• Sonuç bulunamadı

Birinci Dünya Savaşı’nın Hazırlanmasında Bir Grubun Rolü

Napolyon Savaşları’nın ardından 1815 yılında bir araya gelen Avrupa devletleri, bu bölgede yaşanacak ikinci bir savaşı önlemeyi amaçlamıştır. Fakat bu barış süreci çok uzun sürmemiştir. 1870 yılında gerek Almanya gerekse İtalya kendi millî birliklerini kurmuşlardır. Bu hareket diğer Avrupa devletlerinde tehdit algısı oluşturmuştur. Nitekim oluşan algı boşa çıkmamıştır. Hemen kısa bir süre sonra Almanya (Prusya) ülkesine toprak katmak amacıyla Fransa’yı kendine hedef belirlemiştir. Sedan Muharebesi olarak bilinen bu savaşta Almanya, Paris’e kadar ilerlemiştir. Böylece 1815 yılında Viyana Kongresi’nde ilk kez bir proje kapsamında bir araya getirilen Avrupa Ülkeleri Birliği sona ermiştir. Bu durum sonucunda birçok ittifak yıkılarak yeni bloklar meydana gelmiştir. Milliyetçilik ve ulusal devletçilik gelişmiş, emperyalizm ise devletlerin tek amacı haline gelmiştir. Sömürgeler kurarak genişleyen Avrupa devletleri, tek başına sömürgelerini koruyacak güce sahip olamayacaklarından, yeni ittifak arayışına girmişlerdir. Almanya ile ittifak halinde Avusturya-Macaristan ve İtalya, cephenin bir tarafını

136 Rıfat Bali; Devletin Yahudileri ve Öteki Yahudiler, İletişim Yayıncılık, İstanbul 2007, s. 213-260.

53 oluştururken, İngiltere yönetiminde Fransa ve Rusya diğer tarafını

oluşturmuştur.

Resmi tarihte anlatıldığına göre, Birinci Dünya Savaşı şu şekilde başlamıştır: 1914 yılında Avusturya-Macaristan veliahdı Ferdinand, Bosna ziyaretine gitmiştir. Ziyaret esnasında bir Sırplı tarafından suikast sonucu öldürülmüştür. Böylece İttifak Bloğu, Sırbistan’a oldukça ağır şartlar içeren bir ültimatom vermiştir. Hâkimiyet alanını genişletmek isteyen Almanya, aslında bu tavrı ile savaşın temellerini atmıştır. Nitekim Sırbistan, verilen ültimatoma olumsuz cevap verince Almanya, 28 Temmuz 1914 tarihinde Sırbistan’a karşı savaşı ilan etmiştir. Sırbistan’ı kendine dâhil hisseden Rusya ise bu olaya sessiz kalmamış, seferberlik çağrısı yapmıştır. Netice olarak Almanya’nın 1 Ağustos 1914’te Rusya’ya saldırması üzerine Fransa aynı gün, İngiltere ise 2 Ağustos’ta Almanya’ya karşı savaşa hazırlanmıştır. Diğer taraftan savaş başladıktan sonra Ferdinand’ın unutulduğunu ve olayın tamamen farklı bir boyut kazandığını görmekteyiz. İngiltere’nin ilk Yahudi Başbakanı Benjamin Disraeli yazmış olduğu “Coningsby” adlı eserinde dünyayı yöneten karakter Sidonia’yı Rotschildler olarak tarif etmiştir. Eserde Sidonia 1844 yılında gezintiye çıktığı Avrupa’da büyük bir dünya savaşının geleceğini dillendirmiştir. Burada Sidonia: “Almanya’da planlanan ve

hazırlanan, dünyayı değiştirecek o devrim şüphesiz Yahudilerin imzasını taşımaktadır. Bu durum, ülkede tüm üst düzey görevlere Yahudilerin yerleşmiş olmasından kaynaklanmaktadır.”137 sözleriyle dünya üzerinde gerçekleşecek değişiklikleri önceden haber vermiştir. Bu sözler olayın farklı yönlerine de dikkat çekmektedir. Yukarıda uzun uzadıya bahsetmiş olduğumuz ve “Birinci Dünya Savaşı’nın habercisi niteliğinde olan olaylar ve kişiler, bu kehanetin bir parçası mıdır?” gibi bir soru ile burada karşı karşıya kalmaktayız.

