• Sonuç bulunamadı

A- Tutum ve Davranış Arasındaki Đlişkinin Kuramsal Açıdan

6. Anne Baba Davranışlarının Oluşumunu Etkileyen Özel Durumlar

6.1. Boşanma

Boşanmanın en fazla çocukları etkilediği, çeşitli araştırmalar tarafından ortaya konmuştur. Öyle ki, boşanmanın, sonrasında yaşanan olaylar perspektifinde, ölüm olayından bile daha fazla çocuklar üzerinde etki yapabildiği araştırmalarca belirtilmiştir. Çocukların boşanmadan etkilenme durumları yaş, cinsiyet vb etmenlere göre de değişebilmektedir (Yörükoğlu, 1986: s.168).

Taanila, Kokkonen ve Jaruelin’nin (2002), aile bireyleri arasındaki etkileşimin, tek anne veya tek baba olarak devam eden aile yaşamının çocukların davranışları üzerine etkilerini inceledikleri bir çalışmada, ebeveynler arasındaki etkileşim sağlıklı bir hale gelirse, bunun çocuğun gelişimini olumlu yönde etkileyeceği belirtilmiştir. Ayrıca, ebeveynlerin ayrı yaşam biçimleri oluşturmaları ya da boşanmaları sonucunda, aile sınırlarının dikkatli belirlemelerinin çocuğun akıl sağlığını koruyan faktörlerden biri olduğu ortaya konmuştur. Çocuklar, anne ve babalarının boşanmalarına huzursuzluk, hırçınlık, saldırganlık… gibi farklı tepkiler verebilirler. Ancak, anne baba boşandığında, çocuğun ihtiyaç duyduğu sevgi ve ilgiyi ona gösterdiklerinde, çocuğun ruh sağlığı olumsuz etkilenmeyebilir (Aydoğan, 1994).

6.2. Doğum Sırası

Adler (1963), ailedeki diğer çocukların varlığına ve bunun çocuğun gelişimi üzerindeki etkilerine dikkati çeken ilk kuramcıdır. Ona göre, çocuğun, özellikle dünyaya geliş sırası açısından diğer kardeşleriyle arasındaki durumu, bazı sorunları da beraberinde getirmektedir (Geçtan, 1998: s.135). Adler doğum sırası hakkındaki önemli görüşlerini 1918 yılında sunmuştur. Bir çocuğu anlama konusunda, doğum sırasının ciddiye alınmasının yararlı olacağını vurgulamıştır (Boeree, 2006). Đlk doğumla dünyaya gelen çocuk, tüm dikkati üzerine çekmektedir. Genellikle ilk doğanın baskın ve dışa dönük bir karaktere sahip olacağı düşünülür. Bu, her durumda doğru değildir. Genellikle ilk çocuklar başkalarıyla ilgilenme, organize olma ve başkalarını koruma konusunda istekli olma gibi eğilimlere sahiptirler. Đlk çocuk, tek çocuktur. Anne babanın sevgisi ona aittir. Yeni bir kardeşin gelmesiyle de, bütün ilgiyi tekrar kazanmaya çalışmak zor bir hal alır (Ansbacher, 1956; Akt. Yavuzer, 1991).

Đkinci çocuk, kendisinden daha güçlü ve yetenekli büyük kardeşle, kendisinden sonra gelen kardeşin yarattığı ikili sorunlarla baş etmek zorundadır. Çünkü aile içinde dikkatleri üzerine toplayan kişi değildir. Bu nedenle ikinci çocuk kardeşleriyle bir yarış içine girebilir. Ana-babaların çoğu kez, ikinci çocuğa, ilk çocuktan daha fazla ılımlı oldukları görülmüştür. Bu nedenle ikinci çocuğun, otoriteyle fazla bir sorunu olmayabilir (Geçtan, 1998; Şipal, çev., 1998). En küçük çocuk, kendisinden sonra gelen bir kardeş olmadığı için annenin ilgisini paylaşmak ve kardeşleriyle yarışmak zorunda kalmaz. Son doğan çocuk, ilk doğan çocuğunkine benzer bir pozisyonu ele geçirir. Aile tarafından şımartılan en küçük çocuk, ben merkezci tutumlar geliştirebilir. Kendisinden daha güçlü ve yetenekli gördüğü kardeşlerinin varlığından kaynaklanan bir yetersizlik duygusu yaşayabilir (Geçtan, 1998; Yavuzer, 1991; Şipal, çev., 1998). Tek çocuk ise, pek çok açıdan avantajlı gibi görünebilir. Ailede, çocuğun beslenme, giyim, eğitim gibi ihtiyaçlarında daha az zorlanmalar yaşandığı için daha iyi bir yaşama sahip olabileceği gibi, daha iyi bir eğitimden de geçebilir. Ancak, tek çocuk, kardeşi olan yaşıtlarına göre daha az deneyime sahip olmaktadır. Oyun arkadaşı bulup, sorumluluk almak yerine yetişkinlerle bir arada

olmayı daha çok tercih edebilir. Tek çocuklarda derin ve gizli bir güvensizlik duygusu vardır. Kendilerini güçsüz hissedenler hayal dünyasında kalabileceği için zor bir ergenlik dönemi geçirebilirler. Elbette ki, bütün bunlar, özellikle anne babanın tutumuna bağlıdır (Yavuzer, 1991).

