• Sonuç bulunamadı

2. HAMAM YAPILARININ ÖZELLİKLERİ

2.3. Bizans’ta Hamam

Roma hamamlarının işlevlerinin, Bizans hamamlarında da aynı şekilde devam ettiğini; fakat 4.yüzyıldan itibaren palaestranın ortadan kalktığını görüyoruz. Mevcut palaestralara da ya başka binalar inşa edilmiş, ya da döşemeleri değiştirilip tören alanına dönüştürülmüşlerdi. Bunda, pagan inançlara tamamen karşı çıkan kilisenin de etkisi vardı. Hristiyan zaferiyle karşılaştırılacak kadar zorluk ve emeklerle edinilen

Şekil 2.18. Perge Güney Kapı

atletik başarılar, dini inanca rakip olduğu için kilise, gymnasiuma karşıydı. En son olarak Antakya’daki ephebate 4.yüzyıl ortasında yasaklandı ve bundan sonra açık gymnasium kalmadı.

Hamamları da ilgilendiren bir başka gelişme ise, Bizans’ta artık özel kişilerin kamu yatırımlarını finanse etmemesiydi. Yunan ve Roma dönemleri bu kurum kentlerin refahına büyük katkı sağlamıştı. Yerel yönetimler Diocletian zamanından başlayarak merkezi hükümete bağlandıkça, özel şahısların kentleri için kamusal harcama yapma nedeni ve imkanı kalmadı. Hayırseverliğin nedeni olan yurttaşlık gururu ve bundan faydalanan birçok kurum, kilisenin muhalefetiyle karşılaştı. Bunların yerini Hristiyan ekümeniklik kavramı aldı (Yegül, 1992).

Geç antik çağda her ne kadar thermaeler artık yapılmıyorduysa da ufak hamamlar her yerde ve aynı hızla yapılmaya devam etti. İstanbul’da 5.yy. başında 8 thermae ve 153 ufak hamam (“balneae privatae”) bulunmaktadır. (Yegül, 1992) Çeşitli antik kaynaklardan öğrenildiğine göre, Thermaeler arasında, inşaatı 345’te başlayıp

427’de biten Constantianae’nin 8.yüzyıla dek kullanılmıştır; Kaminia adlı hamam ise aynı anda 2000 kişiyi alabiliyormuş. 528’de tamamlanan Dagistheus’un 9.yüzyılda metruk olduğu, kayıtlarda geçiyor. Septimus Severus’un yaptırdığı ünlü Zeuxippus hamamları ise 532’de yandıktan sonra tekrar inşa edilmiş ve 713’te hala işler halde olduğu biliniyor. Kilise de, en azından başta, bu yerleşmiş kuruma dokunmuyor; din adamları da düzenli olarak hamam gidiyor ve İstanbul hamamları ikonalarla süsleniyor (Mango, 1981). İstanbul hamamlarının çoğunun yeri bugün

Şekil 2.20. İstanbul Kalenderhane Hamamı planı ve restitüsyondan perspektif (Yegül, 1992)

Şekil 2.21. Antakya C Hamamı planı (Yegül, 1992)

bilinmemektedir. Valens kemeri ve Kalenderhane camii arasında yapılan kazılarda ortaya çıkarılan küçük 4.yüzyıl hamamları İstanbul balneae plan şemaları hakkında fikir vermektedir.

Başka bir merkez Antakya’da ise 3.yüzyıl sonuna tarihli ama içerdiği kolonadlı giriş ve sekizgen formlarla çok daha değişik bir plan şemasıyla karşılaşıyoruz.

Doğu eyaletlerinde, Suriye ve Ürdün’de rastladığımız hamamlar ise, genelde küçük hamam kategorisindedir ve günümüze kalmış örnekler vardır. Bunların en önemli özelliği palaestranın tamamen yokolmuş olmasıdır. Bunun nedeni Hristiyanlığın merkezine yakınlık, palaestradaki egzersizlere asla yüzeysel dışı bir ilgi duyulmamış olması veya sıcak ve kurak iklimde büyük açık avluların uygunsuzluğu olabilir. Suriye’de daha derin ve gölgeli portikolar tercih edilmektedir. Bu hamamlarda frigidariumun önemi de azalmış; yerine büyük bir soyunma odası-hamam salonu ortaya çıkmıştır. Bazı örneklerde ufak bir havuz veya çeşme de bu hamam salonlarının ortasını süslemekteydi. Burası çok amaçlı bir salondu ve insanların, yolcuların toplanıp sohbet ettikleri, çöl ikliminde vaha gibi ferahlatıcı bir mekandı. Bu bölgede görülen diğer hamam yapılarından da anlaşıldığı gibi Küçük Asya’nın güney-güneydoğusunda ve Suriye, Ürdün bölgesinde farklı bir plan anlayışı hakimdi. Örneğin Antakya E Hamamı, biraraya toplanmış küçük tonozlu ısıtılan birimler ile ayrıca soyunma, giriş ve oturma amaçlı kullanılan ve ısıtılmayan ek birimlerden oluşuyordu (Yegül, 1992).

