunda çoğunlukla tutarsız oldukları görülmüştür (Blatt, Levy ve Shaver, 1998).

Đnsanların bebeklik döneminde kazandığı bağlanma davranışları, yetişkinlik döneminde insanlarla kurulan ilişkilerde önemli rol oynamaktadır (Vaughan, 1987; Cassidy, 1994). Çocuğun anneyle kurduğu duygusal ilişki şekilleriyle ona

yakınlaşarak, bu davranışı yaşamına ve hayatına girecek olan insanlarla olan ilişkilerine geneller (Dunn ve Hottel, 1961). Bağlanılan nesne olan anneden, uzun süreli ayrılık durumunda çocukta protesto dönemi başlar. Çocukta annenin dikkatini çeken davranışları gösterir. Sürekli ağlamalar gözlenir. Çocuk bununla bir kazanç elde edemeyeceğini anlayınca, annenin dönüşü konusunda ümitsizlik başlar. Çaresizlik aşamasına geldiğinde anneyle bağlarını duygusal anlamda koparır. Böylece çocukta ayrılığın ilk döneminden itibaren, ayrılık kaygısı, yas ve kendini savunmanın oluşumu gözlenir. Bu çocukların bazıları yetişkinlik dönemlerinde; duygusal anlamda ilişkiler oluştururken sınırlı, çekingen ya da duygusuz kişilikler geliştirebilirler (Bowlby, 1952: s.22, 23).

Birey, çocukluğunda olduğu gibi yetişkinlikte de, baskı ya da stres altında olduğunda bağlanma figürüne yakın olma ihtiyacı duyar. Bowlby’e göre bağlanma bebeklik bitiminde sona ermemekte, güvenli bağlanma erken çocukluk boyunca sürmekte, bebeklik döneminde, çocuklukta, ergenlikte ve erişkinlikte farklı güven temelli bağlanma davranışları gözlenmektedir. Bu nedenle kişi stres durumunda bağlanma figürüyle ilişkisindeki güveni ve rahatlığı arar. Kişinin bağlandığı kişi ile arasındaki istenmeyen ayrılıklar, protesto eylemleri içerir; birey bağlanma figürünün kaybına yasla tepki verir. Eşini kaybeden kişilerle yapılan araştırmalar bu yetişkinlerin çocukluktaki protesto tepkilerine benzer davranışlarda bulunduklarını göstermiştir. Bu davranışlar kaybedilen kişiyi arama, ağlama, anıları çağırma, huzursuzluk ve yas durumlarını içerir (Berman ve Sperling, 1994).

Benzer Belgeler