6.3. Ebeveyn Kaybı

Bazı çocuklar, anne ya da babasından birisini kaybettiği zaman, kaybedilen ebeveyne ilişkin zihnindeki şemaya sahip olmak için uğraşabilirler. Çocuğun, (eğer babasını tanımamışsa ya da hatırlayamıyorsa,) babasının nasıl birisi olduğunu öğrenmeye çalışarak, onun gibi olmaya çalışması, onunla özdeşim kurarak aynı davranışları sergilemesi söz konusudur.Hatta bazıları o kadar çok etkilenir ki, kaybettiği babası ya da annesi gibi yürümeye, onun gibi konuşmaya, onun gibi giyinmeye ve onun yarıda bırakmış olduğu işleri ve projeleri bitirmeye çalışır. Babasını kaybeden oğlan çocuğu, babasının yerini almaya çalışarak, kendisini ailenin reisi gibi görmeye başlar, annesini kaybeden kız çocuğu da annesi gibi davranmaya çalışır. Ya da bazı durumlarda, anne ve babasını kaybeden çocuk, kaybettiği anne ya da babasını unutmaya ve onların yerine bir başkasını model almaya, onların yerine onu sevmeye ve ona ilgi duymaya çalışır ki, bu tamamen içindeki boşluğu doldurmaya yönelik psikolojik bir ihtiyaçtan kaynaklanan bir durumdur (Walsh, 1980; Dyregrov, 2000; Akt: Tanhan, 2008; s.84).

Yavuzer (1991)’e göre, anne babasından birini veya her ikisini kaybeden çocukların tepkileri; çocuğun yaşına, ölen ebeveynin cinsiyetine, hayatta kalan ebeveynin yeniden evlenip, evlenmemesine ve kardeşlerinin olup, olmamasına göre değişiklik göstermektedir. Nagy’e (1948) göre, çocukların ölüm olayına tepkileri, öksüz veya yetim kaldıkları yaşa göre değişmektedir. 6 yaş ve daha küçük yaştaki çocuklar ölümü, başka şartlar altında yaşamın devamlılığı, uzaklara yapılan bir yolculuk olarak görürler (Akt. Dikmen, 1994). 7-10 yaş arası çocuklar, ölümü kabul etmek istemeyerek, hayal dünyasına sığınmayı tercih ederler (Çağdaş ve Seçer, 2006). 10 yaş ve sonraki yıllarda yaşanan ebeveyn kaybı, yetişkinlere benzer tepkilerle kendini gösterir. Yaşamın geri dönülmez bir sonu olduğu gerçeği, benimsenmeye başlanır (Yörükoğlu, 1998).

6.4. Evlilik

Ailenin temeli, karı-koca arasındaki ilişkidir. Eğer evlilik, bilinçli bir işleyişe sahipse, o aile çocukların gelişmesi için sağlıklı bir sosyal ortam oluşturur. Olgun insanlar, evliliğin yaşaması ve bir yuvanın kurulması için bir dengeye ihtiyaç duyarlar. Bu sayede uzun vadeli mutlulukları kısa vadeli geçici doyumluluklara yeğlerler, kendi düşünce, duygu ve davranışlarından kendilerini sorumlu tutarlar. Gerçekçi olmaya özen göstererek, bencil sınırları içinde kapanıp kalmazlar (Cüceloğu, 2000). Bu karara bağlı yaşanacak uyum süreci, sosyo- kültürel ortamlara göre farklılıklar gösterebilir. Evlilik üzerine yapılan bir çalışmada, kırsal yörelerde çocukluk ve ergenlik dönemini geçirmiş kişilerin, şehirli bireylere nazaran evliliğe çok daha kolay uyum sağladığını belirtilmiştir. Ayrıca, ana-babalarıyla sevgi üstüne kurulu ilişkileri olmuş ve onlarla çok fazla çatışma yaşamamış bireylerin de, evliliğe çok daha uygun olduğunu vurgulanmıştır (Burgess, Cottrell, 1998).

Eş seçimi esnasında çok sayıda birey, ilk çocuklukta yaşanan ve bilinç altına itilen olaylardan kaynaklanan, ifade edilemeyen, bilinçaltı imaj ve modellerle yönlendirilir. Bu bilinç altı modelleri, genel olarak ana-baba, kardeşler, çocuğun ilk aşkı veya ergenlik ve öncesine ait, aşkla ilişkisi olmayan pek çok deneyimlerin nesneleri olabilmektedir (Cevher, çev., 2003). Geleneksel evliliklerde anne babanın rolleri bellidir. Çağdaş evliliklerde ise anne de, baba da kendi görüşlerini ortaya koyabilirler. Ancak çağdaş ailede, eğer aileyi kuran eşler arasında yeterli sevgi ve anlayış yoksa ya da eşler, nasıl bir çocuk yetiştirecekleri konusunda kararlı bir tutum oluşturmamışlarsa, eğitimsel yönden çeşitli sorunlar çıkabilmektedir (Oktay, 1999; Geçtan, 2000).

Benzer Belgeler