Eldeki bilgiler, 6. veya 7.yüzyıla kadar Bizans’ta büyük hamamların faal ve bakımlı olduğunu gösteriyor. 7.yüzyıldaki ekonomik kriz ve sonrasındaki gerileme döneminde ise, Bizans’ta dini yapılar dışında inşaat faaliyeti durduğu gibi, İstanbul’da bazı ünlü hamamların terkedildiği veya işlev değiştirdiği biliniyor. Örneğin 9.yüzyılda, imparatorluk kentsel yenileme programı çerçevesinde, daha önceki yüzyıllar gibi hamam, tiyatro, ve benzeri sivil kamu yapılarının değil, sadece kilise, manastır gibi dini yapıların ele alındığını biliyoruz. Fakat halk hamamları yavaş yavaş yok olsa da imparatorluk sarayında hamam geleneği sürdürülüyor. Şekil 2.22. Antakya E Hamamı planı

Aristokrat evlerinde de hamamın varlığı biliniyor. Ama artık yıkanma, günlük değil haftalık ve sıradan vatandaşın ancak kendi olanaklarıyla ulaşabildiği bir faaliyet haline gelmiş durumda. Bu dönemde hamam, tiyatro, hipodrom gibi tesislerin kapatılması, azaltılması ve bakımlarının ihmal edilmesi, devletin, sürekli artan nüfus ve azalan gelirler karşısında, kamu harcamalarını kısma politikasına bağlanıyor (Mango, 1981).

Kilise hiçbir zaman yerleşmiş hamam kültürünü yasaklamadıysa da, sadece hidroterapi amaçlı kaplıcaları onaylıyordu. Lüks ve dünyevi zevklerle ilgili bir faaliyet olarak hamama yaklaşımı ise olumsuzdu. Yasak getirmese de, haftanın sadece belli günlerinde yıkanmak, Yahudilerle birlikte yıkanmamak gibi bazı emirlerle, kilisenin hamamların küçülmesine ve daha az kişi tarafından ve daha seyrek kullanılmasına yol açtığı bellidir. Bu baskının İstanbul dışında daha da yoğun olduğu, kimi hamamların yıkılıp yerine kilise yapıldığı bilinmektedir. Bu bakımdan, ekonomik kriz döneminde büyük hamamların kapanması ve azaltılması değilse de, kriz sonrası tekrar canlandırılmaması, kilisenin tutumuyla ilişkili görünmektedir. Geç Bizans döneminde yıkanma eyleminin, özel mülkiyetli ve giriş ücretli küçük hamamlarda sürdüğü bilinmektedir. Bu hamamların, kilise ve manastır bünyesinde olup, kimisinin dini kurumlara gelir getirici işletmeler olduğuna dair, birçok kanıt vardır. Tüm bunlardan Ortaçağ’da, Bizans’ta, hamamların yokolmadığı, sadece kiliseye devrolunduğu anlaşılmaktadır. Halk kilisenin işlettiği hamamlara gitmeyi tercih ettiği için, eski thermaeler işlevsiz kalmış ve terkedilmiştir. Kilise, hamamlarla ilgili faaliyetini, “diakonia” kurumu yoluyla yapmaydı. Diakonia hamamlarına “lousma” ya da “louma” adı verilmekteydi. Diakonia, Suriye monofizitleri yoluyla İstanbul’a gelmiş sivil ve hayırsever bir kurum olmakla beraber, İstanbul’da, devlet ve kiliseyle içiçe geçmiş ve hayırsever harcamalarını çok aşan gelirlere sahip bir tür sandık haline gelmişti. (Magdalino, 1990).

12. ve 13. yüzyılda, İstanbul’da hala bazı ufak halk hamamlarının varlığı biliniyor; günümüze ise çok az sayıda Bizans hamamı ulaşmıştır. Yine de antik hamam kültürünün Batı’da 8. veya 9. yüzyılda tamamen biterken Doğu’da Bizans’ta canlı kaldığını ve Bizans sonrası da Arap ve Türk kültürlerinde kesintisiz sürdüğünü görüyoruz (Yegül, 1992).