Yahudiler genel anlamda sonuç odaklı hareket eden bir millettir. Bu yüzden savaşın nedenlerine bakmaktan ziyade sonuçlarına bakmakta fayda vardır. Savaşın sonuçlarından birisi şüphesiz “Milletler Cemiyeti’nin” kuruluşu olmuştur. İkinci sonuca göre ise “Altın Standardı” dünyaca kabul edilmiştir. Nitekim üçüncü sonuçda Filistin’in yolları Yahudilere tamamen açılmıştır. Belki de burada sorulması gereken asıl soru, savaşı Almanya kazanmış olsa idi, bu sonuçlar değişecek miydi? Devrimler ve savaşlar için para veren büyük sermayedarlar için şüphesiz savaşın kimin kazandığının bir ehemmiyeti yoktur. Barış anlaşmaları onlar tarafından hazırlandığı müddetçe, onlar her türlü maddi desteği vermişlerdir. Bunun en basit örneği 1917 yılında savaş esnasında Rusya içerisinde gerçekleşmiş olan devrimdir. Bilindiği üzere Lenin’in annesi ve eşi Yahudi’dir. Devrimi finanse eden gruba bakılacak olursa meşhur Yahudi bankerlerden Paul Warburg ve Rotschild’lere bağlı çalışan Kuhn, Loeb &Co şirketini görmekteyiz. Ayrıca Amerika’nın savaşa girişinde de Yahudilerin payı oldukça büyüktür. İngiliz W. Sidney Rogerson bu durumu şöyle özetlemiştir: “Uzun süre ABD’nin

hangi tarafta savaşa gireceği merak konusuydu ve propagandamız sayesinde ABD bizim tarafa katılmıştır. Bir de Yahudi sorunu vardır. 15 milyon Yahudi’den 5 milyonu ABD’de yaşamaktadır. Biz bu Yahudi nüfusunu bağımsız ülke sözü vererek satın aldık. Luddendorf başkanlığında

54

yürüttüğümüz bu propaganda sadece ABD değil, Almanya’da bulunan Yahudileri de tarafımıza kazandırmıştır.”138 Yine Wilson bu kararı verirken onun danışmanlığını yapan Bernard Baruchda Yahudi kökenlidir. İngiltere Hükümetine bakılacak olursa başta oturan kralın yanında Yahudilerden meydana getirilmiş Kraliyet Konseyi yönetimde oldukça etkilidir. Diğer taraftan Fransa da Rotschildlerin de içerisinde bulunduğu bir hükümet tarafından yönetilmektedir. Almanya içerisinde Hükümet Sözcüsü Bethmann Holweg, Hazine Bakanı Walter Ratneau, Gizli Servis Sorumlusu Felix Warburg ve daha niceleri Yahudi kökenli etkin insanlar olarak karşımıza çıkmaktadır.139 Nihayet Osmanlı Devleti’ne baktığımız zamanda da yönetimi elinde tutanların çevresinde ve danışmanlıklarında oldukça etkin Yahudi isimleri görmek mümkündür. Savaşın sonunda ise Bernard Baruch’un ayarlamış olduğu bir bahçeli evde Milletler Cemiyeti’nin prensipleri görüşülmek üzere Woodrow Wilson, Llyod George ve Georges Clemenceau bir araya gelmiştir. Ancak bu toplantının ilginç yanı Woodrow Wilson’un danışmanı Bernard Baruch’un, Llyod George’un danışmanı Sir Philip Sassoon’un ve Georges Clemenceau’un danışmanı Jeroboam Rotschild Mandel’in Yahudi olmalarıdır. Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde de büyük anlaşmalar çerçevesinde danışmanların ağırlıklı olarak Yahudi kökenli olduğunu görmekteyiz. Buna bağlı olarak yukarıda da söylediğimiz gibi, savaşın kim tarafından kazanıldığı önemli değildir. Ancak sonunda yapılacak olan anlaşma Yahudi yöneticiler için asıl mühim olan noktadır.

Avrupa perspektifinden Birinci Dünya Savaşının çıkışı ve arka planına değindikten sonra Osmanlı Devleti’nin savaşa giriş sürecine geçmekte fayda vardır.